İnsan gastrointestinal sistemi, konakçı ile birlikte evrimleşmiş ve biyolojimizin hayati bir bileşeni hâline gelmiş yoğun bir mikrobiyal topluluk tarafından kolonize edilir. İnsan gastrointestinal sistemi ile bağırsak mikrobiyotasının karşılıklı fayda sağladığı bu ilişki, mikropların konakçı içinde yaşadığı ve her iki tarafın evrimsel avantaj sağladığı endosimbiyotik bir birliktelik olarak görülebilir.[1] Bir asırdan fazla süren araştırmaların ardından, insan rahim içi ortamının steril olduğu ve yenidoğanın mikrobiyomunun doğum sırasında ve sonrasında kazanıldığı fikri, bilim dünyasında kabul görmüş bir dogma hâline gelmiştir.[2] Bu görüşe göre, rahim içi ortam ve amniyotik mayi sterildir; fetüs, mikroorganizmalarla ilk kez doğum sırasında, annenin doğum kanalından geçerken karşılaşır ve bu mikrobiyal etkileşim, doğum sonrası anne ile kurulan ten tene temasla devam eder.
Bununla birlikte yeni nesil dizileme tekniklerini kullanan bir dizi yeni çalışma hem insanlarda hem de hayvan modellerinde sağlıklı plasenta ve rahimde kommensal bakterilerin varlığını göstermiştir.[3][4] Klasik “steril rahim” dogmasının aksine, mikroplar plasenta dokusunda[3] , göbek kordonu kanında[5], fetal zarlarda[6], amniyotik sıvıda[7] ve mekonyumda[8] tespit edilmiştir. Bu bulgular, steril rahim paradigmasını sorgulayan birçok araştırmacının, insan mikrobiyomunun ediniminin doğumdan önce rahimde başlamış olabileceğini öne sürmesine yol açmıştır. Böylece anne kaynaklı mikrobiyal bileşenlerin rahim içi ortam ve amniyotik sıvı aracılığıyla fetüse ulaşması, bağırsak mikrobiyotasının kuşaklar arası aktarımında muhtemel bir rol oynayabileceğini göstermekte olup fetal bağırsak mikrobiyatasının kısmen rahim mikrobiyatasından köken alabileceğini düşündürmektedir. Bu erken mikrobiyal etkileşim, rahim içi mikrobiyomun kuşaklar arası evrimsel aktarımına olanak sağlayan endosimbiyotik bir sürekliliği sorgulatmaktadır.