Sherlock Holmes hakkında bir öykü

- Blog Yazısı
SHERLOCK TÜRKİYE’DE
---Sir Arthur Conan Doyle’nin eserlerinden esinlenilmiştir.---
AVRUPA’YI KARIŞTIRAN OLAY
Merhabalar ben Prof. Dr. Watson. Arkadaşımla dedektiflik işimize Türkiye'de devam
ediyoruz. Çünkü kraliçelere kurulan suikastlar artık bize sıkıcı gelmeye başladı. Türkiye'deki
bazı olayların çok ilgi çekici olduğunu itiraf etmeliyim. Bugün arkadaşım Holmes’la Taksim
Meydanı’nda dolaşıyorduk. Bir süre sonra güneşle karışık kar yağmaya başladı. Nasıl
olduğunu bilmiyorum ama nefes kesiciydi. Arkadaşımla birlikte oturmuş bir yandan
kahvelerimizi yudumlayıp diğer yandan camdan dışarı bakarken kapı çaldı. Arkadaşım
“Böyle bir havada gelen bir misafirin derdi çok büyük olmalı.” dedi. Ama karlı bir havada
kısa kollu kıyafet giyen bir adamın ne kadar büyük bir derdi olduğundan şüpheliydim. Kapıyı
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 50₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
açınca içeri iri yarı bir adam girdi. Herhalde soğuk bir yerden geliyordu çünkü daha önce de
söylediğim gibi kısa kollu bir giysi giymesine rağmen pek üşümüş görünmüyordu. Yüzünde
dev bir maske vardı, içeri girince maskeyi çıkardı.
“Merhaba!” dedi arkadaşım.
“Merhaba!”
“Hangi rüzgâr sizi buraya kadar sürükledi, bu ilginç hava şartlarında?”
“Derdim çok büyük.”
“Anlatma nezaketi gösterir misiniz?”
“Maalesef, önce sizden gizlilik yemini etmenizi isteyeceğim.” dedi. İkimizde söz verdik ve
anlatmaya başladı:
“Ben Rusya Kralı Lorbicikaçakosvi.”
“Efendim?”
İnanmamıştık ikimiz de ama karşımızdaki adama inanmamız gerektiğine dair bir his vardı
içimde.
‘’Lor-bi-çi-ka-ça-kos-vi’’
“Buyrun.” dedi arkadaşım “Bay Lor-bi-çi-ka-ça-kos-vi.”
“Eskiden bir kadına âşık olmuştum, ismi Koçolavalaskiydi.”
“Lütfen tekrar eder misiniz?
“Ko-ço-la-va-las-ki.”
Kral biraz sinirlenmiş gibiydi. Bense camdan dışarı, gökkuşağına bakıyordum.
“O zamanlar hep mektuplaşırdık ama bir gün onun mektuplarına karşılık vermemeye
başlamak zorunda kaldım. Çünkü ailem beni Yunan kraliçesi Mia ile evlendirmek istiyordu.”
Holmes ile göz göze geldik.
“Tamam, devam edebilirsiniz. Bu isimde bir şey yok.” dedi.
Adam anlatmaya devam etti.
“Sonra düğün zamanımız gelince bu haber Koçolavaski’ye kadar ulaştı. İşte bu yüzden beni,
mektuplarımızı herkese vermekle tehdit ediyor. Ben de size geldim bana yardım edebilirsiniz
diye.”
“İyi yaptınız. Lütfen Kaçolavakalaskala... koçokavas... Neyse işte, o kişinin adresini alabilir
miyim?”
Arkadaşım bunu dedikten sonra adam bir kâğıt verdi eline ve olayın üç gün içinde yani cuma
gününe kadar çözülmesi gerektiğini söyleyerek gitti.
Adam gidince Sherlock’la konuşmaya başladık:
“Hm...”
“Hmm...”
“Hmmm...”
“Hmmmm...”
“Hmmmmm...”
“Hmmmmmm...”
“Tamam, sen kazandın.” dedim sonunda.
“Ben adrese gidiyorum.” dedi ve evden çıktı. Kendime bir kahve yapacak kadar vakit
geçmişti ki Sherlock geliverdi. Büyük bir heyecanla olayın yarın çözüleceğini söyledi ve
uyumaya gitti. Sanırım gidip geldiği bu kısa süre zarfında evi incelemişti.
Ertesi sabah yine çıktı ve çıkarken akşam saat 7’de yanında olmamı söyledi. Sokağa çıkma
yasağı başlamadan önce iki saatimiz olduğunu söyledi.
Akşam saat 7’de evin arka bahçesinde Sherlock’la buluştuk. Bana olayı anlattı:
“Bak şimdi, bu mendili al.”
“Bu ne?
“Senin görevin tam saat 8’de bu mendille halay çekmek ben müzik setine zamanlayıcıyı
kurdum. Unutma, tam saat 8’de caddenin ortasında halay çekeceksin. Sen dikkatleri dağıtınca
ben de elektrikleri keseceğim ve mektupları alacağız. Önceki ziyaretimde mektupların yerini
öğrendim.”
“Sen gerçek bir dehasın!”
“Eyvallah!” dedi bir Türk gibi ve gitti.
Tam da planladığımız gibi tam saat 8’de müzik setinden insanın içini kıpır kıpır yapan
melodiler yükselmeye başladı. Bu müzikle birlikte ben de halay çekmeye başladım. Başladım
ancak hiç beklemediğim, daha doğrusu tahmin edemediğim bir şey oldu. Caddedeki insanlar
da bana katıldı. Manavından kuruyemişçisine, ayakkabıcısından fırıncısına kadar herkes...
İşte o an hayatımda bir ilki yaşadığımı anladım. Hayatımda ilk defa halay başı olmuştum.
Sonra şarkı bitti ve ben de arka bahçeye geri döndüm gizlice. Sherlock da oradaydı ve bir
ateşin başında oturuyordu. Ona ne yaptığını sordum. Mektupları aldığını söyledi. Olayı
çözmenin verdiği rahatlık ve halayın bana verdiği yetkiye dayanarak mektupların nerde
olduğunu sordum. O da bilmediğini söyledi. Soru cevap düellomuzun böyle şok edici bir
şekilde bitmesini beklemiyordum. Yaşadığım bu şok Sherlock için yeterince etkileyici
olmamış olacak ki bir kâğıt uzattı bana.
Bay Holmes,
Siz bu satırları okurken mektuplarla birlikte Fransa’ya doğru yola çıkmış olacağım. Çünkü
Paris’te yaşamak çok romantik olacak. Her neyse... Sizin mektuplar için geleceğinizi
biliyordum. Bu yüzden buralardan gitmeye karar verdim. Şunu bilmenizi isterim ki artık Rus
kralını pek umursamamaya başladım. Hatta okuduğum çok güzel bir kitabın adını ona
uyarladım: “Kim takar Rus kralını?” Eğer çok büyük bir şey olmazsa bu mektupları kimse
görmeyecek. Yani kralın içi rahat olsun. Bir de sizi gerçekten tebrik etmeliyim. Çünkü halay
fikri çok iyiydi.
“Sanırım müzik setini evlerinin yanına kurmamam gerekirdi.” dedi Holmes.
Tüm bu yaşananları Kral’a anlatınca bize minnettar kaldığını söyledi. Yaşananlar ve
hizmetlerimizden dolayı ise bize yüklü bir miktarda para ödedi. Tabii arkadaşımın parada
gözü yoktu ama ben paralarla bir güzel ziyafet çektim doğrusu.
AKSAKALLILAR KULÜBÜ
Avrupa’yı karıştıran ilk işimizden sonra Türkiye’de işlerimizin çok daha ilgi çekici bir hâle
geleceği iyice belli olmuştu. Biz böyle düşünürken ve önceki olayın da üzerinden çok da
zaman geçmeden yeni bir olayla karşı karşıyaydık.
Bir sabah arkadaşım Sherlock’la oturmuş birlikte türkü söylüyorduk. İsmi bir millete ait olan
kaç müzik türü var ki? Gerçekten çok etkileyici bir müzik türüydü türkü. Biz Türkler gibi
türkü söylerken bu eğlenceli zamanın bölünmemesi tabii ki olmazdı. Bir süre sonra sert
adımlarla bize doğru gelen biri olduğunu duyduk.
“Duyulan bu adımların sertliğinden de anlaşılıyor ki yeni bir olayla karşı karşıya kalmak
üzereyiz.” dedim.
“Bravo Watson, gerçekten bugün çok zekisin!”
Kendince benimle alay ediyordu, biraz sinirlenmedim değil yani.
“Teşekkür ederim, sen de...” diye karşılık verdim lafı çok uzatmadan. Derken kapı açıldı ve
tombul ve yaşlı bir adam içeri girdi.
“Selamın aleyküm!”
Türklere özgü bir şey daha... Merhaba, selam, günaydın, iyi günler, hayırlı sabahlar vs... O
kadar çok selamlaşma şekli var ki burada insan şaşıp kalıyor. Biz de ortama ayak
uyduruyoruz.
“Aleyküm selam! Buyurun, kime bakmıştınız?”
“Ben Sherlock Holmes’i arıyorum. Burada olduğunu söylediler.”
“Evet, buyurun benim.” diyerek söze girdi Bay Holmes. Normal zamanlarda çok konuşkan
biri olmasa da kendisini heyecanlandıran bir olay varsa insanlarla iletişim kurmaya bayılıyor.
“Öncelikle hikâyemi anlatacağım ama o kadar değişik ki bir masal gibi gelebilir size.” diyen
adam Holmes’in heyecanını daha da arttırıyordu.
“Evet, sizi dinliyoruz.”
“Bir gün yeni bir çırak arıyordum bakkal dükkânım için. Bir genç çok hevesliydi. İşinde iyi
ve aynı zamanda ucuza çalışıyordu. Ehehe, tabii işime gelir bu benim. Ama kötü bir yanı
vardı. Zamanının çoğunu dükkânın kilerinde geçiriyordu. Fotoğrafçılıkla uğraşıyordu ve
kilerde fotoğraflarını düzenliyordu. Sonra bir gün yanıma geldi:
‘Dayı, dayı!’
‘Efendim yeğen?’
‘Senin sakalların bembeyaz. Aksakallılar kulübüne katılmalısın.’
‘O nedir yahu, neye yarıyor ki?’
‘Orası çok mükemmel bir grup ve sadece aksakallılar girebiliyor.’
‘Peki ama ben neden o gruba girmek isteyeyim ki?’
‘O gruba katılarak daha çok para kazanabilirsin. Bunun için de seçmelere gitmeliyiz.’
Aramızda geçen bu muhabbetten sonra kalkıp seçmelere gittik. Seçmelerin yapılacağı yer
oldukça kalabalık bir yerleşim yerindeydi. Biz etrafa bakarken bir adam geldi ve beni
kolumdan çekip kulübün olduğu binaya soktu. Kendisini kulübün müdürü olarak tanıttı.
Kulübe kayıt için bir kâğıt çıkardı ve gerekli bilgileri doldurduk, işin detaylarını konuştuk.
Kulübün müdürü bize ayrıntıları anlatmaya başladı:
‘Göreviniz, bu ansiklopediyi bu deftere geçirmek.’
‘Bu neden yapayım ki?’
‘Bunun karşılığında günde 200 TL ödeme alacaksınız.’
‘Günde kaç saat çalışacağım peki?’
‘10.00 ile 14.00 arası. Ama bu saatler arasında binadan çıkarsanız kovulursunuz.’
Pek bir anlam veremedim ama benim gibi bir bakkal için gayet iyi bir işti. Fakat içimde de bir
kuşku yok değildi.”
Ortağım iyice sabırsızlanmaya başlamıştı.
“Bakkalınızın adı nedir?” diye sordu adama.
“Bizim Bakkal. 2002’den beri...”
Bu cevaptan sonra üçümüz birbirimize baktık ve adam anlatmaya devam etti.
“Yaklaşık 10 gün boyunca çalıştım. İşler gayet iyi gidiyordu, kazandığım paralar da cabası...
Bizim dükkânı da çırağa bırakıyordum bu süre boyunca. Size dükkân hakkında biraz bilgi
vereyim: Şehir bankasının arka mahallesinde bir yerde. Bu çevre işlek bir alan olsa da bizim
mahalle pek tenha. Yine de yuvarlanıp gidiyoruz işte.”
Bu hikâye nereye gidecek pek emin değildim açıkçası sıkılmıştım ama arkadaşım sherlock ise
dikkatle dinliyordu adamı. Benim ise canım iyice sıkılmıştı. Ama ilginç adam anlatmaya
devam etti.
“ Bu pandemi döneminde böyle kıyak bir iş beni mutlu etmişti ama açıkçası bu işte
Amerika’nın parmağı olduğunu düşünüyorum. Benim zekâmdan etkilenmiş olmalılar.”
“Tabii canım...” dedi ve kıkırdamaya başladı Sherlock. Adam devam etti:
“Ama bir gün iş yerine gittiğimde kapıda ‘Aksakallılar Kulübü kapanmıştır.’ yazısıyla
karşılaştım. Etraftaki herkese kulübü sordum ama kimse bu konu hakkında hiçbir şey
bilmediğini söyledi, muhtar bile!..”
Tüm ciddiyetiyle “İlginç.” dedi Sherlock.
“Tüm şehri dolaştım herkese sordum ama yok, yok, yok. Bizim çırak da bilmiyormuş. Ya
kafayı yedim ya bana şaka yapıyorlar. Eğer bu bir şakaysa onlara epey pahalıya patlayacak!”
Sherlock elini çenesine koydu ve “Hmm... Bunun bir şaka olması düşük bir ihtimal gibi
görünüyor. Bu vakayı çözeceğim. Teşekkürler bizden haber bekleyin.”
Adam giderken ben de Sherlock’a döndüm.
“Ee fikrin ne ?”
“Dostum, olay çok açık değil mi?”
“Gerçekten öyle mi?”
“Evet, aslında vaka çözüldü bile!”
“Peki olay ne, suçlu kim?”
“Orası yarın belli olur. Senden tek isteğim yarın akşam saat 19.00’da meydanda buluşalım.
Yanına şey de al.”
“Şey mi dostum? Yine yangınlar yine...”
“Evet, evet aynen tabanca al diyecektim.”
Bu tuhaf diyalog sonrası ben de odama gittim. Düşünmek için yatağıma uzandım ve müzik
çalarımı açtım ve şarkının tadını çıkardım:
“Yine yangınlar, yine ben...”
Sabah uyandım ve çok hızlı bir şekilde elimi yüzümü yıkadım. Salona gittiğimde Sherlock
ortalıkta yoktu. Herhalde olay ile ilgili araştırma yapıyordu diyerek bir belgesel izlemeye
başladım ve biraz da olsa keyfime baktım. Saat 18.00’de çabucak silahımı aldım ve evden
çıkıp meydana doğru yola çıktım. Sherlock’un yanında iki kişi vardı. Bunlardan biri
Sherlock'un dedektif arkadaşı Mahmut idi.
“Merhaba Watson!” dedi Sherlock beni görünce.
“Aa adınız Watson mu? Memnun oldum. Ben İlknur, bankanın müdürüyüm.”
Ağzımı açmama fırsat vermeden “Beni takip edin!” dedi Sherlock ve bizi bankanın deposuna
götürdü. Banka müdürü konuşmaya başladı:
“Burada çok miktarda para var. Şu an taşımaya üşendiğimiz için depolarda değil burada
duruyor.”
“Evet, müşterimizin çırağının amacı her gün saat 10.00-14.00 arası tünel kazmak idi. Bunu
bakkalı ziyarete gelince çırağın dizlerinden anladım. Ayrıca kilerde vakit geçirdiği
zamanlarda da tünel kazmayla uğraşıyordu. Bu kulüp bir oyundu. Ama olayın Amerika’yla
ilgisi yoktu ve tüneli kazmayı bitirince Aksakallılar Kulübü’ne de ihtiyaç kalmadı.
Tahminlerime göre tünel bitirildiğine göre bu akşam hırsızlar tünelden bodruma gelecek.
Kapıları tutması için memurları ayarladın değil mi Mahmut?”
“Tabii ki.” dedi Mahmut.
“Peki sen Watson, ne olur ne olmaz silahın yanında değil mi?” Başımı sallayarak yanıt
verdim kendisine. Çünkü hâlâ olayın şokundaydım.
“Şimdi bekleyeceğiz.”
Bir süre karanlıkta kaldık bekledik, bekledik, bekledik ve daha çok bekledik. Sonunda bir
kıpırdanma oldu. Biri kafasını dışarı çıkardı. O anda Sherlock ortaya çıktı ve adamı bir
hamlede yakaladı. Bu kişi tam da Sherlock’un tahmin ettiği gibi bakkalın çırağıydı. Çok da
direnmeden her şeyi itiraf etti. Suçluları Türk polisine teslim ederek bir olayı daha
sonuçlandırdık.
“Nasıldı ama?” dedi Sherlock.
“Şey gibiydi...” diyecekken Sherlock yapıştırdı cevabı:
“Şey mi dostum: Yine yangınlar, yine ben.”
İkimiz de gülmeye başladık.
Yaşadığımız bu iki olay bile Türkiye’ye gelmekle ne kadar doğru bir karar verdiğimizi
gösteriyor. Görünen o ki ilerleyen zamanlarda Türkiye’deki insanlara çok daha fazla yardımcı
olacağız. Tabii Türkiye de bize...
SON
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 14/05/2025 14:36:44 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/12008
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.