Kimyasal (Moleküler) Evrime Bir Bakış: Cansızlar Evrim Geçirir mi?
Evrim Ağacı olarak aldığımız en sık sorulardan biri, cansız varlıkların evrim geçirip geçirmediğiyle ilgilidir. Açıkçası bu soru, oldukça kışkırtıcı ve güzel olmakla beraber, bilim camiasını da uzun yıllardır uğraştıran bir konudur. Aslında sorunun cevaplanmasına başlamadan önce, "biyolojik evrim" kavramının net olarak tanımlanması gerekir. Bu tanım yapıldığında, sorunun teknik cevabının "Hayır, cansızlar evrim geçirmez." olduğu görülür. Çünkü Evrim Kuramı dahilinde, evrimsel biyoloji ele alınacak olduğunda, ilgilendiğimiz varlıklar organik moleküllerden oluşan ve yoğunluklu olarak bu moleküllerin kimyasıyla tanımlanan yapılardır. Dolayısıyla, "canlı" olarak tanımladığımız unsurların geçirdikleri evrim, biyolojik evrimdir ve "cansız" yapılarda bu tür bir değişim göremeyiz, en azından görememiz gerekir, bunu bekleriz. Fakat biyolojinin biraz daha derin ve kapsamlı olarak baktığımızda, cansızların evrimleşip evrimleşmediğine yönelik soruya "Hayır." cevabını vermenin, biraz fazla atak ve kısmen hatalı olduğunu görürüz. Aslında, sorunun cevabı, büyük oranda "canlı" ve "cansız" ayrımında yatmaktadır. Biyolojik olarak "cansız" diye tanımladığımız birçok yapının, biyolojik veya biyolojik-benzeri bir evrimsel süreçten geçtiğini görürüz. Yani evrimsel biyolojinin kapsamı ve dahil edilebileceği alanların enginliği, bizi bir kere daha şaşkınlığa düşürür.
Bu yazımızı sonradan Abiyogenez yazı dizimize dahil ettiğimiz için, bu dizimize bazı göndermeler olduğunu görebilirsiniz. Bunları ufak hatırlatmalar olarak düşünebilirsiniz. Umarız faydalı olacaktır.
Canlılık ve Cansızlık
Abiyogenez yazı dizimizden hatırlayacak olursanız, özleri itibariyle canlılık ile cansızlık arasında kimyasal açıdan bakıldığında hiçbir fark yoktur. İki grupta da bazı kimyasal tepkimeler gerçekleşir; ancak bir grupta, geçirilen 4 milyar yıllık süreçte düzensizliğe (entropi artışına) aktif olarak ve enerji harcayarak karşı koyabilme özelliği gelişmişken, diğer grupta bu gelişmemiştir. Bu karşı koyabilme de, bünyede barındırılan kimyasal bileşenlerin etkisi sonucunda olmaktadır. İşte etrafımızdaki varlıklara bakıp, bu "iş yapabilme ve bunun sonucunda entropi artışına geçici de olsa karşı koyabilme" yeteneğine sahip olduğunu gördüklerimize "canlı", diğerlerine ise "cansız" deriz. Bu ayrım, iletişimde kolaylık ve kategorizasyon imkanı sağlasa da, doğada bu tür bir ayrım olduğu anlamına gelmemektedir. Bu isimler, tamamen insanlar tarafından yapılan kategorilerin sonuçlarıdır ve evrensel bir anlam taşımamaktadır.
Bunu anlaması ilk etapta biraz güç olabilir; ancak Abiyogenez yazı dizimiz okunursa ve canlılığın nasıl var olduğu anlaşılırsa, neden bizlerin düzensizliğe aktif olarak karşı koyabildiğimiz; ancak bir kayanın veya denizin koyamadığı kolayca anlaşılacaktır. Hepsi, başlangıçtan beri geçirilen kimyasal evrimden ibarettir. Ancak bu evrimde, bizim "canlı" olarak isimlendirdiğimiz, özel sayılabilecek varlık formunun oluşma şansı oldukça düşüktür; ancak bir kere gerçekleşmiştir. Bu kimyasal evrim mümkün olduktan sonra, tüm canlı formları nesiller ve upuzun yıllar içerisinde bu ilkin canlılardan evrimleşmiş ve Dünya'ya yayılmaya başlamıştır. Var olan tüm canlıların ataları, koaservatlar veya önhücreler adını verdiğimiz canlı-benzeri yapılarda birleşmektedir. Onlardan birkaç adım geriye gittiğimizde ise, nihayetinde evrimsel sürecin başına, cansızlığa ulaşırız. Yani canlılık, cansızlıktan ayrılmış bir evrimsel daldır. İşte bunu görmek, insana o kışkırtıcı soruyu sordurur: "Bu durumda, cansızlar da evrimleşmiş ve evrimleşiyor olabilir mi?"
Bu soruya cevap vermek biraz güçtür. Çünkü kafalarımızda, tüm kavramların tam olarak yer etmiş olması gerekmektedir. Örneğin bilim dahilinde tanımlanan tüm yasalar, her koşulda geçerli veya anlamlı olmayabilirler. Benzer şekilde, bu yasaların etkileri, bazı koşullarda önemsenmeyecek bir düzeyde olabilir. Örneğin kütleçekimi, mezoboyut olarak isimlendirdiğimiz, milimetrelerden kilometrelere kadar giden ölçekteki varlıkları kapsayan, bizim de içinde yaşadığımız boyutta tüm etkileriyle hissedilen bir kuvvettir, bir doğa yasasıdır. Öte yandan bu kuvvetin etkileri, nanoboyutlara indikçe hissedilmez veya önemsiz hale gelir. Etki halen oradadır; ancak sonucu önemsizleşmiştir, çünkü çok küçüktür. Benzer şekilde, örneğin akışkanların davranışlarını tanımlayan yasalar, belli akışkanlık değerleri dahilinde geçerlidir. Bu aralıkların haricine çıkıldığında, başka yasalarla ifade edilmeleri gerekir. Dolayısıyla, her yasa, evrensel olarak her konuda işlevsel olmak durumunda değildir. İşte biyolojik olarak tanımladığımız evrim de böyledir. Her ne kadar canlılar ile cansızlar arasında kimyasal altyapı açısından bir fark olmasa da, bu altyapının oluşturduğu bütünlerin yapıları (kompozisyonları) arasında farklar bulunmaktadır. Örneğin canlılar, daha çok organik moleküllerin etkileşiminin bir ürünüyken, cansızlarda inorganik moleküllerin etkileşimi daha fazla görülür. Bu da, çeşitli yasaların etkilerinin ve sonuçlarının birbirinden farklı olmasını kaçınılmaz kılar.
Örneğin, canlılığın yapıtaşlarından ve olmazsa olmazlarından birisi genetik materyaldir. Genetik materyal, özünde cansız olan bir yapıdır. Ancak Abiyogenez yazı dizimizde belirttiğimiz diğer unsurlarla birlikte (aktivite ve organizasyon gibi), canlılığın var olabilmesini ve sürdürülebilir olabilmesini sağlar. Yani canlıları cansızlardan ayırt edebilmemizin yollarından birisi, canlıların bünyelerindeki genetik materyali gelecek nesillere aktarabiliyor olmasıdır. İşte bu genetik materyalin varlığı ve kimyasalların kusursuz yapıda olmaması, öncelikle çeşitliliği (varyasyonları), sonrasında ise çevrenin etkilerinden ötürü seçilim mekanizmalarını kaçınılmaz kılmaktadır. Bu durumda evrim, canlılar üzerinde pek tabii işleyebilir. Ancak cansızlar üzerinde seçilim nasıl gerçekleşebilir? Seçilimin olmadığı bir koşulda, evrim nasıl mümkün olabilir? İşte sorunun önünü tıkayanlar, başlıca bu problemlerdir.
Kaos ve Cansız Evrimi
Bu "ufak" sorun, Evren'in "kaotik düzeni" ile aşılıyor olabilir. Evren, biz içerisinde her ne kadar sanki "muhteşem" ve "kusursuz" bir düzen varmış gibi hissetsek de, inanılmaz kaotik bir ortamdır. Konuyla ilgili olarak "Evren ve Doğa Mükemmel Midir? Mükemmellik Kavramına ve Mükemmellik Argümanına Bilimsel Bir Bakış..." başlıklı makalemizi okuyabilirsiniz. Evren içerisinde rastlantısallık unsuru ve tesadüfler bolca bulunmaktadır ve bir sonraki an ne olacağını tam olarak kestirmek, teorik açıdan bile olanaksız olabilir. Dolayısıyla evren, Kaos Teorisi'nin incelediği bir alan olarak, kendi içerisinde belirli bir düzene sebep olabilmektedir. Buna bir nevi "kaotik düzen" de diyebiliriz. İlk bakışta bunu da anlamak zor olabilir, ancak mekanik bir örnek verecek olursak: Normalde, bir mühendislik malzemesi içerisindeki boşluklar ve kaymalar, malzeme üzerinde olumsuz bir etki yapmaktadır ve malzemede istenmez. Ancak bu boşluk ve kaymaların sayısı oldukça fazla arttırılırsa, bir noktadan sonra bu boşlukların malzeme üzerindeki olumsuz etkileri o kadar farklı yönlerde olur ki, birbirlerinin etkilerini zıt yönlerde sıfırlamaya başlayarak, daha az kaotik olan duruma kıyasla daha dengeli, düzenli bir malzemeye ulaşılır. Bu yüzden mühendisler, malzeme içerisinde düzensizlikleri arttırarak bir düzen yaratabilirler. Yani kaos unsurları arttırılmasına rağmen, düzen de artmaktadır.
"Cansız" olarak adlandırdığımız ve değişime aktif olarak karşı koyamayan varlıkların dünyasında bu tip bir seçilim mekanizması görmekteyiz. Bir kayayı ele alalım. Kaya, üzerine etkiyen kuvvetlere aktif olarak karşı koyamaz. Rüzgar, dalga, tozlar, canlıların etkileri ve daha nice kuvvet, her an bir kaya üzerine etkiyebilir, ondan parçalar koparabilir ya da daha sıkı, daha güçlü bir hale gelmesine sebep olabilir. Eğer bu kayanın birkaç gün içerisindeki değişimi gözlenirse, neredeyse hiçbir farkı olmadığı görülecektir. Ancak aynı kayanın bin, on bin, yüz bin, bir milyon yıl içerisindeki değişimi gözlenirse, kayanın tanınmayacak bir hal aldığı görülecektir. Peki bu, gerçekten bir evrim midir? Çünkü her değişimin evrim olmadığını biliyoruz. Örneğin ömrümüz içerisinde geçirdiğimiz hiçbir değişim (büyüme, gelişme, uzama, vb.) evrim değildir. Dolayısıyla bu kayanın geçirdiği değişim, evrim midir, gelişim mi? Yoksa hiçbiri mi, sadece, yalın bir "değişim" mi?
Elbette ki canlıların evrimi ile cansızlarınkini kıyaslamak zordur. Çünkü düzensizlik artışına aktif olarak karşı koyabilen varlıkların evrimi sadece karşı koyma aşamasında kalmamış, karşı koyabilmeyi en iyi bir şekilde başarabilenin kendisindeki bu güce sebep olan bilgileri gelecekteki diğer benzerlerine aktarabilme özelliği evrimleşmiştir (genetik materyal). Cansızlarda ise evrim, canlılardakinin aksine sadece "birey" içerisinde işlemektedir. Bir kayanın, kendisinden sonraki nesillerden bahsetmemiz mümkün değildir. Güçlü bir kaya, kendisini güçlü kılan yapıyı gelecek nesillere aktaramaz. Tüm bunlar, cansızların evrimsel değerlendirmesini güçleştirmekte ve tanımlarda köklü değişimlere gidilmesine sebep olmaktadır.
Dolayısıyla cansızların evrimini mezo boyutta, yani atom boyutu ile galaksiler arası boyut arasında kalan uzunluk ölçülerinde incelemek çok anlamlı olmayacaktır. Mezo boyutta (kaya, mezo boyuttadır) geçerli, daha doğrusu baskın olan fiziksel kuvvetler, nano (molekül, atom ve atomaltı parçacıkları boyutu) ve mikro (milimetrenin binde bir boyutu) boyutta baskın olanlardan çok farklıdır. Örneğin, az önce de bahsettiğimiz gibi, bizim içerisinde yaşadığımız ölçülerde (milimetre-kilometre arası) kütleçekim kuvvetleri oldukça baskındır; fakat adhezyon (farklı moleküllerin birbirini çekmesi), kohezyon (aynı moleküllerin birbirini çekmesi), yüzey gerilimi gibi kuvvetlerin etkisi yok denecek kadar azdır. Öte yandan kimyasal moleküller boyutuna inildiğinde, kütleçekimi göreceli olarak etkisini yitirirken, sayılan diğer kuvvetler (adhezyon, kohezyon, yüzey gerilimi gibi) hayati önem taşımaya başlamaktadır ve son derece baskındır. Bu kuvvetler ve bizim Dünya'mızda hiçbir etkisi olmayan daha başka sayısız kuvvet (van der Waals, dipol kuvvetler, Hidrojen bağları gibi), bir molekülün ne durumda olacağını belirlemektedir.
Bu kuvvetlerin etkisi ve doğanın kaotik yapısı incelemeye dahil edildiğinde, cansızlardaki evrimsel olabilecek değişime dair ilk izleri görmeye başlarız. Evet, bir kayanın "ömrü" içerisindeki değişimler muhtemelen evrim olarak değerlendirilemez. Peki ya moleküllerin sürekli olarak birleşip ayrılmaları, daha büyük yapılı hale gelmeleri, parçalanarak küçülmeleri ve hatta bölünüp ayrılmaları? Bunları evrimsel açıdan değerlendirebilir miyiz? Çünkü bu yapıların etraflarındaki stres (baskı) unsurlarına karşı direnci, iç yapıları ile belirlenmektedir. Evet, bu varlıkların genleri yoktur, ancak kaotik bir biçimde, yapılarından ötürü edindikleri fiziksel ve kimyasal nitelikler ve bu niteliklerin bulundukları çevreye göre seçilmesi, sonradan gelecek "nesilleri", yani onlardan oluşacak molekülleri etkilememekte midir? Eğer etkiliyorsa, bu bir nevi evrim olarak gözlenemez mi? İşte kimyasal evrim, bu gibi soruların cevabıdır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bu da bizi, en baştaki argümanımıza geri götürmektedir. Eğer ki cansızlar üzerindeki seçilim baskısını ve yapıları gereği ortama en adaptif olanların, varlıklarını daha uzun sürdürmelerini moleküler boyutta kolaylıkla gözleyebiliyorsak, bu moleküllerin etkilerinden doğan sonuçları da gözleyebilmemiz mümkün olmaktadır. Hele ki kimi kimyasal, yapısı gereği kendilerinin kopyalarını yaratabildiği ve bu yaratma sürecini hızlandırabildiği için (bunlara "otokatalizör" adı verilir), böyle kimyasalların oluşumu, adeta "biyolojik benzeri bir evrim sürecini" doğurmaktadır. Çünkü yapısı gereği çevrelerine en uyumlu olanlar, en uzun süre varlıklarını korumaktadılar ve ola ki bu moleküllerin özelliği kendilerini çoğaltabilmekse (DNA, kendini çoğaltan tek kimyasal değildir!), o zaman biyolojik evrimin neredeyse tüm maddeleri sağlanmış olur. Dolayısıyla süreç içerisinde canlılık, cansızlığın bir türü olarak evrimleşmiş olabilir.
Eğer buraya kadar her basamak anlaşılabildiyse, kişinin sorması beklenen şudur:
Cansızlar Nasıl Evrim Geçirir?
Eğer ki "canlı" kelimesini "değişime ve düzensizliğe aktif olarak karşı koyabilen, cansızların içerisinde bulunan özel bir varlık türü" olarak tanımlayacaksak, cansızlığı "bunu da kapsayan; ama geriye kalan her şey" olarak tanımlamamız mantıklıdır. Yani bir atoma "cansız" diyorken, bir insana "canlı" diyorsak ve insanın sadece atomlardan oluştuğunu anlıyorsak, o zaman canlı ile cansız arasında bir fark olmadığını anlamışız demektir.
Bunu şöyle izah edelim: artık canlıların evrimleştiği, aklı başında olan herkes tarafından bilinen, kabul edilen ve takdir edilen bir gerçektir. Ancak canlıların biyolojik evrimine sebep olan temel unsur, DNA molekülleridir. Ancak bu moleküller, bir kayadan daha "canlı" değildirler. Tanım gereği DNA'lar, tıpkı bir kaya gibi cansızdırlar; ancak içlerinde bulundukları organizmaların evrimine neden olurlar. Çünkü evrim, DNA'daki değişimler değil, bir popülasyon içerisindeki tüm DNA'lardaki değişimlerin nesiller içerisindeki birikimidir. Bu açıdan bakıldığında evrim, tekil bir değişim değil, kolektif (bütüncül) bir değişimdir. Ancak canlılıktaki bu değişim, cansızlıktaki değişimin bir ürünüdür. DNA değişmezse, evrim de gerçekleşemez. Cansızlık evrimleşmezse, canlılık da evrimleşemez.
Bilindiği gibi, atomlar "cansız" varlıklardır. Atomların birleşiminden oluşan moleküller de "cansız" olmaktadır. Moleküllerin bileşiminden oluşan organeller de "cansız" olmaktadır. Organellerin bileşiminden oluşan hücreler de "cansız" olmaktadır. Hücrelerden oluşan varlıklar da "cansız" olmaktadır. Çünkü bu basamakların hiçbirinde, fiziksel yapıtaşlarından başka bir unsur işin içine dahil olmamaktadır. Yani canlılık, cansızlığın bir noktadan sonra eriştiği bir niteliktir. Aktivite ve organizasyonu sağlayabilecek moleküllerin bir arada bulunması, canlılığı yaratmaktadır. Canlılık ve cansızlık, hiyerarşik bir yapıdadır. Bunu anlamak, her şeyin temelinde yatmaktadır. Eğer ki canlılığın bir "özel" yapısı varsa, bu da 4.5 milyar yıldır geçirilen kimyasal evrimin ilerlediği yönden ibarettir, başka bir şey değil.
Şimdi, "cansız" tanımı net olarak kafamızda oluştuktan sonra, moleküllerin evrimini inceleyerek cansızlığın evrimi irdelenebilir. Çünkü biz işlevsel olması adına "canlı" dediğimiz kavramı organizmalar olarak görmekteyiz ve "hücre ile daha yukarısı" olarak tanımlamaktayız. Fakat bu çizgiyi çektiğimiz nokta (hücreler), tamamiyle bizim tanımımızdan ötürü belirlenmektedir. Normalde insanlara göre, kimyasal olan bir glikoz molekülü "cansız" iken, bu molekülü sadece başka kimyasallarla tüketen hücre "canlı"dır. Bunun tek nedeni, bizlerin canlılık tanımını aktivite ve organizasyonun bir arada bulunmasına göre tanımlıyor oluşumuzdur. Hücrelerden oluşan ve esasında kimyasallar yığını olan bir hayvan da "canlı"dır. Halbuki hücreyi meydana getiren her şey, aynı tanıma göre "cansız"dır.
Dolayısıyla sorumuzun neden kışkırtıcı ama hatalı olduğu anlaşılabilecektir: "Cansızlar evrimleşir mi?" sorusu, sorunlu bir sorudur. Çünkü evrimleşme, tanımı gereği cansızlıktan oluşan unsurların, cansızlığa bağlı olarak, nesiller içerisindeki farklılaşmasıdır. Evrimi tanımlayabilmemiz için, cansızların organizasyon bazında bir türevi olan canlılığın bulunması gerekir. Fakat canlılık ile cansızlık arasındaki çizgiyi, tamamen keyfi bir tanıma göre çizdiğimiz için, bu tanıma göre "cansız" olan varlıklar da evrimleşebilmektedir. Şimdi bunlara bir örnek vererek, cansızların nasıl evrimleştiğini göreceğiz.
Evrimleşen Cansızlara Bir Örnek: Prionlar
Cansızların evrimini incelemek için hücreleri oluşturan ya da yapısında bulunan bazı kimyasalların evrimlerini incelemek iyi bir başlangıç olacaktır. İsterseniz glikoz gibi bir molekül seçilebilir; ancak genetik materyale yakınlığı ile bilinen proteinler üzerinden gitmek çok daha kolay olacaktır. Hele ki elimizde prion adını verdiğimiz özel bir protein yapısı varken.
Prion, kelime anlamı olarak protein+enfeksiyon kelimelerinden türetilmiştir. Dolayısıyla, bu isimden de anlaşılabileceği gibi prion isimli proteinler enfeksiyona sebep olurlar, içerisinde bulundukları hücrenin yapısını ve işlevini bozarlar.
Bu tip yapılar, bilim dünyasında yabancı değildir. Virüslerin hemen hepsi ve bakterilerin büyük bir kısmı başka canlıları enfekte ederek işlevlerini ve yapılarını bozmaktadırlar. Prionları ilginç kılan, herhangi bir genetik materyale veya hücre zarı gibi koruyucu bir yapıya sahip olmayan, son derece sıradan protein molekülleri olmalarıdır.
Prionlar, 1982 yılında Stanley B. Prusiner tarafından tanımlanmış protein molekülleridir. Teknik olarak, yediğiniz etten aldığınız proteinlerden farksızdırlar. Onları özel kılan tek şey, kimyasal yapıları ve şekilleridir. Prionlar, yanlış katlanmış proteinlerdir. Normalde her proteinin, DNA tarafından belirlenen bir birincil, ikincil ve üçüncül şekli bulunmaktadır. Bu şekiller, temel olarak proteinin farklı yönlere, farklı şekiller ve noktalardan katlanması ile oluşmaktadır. Eğer bu katlanmada, sıradan kimyasal moleküller oldukları için, hatalar meydana gelirse, oluşan bu bozuk yapı "prion" dediğimiz hastalıklı bir yapı olabilmektedir.
Prionları hastalıklı yapan nokta, girdikleri hücrelerdeki son derece normal ve düzgün katlanmış proteinleri de kendileri gibi yanlış katlanmaya "teşvik etmeleri"dir. Bunu, özel katlanma yapıları sayesinde gerçekleştirmektedirler. Elbette isteyerek ya da düşünerek bunu yapmazlar, kimyasal şekillerinden ötürü, kendi yapılarına benzeyen proteinler ile bağ kurarlar (fizik ve kimya yasaları bağ kurmalarını dikte eder) ve diğer proteinlerin de kendileri gibi bükülmelerine ve yanlış katlanmalarına sebep olurlar. Bu yeni bozulmuş proteinler de diğer proteinleri bozabilirler. Böylece zincirleme bir şekilde bir yapıdaki tüm proteinlerin şekli ve özellikleri bozulmaya başlar. Bu da enzimatik faaliyetlerin durması, hücrenin ölmesi demektir.
Prionlar, insanların "cansız" olarak tanımlayacakları, bir şeker ya da yağ molekülünden farksız bir proten molekülüdür. Ancak bu cansız yapı, değişime aktif olarak karşı koyabilmenin ilk adımlarını atmakta ve kendisini değişime, yok olmaya karşı korumaktadır. Bunu, sayısını hızla arttırarak yapar. Bu süreç sırasında, bozuk proteinde meydana gelen fazladan hatalar, yeni oluşacak prionların yapısının bozulmasına sebep olabilir. İşte bu evrimdir. Yeni prionlar, gittikçe atalarından farklı olabilecekler ve belki daha farklı, atalarının tepkimeye giremeyecekleri kimyasallarla tepkimeye girebileceklerdir.
Bu konuda çok fazla teknik ayrıntıya girmek istemiyoruz, ancak prionların en meşhur oldukları konu deli dana hastalığı olarak adlandırılan, bilimsel adı Büyükbaş Süngerimsi Beyin Anomalisi (Bovine Spongiform Encephalopathy) hastalığıdır. Bu hastalık, prionlardan kaynaklanmaktadır ve beyindeki hücrelerin kademe kademe ölmesine sebep olmaktadır. Üstelik bu ölüm, prionlardan, yani hatalı proteinlerin diğer proteinlerin işlevlerini bozmasından kaynaklandığı için, hücreler doğrudan ölmemekte, ölene kadar işlevlerini yitirip farklılaştırarak kötüleşmektedirler. Bu yüzden delidana hastalığına yakalanmış büyükbaş hayvanların davranışlarında anormallikler görülmektedir (hastalığın popüler adı buradan gelmektedir).
Bu yanlış katlanmış proteinleri alan insanların (ya da diğer hayvanların) proteinleri de, bu yabancı ve hastalık yapıcı proteinler tarafından değiştirilmeye başlar. Evrim, burada devreye girer. Bu bozulma sırasında kimi çeşitteki yeni prion hücre tarafından yok edilebilirken, kimi yok edilemez ve başka proteinleri bozmaya devam eder. İşte bu, hızla daha saldırgan ve dayanıklı proteinlerin hayatta kalmasına sebep olur. Zaman geçtikçe hep daha saldırgan ve dayanıklı prionlar popülasyon içerisinde yayılırlar ve daha fazla hastalık yaymaya (diğer proteinleri bozmaya) başlarlar. İşte prionların zaman içerisinde daha dayanıklı ve saldırgan hale gelmelerinin tanımı tek kelimeyle evrimdir.
Sonuç olarak prionlara baktığımızda, hiçbir genetik materyalleri bulunmamasına rağmen, tamamen rastlantısallıklar ve ortam şartları etkisi altında farklı çeşitlere dönüşebilmektedirler ve bu şekillerden başarılı olanlar varlıklarını sürdürmeye devam etmektedirler. Bu başarılıların zaman geçtikçe artmaları ve popülasyonun en adapte olanlara doğru değişimi evrimin ta kendisidir.
Prionların varlığı bize cansızlıktan canlılığın evrimini bir kere daha ispatlamakta ve mümkünatını göstermektedir. Cansızlar, canlılarınkine çok yakın bir şekilde evrim geçirebilmektedirler. Elbette ki bir kayadan, bir at gibi evrim geçirmesi beklenemez. Ancak kayaya "cansız" dememizin sebebi olan unsurların tamamını taşıyan prionlar, moleküler düzeyde tıpkı genetik materyale sahip ve "üstün" olarak gördüğümüz canlılar gibi evrim geçirebilmektedirler.
Prionlardan bir adım öteye gittiğimizde, yine cansız olan ancak bariz bir biçimde evrimleşebilen virüsleri görürüz. Virüslerin evrimiyle ilgili olarak "Evrim Mekanizmaları - 12: "Canlı" ve "Cansız" Kelimelerinin Anlamsızlaştıran Varlıklar - Virüsler (Bakteriyofaj)" ve "Evrim'in Katil Virüsü: HIV" başlıklı makalelerimizi okuyabilirsiniz.
Cansızlığın Evriminin "Soyut" Boyutu
Tabii ki, bu noktada bahsetmeden geçemeyeceğimiz bir diğer unsur ise, "cansız" olarak niteleyebileceğimiz ancak soyut olan kavramların evrimidir. Örneğin kültürün, sanatın, müziğin, dinin, estetiğin, ahlakın vb. unsurların evrimi, cansız evrimi olarak nitelendirilebilir. Ancak Evrim Ağacı olarak bizler, bunları canlılığın birer ürünü olarak aldığımız için, illa "cansız" olarak nitelendirmemiz gerekmediğini ve biyolojik evrimin birer yan ürünü olarak görmeyi doğru buluyoruz. Bu sebeple burada detaylarına girmeyeceğiz, konularla ilgili ayrı yazılarımızı okuyabilirsiniz.
Evrimin Evrimi
Bu verileri önümüze koyup incelediğimizde, sadece cansızlığın evrimini değil, giderek karmaşıklaşarak canlılığa ulaşan bir evrim görürüz. Belki bir kaya, kömür, beton gibi cansız yapılar evrimleşemiyor olsalar da, moleküler düzeyde bir evrimsel değişim, bir kimyasal evrim görmemiz mümkündür. Moleküler boyutun bir adım ötesinde yer alan prionlar, giderek evrimleşmenin belirgin izlerini göstermeye başlarlar. Belki prionların evrimi bile, tam olarak biyolojik bir evrim değildir; ancak cansız yapılar dahilinde evrimin ilk izlerini gördüğümüz yerdir. Bir adım daha öteye gittiğimizde, yine cansız bir madde olan nükleotitlere ve DNA moleküllerine ulaşırız. Bu yapılar, tamamen cansızdırlar ve kendi başlarına bir anlam ifade etmezler; ancak bariz bir biçimde evrimleşebilirler ve organizmaların evriminin temel birimleridirler. Bir adım daha öteye gidip, virüslere ulaştığımızda, bildiğimiz anlamıyla evrimi tüm hatlarıyla görmeye başlarız. Virüslerin kendilerine has organizasyonları ve iç aktiviteleri vardır; ancak bu ikisine aynı anda sahip olamazlar, farklı evrelerde bu ikisinden sadece biri aktif olur. Dolayısıyla canlılık ile cansızlık arasındaki ince çizgide yer alırlar ve net bir biçimde evrimleştiklerini gözleyebiliriz. Virüslerden bir sonraki adım ise, bildiğimiz canlılık ve bu canlılık dahilinde gözlediğimiz (Evrim Ağacı'nın ana konusu olan) biyolojik evrimdir. Dolayısıyla "evrimin evrimi" gibi görebileceğimiz bu olaylar silsilesi, kademeli geçişin ilgi çekici ve hoş örneklerinden birini bize sunmaktadır.
Sonuç
Bu konudan çıkarmamız gereken en önemli 2 ders şöyledir:
1) Canlılar, en nihayetinde cansızlar yığınıdır. Dolayısıyla cansızlığın nerede bitip, canlılığın nerede başladığı net bir şekilde tespit edilemez. Sadece bazı önkabuller yapmamız gerekir.
2) Cansızlar moleküler düzeyde evrimleşebilirler. Bu evrim, canlıların evrimine doğrudan etki edebileceği gibi, 4 milyar yıl kadar önce, canlılığın başlangıcında, doğrudan canlılığın evriminin sebebi/kaynağı da olmuş olabilirler.
Makro düzeyde bazı başka cansız evrimi hipotezleri de bulunmaktadır. Örneğin tarafsız olarak bakıldığında Dünya, bulunduğu konum sebebiyle üzerinde canlılığı ve en nihayetinde zeki varlıkları evrimleştirebilmiş bir gezegendir. Bunu isteyerek yapmamıştır; ancak evrim de zaten isteyerek olan bir süreç değildir. Bu gezegendeki bu yaşam formları, Dünya'nın diğer gezegenlere kıyasla yok olma ihtimalini teknik olarak azaltma başarısına sahiptirler (gelen göktaşlarını yok etmek gibi). Bu da, bu gezegenlerin diğerlerine göre bir "üstünlük" sağlamasına sebep olabilmektedir.
Ne var ki bu hipotezler, oldukça farazi oldukları ve bilimsel açıdan işe yaramaz görüldükleri için tutulmamaktadırlar ve pek fazla bilim insanı bu konular üzerinde durmamaktadır. Çünkü Dünya'nın, üzerindeki varlıklardan ötürü kendisini koruyabilmesi, evrimsel nasıl bir etki yaratabilir, bu tam olarak açıklanamamaktadır. Evet, Dünya üzerindeki yaşamı mümkün kılarak, kendi varlığını sürdürmektedir; ancak bunun Dünya'nın "hayatta kalması" üzerinde bir etkisi olsa da, "üremesi ve gelecek nesilleri, yeni gezegenleri yaratması" üzerinde bir etkisi yoktur. Yazı boyunca da izah ettiğimiz gibi, cansızlığın üreyemiyor ve sürekliliğini sağlayamıyor oluşu, biyolojik evrim ile değerlendirilmelerini güçleştirmektedir. Ancak moleküler düzeye indiğimizde devreye giren fizik ve kimya yasaları, bu sürerliği dolaylı bir yoldan sağlayarak, yeni bir evrim tanımını, kimyasal (moleküler) evrim tanımını yapabilmemizi sağlamaktadır. Çünkü bu boyutta, prionlarda olduğu gibi, üreme olmasa da nesiller boyu değişim yaratabilme ve kendine benzer yapılar üretebilme şansı bulunmaktadır. Mezoboyutta bu her zaman mümkün olmaz.
Zaten Evren'de sürekli bir değişim olduğu net bir şekilde bilinmektedir. Hiçbir şey aynı kalmaz, her şey değişir; buna canlılar da dahil, cansızlar da... Ancak canlılar için özel olarak tanımlanan doğa yasaları olan Evrim Mekanizmaları'nın cansızlar üzerinde de, mikro boyutta da olsa, büyük oranda benzer şekilde etki ettiğini görmek, insanı ürperten ve cansızlık ile canlılık arasında hiçbir fark olmadığını hatırlatan güzel bir örnektir. Kısaca, cansızlığın da evrim geçirdiğini bilmek ve bu evrimin canlılığın başlangıcında rol oynamış olduğunu düşünmek gerekmektedir.
Tabii ki bu konuda halen araştırılmakta olan yığınla konu bulunmaktadır ve yeni bulgular, yeni cevapları ve soruları da beraberinde getirmektedir. Yeri geldikçe bunlara da değineceğiz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 15
- 9
- 7
- 6
- 6
- 3
- 3
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- A.V. Emeline. (2003). Abiogenesis And Photostimulated Heterogeneous Reactions In The Interstellar Medium And On Primitive Earth: Relevance To The Genesis Of Life. Journal of Photochemistry and Photobiology C: Photochemistry Reviews, sf: 203–224. | Arşiv Bağlantısı
- E.A. Kuzicheva. (1999). The Possibility Of Nucleotide Abiogenic Synthesis In Conditions Of “Kosmos-2044” Satellite Space Flight. Advances in Space Research, sf: 393-396. | Arşiv Bağlantısı
- M. D. Nussinov. (1997). The Emergence Of The Non-Cellular Phase Of Life On The Fine-Grained Clayish Particles Of The Early Earth's Regolith. Biosystems, sf: 111-118. | Arşiv Bağlantısı
- P. R. Bahn, et al. (1981). Models For Protocellular Photophosphorylation. Biosystems, sf: 3-14. | Arşiv Bağlantısı
- R. V. Sole. (2009). Evolution And Self-Assembly Of Protocells. The International Journal of Biochemistry & Cell Biology, sf: 274–284. | Arşiv Bağlantısı
- Journal of Theoretical Biology. (2019). Sufficient Conditions For Emergent Synchronization In Protocell Models. Journal of Theoretical Biology, sf: 741–751. | Arşiv Bağlantısı
- W. Ma, et al. (2010). The Emergence Of Ribozymes Synthesizing Membrane Components In Rna-Based Protocells. Biosystems, sf: 201-9. | Arşiv Bağlantısı
- H. Schwegler, et al. (2019). The “Protocell”: A Mathematical Model Of Self-Maintenance. Biosystems, sf: 307-315. | Arşiv Bağlantısı
- J. Macía, et al. (2019). Protocell Self-Reproduction In A Spatially Extended Metabolism-Vesicle System. Journal of Theoretical Biology, sf: 400-10. | Arşiv Bağlantısı
- K. Tarumi, et al. (1987). A Nonlinear Treatment Of The Protocell Model By A Boundary Layer Approximation. Bulletin of Mathematical Biology, sf: 307-20. | Arşiv Bağlantısı
- W. D. Snyder, et al. (1975). A Model For The Origin Of Stable Protocells In A Primitive Alkaline Ocean. Biosystems, sf: 222-229. | Arşiv Bağlantısı
- W. Stillwell. (1976). Facilitated Diffusion Of Amino Acids Across Bimolecular Lipid Membranes As A Model For Selective Accumulation Of Amino Acids In A Primordial Protocell. Biosystems, sf: 111-117. | Arşiv Bağlantısı
- S. W.Fox. (1980). The Origins Of Behavior In Macromolecules And Protocells. Comparative Biochemistry and Physiology Part B: Comparative Biochemistry, sf: 423-436. | Arşiv Bağlantısı
- E. Meléndez-Hevia, et al. (2008). From Prebiotic Chemistry To Cellular Metabolism—Thechemicalevolution Of Metabolism Before Darwinian Natural Selection. Journal of Theoretical Biology, sf: 505-19. | Arşiv Bağlantısı
- C. Fernando, et al. (2007). Natural Selection In Chemical Evolution. Journal of Theoretical Biology, sf: 152–167. | Arşiv Bağlantısı
- F. Kaneko, et al. (2005). Chemical Evolution Of Amino Acid Induced By Soft X-Ray With Synchrotron Radiation. Journal of Electron Spectroscopy and Related Phenomena, sf: 291–294. | Arşiv Bağlantısı
- K. Nakagawa. (2009). Radiation-Induced Chemical Evolution Of Biomolecules. adiation Physics and Chemistry, sf: 1198-1201. | Arşiv Bağlantısı
- A. Jäschke, et al. (2000). Evolution Of Dna And Rna As Catalysts For Chemical Reactions. Current Opinion in Chemical Biology, sf: 257–262. | Arşiv Bağlantısı
- C. Giussani, et al. (2011). Anatomical Correlates For Category-Specific Naming Of Living And Non-Living Things. NeuroImage, sf: 323-9. | Arşiv Bağlantısı
- L. Witting. (2003). Major Life-History Transitions By Deterministic Directional Natural Selection. Journal of Theoretical Biology, sf: 389-406. | Arşiv Bağlantısı
- M. Vaneechoutte, et al. (2009). From The Primordial Soup To The Latest Universal Common Ancestor. Research in Microbiology, sf: 437-40. | Arşiv Bağlantısı
- N. Lane. (2009). How Life Evolved: Forget The Primordial Soup. The New Scientist, sf: 38–42. | Arşiv Bağlantısı
- M. R. Edwards. (2019). From A Soup Or A Seed? Pyritic Metabolic Complexes In The Origin Of Life. Trends in Ecology & Evolution, sf: 178-181. | Arşiv Bağlantısı
- D. L. Abel, et al. (2006). Self-Organization Vs. Self-Ordering Events In Life-Origin Models. Physics of Life Reviews, sf: 211–228. | Arşiv Bağlantısı
- Author links open overlay panelS.Chooniedass-Kothari, et al. (2004). The Steroid Receptor Rna Activator Is The First Functional Rna Encoding A Protein. FEBS Letters, sf: 43-47. | Arşiv Bağlantısı
- T. A. Steitz, et al. (2003). Rna, The First Macromolecular Catalyst: The Ribosome Is A Ribozyme. Trends in Ecology & Evolution, sf: 411-8. | Arşiv Bağlantısı
- O. Lupi, et al. (2007). Did The First Virus Self-Assemble From Self-Replicating Prion Proteins And Rna?. Medical Hypotheses, sf: 724-730. | Arşiv Bağlantısı
- B. Guang-Ma, et al. (2008). 607-11. Biochemical and Biophysical Research Communications, sf: 607-11. | Arşiv Bağlantısı
- A. Vanerek, et al. (2006). Coacervate Complex Formation Between Cationic Polyacrylamide And Anionic Sulfonated Kraft Lignin. Colloids and Surfaces A: Physicochemical and Engineering Aspects, sf: 55–62. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Stewart. (2011). Complex Coacervates As A Foundation For Synthetic Underwater Adhesives. Advances in Colloid and Interface Science, sf: 85-93. | Arşiv Bağlantısı
- C. Sagan. (1975). Biogenesis, Abiogenesis, Biopoesis And All That. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 577. | Arşiv Bağlantısı
- T. E. Pavlovskaya, et al. (1989). Conversion Of Light Energy Into Chemical One In Abiogenesis As A Precondition Of The Origin Of Life. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 227-228. | Arşiv Bağlantısı
- N. Ono. (2005). Computational Studies On Conditions Of The Emergence Of Autopoietic Protocells. Biosystems, sf: 223-233. | Arşiv Bağlantısı
- H. Zhang, et al. (2009). Bifurcation For A Free Boundary Problem Modeling A Protocell. Nonlinear Analysis: Theory, Methods & Applications, sf: 2779-2795. | Arşiv Bağlantısı
- S. W. Fox. (1983). Self-Organization Of The Protocell Was A Forward Process. Journal of Theoretical Biology, sf: 321-323. | Arşiv Bağlantısı
- Formamide in non-life/life transition, et al. (2012). R. Saladino. Physics of Life Reviews, sf: 121-123. | Arşiv Bağlantısı
- Y. N. Zhuravlev, et al. (2008). Modelling The Early Events Of Primordial Life. Ecological Modelling, sf: 536-544. | Arşiv Bağlantısı
- B. Ma, et al. (2008). Characters Of Very Ancient Proteins. Biochemical and Biophysical Research Communications, sf: 607-611. | Arşiv Bağlantısı
- H. Ohno, et al. (1991). Simple Coacervate Of Pullulan Formed By The Addition Of Poly(Ethylene Oxide) In An Aqueous Solution. Polymer, sf: 3062-3066. | Arşiv Bağlantısı
- H. Miyazaki, et al. (1996). Preparation Of Polyacrylamide Derivatives Showing Thermo-Reversible Coacervate Formation And Their Potential Application To Two-Phase Separation Processes. Polymer, sf: 681-685. | Arşiv Bağlantısı
- J. Li, et al. (2010). Darwinian Evolution Of Prions In Cell Culture. Science, sf: 869-872. | Arşiv Bağlantısı
- S. Rasmussen, et al. (2019). Transitions From Nonliving To Living Matter. Science. | Arşiv Bağlantısı
- J. Pietzsch. Protein Folding Technology. (12 Aralık 2019). Alındığı Tarih: 12 Aralık 2019. Alındığı Yer: Nature | Arşiv Bağlantısı
- P. A. Lindahl. (2004). Stepwise Evolution Of Nonliving To Living Chemical Systems. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 371-89. | Arşiv Bağlantısı
- BBC. 'Lifeless' Prion Proteins Are 'Capable Of Evolution'. (12 Aralık 2019). Alındığı Tarih: 12 Aralık 2019. Alındığı Yer: BBC | Arşiv Bağlantısı
- Jonlieffmd. Is A Prion An Intelligent Protein. (12 Aralık 2019). Alındığı Yer: Jonlieffmd | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 14:55:31 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/269
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.