Rosalind Elsie Franklin Kimdir? Ne Yapmıştır? Kendi Ağzından Yaşam Öyküsü...
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Ben, Rosalind Elsie Franklin. 25 Temmuz 1920'de Londra’nın Notting Hill kasabasında, Ellis ve Muriel Franklin çiftinin beş çocuğundan ikincisi olarak dünyaya geldim. Annem ve babam eğitimli, sosyal bilinci yüksek Yahudi ailelerinden geliyordu. Dindar insanlardı. Nazi Almanyası’nda eziyet gören halklarına yardım etmek için epey uğraşmışlardı. Babam, bir bilim insanı olmak istemiş, fakat I. Dünya Savaşı sırasında eğitimini yarıda bırakmıştı. Nihayetinde liberal görüşlere sahip bir ticaret bankacısı olmuştu ve Working Men's College'ta ders veriyordu. Ben ise bir nevi onun hayallerini gerçekleştirecek kişiydim.
Çocukluğum boyunca erkek kardeşlerimle birlikte vakit geçirdiğimden, onların oynadığı her türlü oyunla ilgileniyordum. Tıpkı onlar gibi ben de yarışmacı bir ruha sahiptim. Aynı zamanda resim çizmeye ve değişik aletler icat etmeye bayılırdım. 11 yaşımdayken kimya ve fizik dersleri veren nadir kız okullarından biri olan St. Paul Kız Okulu'na yazıldım. Okulun gözünde tek eksiğim, müziğe olan yeteneksizliğimdi. Öyle ki okulun müzik öğretmeni bir işitme sorunum ya da kulak iltihabımın olup olmadığını öğrenmek için annemi çağırmıştı. Okul hayatımda çalışkanlığım ve zekâmla, özellikle de fen bilimleri, Latince ve spor dallarına olan ilgimle ön plana çıkıyordum. Zamanımın çoğunu aritmetik sorularını çözmeye harcıyordum. Beni gözlemleyen halam, "endişe verici düzeyde zeki" olduğumu söylüyordu. Ne tuhaf!
Babam, Naziler‘den kaçarak yeni bir yaşama tutunmuş akrabalarımızın yıllardır yaptığı gibi yardım kuruluşlarında çalışan bir sosyal hizmet uzmanı olmamı istiyordu. Halbuki kendisinin gençlik hayallerinin benim de hedefim olduğundan haberi yoktu. Bilime, hele fizik ve kimya alanına, karşı konulmaz bir ilgim vardı. Sonu gelmeyen ısrarlarımdan sonra babam, Cambridge’de bulunan Newnham Koleji’ne gitmeme izin verdi. Böylece 1938 yılında, daha sonra birçok buluşa imza atacağım akademik hayatıma başlamış oldum. Öncelikle kimya alanında çalışmaya başladım. 1941'deki final sınavlarında onur ödülüne layık görüldüm.
Mezun olduğumda, yüksek lisans çalışmamı yapabilmek için araştırma bursu aldım. Wreyford Norrish ile çalışmak üzere Cambridge Üniversitesi'nin fiziksel kimya laboratuvarına katıldım. Buradaki bir yıllık çalışmamda pek başarılı olduğumu söyleyemem. Norrish, potansiyelimin farkındaydı, fakat bir kadın olmamdan ötürü teşvik edici veya destekleyici değildi. Tüm bunlar olurken, İngiliz Kömür Kullanımı Araştırma Derneği’nden araştırma görevlisi yardımcısı olarak teklif geldi. Hemen bursumdan vazgeçtim ve orada işe başladım. Hala savaş günlerinin kalıntılarının yaşandığı bir dönemde, çalışanların çoğunu Naziler’den kaçan mültecilerin oluşturduğu bu araştırma derneğinde, kaçakların ve mültecilerin anılarına ve sıkıntılarına ortak olmaya çalıştım.
Buradaki araştırmalarım sonucunda, kömür gözenekleri ve kömürün soğurma yapısı üzerine yaptığım çalışmam 1945 yılında Cambridge Üniversitesi’nden doktora unvanı almamı sağlayacaktı. Çeşitli kömür cinslerinin karbon mikro yapılarını inceledim. Neden bazılarının su, gazlar veya çözücüler tarafından daha geçirgen olduğunu, ısıtma ve karbonizasyonun geçirgenliği nasıl etkilediği üzerine deneyler yaptım. Bu çalışmamda kömürdeki gözeneklerin moleküler düzeyde ince daralmalara sahip olduğunu, ısınmayla genişlediğini ve kömürün karbon içeriğine göre değişiklik gösterdiğini buldum. Bu mikro yapıları tanımlayan ve ölçen ilk kişiydim. Bulgularım, kömürleri sınıflandırmayı ve performanslarını yüksek bir doğrulukla tahmin etmeyi mümkün kıldı ve yazdığım beş bilimsel makaleyle doktora tezimi vermiş oldum.
Avrupa'da II. Dünya Savaşı sona ermiş, yıkım dolu günlerin ardından bilimsel çalışmalar yeniden hız kazanmaya başlamıştı. Cambridge’de bulunduğum yıllar boyunca en yakın arkadaşım kimyager Adrienne Weil ile birlikte Paris’te, "kömürün kimyası" üzerine çalıştım. Weil, benim gerek Fransız kültürüne olan hayranlığımda gerekse akademik hayatımın gidişatında büyük roller oynayacaktı. Yaptığı en önemli iyilik, 1946 yılında bilimsel bir konferans esnasında Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi adlı, Fransız hükümeti tarafından desteklenen, neredeyse bütün bilimsel kuruluşların üyesi olduğu derneğin başkanı olan Marcel Mathieu ile beni tanıştırmasıydı.
Mathieu sayesinde Devlet Kimya Hizmetleri Merkez Laboratuvarı başkanı Jacques Mering ile bir iş görüşmesine katıldım ve 1947 ile 1950 yılları arasında laboratuvarda onun yanında çalışabilmek için Fransa’ya taşındım. Burada X ışınları kırınımı yöntemi üzerinde çalıştım. Yöntem, bir maddenin atomlarının kristal yapısını X ışınları kullanılarak gösterebiliyordu. Çalışmalarımla ısıtılan karbonlarda grafit oluşumundan kaynaklanan yapısal değişiklikleri araştırarak aslında kok kömürü sanayi ve atom teknolojisi açısından değerli bulgular elde etmiş oldum.
Bir X ışını kristal bilimcisi olan Mering, standart kristallerin aksine X ışını kırınımını “reyon” adı verilen suni ipekler üzerinde deniyordu ve çalışmalarını bana gösterdi. Kendi bilgilerimi Mering'in öğrettiği tekniklerle harmanlayarak, kömür moleküllerinin grafite çevrilirken geçirdiği fiziksel değişimleri inceledim. Daha sonradan kömür kimyası üzerine yayınlayacağım makalelerimin çoğu, burada yaptığım çalışmalara dayanacaktı.
Paris’te bulunduğum 4 yıl boyunca her hafta sonu kısa gezintilere çıkıyor, bu esnada pek çok bilim insanıyla iletişim kuruyor ve yakın arkadaşlıklar ediniyordum. Kaldığım otellerde yeni tanıştığım insanlarla iletişim kurarak, çok sayıda dili çok iyi konuşamasam da öğrenmeyi başardım.
Bilin bakalım o yıllarda başka ne oldu? 1947'de nihayet Cambridge, kadınlara lisans ve yüksek lisans dereceleri vermeye başladı. 1941’de alamadığım lisans derecemi, yıllar sonra alabildim. Bu şartlar altında çalışan kadınların yükselebilmesi mümkün mü? Anca erkek meslektaşlarından kat kat çok çalışan, kat kat çok didinen, kat kat fazla zorluğa ayak direyenler başarılı olabiliyordu. Ben onlardan olmak zorundaydım, çünkü hem karakterim buydu, hem de benden sonrakilere anca böyle bir yol açmam, bir ışık tutmam mümkün olabilirdi.
Fransa'da çok mutlu olmama rağmen, ailemin yoğun ısrarı üzerine 1949'da İngiltere'de bir akademik kadro aramaya başladım. 1950'de King's College London'da John T. Randall'ın biyofizik biriminde çalışmam için üç yıllık bir burs verildi. Başlangıçta, yağlar ve proteinler üzerine X ışını kırınımı araştırmaları yaparken, daha sonra çalışmalarıma DNA incelemeleri de eklendi. Hücrelerimizdeki kalıtım bilgilerini taşıyan DNA’nın neye benzediği konusunda fazla bilgimiz yoktu. Öğrencim Raymond Gosling ve meslektaşım Maurice Wilkins ile birlikte araştırdık ve DNA'nın iki formu olduğunu gördük. Bu, bizi tarih sahnesine fırlatacak muazzam bir buluştu; ama tabii o zamanlar farkında değildik. O sırada elimizdeki diğer çalışmalarımızla meşguldük.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Yaşamın tüm sırlarını içinde barındıran DNA ile ilgili biraz bilgi vereyim sizlere; A formu olarak adlandırılan “kuru DNA” idi ve DNA'nın daha düşük su içeren biçimdeyken kısa ve basık şekil aldığını gösteriyordu. B formu ise “ıslak DNA” idi ve bu yapıdayken daha fazla su barındırıyor, böylece daha düzensiz ve uzun biçimli görünüyordu. Bunlar DNA'nın sarmal yapısında olduğuna dair ilk ipuçlarını içeriyordu. Bu esnada ben, DNA'nın bol bol fotoğrafını çektim. Tabii bu fotoğraflar öyle şimdiki gençlerin yaptığı gibi yüksek çözünürlüklü "selfie"ler gibi değildi, X-ışını fotoğraflama yöntemlerine dayanan, düşük çözünürlüklü fotoğraflardı. Ama bu fotoğraflarda hiçbir "selfie"de olmayacak kadar çok bilgi vardı: Ben ve arkadaşlarım, sadece bu fotoğrafları kullanarak DNA'nın yoğunluğunu, birim hücre boyutunu ve su içeriğini belirleyebildik. Bu fotoğrafları fizikçi Desmond Bernal şöyle duyurdu:
Herhangi bir maddenin şimdiye dek elde edilen en güzel X-ışını fotoğrafları!
1952 yılında Gosling ile DNA fotoğraflarına Patterson tekniği uygulayarak DNA'nın yapısına dair daha fazla ve daha önemli bulgular elde etmeyi başardık. Gosling, tezini bitirme amacıyla araştırmadan ayrıldı. Wilkins’in sipariş ettiği son teknoloji ile üretilmiş X ışını tüpü ve mikro kamerayı kullanarak, DNA’nın sarmal yapısını görüntülemeye iyice yaklaşmaya başladık. Ne tür bir devrimin eşiğinde olduğumuzdan halen habersizdik.
Peki, bu sırada diğer laboratuvarlarda neler oluyordu? Birazcık sitem, eh biraz da eleştiri içeren hikâyemi anlatayım sizlere. Cambridge Üniversitesi’nin Cavendish Laboratuvarı’nda James Watson ve Francis Crick adında iki genç bilim insanı, DNA’nın yapısıyla ilgili araştırmalara başladıklarında, okyanusun öte ucunda, Birleşik Devletler’de California Teknoloji Enstitüsü’nde bir başka bilim insanı olan Linus Pauling de aynı konu üzerinde çalışıyorlardı. Pauling, benim Wilkins ile DNA’nın yapısını çözümlemeye yönelik olarak elde ettiğimiz X ışını görüntülerinden ve Gosling’in teorilerinden yararlanıyordu.
Pauling’in araştırmalarında bize referans verdiğini gören Crick ve Watson, King’s College London’daki verileri kullanarak B DNA formunun moleküler modelini oluşturmaya başlamışlardı. Hâlbuki onlar bu modelleri oluşturmaya yeni başladıkları sırada, ben çoktan kendi araştırmamı tamamlamış, son denemelerimi yapıyordum.
30 Ocak 1953'de Watson, Linus Pauling'in yanlış bilgiler içeren DNA yapı örneğiyle birlikte yanıma geldi. Aramızda konu üzerinde şiddetli tartışma yaşadık. Bilim insanları onca emek ile ulaştıkları bilgileri paylaşma konusunda cimri olabiliyor ve fikir ayrılıkları bazen büyük buluşların doğmasına neden olabiliyor. Tartışma sonrasında meslektaşım olan Wilkins ile görüşmüşler ve ne yazık ki izin almaksızın benim çekmiş olduğum en önemli DNA resimlerinden biri olan "51. fotoğraf" isimli numuneyi Watson'a göstermiş. Böylece Watson, bu tartışmadan istediğinden çok ama çok daha fazlasını alarak Cambridge'e geri döndü. Watson ve Crick, bana fotoğraflarımı gördüklerini asla söylemediler. Ama bu fotoğraf, onların eksik parçasıydı ve sırf bu fotoğraf sayesinde doğru yöne yönelmeleri mümkün oldu.
28 Şubat 1953'te Francis Crick ve James Watson “yaşamın sırrını” keşfettiklerini duyurdu ve aynı yılın Nisan ayında DNA'nın çift sarmal yapısını açıklayan araştırmalarını kamuoyuna duyurdular. Ne yazık ki bu keşiflerini yapmalarını mümkün kılan araştırmalarıma ve çektiğim fotoğraflarıma olan borçlarını doğrudan tamamen görmezden geldiler. Hatta çektiğim fotoğraflara atıf yapıp, adımı veya ekibimizi zikretme ihtiyacını bile duymadılar. Dahası onunla yüzleştiğimde Crick, benim zaten DNA’nın doğru yapısını göstermekten çok uzakta olduğumu söyleyerek, üste çıkmaya çalışmıştı.
Benimse tüm bunları ciddiye alacak vaktim yoktu. Watson ve Crick’in en kibar tabiriyle "sinsilik" olarak tanımlanabilecek bu tavırları, benden önce nesiller boyunca kadınların yüzleşmek zorunda kaldığı bir belaydı. Bunu yenmenin en iyi yolunun, daha iyi işler başarmak olduğunu düşündüm ve 1953 Şubatında araştırmalarımı tamamladım, bursumu JD Bernal'in Birkbeck Koleji'ndeki kristalografi laboratuvarına transfer ettirdim. Burada dikkatimi bitki virüslerinin, özellikle tütün mozaik virüsünün (TMV) yapısına çevirdim. İçlerinde gelecekte Nobel alacak olan Aaron Klug'ın da bulunduğu bir ekiple çalıştım ve virüslerin titiz X-ışını kırınım fotoğraflarını çektim.
Daha yapacağım çok şey vardı, bu çalışmalar bana heyecan verip çalışma azmimi kamçılıyordu ama ne yazık ki 1956 sonbaharında, yumurtalık kanseri olduğumu öğrendim. Kanserimin sebebinin büyük oranda X ışını radyasyonlarına uzun süre maruz kalmaktan kaynaklandığı düşünülüyordu. Bunu doğrulamak hiçbir zaman mümkün olmasa da tutkumun aynı zamanda beni öldürüyor olması yaman bir çelişkiydi. Yine, benden önce gelen Marie Curie gibi dehaların da çilesi olan bir çelişki… Sonraki on sekiz ayı ameliyatlar ve diğer tedavilerle geçirdim. Çalışmalarına bir süre ara vererek ailem ve arkadaşlarımla zaman geçirdim. Ancak annemin kontrol edilemez hüznü ve durmak bilmeyen ağlamaları tedavimi kötü etkiliyordu, bu yüzden geri döndüm. Laboratuvarımda çalışabileceğim ve araştırma ekibim için fon aramaya devam edebileceğim kadar sağlıklı hissettiğim bazı zamanlar oldu. Araştırma grubum bu sefer çocuk felci virüsü üzerine çalışmalar sürdürüyordu. Grubumla birlikte, kristalize olmuş çocuk felci virüsünün yapısını ortaya koymaya başladım. X-ışını çalışmaları için virüs kristallerini kılcal tüplere yerleştirmeye çalıştım, ancak sağlığım ilerlememe izin vermiyordu. Nihayetinde işi yarım bırakmak zorunda kaldım.
1957'nin sonunda ağrılarım daha fazla katlanılamaz boyuta ulaşınca, hastanede yatarak tedavi görmeye başladım. DNA'nın sarmal yapısının keşfinin kime ait olduğuna dair uzun ve sonu gelmez tartışmalara tanık olamayacak, bu tartışmalara bizzat katılamayacak ve belki de benim de paylaşacağım Nobel Ödülü’nü, 1962 yılında Crick ve Watson’ın adımı veya ekibimi bir kez bile anmadan aldıklarını göremeyecektim. Son nefesini verene kadar azimle çalışmış biri olarak, kendimden sonra gelen sayısız bilim insanına örnek olduğum ve en önemlisi cinsiyet ayrımcılığına dikkat çekmeyi başarmış bir kadın olduğum düşüncesiyle, 16 Nisan 1958'de, sadece 38 yaşımdayken Londra'da hayata gözlerimi yumdum. 1940'ta babama yazdığım gibi:
Bilim ve günlük yaşam birbirinden ayrılamaz ve ayrılmamalıdır. Benim için bilim, hayatın açıklamasıdır. İnanç tanımlamanızı, yani ölümden sonraki hayat olarak inancınızı kabul etmiyorum. Bence gerçek inanç için yapılacak en iyi şey hayatınızda elinizden gelenin en iyisini yapıp dünyadaki herkes için başarıya ulaşmaktır.
Bayrağı devrettiğim genç bilim insanlarının benim başarabildiklerimin çok daha ötesine geçeceğine en ufak kuşkum yok.
Not: Bilim insanları otobiyografik öyküleri projesi, Aklın Yolu Düşünce Topluluğu desteğiyle, yazarımız Okan Ö. Cinemre koordinatörlüğünde Antalya BAKÜS Sahne & Atölye'nin yazar ve sanatçıları tarafından yapılmıştır. Kayıtlardaki emek ve desteğinden dolayı Yamaç Alkan ve Bad Production'a teşekkür ederiz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 7
- 4
- 3
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 04/10/2024 23:10:31 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11072
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.