Bir Başka Hayat: Önceden Yazılmış, Seninle Büyütülmüş
Doğumdan beş dakika sonra ismine,diline,milletine ve mezhebine karar verirler ve ömrünün geri kalanını seçmediğin şeyleri savunarak geçirirsin. - Arthur Schopenhauer

- Blog Yazısı
Ah, gerçekten insanın hayatı üzerinde büyük bir etkisi olduğunu mu sanıyorsunuz? Ne kadar tatlı, ne kadar naif bir düşünce. “Ben” dediğiniz o şeyin, doğumdan beş dakika sonra, senin bile seçemediğin bir ismi, dilini, milletini ve mezhebi olacağı gerçeğini kabul etmiyorsanız, o zaman gerçekten neyleyip neyi savunuyor olduğunuzu sorgulamanız gerekiyor. Çünkü, sevgili dostum, bir insanın hayatı üzerinde etkisi dediğiniz o 'güç', ne yazık ki büyük bir yalandan ibaret.
Düşünün; gözlerin henüz dünyayı fark etmeye başlamamışken, birileri öylece karar veriyor. İsim verirken bile seni tanımadıkları, kim olduğunu bilmedikleri halde, sana bir kimlik ve bir rol yüklüyorlar. Ve senin buna itiraz etme hakkın yok! Hayır, çünkü doğduğunda, 'sen' denen o zavallı yaratık zaten acizliğine mahkum edilmişti. İster kabul et, ister etme, senin bu dünyada ne denli küçük bir yer kapladığını sorgulamadan edemeyeceksin.
İçinde bulundukça toplum denen büyük yığınla, kendini bir birey olarak tanımlayabilmen ne kadar mümkün olabilir ki? Toplumun “benim!” dediği her şeyin, senin 'ben'ini ne kadar küçülttüğünü anlaman gerek. Sen, yalnızca bir çark gibisin. Çarkın dişlerinden birinin eksik olduğunu düşleyebilirsin belki ama bu hayalini kimse ciddiye almaz. O diş eksikliği, bir başkasının varlığıyla ya da yokluğuyla ne derece değişir? Bir hiç! Toplum, senin ya da benim gibi minik noktaların ne denli küçük olduğunu, bizi birer düşünce, fikir ya da eylem olarak gördüğü sürece hep görmezden gelir.
Daha doğar doğmaz, sana verilmiş olan her şeyle bu dünyada şekillendiriliyorsun. Kendini bulmaya çalıştıkça, sana verilen bu etiketler seni dört bir yandan sarıyor. Düşüncelerine dahi bir yargı olarak yaklaşan toplumun, seni öylece bir yere koymaya zorlaması, seni o kadar etkisiz kılıyor ki, “ben” dediğin şey, tüm bu sistemdeki bir “parça” olmaktan başka bir şey olamaz. Herhangi bir başka parça olmaktan öte bir anlam taşır mı? Olamaz.
Fakat bütün bu “kendilik” oyununu oynamaya çalışan insanlar, birer kukla gibi sadece toplumun düzenini ve etkisini kabul ederler. Evet, birinin kimliği, neyi savunması gerektiği, neyi düşünmesi gerektiği -hepsi toplum tarafından programlanmıştır. Ve o kişi, her zaman doğduğunda verilen o kimlik üzerinden şekillendirilen düşünceleriyle karşı durması gerektiğini bile bile yaşamaya devam eder.
Kendilik ve özgürlük mü? Ah, daha fazla gülünç bir iddia olamaz! İnsan, ne kadar sorgulasa da, içinde doğduğu toplumun ona verdiği değer ve kimlik ile varlığını tanımlar. Ve bir başka sinir bozucu gerçeği de kabul etmek zorundasınız: Senin yaşadığın "hayat", toplumun seni ne kadar kabul ettiğiyle ilişkilidir. Toplumun içinde bir çark olmanın ötesine geçebilir misin? Hayır! Tüm bu öğretiler, bakış açıları ve gereksiz etiketler, seni bir kutuya tıkıp ondan dışarı çıkmanı engeller. Kendini farklı hissetsen bile, seni başka insanlar tarafından fark edilecek kadar önemli biri olarak kabul edilmen neredeyse imkansızdır. Çünkü varlık, özgürlük değil, bu sonsuz döngüdeki küçük bir yerden ibarettir.
Ve ne yazık ki insanın varlığının, büyük bir toplum karşısında etkisinin ne kadar “ufak” olduğunu göremeyenler, hayatlarını her zaman başkalarının belirlediği sınırlarla yaşayacaklardır. Kimlik ve özgürlük diye büyük laflar etmek ne kadar anlamlı ki? İnsan, toplumun düşüncelerinden bağımsız bir varlık mıdır? Elbette hayır! Herhangi bir birey, kendini tanımlayabilme ve gerçek anlamda ‘ben’ olabilme yolunda yalnızca, toplumun ona ne kadar izin verdiği ölçüde var olabilir.
Ne yazık ki, bu dünyada gerçek anlamda bir birey olabilmek, bir hayalet gibi yaşamak zorunda kalmaktan başka bir şey değildir. Toplumun sana verdiği kimliği sorgulamadan devam ettiğin sürece, hayatının ne kadar “seçim” dolu olduğunu sanırsan, sana her şeyin sadece bir yalan olduğunu söylemek istiyorum.
Çelişkilerle Dolu Bir "Ben"
Ah, buraya kadar geldik. Her şey, 'ben' dediğim o varlık üzerinde düşündükçe, hiç de anlamlı gelmeye başlıyor. Burada yazdığım her kelime, düşündüğüm her düşünce, savunduğum her fikir - bunların hepsi mi gerçekten benim? Ve tüm bunları, toplumun, çevremin, dünyadaki her şeyin bana yerleştirdiği bir model üzerinden mi yapıyorum? Elbette öyle!
İçimdeki bu "ben", kendisini ne kadar özgür hissetse de, aslında varlık olarak kölesidir. Düşüncelerimin kölesiyim, çünkü bu düşünceler bana ait olamaz! “Ben” dediğim şey, hep dışarıdan beslenen, başkalarının bana dikte ettiği düşüncelerin bir birleşimi. Herhangi birinin varlık üzerine söylediği her şeyi içselleştirdiğimi ve “doğru” kabul ettiğimi fark ettiğimde, bir yıkılma hissi sarıyor. O zaman, düşündüğüm her şeyin – ya da zannettiğim her şeyin – aslında bir yansıma olduğunun, sadece bir oyun olduğunu kabullenmek zorunda kalıyorum.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Beni "ben" yapan düşüncelerim, yaşamım, etrafımda gördüklerim, duyduklarım; bir başkasının yerleştirdiği, bana öğretilen, büyük ölçüde bilinçli ya da bilinçsizce dayatılan fikirlerden başka bir şey değil. Kendi kendime sorgulama, kendime duyduğum şüphe, her şey - gerçekte "ben" dediğim varlıkla hiçbir şekilde bağlantılı değil. Çünkü, sorgulamak da o kadar "toplum"un etkisi altında ki, bu düşünceye ulaşmamın ve onu burada paylaşmamın bile başkalarının etkisiyle olduğunun farkına varmam gerekiyor. O zaman... Bu düşündüğüm şeyleri savunarak, toplumu tanımaya, ona karşı bir şeyler söylemeye çalışmak ne kadar anlamlı?
İşte burada paradoks başlıyor: Bu düşünceler bana ait değilken, sahip olduğum her şey - 'ben' dediğim her şey - aslında başkalarının yerleştirdiği bir yapı. Toplumun bana verdiği kimlik, düşünce kalıpları, doğrular ve yanlışlar, neyi sevip neyi sevmediğime dair dayatmalar… Her biri, birer etiket gibi üzerimdeki yerini almış. Bu kadar iç içe geçmiş ve bir o kadar çelişkili bir yapının içinde düşüncelerim savruluyor, ama yine de kendimi ‘ben’ olarak hissediyorum.
Ve aslında en komik ve acı olan şey şu: Bu sorgulamanın içindeki her şey – düşüncelerim, içsel çelişkilerim, sorgulamalarım – bana ait değil. Bunlar, toplumsal bir yapının, kültürel dayatmaların, çevremdeki insanların ve her şeyin bana yerleştirdiği, içime kazındığı şeyler. Gerçekten de “ben” diyebileceğim bir şey var mı? Ya da “ben” olarak düşündüğüm, bu kısıtlanmış varlık – bu köle – gerçekten kendi seçimlerinin meyvesi mi?
Şimdi ise bana sorulsa, içimden gelen düşünceleri sorgulamak, bu düşüncelerin “doğru” olup olmadığını değerlendirmek ne kadar gerçekten benim üzerime düşen bir şey? Beni bu düşüncelere iten, bu sorgulamayı yapmamı sağlayan, aslında başka bir toplumsal etki değil mi? "Ben" olarak düşündüğüm her şey, hiç de benim içsel varlığımın özgürlüğüyle ilgili değil. Toplum, bana tüm bu sorgulamayı bile yaptırıyor. Kendimi sorgularken, aslında kendimi hiç sorgulamıyorum.
Ve bu gerçeği kabul etmek, her şeyin temelden çürümüş olduğunun farkına varmak, en korkunç olanı: Hangi düşünceyi savunursam savunayım, hangi gerçeği fark edersek edelim, aslında bu sorgulama bile "toplum" tarafından yerleştirilmiş ve içime kazandırılmış bir şablonun parçasıdır. Sonuç olarak, bir varlık olarak “ben”, tüm bu çelişkiler içinde ne kadar anlamlı kalabilir ki? Her adımım, toplumun beni yönlendirdiği yolda; her düşüncem, bir başkasının elinden çıkmış bir ürün olarak…
Peki o zaman sorarım: Kim olduğunu düşünen bu "ben", gerçekten kendini tanıyabilir mi? Ya da gerçekten kendi yolunda yürüyebilir mi? Belki de bu yalnızca bir hayal, gözlerimizdeki bir yansıma, en büyük aldanışımız.
- 2
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 04/07/2025 13:27:10 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/19352
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.