Yenilenebilir Enerji, Fosil Yakıtlar ve Nükleer Enerji: Hangisini, Neden Tercih Etmeliyiz?
İnsanların refahı, ekonomik gelişimi ve fakirliğin azalması için, enerjiye erişim kritik öneme sahiptir. Herkesin enerjiye yeterince erişim sağlayabilmesini mümkün kılmak, küresel gelişim çabalarının önünde süregelen ve giderek daha önemli hale gelen bir zorluktur.
Ne var ki, aynı zamanda enerji sistemlerimizin çevresel etkileri de büyük öneme sahiptir. Tarihsel olarak ve günümüzdeki enerji sistemleri fosil yakıtlara (kömür, petrol ve gaz) dayanmaktadır. Bunlar, karbondioksit ve diğer sera gazlarını üretmektedir - ki bunlar da, küresel iklim değişikliğinin ana itici gücüdür. Eğer küresel iklim hedeflerini tutturmak ve iklim değişiminin tehlikelerinden kaçınmak istiyorsak, dünyanın enerji kaynaklarını köklü ve küresel olarak gözden geçirmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla, gelişim ile çevre arasındaki dengeyi tutturmanın zorluğu, bir yandan yeterince yüksek bir yaşam standardına sahip olurken, diğer yandan yeterince miktarda sürdürülebilir enerji kaynağına erişimi olmasını gerektirmektedir.
Bu makalemizde, küresel ve yerel enerji sistemlerinin temel sütunlarını ele almaya çalışacağız: Bunların tüketim bakımından zaman içindeki evrimini, göreli olarak kullanılma ve takas edilme miktarlarını, küresel olarak enerjiye erişimdeki gelişmeleri ve daha düşük karbon yayılımına sahip kaynaklarına geçiş sürecimizi ve belki de hepsinden önemlisi, yaptığımız enerji tercihlerinin ardındaki ana gelişimsel, ekonomik ve sağlık gerekçelerini incelemeyi hedefleyeceğiz. Bu sayede, tarihsel olarak ve günümüzdeki enerji sistemlerimizin ardındaki makro eğilimleri daha köklü bir şekilde anlamanızı ve tüm bu bilgileri kullanarak, daha sürdürülebilir bir geleceğe nasıl erişebileceğimizi düşünebilmeniz için size kaynaklar sağlamayı hedefleyeceğiz.
Dünya, Ne Kadar Enerji Tüketiyor?
İlk olarak, hem miktar hem de kaynaklar açısından küresel enerji üretimine ve bunun uzun zaman dilimleri içindeki değişimine bir bakış atalım. Aşağıdaki görselde, 1800 yılından 2018 yılına kadar olan küresel enerji tüketimini görmektesiniz.
Grafikteki mutlak/göreli tuşuna basarak, enerji tüketimini mutlak olarak veya küresel toplamın yüzdesi olarak görebilirsiniz. Mutlak enerji tüketimi, terawatt-saat (TWh) cinsinden verilmiştir. "Other renewables" diğer yenilenebilir enerji kaynakları, "solar" güneş enerjisi, "wind" rüzgar enerjisi, "nuclear" nükleer enerji, "hydropower" su enerjisi, "natural gas" doğal gaz, "crude oil" ham petrol, "coal" kömür, "traditional biofuels" ise geleneksel biyoyakıtları göstermektedir.
Bölgelere Göre Enerji Üretimi
Peki bu enerji tüketimi, Dünya'nın farklı bölgelerine nasıl dağılmaktadır? Şimdi göreceğimiz grafikte, 1965-2015 yılları arasında kıtasal bölgelerdeki toplam ana enerji tüketim miktarlarını görmekteyiz.
Bu grafikteki verilerin sadece ticari olarak alınıp satılan yakıtlarını (kömür, petrol, gaz), nükleer enerjiyi ve modern yenilenebilir enerji kaynaklarını içerdiğine dikkatinizi çekeriz. Yani burada geleneksel biyoyakıtlar hesaba katılmamıştır; dolayısıyla bölgelere ait veriler, gerçekte olanın bir miktar altında olacaktır. Özellikle de nüfusun ana yakıt kaynağı olarak halen yoğun bir şekilde geleneksel biyokütleyi kullandığı Afrika ve gelişmekte olan Asya'da bu sayılar gerçekten daha düşük olacaktır.
1965 senesinde toplam enerjinin büyük bir kısmı Kuzey Amerika, Avrupa ve Avrasya tarafından tüketilmekteydi. Bunlar, küresel enerji tüketiminin %80'ine sebep olmaktaydı. Her ne kadar 1960'lardan beri bu bölgelerdeki enerji tüketimi artış gösterdiyse de, toplam enerji tüketimi içerisindeki payları dikkate değer miktarda azaldı. Dünya'nın geri kalanındaki tüketim artış gösterdi, özellikle de Asya-Pasifik'teki tüketim bu zaman diliminde 12 kattan fazla arttı!
Buna bağlı olarak, 2015 yılında Asya-Pasifik, %42'lik pay ile Dünya'nın en çok enerji tüketen bölgesi oldu. Bu miktar, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avrasya'nın toplamına (%43) yaklaşık olarak eşittir. Orta Doğu, Latin Amerika ve Afrika da sırasıyla yüzde 7, yüzde 5 ve yüzde 3'lük bir paya sahip oldu.
Kaynağına Göre Enerji Tüketimi
Şimdi de bu enerji tüketiminin hangi enerji kaynaklarından geldiğine bir bakalım.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Bunu, iki şekilde gösterebiliriz: İlki, "ana" enerji tüketimi, ikincisi ise fosil yakıt dönüşümlerindeki verimsizlikleri hesaba katan "düzeltilmiş" enerji tüketimi.
İlkiyle başlayalım. Ana enerji tüketimi, genellikle "direkt yöntem" olarak bilinir ve enerji istatistiklerini ham formunda, olduğu gibi gösterir. Yani enerji sistemlerine ne kadar kömür, petrol ve gaz enerjisi girdiğini tam olarak görebilirsiniz.
Ancak bu yöntem, fosil yakıtların son enerji kaynaklarına dönüşümündeki verimsizlikleri hesaba katmaz. Bu nedenle "yer değiştirme metodu" olarak bilinen bir yöntemle doğru verilere bakabiliriz. Bu yöntem, son enerji talebini daha gerçekçi bir şekilde gösterir ve genel olarak, farklı enerji kaynaklarının enerji sistemindeki payını daha doğru bir şekilde görmemizi sağlar.
Görüleceği üzere, yenilenebilir enerji ile nükleerin payı halen oldukça düşüktür. Petrol ve kömür gibi karbon emisyonu yüksek olan yakıt kaynakları halen baskın enerji kaynaklarımız konumundadır ve bunların yerinin değiştirilmesi oldukça uzun bir zaman alacağa benzemektedir. Buna birazdan tekrar döneceğiz.
Ülkelerin Uzun Dönem Enerji Dönüşümleri
Her ne kadar birçok insan enerji ile kömürü ilişkilendirse de, modern yakıtların, insan enerji sistemlerinin evrimine uzun döneme yayılan bir bakış açısı katarak hayatımızda neleri değiştirdiğini anlamak önemlidir. Aşağıdaki görselde, Portekiz'deki uzun-dönem enerji dönüşümü görülmektedir.
Dilerseniz, "Change Country" (Ülke Değiştir) tuşuna basarak Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Hollanda, İspanya, İsveç ve Uruguay'ı da görebilirsiniz. Bu veriler, Harvard Üniversitesi ile Cambridge Üniversitesi ortaklığında sürdürülen Ortak Tarih ve Ekonomi Merkezi'nin Enerji Tarihi Projesi tarafından sağlanmaktadır.
Grafikteki "primary electricity", ana elektrik kaynaklarıdır ve hidroenerji, nükleer enerji, rüzgar enerjisi, fotovoltaikler, gelgit, dalga ve solar termal enerji ile jeotermal enerjiyi kapsamaktadır. "Natural gas" doğal gaz, "oil" petrol, "coal" kömür, "water & wind" su ve rüzgar, "fuelwood" odun yakıt, "animal muscle" hayvan gücü, "human muscle" insan gücüne karşılık gelmektedir.
Bu trendler, bize ek bir boyutu sunmaktadır: insan ve hayvan gücü. Kas gücünün, işçilik için yiyeceklerin ve hayvan besinlerinin dahil edilmesi, bu kaynakların, insan ve hayvan gücünden endüstriyel enerji üretimine geçen erken toplum ekonomileri için önemini göstermektedir. Yüksek gelirli ülkelerde, fosil yakıt alımı ve sonrasında yenilenebilir ve nükleer teknolojilerin entegrasyonu, efektif olarak tüm insan ve hayvan iş gücünü ortadan kaldırmıştır. Bazı düşük ve orta gelirli ülkelerde ise insan iş gücü (özellikle de tarım ve üretim sektörlerinde) halen öneme sahiptir; ancak grafiklerden de görülebileceği gibi, bu durumun değişmesi yönünde adımlar atılmaya devam edilmektedir.
Kişi Başına Enerji Tüketimi
Şimdi de 1960-2014 yılları arasında kişi başına enerji tüketimine bir bakış atalım. Aşağıda göreceğiniz grafik, tüm enerji kaynaklarını (elektriğe ek olarak taşıma ve ısıtma da) hesaba katmaktadır ve sadece elektriğe odaklanmamaktadır. Enerji, yıllık kilowatt-saate normalize edilmiştir.
Burada dikkat edilmesi gereken bazı noktalar vardır. İlk olarak, kişi başına düşen küresel ortalama enerji tüketimi hemen hemen her sene, düzenli olarak artmaktadır. 1970-2014 yılları arasında kişi başına düşen ortalama enerji tüketimi yaklaşık %45 artmıştır.
Ancak bu kişi başına düşen enerji tüketimi, ülkelere ve bölgelere göre ciddi miktarda farklılık göstermektedir. Son birkaç on yılda, kişi başına düşen enerji tüketimindeki değişimler, çoğunlukla orta gelirli ailelerin (ve kısmen de olsa, düşük gelirli ülkelerin) enerji tüketimine bağlı olarak dönüşmüştür. Grafikte, BRICS ekonomilerinde (özellikle de Çin, Hindistan ve Brezilya'da) dikkate değer bir artış görmekteyiz. Çin'in kişi başına düşen enerji tüketimi 2000 yılından bu yana neredeyse %250 artmıştır; Hindistan'da bu artış %50 oranında, Brezilya'da ise %38 oranında olmuştur.
Küresel enerji tüketimi, bir yandan gelişmekte olan ülkelerle birlikte artsa da, yüksek gelirli ülkelerin enerji tüketiminde dikkate değer bir düşüş olmuştur. Bir örnek olarak, İngiltere ve ABD'de, gelişmekte olan ülkelerde gördüğümüz enerji tüketimi artışlarının 1970-80'lerde sona erdiğini görmekteyiz. Hem ABD'de, hem de İngiltere'de kişi başına düşen enerji tüketimi 1970'lerde tepe noktasına ulaşmıştır ve 2000'lerin başına kadar yatay seyretmiştir. O zamandan beridir tüketim düşüştedir. 2000 senesinden bu yana İngiltere'de kişi başına düşen enerji tüketimi %20-25 dolaylarında azalmıştır.
Yüksek gelirli ülkelerdeki bu düşüşe rağmen, büyük küresel eşitsizlikler halen devam etmektedir. Ortalama bir ABD vatandaşı halen ortalama bir Hindistan vatandaşından 10 kat, ortalama bir Brezilya vatandaşından 4-5 kat, ortalama bir Çin vatandaşından 3 kat fazla enerji tüketmektedir. Bu ülkelerle, düşük gelirli ülkeler arasındaki uçurum çok daha derindir: Bazı düşük gelirli ülkelerin vatandaşları, kişi başına 500 kilogram petrol denginden daha az enerji tüketmektedir (bu grafikteki skalanın en soluna düşmektedir).
Farklı Ekonomilerin Enerji Yoğunlukları
Bir yandan enerji kaynaklarımızı verimli bir şekilde yönetip (ve sera gazı salınımını azaltıp), diğer yandan ekonomik anlamda gelişmeyi sürdürmek, refahı arttırmak ve fakirliği yok etmek istiyorsak (çoğu ülkenin ve bireyin istediği budur), enerji yoğunluğu (İng: "energy intensity") kavramı, gelişimi takip etmek için önemli bir metrik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Enerji yoğunluğu, 1 birimlik gayrısafi milli hasıla (GDP) artışı sağlamak için gerekli olan enerji miktarını ifade etmektedir. Genellikle 1 dolarlık büyümeyi sağlamak için gereken kilowatt-saatlik enerji üretimiyle (yani dolar başına kWh veya kısaca kWh/$ ile) ölçülür. Bu, özünde, ekonomilerin enerji verimliliğinin bir ölçüsüdür. Amacımız, olabildiğince az enerji girdisiyle, olabildiğince fazla ekonomik gelişim elde etmektir.
Şimdi göz atacağımız grafikte, 1990 yılından beri ekonomilerin enerji yoğunluklarının nasıl değiştiğine bakacağız (bunu 2011'e ait uluslararası dolar başına düşen kWh ile yapacağız).
Burada gördüğümüz, küresel bir ölçekte ve bütün gelir seviyelerinde, bariz bir şekilde aşağı doğru meyleden grafiklerdir. "Add country" (Ülke Ekle) tuşuna basarak, farklı ülkelere ait verileri de grafiğe ekleyebilirsiniz veya "Map" (Harita) sekmesine geçerek Dünya'daki durumu görebilirsiniz.
Küresel ortalamaya bakacak olursak, 1990 yılında 1 uluslararası dolarlık ekonomik çıktı üretmek için 2.1 kWh enerji üretmek gerekiyordu. 2014'te bu 1.5 kWh'e düştü. Bu, %30'luk bir azalma demektir. Verimlilik artışları bütün gelir düzeylerinde görülmektedir. Yüksek gelirli ekonomiler, tipik olarak en düşük enerji yoğunluğuna sahiplerdir (yani ekonomik üretim birimi başına daha az enerji üretirler ve daha verimlidirler). En düşük gelirli ülkelerle, Dünya'nın geri kalanı arasında büyük bir verimlilik uçurumu bulunmaktadır.
Ülkelerin göreli enerji yoğunlukları, kompozisyonları ile, özellikle de hizmetlere karşılık endüstri ve üretim çıktılarının payı ile güçlü bir şekilde ilişkilidir. Bu konuya ilerleyen kısımlarda tekrar döneceğiz.
Dekarbonizasyon: Karbon Salınımını Azaltma Yönünde İlerleme Kaydediyor muyuz?
Eğer küresel ölçekte sera gazı salınımımızı azaltmak istiyorsak, Dünya'nın fosil yakıtlarca domine edilen enerji sistemlerinden, düşük karbonlu sistemlere geçiş yapması gerekmektedir. Paris İklim Antlaşması ile ülkelerin çoğunun verdiği söz de bu yöndedir.
Tekrardan döneceğimiz karbon yakalama ve depolama (KYD) teknolojisi haricinde, buna ulaşmanın iki yolu vardır: Yenilenebilir teknolojiler (biyoenerji, hidrogüç, güneş, rüzgar, jeotermal ve deniz enerjisi dahil) ve nükleer enerji. Bunların her ikisi de, kömüre kıyasla, enerji üretimi başına çok düşük CO2 salımına sahiptir. Fosil yakıtlardan düşük karbonlu enerji kaynaklarına geçişe dekarbonizasyon adını veriyoruz.
Bu makalenin ilk kısmında, toplam enerji sistemlerimizi (ulaşım, ısı ve elektrik dahil) dekarbonize etme yönündeki girişimlerin ne kadar yavaş olduğunu gördük. Fosil yakıtlar, halen baskın enerji kaynağı konumundalar. Eğer elektrik sektörüne odaklanacak olursak, daha iyi bir performans sergilediğimiz söylenebilir mi?
Son 10 senede bu konuda atılan adımlar oldukça ilginç bir hikayedir ve ayrı bir yazı olmayı hak etmektedir. Bu trendleri, küresel elektrik üretimindeki yenilenebilir, nükleer ve fosil yakıt kaynaklarının payını gösteren 4 grafikle açıklayabiliriz. Yenilenebilir enerji kaynaklarından gelen elektrik üretimine bir bakış atarak başlayalım:
2005-2015 yılları arasında, elektrik üretim yöntemlerimiz içerisinde yenilenebilir enerji kaynaklarının payı %5-6 civarında artış gösterdi. Bu, iyi haber.
Ancak aynı zaman aralığında, nükleer kaynaklardan elde edilen enerji de hemen hemen aynı düzeyde (%5-6 civarında) azaldı. Yani yenilenebilir enerji kaynaklarından gelen enerji, nükleer enerji kullanımının azalması nedeniyle yaşanan kaybı anca dengeleyebilmektedir.
Bu, şu demektir: Toplamda bakacak olursak, düşük karbonlu elektrik üretimimiz, bundan 10 sene öncesiyle neredeyse aynıdır (ki bunu, aşağıdaki grafikten görmek mümkün):
Gerçekten de, eğer düşük karbonlu enerji kaynaklarından (yenilenebilir ve nükleer enerji kaynaklarından) 2015 yılında üretilen enerjiyi, 1990 yılındakine kıyaslayacak olursak, aslında %3 civarında bir düşüş yaşadığımız görülmektedir. Elektrik dekarbonizasyonu konusundaki ilerleyişimiz, nükleer enerjiye yönelik nefrete ("aversiyona") bağlı olarak son 10 yılda duraklamıştır.
Son bir grafiğe daha bakalım. Bu grafikte, fosil yakıtların, enerji üretim yöntemlerimizdeki payını göreceğiz:
2005 yılından bu yana doğal gaz ve kömürün payı sırasıyla %1 ve %2 oranında artmıştır. Buna karşılık, petrolün payı %2 azalmıştır. Buna rağmen, son birkaç on yılda elektrik kaynaklarımızın payı neredeyse hiç değişmemiştir denebilir.
Küresel Enerji Ticareti
Enerji kaynaklarının dağıtımı, küresel ölçekteki enerji ticareti üzerinde bariz bir etkiye sahiptir. Enerji ticaretindeki bir diğer önemli faktör, yurt içi enerji tüketimi seviyesidir. Eğer kaynakça zengin bir ülkede yaşıyorsanız ve aynı zamanda yüksek bir tüketim seviyeniz varsa, ihraç edebileceğiniz çok az enerjiniz var demektir. Benzer şekilde, düşük enerji tüketimi olan bir ülkede bile olsanız, az miktarda doğal kaynağa sahip olsanız bile net olarak enerji ihracatı yapıyor olabilirsiniz. Enerji ticaretini etkileyen bir diğer faktör de jeopolitiktir: Örneğin bazı ülkeler, yakıt kaynaklarını değiştirerek, gelecekteki enerji güvenliklerini garantiye almak isteyebilirler.
Şimdi göreceğimiz iki grafik, enerji ihracatı ve ithalatını göstermektedir. Her ikisi de gelir seviyesi ve bölgeye göre incelenebilir. Her iki grafikte de ülkeleri seçerek kıyaslama yapabilirsiniz:
Grafikte "High income" yüksek gelirli, "lower middle income" düşük orta gelirli, "low income" düşük gelirli, "middle income" orta gelirli, "upper middle income" ise yüksek gelirli demektir. "South Asia" Güney Asya, "Europe & Central Asia" Avrupa ve Orta Asya, "North America" Kuzey Amerika, "Latin America & Caribbean" Latin Amerika ve Karayipler, "Sub-Saharan Africa" Sahra-Altı Afrika, "Middle East & North Africa" Orta Doğu ve Kuzey Afrika demektir.
Burada kıyasladığımız, yurt içi enerji kullanımı içerisindeki enerji ihracat ve ithalat paylarıdır. Pozitif bir oran, ülke veya bölgenin enerji ithal ettiği anlamına gelir. Negatif bir oran ise, net olarak ülkenin ihraç enerji kullanması demektir. Örneğin, yüksek gelirli ülkeler, 2014 yılında, kolektif olarak, kullandıkları enerjinin %5'ini ihraç etmek zorunda kalmışlardır.
Gelir düzeyleri açısından baktığımızda, düşük, orta ve yüksek orta gelir seviyesinden, yüksek gelir seviyesine sahip ülkelere doğru bariz bir enerji akışı olduğu görülmektedir (bunun tek istisnası, düşük orta gelir seviyesidir).
Kıtasal bir ölçekte baktığımızdaysa, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'nın enerji ihracatında bariz bir baskınlığı olduğunu görmekteyiz (tüketim seviyelerinin %127'sini ihraç etmektedirler). İlginç bir şekilde, Sahra-Altı Afrikası da net olarak enerji ihracatı yapan bir bölgedir (her ne kadar kömür rezervleri düşük, petrol ve gaz rezervleri ise orta seviyede olsa da). Bunun en olası nedeni, bu ülkelerdeki yurt içi enerji tüketim seviyelerinin düşük olmasıdır.
Kuzey Amerika, Avrupa ve Orta Asya, enerji paritesine az çok ulaşmış gibi gözükmektedir; yani enerji üretimi ile tüketimleri neredeyse tamamen denge halindedir. Güney Asya ise net olarak tüm enerji tüketiminin 3'te 1'ini ithal etmek zorunda kalmaktadır.
Yenilenebilir Enerjiye Yatırım
Enerji sistemlerimizi fosil yakıtlardan yenilenebilir enerji kaynaklarına çevirmek, ciddi anlamda finansal yatırım gerektirmektedir. Peki bu sektöre ne kadar yatırım yapılıyor ve bu yatırımın Dünya'daki dağılımı nasıl?
Aşağıdaki grafikte, 2004-2015 yılları arasında yenilenebilir enerji kaynaklarına küresel ölçekte yapılan yatırımlar görülmektedir (yılda harcanan milyar dolar cinsinden ölçülmektedir).
2004 yılında Dünya, yenilenebilir enerjiye 47 milyar dolar yatırmıştır. 2015'te bu miktar 286 milyar dolara çıkmıştır; yani %600 artmıştır. Bu alandaki yatırımlar her bölgede artış göstermiştir; ancak her birindeki artış, dikkate değer miktarda farklıdır. Yukarıdaki grafikte, "mutlak/göreli" ("absolute/relative") tuşuna tıklayarak bölgelerin göreli yatırımlarını görebilirsiniz.
Yenilenebilir enerjiye en çok yatırım artışı yapan ülke Çin olmuştur: 2004'te yenilenebilir enerjiye 3 milyar dolar harcayan Çin, bunu %3400 arttırarak 2015'te 103 milyar dolar seviyesine çıkarmıştır. Çin, günümüzde yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım konusunda açık ara farkla liderdir ve ABD, Avrupa ve Hindistan'ın toplamı kadar yatırım yapmaktadır.
Çin ve Hindistan'ın bu alandaki yatırımlarını, komşuları olan Asya ve Okyanusya ile toplayınca, bu kıtanın yenilenebilir enerjiye en çok yatırımı yapan kıta olduğu görülmektedir. Avrupa'nın yatırımları, büyük oranda büyüme-tepe noktası-küçülme trendini takip etmiştir: 2011 yılında 123 milyar dolar ile tepe noktasına ulaşmış, 2015'te ise 49 milyar dolar seviyelerine düşmüştür.
Orta Doğu ve Afrika'daki yatırım kısmen düşük olsa da (2004'te sadece 0.5 milyar dolar yatırmışlardır), son 10 senede ciddi bir artış görülmektedir.
Mutlak yatırım seviyeleri hikayenin önemli bir kısmını anlatsa da, ülke ekonomisine kıyasla bu yatırımların payını göstermedikleri için tüm resmi bize anlatamazlar. Çünkü en büyük ekonomilerin aynı zamanda yenilenebilir enerjiye en büyük yatırımları yapan ülkeler olması normaldir. Eğer hangi ülkelerin "normal" veya "adil" seviyede yatırım yaptığını görmek istiyorsak, ülkelerin gayrısafi milli hasılasına (Tr.: "GSMH", İng: "GDP") göre yenilenebilir enerji yatırımlarına bakmamız gerekir. Bunu, GDP payı olarak hesapladık ve bu metriğe göre en çok yatırımı yapan ülkeleri aşağıdaki grafikte gösterdik:
Burada gördüğümüz bir miktar farklı bir hikaye... Birçok ülke, GSMH'nın %1'inden daha azını yenilenebilir enerjiye ayırmaktadır (Güney Afrika ve Şili'nin %1.4'lük göz kamaştıran katkıları hariç). GSMH'ya oranlandığında Çin, %0.9 ile halen en büyük yatırımcılardan biri olma unvanını korumaktadır. İlginç bir şekilde, mutlak olarak en büyük 2. yatırımcı olsa da ABD, 2015 GSMH açısından bakıldığında yenilenebilir enerjiye sadece %0.2'lik bir yatırım yapmış gözükmektedir.
Gerçekten de, yenilenebilir enerjiye göreli yatırımlar söz konusu olduğunda, tipik olarak, düşük gelirden orta gelire geçiş yapan ekonomiler yüksek gelirli ekonomilere kıyasla yenilenebilir enerjiye daha fazla yatırım yapmaktadır. Bu durumun bir kısmı, bu ülkelerin GSMH'larının kısmen daha yüksek bir yüzdesini genel olarak enerji tedariğine ve yayılımına harcıyor olmasıyla açıklanabilir; buna karşılık, yüksek gelirli ülkelerin enerji sistemleri halihazırda yeterli ve sağlam şekilde kuruludur.
Buna rağmen, yüksek gelirli ülkelerin birçoğu, Paris İklim Antlaşması çerçevesinde sera gazı salımlarını azaltmak için hırslı hedeflere sahiplerdir. Bu hedeflere ulaşmak için düşük-karbonlu teknolojilere yüklü miktarda yatırım yapmaları gerekecektir.
Yenilenebilir enerjiye yönelik yatırımların bölgelere göre payına baktık; ancak yenilenebilir enerji kaynaklarından hangileri yatırımın en büyük payını almaktadır? Bunun için, yeni bir grafiğe bakalım:
Bu grafikte, 2016'ya kadar olan süreçte farklı enerji kaynaklarına yatırım miktarları görülmektedir. Bu grafiklere büyük hidrogüç yatırımlarının dahil edilmediğine dikkatinizi çekeriz. Tekrar etmek gerekirse, "mutlak/göreli" ("absolute/relative") tuşu ile farklı gösterimler arasında geçiş yapabilirsiniz.
2016 yılında güneş ("solar") ve rüzgar ("wind") enerjileri, yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılan toplam yatırımdan %47'şer, toplamda %96'lık pay almıştır. Bu iki teknolojinin aldığı pay, özellikle son 5 yılda olmak üzere, yıldan yıla artmıştır.
2006 yılında biyoenerji (hem biyokütle hem de sıvı biyoyakıtlar), %36'lık pay ile küresel yatırımdan büyük bir yüzde almış olsa da, bu yatırım payı 2016 yılında %4'ün altına düşmüştür.
Bu trendler, yatırımcıların güneş ve rüzgar enerjilerini, geleceğin baskın yenilenebilir enerji kaynakları olarak gördüklerini göstermektedir.
Enerji Tüketimini Arttıran Nedir?
Enerji, küresel gelişim bağlamında merkezi bir role sahiptir. Enerji sayesinde, gerek ev işlerinden zaman ayırma (örneğin elle çamaşır veya bulaşık yıkamaya gerek kalmaması) nedeniyle, gerek üreticiliğin artması, gerek sağlık ve eğitim hizmetlerinin gelişmesi, gerekse de yerel, bölgesel ve küresel ağlara dahil olmak yoluyla yaşam standartlarının artması potansiyeli çok yüksektir.
Enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki, geniş tartışmaların konusudur. Bugüne kadar çok sayıda araştırma, enerji tüketimi ile ekonomik büyüme arasında nedensellik ilişkisi tespit etmeye çalışmıştır; ancak bugüne kadar bilim camiasında bir konsensüs oluşmuş değildir.
Bunun bir nedeni, enerji ile refah arasındaki ilişkinin her zaman tek yönlü olmaması olabilir. Elektrik ve diğer enerji kaynaklarına daha fazla erişim sağlamak, GSMH'da ilkin bir artışa neden olabilir; ancak yüksek bir GSMH'ya sahip olmak da enerji tüketimini arttırabilir. Buna ek olarak, gelişim konusundaki ilerleyiş basamakları karmaşık olabilir ve birden fazla parametre, bir arada iyileşiyor olabilir. Örneğin, eğer ki enerjiye erişim ve tüketim, beslenme, eğitim, sağlık ve hijyen parametrelerinin hepsi aynı anda iyileşiyorsa (ve bunların her biri, birbiriyle karmaşık ilişkilere sahipse - ki öyledir), gelişimi, tekil bir faktör ile ilişkilendirmek zor olabilir.
2008 yılında Chontanawat ve arkadaşları, 100 ülkeyi kapsayan bir sistematik analiz yaparak enerji ile GSMH arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalıştılar. 2008'de Akinlo ve arkadaşları, Sahra-Altı Afrika'daki 11 ülke ile benzer bir araştırma yaparak benzer sonuçlara ulaşmaya çalışmışlardır. Ekiplerin her ikisi de, tüm bağlamlarda geçerli olan bir nedensellik ilişkisi tespit etmeyi başaramamıştır. Bazı ülkelerde iki değişken arasındaki ilişki tek yönlüdür; yani enerji tüketimi, ekonomik büyümenin doğrudan itici gücüdür. Ancak bazı diğer ülkelerde bu ilişki çift yönlüdür. Bazılarında bu faktörler, diğer faktörler ile iç içe geçmiş haldedir ve bazı diğer ülkelerde bu ikisi arasında net bir ilişki bile kurulamamaktadır!
Buna rağmen, birçok ülkede enerji ile refah arasında bir ilişki var gibi gözükmektedir. Yine de, bu ikisi arasındaki ilişkinin dinamikleri karmaşıktır ve bağlamdan bağlama değişim gösterebilir.
Peki elimizdeki veri, bu ikisi arasındaki ilişki konusunda bize neler söyler? İlk olarak, 2015 yılı için, kişi başına enerji tüketimi ile (düşey eksende), kişi başına GSMH (alım gücü paritesine göre ayarlanmış, yatay eksende) arasındaki ilişkiye bir bakalım:
Gerçekten de, çok güçlü bir ilişki olduğu görülmektedir: Tipik olarak, bir ülkenin ortalama geliri ne kadar yüksekse, enerji tüketimi de o kadar yüksek olmaktadır.
İkinci grafikte, elektriğe erişimi olan nüfusun oranı ile (düşeyde) kişi başına düşen GSMH (yatayda) gösterilmektedir:
Eğer "oynat" tuşuna (sol alt köşedeki üçgene) basıp, izleyecek olursanız, bu trendlerin zaman içinde nasıl değiştiğini görebilirsiniz: Hem elektriğe erişim, hem de refah, birçok ülkede zaman içinde artmaktadır.
Ancak bu görselleştirmelerin her ikisinde de, büyüme konusundaki artışın ne kadarlık bir kısmının enerji sebebiyle yaşandığını ve enerji tüketimindeki artışın ne kadarlık bir kısmının büyüme sebebiyle yaşandığını tespit etmek mümkün değildir.
Son grafiğimizde ise, kişi başına düşen enerji tüketimiyle (düşey eksende), aşırı fakirlik içindeki nüfus oranınını (yatay eksende) göstermekteyiz:
Genel olarak gördüğümüz, daha yüksek enerji seviyelerine ulaştıkça fakirliğin azaldığıdır. Ancak bu, tüm ülkelerde bu konuda direkt bir ilişki olduğu anlamına gelmemektedir.
Enerji Kaynaklarının Seçimini Belirleyen Nedir?
Enerji Kaynaklarının Göreli Masrafları
Masraflar, hangi enerji kaynaklarını tercih edeceğimizi güçlü bir şekilde etkilemektedir. Bu bakımdan, farklı kaynakların birbirine göreli masrafları önem arz etmektedir. Bu, yüksek gelirli ülkeler için geçerlidir (çünkü daha düşük enerji faturaları isteriz), ancak aynı zamanda düşük ve orta gelirli ekonomilerde de giderek artan bir öneme sahip olmaya başlamıştır. Birçok ülkede insanlar, elektriğe ve elektrik kaynaklarına erişimi bir öncelik olarak görmektedir ve bunu başarabilmek için düşük masraflı enerji üretimi bir zorunluluktur.
Peki enerjinin göreli masrafını nasıl hesaplarız? Taşımacılık sektöründeki baskın enerji kaynağı sıvı yakıtlardır (dizel ve benzin) ve bunların göreli masrafları, zaman içinde fiyatlarının nasıl değiştiğinden daha az öneme sahiptir. Bu nedenle gelin elektrik sektöründeki enerji kaynaklarının göreli masraflarına odaklanalım.
Bunu yapmak için, "dengelenmiş elektrik masrafı" (Tr: DEM, İng: "LCOE") adını verdiğimiz bir metriğe bakalım. DEM, farklı enerji kaynaklarından üretilen elektriğin masrafını tutarlı bir şekilde kıyaslamamızı sağlamaktadır ve bunu yaparken, her bir kaynağın ömrü boyunca yaratacağı ek masrafları da hesaba katmaktadır. Bunu hesaplamak için, bir enerji kaynağını inşa edip bakımını sürdürmek için gereken masraflar (yani hem ana para hem de işletme masrafları), o enerji kaynağının (örneğin kömürle çalışan güç istasyonları, bir rüzgar türbini tarlası veya bir güneş panelinin) ömrü boyunca üreteceği enerjiye bölünür. Bu bize, üretilen elektrik birimi başına ortalama bir masraf verir. Enerji kaynaklarını bu tutarlı temelde ölçmek, bu kaynakların ana para ve işletme masraflarının zaman içinde değişebileceği gerçeğini de hesaba katmamızı sağlar (örneğin fotovoltaiklerin sermaye masrafları kömüre göre yüksek olabilir; ancak işletme masrafları düşüktür).
Enerji üretim masraflarının tüketiciye yansıyan fiyatı doğrudan etkilediğine dikkatinizi çekeriz: DEM, üreticilerin bir enerji üretim projesi boyunca yapılan masrafları tam olarak karşılamak için tüketicilerden alması gereken minimum parayı belirler.
Gerçek anlamda bir rekabet yaratmak istiyorsak, yenilenebilir enerji kaynaklarımızın fosil yakıtların masraflarıyla rekabet edebilecek düzeyde olması gerekmektedir. IRENA'nın en son Enerjiyi Yeniden Düşünmek raporundan alınan verilerden yola çıkarak, yenilenebilir enerji kaynaklarının 2010 ve 2016 yılında üretilen megawatt-saatlik elektrik başına düşen dolar üzerinden gösteren DEM seviyelerini aşağıda görebilirsiniz:
Enerji üretiminin göreli masraflarının bağlama göre değişebileceği ve Dünya'nın farklı yerlerinde farklı şekillerde olabileceği gerçeği vurgulanmalıdır. Örneğin güneş fotovoltaiklerinin göreli masrafları, düşük enlemli ülkelerde, yüksek enlemli ülkelere göre daha düşük olacaktır; çünkü ömürleri boyunca daha fazla enerji üreteceklerdir. Bu durum, bölgelere göre DEM seviyelerinin fazlasıyla değişmesine neden olacaktır. Benzer şekilde; yakıt kalitesi, çıkarma kolaylığı ve bölgesel kaynaklara bağlı olarak yakıt masrafları da ciddi anlamda değişebilecektir.
Bu grafikte gördüğümüz, 2016 yılı itibariyle birçok yenilenebilir enerji kaynağının fosil yakıtlarla rekabet edebilecek kadar ucuzladığı gerçeğidir. Bunun tek istisnası güneş termal enerji kaynaklarıdır. Bu kaynaklar, her ne kadar ucuzluyor olsalar da, halen fosil yakıtların 2 katı kadar pahalıdır.
Hidrogüç, geleneksel biyokütle istisnası haricinde, insanlığın en eski ve en iyi yerleşmiş yenilenebilir enerji kaynağıdır ve bu, düşük fiyatlarına da yansımaktadır (öyle ki, en ucuz fosil yakıtlardan bile daha ucuz olabilmektedir). Buna karşılık, birçok enerji kaynağının ağırlıklı ortalaması her ne kadar ortalama fosil yakıt ile rekabet edebilecek düzeyde olsa da, potansiyel masrafların geniş bir aralığa dağılmış olması, bunun her ülkede mümkün olamayabileceğini göstermektedir. Bu nedenle spesifik teknolojilerin seçimi, yerel olarak ve bağlam özelinde yapılmalıdır.
Eğer 2010-2016 yılları arasında, enerji üretim teknolojilerinin ortalama masraflarının nasıl değiştiğine bakacak olursak, hem güneş fotovoltaiklerinin hem de daha az miktarda olsa da güneş termal enerji kaynaklarının dikkate değer miktarda ucuzladığı görülmektedir. Solar fotovoltaiklerdeki bu fiyat düşüşü özellikle de son birkaç on yılda daha da şiddetli olmuştur ve bu, aşağıdaki grafikten de görülebilmektedir.
Güneş fotovoltaiklerinin (solar PV) fiyatı, 1976 yılından bu yana 100 kat ucuzlamıştır. Bu teknolojinin ortalama "öğrenme oranı" %22 civarındadır; yani güneş fotovoltaiklerinin yaygınlığı her ikiye katlandığında, fiyatı %22 oranında düşmektedir (tabii bu, söz konusu zaman aralığı boyunca sabit kalmamış olabilir).
En Güvenilir Enerji Kaynakları Hangileridir?
Sanayi Devrimi'nin başlangıcında, fosil kaynakların enerjisi açığa çıkarılarak çok daha verimli bir şekilde iş yapılabileceği keşfedildi. Bu bulgu, insan gelişimini dönüştürdü: Tarihin çok büyük bir kısmında, Dünya genelindeki yaşam koşulları genel olarak fakirdi. Kömür, petrol ve gaz kullanmayı öğrendiğimiz andan itibaren bu, çok hızlı bir şekilde değişmeye başladı. Daha yakın geçmişte ise, yenilenebilir ve nükleer enerji kaynaklarına erişim kazandık.
Bu ucuz enerji kaynaklarının daha erişilebilir hale gelmesi, son birkaç yüzyılda gördüğümüz gelişimin önemli bir parçası olmuştur. Enerjiye erişim, gelişimin ana itici güçlerinden birisidir. Birleşmiş Milletler, "dünyanın karşı karşıya olduğu neredeyse bütün büyük zorlukların ve sahip olduğu neredeyse bütün büyük fırsatların merkezinde enerji vardır" demektedir.
Ancak enerji üretiminin faydaları olduğu gibi, olumsuz tarafları da vardır. Bunları 3 ana kategoride inceleyebiliriz:
- Hava Kirliliği: Hava kirliliği dolayısıyla her yıl 5 milyon insanın normalden erken öldüğü tahmin edilmektedir. Fosil yakıtlar ve biyokütle yakımı, bu ölümlerin çoğundan sorumludur.
- Kazalar: Enerji üretiminin yan ürünü olarak yaşanan ölümlere ek olarak, tedarik zincirlerinde meydana gelen kazalar da ölümlere neden olmaktadır. Bu kazalar; kömür, uranyum veya nadir madenlerin madenciliği sırasında da olabilir, petrol ve gaz çıkarımı sırasında da, ham maddelerin taşınması veya altyapı inşaatı sırasında da, üretim/kurulum aşamasında da...
- Sera Gazı Salımları: Enerji üretiminin muhtemelen en çok tartışılan olumsuzluğu, enerji üretimi sırasında salınan sera gazlarıdır. Bu gazlar, iklim değişiminin ana itici gücüdür.
Tüm enerji kaynaklarının negatif tarafları vardır. Ancak bu etkilerin boyutu devasa miktarda farklılık göstermektedir. Bu farklılıklar, şu şekilde kolayca özetlenebilir: Tüm metrikler açısından bakıldığında, fosil yakıtlar en ölümcül ve tehlikeli olanıdır; ancak nükleer ve modern yenilenebilir enerji kaynakları, fosil yakıtlara göre çok daha güvenli ve çok daha temizdir.
Hem insan sağlığı hem de iklim değişimi açısından bakıldığında, nükleer enerji mi yoksa yenilenebilir enerji mi kullandığımız çok fark etmemektedir. Daha önemli olan, fosil yakıtları terk ederek bu ikisinden birine veya her ikisine birden yönelebilmektir.
Nükleer Enerji, Halk Arasındaki Genel Kanının Aksine, Fosil Yakıtlardan Çok ama Çok Daha Güvenlidir!
Son 50 yılın büyük bir kısmında, enerji sistemlerimiz fosil yakıtlar, geleneksel biyokütle, hidrogüç ve nükleer enerji tarafından domine edilmektedir.
Gelecekte ise yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji üretiminin giderek artan bir payını alması beklenmektedir; ancak yenilenebilir enerji kaynaklarına bakmadan önce, fosil yakıtların mı, yoksa nükleer enerjinin mi daha güvenli olduğunun kıyasını yapalım.
2007 yılında Anil Markandya ve Paul Wilkinson, The Lancet dergisinde, ana enerji kaynaklarından kaynaklı ölüm oranlarını kıyaslayan bir makale yayınladılar. Bu makalede, Çernobil Nükleer Felaketi gibi kazalardan kaynaklı ölümleri, maden veya santral işletmelerinde yaşanan tüm kazaları ve hava kirliliğinden kaynaklı erken ölümleri hesaba kattılar.
2007 yılındaki bu makale, 2011 yılında Japonya'da yaşanan Fukushima Daiichi Nükleer Felaketi'nden önce yayınlanmıştır. Dolayısıyla bu makalenin, nükleer felaketlerin ölümcül etkisini tam olarak yansıtamadığını düşünüyor olabilirsiniz. Ancak tam tersi gerçektir. Bu makale yayınlandıktan sonra, 2016 yılında yayınlanmış daha yakın tarihli bir makaleyi inceledik. Bu makalede, Fukushima'nın da etkileri hesaba katılmaktadır ve buna göre, nükleer enerjinin sebep olduğu ölümler, 2007 yılında yayınlanan makaleden bile düşüktür!
Aslına bakarsanız, Fukushima Daiichi Nükleer Felaketi dolayısıyla doğrudan yaşanan herhangi bir ölüm olmamıştır. Her ne kadar resmi ölü sayımı 573 kişi olsa da, bunların hepsi civardaki nüfusun boşaltılması ve başka yerlere yerleştirilmesi sırasında yaşanan erken ölümlerdir. 2018 yılında Japonya hükümeti, bu felaketten kaynaklı akciğer kanseri dolayısıyla ölen 1 işçi olduğunu raporlamıştır.
Farklı enerji kaynaklarının güvenliğini kıyaslamak için araştırmacılar, o kaynakların ürettiği enerji (TWh) başına ölümleri analiz etmişlerdir. Sonuçlar, şu şekilde:
Grafikte "brown coal" linyit, "coal" kömür, "oil" petrol, "biomass" biyokütle, "gas" gaz, "nuclear" ise nükleer enerjiye karşılık gelmektedir. 1 terawatt-saat (TWh), Avrupa Birliği'nde yaşayan 27.000 kişinin yıllık enerji üretimine eşittir.
Görebileceğiniz gibi, kıyaslanan kaynaklar arasında nükleer enerji açık ara farkla en güvenli olan enerji üretim yöntemidir: en "kirli" enerji üretim yöntemi olan linyitten 442 kat, kömürden 330 kat, petrolden 250 kat, gazdan 25 kat daha az ölüme neden olmaktadır.
Şunu iyi anlamalısınız: Bu analizdeki figürler, Avrupa'daki enerji üretimine dayanmaktadır. Bu kıtada kirlilik-karşıtı düzenlemeler ve teknolojiler, Dünya'daki birçok diğer ülkeden çok daha ileri düzeydedir. Dolayısıyla fosil yakıtların diğer ülkelerdeki öldürücülük oranı çok daha yüksek olabilir!
Bunu, 27.000 Avrupalının kullanacağı 1 terawatt-saat bağlamına oturtalım. Burada çok basit bir örnek üzerinde duracağız; ama 27.000 kişiden oluşan bir köy düşünün. Eğer tüm enerjilerini kömürden üretiyor olsalardı, her yıl 25 kişinin normalden erken ölmesini beklerdik (ve bunun ana sorumlusu hava kirliliği olurdu). Eğer tüm enerjilerini petrolden üretecek olsalardı, her yıl 18'i erkenden ölürdü. Eğer doğal gaz ile enerjilerini üretiyor olsalardı, erken ölümlerin sayısı 3 olurdu.
Eğer tüm enerjilerini nükleer enerji ile üretiyor olsalardı, birçok yıl hiçbir erken ölüm yaşanmazdı. Aslına bakarsanız, eğer tüm enerji nükleerden sağlanıyor olsaydı, tek bir erken ölüm görmek için yaklaşık 14 sene beklemeniz gerekirdi. Hatta bu sayı bile abartılı olabilir; çünkü daha yakın tarihli olan analizin sonuçlarına göre, bu hayali köyde her 100 yılda 1 erken ölüm görürdük!
Yani fosil yakıtlar, nükleer enerjiden çok daha fazla sayıda insanı öldürmüştür.
Ancak birçok ülkede halkın nükleer enerjiye yönelik görüşü fazlasıyla negatiftir ve bu, o ülkelerdeki politikaları doğrudan etkilemektedir (bazı ülkelerde politik kararlar tamamen nükleer karşıtı bir hal almıştır). Aşağıdaki grafikte, halk arasında nükleer santrallere karşı olma oranları gösterilmektedir:
Nükleer enerjiye en çok karşı olan 5 halk arasında %81 ile Meksika ve İtalya, %79 ile Almanya, %72 ile Arjantin ve %71 ile Türkiye gelmektedir.
2011 Fukushima Nükleer Felaketi sonrasında Almanya, nükleer santral üretimini yavaşlatma ve durdurma kararı almıştır: 2011-2017 yılları arasında 17 nükleer santralinden 10 tanesini kapatmıştır ve kalanları da 2022'ye kadar kapatmayı planlamaktadır.
Bu politik kararlar, can kaybına neden olabilir. 2013 yılında Pusher Kharecha ve James Hansen tarafından Environmental Science and Technology dergisinde yayınlanan bir makalede, normalde birçok araştırmada odaklanılan "Nükleer enerji dolayısıyla kaç kişi öldü?" sorusu yerine, "Nükleer enerji sayesinde kaç hayat kurtuldu?" sorusuna odaklanılmıştır. Araştırmada, 1971-2009 yılları arasında nükleer enerji ile üretilen enerji, fosil yakıtlar yoluyla üretilecek olsaydı ekstradan kaç kişinin öleceği incelenmiştir. Bilanço, nükleer yerine gelecek olan fosil yakıtların dağılımına göre değişmektedir (örneğin eğer petrol ya da gaz yerine daha çok kömür kullanılırsa, daha çok kişi ölecektir); ancak ne olursa olsun, fosil yakıtlar nedeniyle nükleer enerji kullanılması sayesinde 2 milyon civarında hayatın kurtulduğunu göstermişlerdir.
Nükleer enerji yerine fosil yakıt kullanmak insanları öldürmektedir. Almanya'da son yıllarda görülen durumun bu olması olasıdır. Almanya'nın nükleer enerji santrallerini kapatması sonucu oluşan enerji açığının çoğu, artan kömür üretimi ile karşılanmaktadır. Kömür, havayı en çok kirleten ve sağlığı en kötü etkileyen kaynaktır. 2020 yılında Stephen Jarvis, Olivier Deschenes ve Akshaya Jha tarafından yapılan bir analiz, Almanya'nın nükleer enerjiden uzaklaşması sonucunda her yıl ekstradan 1.110 kişinin öldüğünü göstermektedir. Yani enerji sistemlerini daha güvenli yapma çabası, tam tersi bir sonuca yol açmıştır.
Modern Yenilenebilir Enerji Kaynakları, Nükleer Enerji Kadar Güvenlidir!
Çok büyük ihtimalle gelecekte, yenilenebilir enerji kaynakları enerji üretimimizin giderek daha büyük bir payını alacaktır. Peki yenilenebilir enerji kaynakları ne kadar güvenli?
Birçoğumuz; hidroelektrik barajlarının sellere neden olduğunu, insanların güneş panellerini kurarken çatılardan düştüğünü, rüzgar türbinlerinin çöktüğünü duymuşuzdur. Ve doğru, bunlar gerçekten de yaşanıyor. Ama bunlar ne kadar sık yaşanıyor? Yenilenebilir enerji kaynaklarının tehlikeleriyle ilgili endişeler abartılıyor mu?
2016 yılında Benjamin Sovacool ve arkadaşları, Journal of Cleaner Production dergisinde, düşük-karbonlu enerji kaynaklarının güvenliğini araştırdılar. Bu analizlerinde yazarlar, 1950-2014 yılları arasında meydana gelen enerji kazalarına ait olabildiğince geniş bir veri tabanı üretmişlerdir. Bunu, Science Direct ve EBSCO gibi akademik kaynakları ve Google News gibi haber derleyicilerini tarayarak yapmışlardır. Bu kazaların tamamının listesini araştırmanın eklerinde bulabilirsiniz; ancak aşağıdaki grafik, 1990-2013 yılları arasında ölçülen ölüm oranlarını göstermektedir.
Bu görselleştirmede, bir önceki kısımda bahsettiğimiz 2 araştırmanın sonuçlarıyla, bir üstteki paragrafta sözünü ettiğimiz makalenin sonuçlarını birleştirdik; böylelikle nükleer enerji ile yenilenebilir enerji kaynaklarını güvenlik açısından kıyaslamamız mümkün olmaktadır. Tekrardan, bu kıyaslama, üretilen enerji birimi başına ölümler şeklinde gösterilmektedir. Yukarıdaki grafikte, hem nükleer hem de biyokütle için 2 ayrı değer göreceksiniz. Bunlar, iki ayrı araştırmadan gelen farklı sonuçlara karşılık gelmektedir.
Eğer sadece düşük-karbonlu enerji kaynaklarını kıyaslamak isterseniz, o da şöyle:
Fosil yakıtlar ile nükleer ve modern yenilenebilir teknolojiler arasında, ölüm oranları bakımından devasa bir fark vardır. Nükleer ve yenilenebilir enerji kaynakları, hemen hemen aynı düzeyde güvenlidir: TWh başına 0.005 ila 0.07 ölüm. Hem nükleer, hem de yenilenebilir enerji kaynakları, kömür ve petrolden yüzlerce kat, gazdan ise onlarca ila yüzlerce kat daha güvenlidir.
Bunları, yine 27.000 kişilik, yılda 1 TWh enerji tüketen Avrupa Birliği köyüne oranlayalım. Eğer tüm enerjilerini tek bir enerji kaynağından üretecek olsalardı, erken ölümler şu şekilde olurdu:
- Kömür: Her yıl 25 erken ölüm.
- Petrol: Her yıl 18 erken ölüm.
- Gaz: Her yıl 3 erken ölüm.
- Nükleer: Tek 1 kişinin ölmesi için 14 ila 100 yıl geçmesi gerekirdi.
- Rüzgar: Tek 1 kişinin ölmesi için 29 yıl geçmesi gerekirdi.
- Hidrogüç: Tek 1 kişinin ölmesi için 42 yıl geçmesi gerekirdi.
- Güneş: Tek 1 kişinin ölmesi için 53 yıl geçmesi gerekirdi.
Hem Yenilenebilir Enerji, Hem de Nükleer Enerji Sadece Güvenli Değil; Aynı Zamanda Düşük Karbon Salınımına da Sahipler!
Bu noktaya kadar, bu enerji kaynaklarının sadece kısa-dönemli sağlık ve sosyal etkileri inceledik. Ama bunların iklim değişimi ile ilgili olan, uzun dönemli ve geleceğe dönük etkilerine de bakmamız gerekir.
İyi haber şu: En güvenli enerji üretim kaynakları, aynı zamanda en düşük karbon salınımlarına sahiptir.
Aşağıdaki görselde, biraz önce baktığımız enerji üretimi başına düşen ölümler (düşeyde) ile her bir kaynağın enerji üretimi başına sera gazı salımlarına (yatayda) bakıyoruz:
Buradaki sera gazı salımı, enerji üretim kaynağının tüm ömrü boyunca olan karbon ayakizini hesaba katmaktadır. Örneğin yenilenebilir enerji kaynakları için olan grafiklerde, hammadde, taşıma ve inşaat için salınan karbon hesaba katılmaktadır. Bu grafikler, IPCC'nin 5. Değerlendirme Raporu'na (AR5) ve 2017 yılında Pehl ve arkadaşları tarafından yayınlanan bir makaleye dayanmaktadır. 2017'de Pehl ve arkadaşları, her bir enerji üretim teknolojisinin iklim değişimiyle mücadelede koyulan "2050'ye kadar 2 derece" hedefiyle ne kadar uyumlu olduğunu incelemiştir.
Grafikteki her bir baloncuğun büyüklüğü, o enerji kaynağının 2018 yılındaki küresel enerji üretimindeki payını göstermektedir (toplama, biyokütle de dahildir).
Burada bazı takaslar olduğunu görüyoruz:
- Daha güvenli enerji kaynakları, aynı zamanda çevreyi daha az kirletmektedir.
- Kömür, her iki metrikte de kötü bir tablo çizmektedir: Hem sağlığı ciddi bir şekilde tehdit etmekte, hem de havayı ciddi bir şekilde kirletmektedir. Ayrıca üretilen enerji başına çok fazla sera gazı salmaktadır.
- Önce petrol, sonra gaz, kömürden iyidir. Ancak her ikisi de halen nükleer ve yenilenebilir enerjiden her iki metrik bakımından da çok daha kötüdür.
Nükleer, rüzgar, hidrogüç ve güneş enerjisi, grafikte sol alt köşede öbeklenmiştir; çünkü en güvenli ve en düşük karbonlu seçenekler onlardır. Ama balon büyüklüğünden de görebileceğimiz gibi en güvenli ve en düşük karbonlu enerji üretim teknolojileri, küresel enerji tüketiminin çok küçük bir kısmını (sadece %10'unu) karşılamaktadır.
Sonuç
Hangi düşük karbonlu enerji kaynağına odaklanmamız gerektiği konusunda hararetli kavgalar bulunmaktadır. Elbette, dikkate alınması gereken diğer faktörler de bulunmaktadır: masraf, üretim süresi ve coğrafyaya bağlı olarak değişebilen kaynak miktarı gibi... Ancak insan sağlığı, güvenlik ve karbon ayakizi bakımından nükleer enerji ve yenilenebilir kaynaklar, açık ara farkla şampiyondurlar.
Birden fazla çalışma, aynı sonuca varmaktadır: İster nükleere geçilsin, ister yenilenebilir enerji kaynaklarına geçilsin, ister her ikisine birden geçilsin; fosil yakıtlardan uzaklaşmak, insan sağlığı ve güvenliği açısından büyük faydalar sağlayacaktır.
Fosil yakıtlar her yıl milyonlarca insanı öldürmektedir ve iklim değişimi dolayısıyla çok daha fazlasının hayatını tehdit etmektedir. Bu kaynaklardan derhal uzaklaşmalıyız ve elimizde bunu yapabileceğimiz alternatif kaynaklar bulunmaktadır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
- Kişi başı enerji tüketiminin yüksek gelirli ülkelerde azalmış görünmesinin sebebi nedir?
- Gelişmekte olan ülkelerde totalde kişi başı enerji tüketimi artarken bu öznel olarak yurttaşta neden karşılık bulmuyor?
- Üretimin Tekellerini ve uluslar arası sermayeyi baz aldığımızda, vatandaşlık( ülke) aidiyetleri üzerinden enerji tüketim artış haritası değişir mi?
- Ülkemizde ortalama güneşlenme süresi (8saat) bu kadar uygun iken, her çatıyı güneş enerji panelleri ile donatmamızın önündeki engel nedir?
- Doğa dostu teknolojileri yasal olarak dayatan batılı ülkeler neden eski teknolojileri ısrarla üçüncü dünya ülkelerine transfer eder?
- 19
- 9
- 8
- 8
- 7
- 5
- 4
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: Our World In Data | Arşiv Bağlantısı
- B. Gales, et al. (2007). North Versus South: Energy Transition And Energy Intensity In Europe Over 200 Years. European Review of Economic History, sf: 219-253. | Arşiv Bağlantısı
- CAIT Climate Data Explorer. Cait Climate Data Explorer. (24 Haziran 2020). Alındığı Tarih: 24 Haziran 2020. Alındığı Yer: CAIT Climate Data Explorer | Arşiv Bağlantısı
- J. Chontanawat, et al. (2008). Does Energy Consumption Cause Economic Growth?: Evidence From A Systematic Study Of Over 100 Countries. Journal of Policy Modeling, sf: 209-220. | Arşiv Bağlantısı
- A. E. Akinlo. (2008). Energy Consumption And Economic Growth: Evidence From 11 Sub-Sahara African Countries. Energy Economics, sf: 2391-2400. | Arşiv Bağlantısı
- International Renewable Energy Agency. Rethinking Energy 2017: Accelerating The Global Energy Transformation. (24 Haziran 2020). Alındığı Tarih: 24 Haziran 2020. Alındığı Yer: IRENA | Arşiv Bağlantısı
- A. Markandya, et al. (2007). Electricity Generation And Health. The Lancet, sf: 979-990. | Arşiv Bağlantısı
- B. Sovacool, et al. (2016). Balancing Safety With Sustainability: Assessing The Risk Of Accidents For Modern Low-Carbon Energy Systems. Journal of Cleaner Production, sf: 3952-3965. | Arşiv Bağlantısı
- The Yomiuri Shimbun. 573 Deaths Related To Nuclear Crisis. (5 Şubat 2012). Alındığı Tarih: 24 Haziran 2020. Alındığı Yer: The Yomiuri Shimbun | Arşiv Bağlantısı
- S. Jarvis, et al. (2019). The Private And External Costs Of Germany’s Nuclear Phase-Out. National Bureau of Economic Research. | Arşiv Bağlantısı
- P. A. Kharecha, et al. (2013). Prevented Mortality And Greenhouse Gas Emissions From Historical And Projected Nuclear Power. Environmental Science & Technology, sf: 4889-4895. | Arşiv Bağlantısı
- A. van der Merwe. (2019). Nuclear Energy Saves Lives. Nature. | Arşiv Bağlantısı
- B. K. Sovacool, et al. (2015). Profiling Technological Failure And Disaster In The Energy Sector: A Comparative Analysis Of Historical Energy Accidents. Energy, sf: 2016-2027. | Arşiv Bağlantısı
- S. Schlömer, et al. (2014). Annex Iii: Technology-Specific Cost And Performance Parameters. Climate Change 2014: Mitigation of Climate Change. Contribution of Working Group III to the Fifth Assessment Report of the Intergovernmental Panel on Climate Change. | Arşiv Bağlantısı
- M. Pehl, et al. (2017). Understanding Future Emissions From Low-Carbon Power Systems By Integration Of Life-Cycle Assessment And Integrated Energy Modelling. Nature Energy, sf: 939-945. | Arşiv Bağlantısı
- R. Turconi, et al. (2013). Life Cycle Assessment (Lca) Of Electricity Generation Technologies: Overview, Comparability And Limitations. Renewable and Sustainable Energy, sf: 555-565. | Arşiv Bağlantısı
- P. Burgherr, et al. (2014). Comparative Risk Assessment Of Severe Accidents In The Energy Sector. Energy Policy, sf: 45-56. | Arşiv Bağlantısı
- C. McCombie, et al. (2016). Renewable And Nuclear Electricity: Comparison Of Environmental Impacts. Energy Policy, sf: 758-769. | Arşiv Bağlantısı
- S. Hirschberg, et al. (2016). Health Effects Of Technologies For Power Generation: Contributions From Normal Operation, Severe Accidents And Terrorist Threat. Reliability Engineering & System Safety, sf: 373-387. | Arşiv Bağlantısı
- G. Luderer, et al. (2019). Environmental Co-Benefits And Adverse Side-Effects Of Alternative Power Sector Decarbonization Strategies. Nature Communications. | Arşiv Bağlantısı
- E. G. Hertwich, et al. (2015). Integrated Life-Cycle Assessment Of Electricity-Supply Scenarios Confirms Global Environmental Benefit Of Low-Carbon Technologies. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 6277-6282. | Arşiv Bağlantısı
- United Nations Scientific Committee on the Effects of Atomic Radiation. Sources And Effects Of Ionizing Radiation. Volume Ii: Effects. Scientific Annexes C, D And E. (1 Ocak 2011). Alındığı Tarih: 24 Haziran 2020. Alındığı Yer: UNSCEAR | Arşiv Bağlantısı
- World Health Organization. Health Consequences Of Fukushima Nuclear Accident. (10 Mart 2016). Alındığı Tarih: 24 Haziran 2020. Alındığı Yer: World Health Organization | Arşiv Bağlantısı
- M. R. Reich. (2015). Towards Long-Term Responses In Fukushima. The Lancet, sf: 498-500. | Arşiv Bağlantısı
- United Nations Scientific Committee on the Effects of Atomic Radiation. Report Of The United Nations Scientific Committee On The Effects Of Atomic Radiation To The General Assembly. (24 Haziran 2015). Alındığı Tarih: 24 Haziran 2020. Alındığı Yer: United Nations | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 18:38:00 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8933
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in Our World In Data. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.