Neden hatalı olsun? Bu tanımları biz yapıyoruz ve eğer tanım gereği Tanrı'nın "nedeni olmayan şey" olduğunu söylüyor ve bunu pekiştirmek için bir dizi sıfat ekliyorsak, o zaman elbette bir kişi Tanrı'nın "nedeni olmayan şey" olduğu iddiasını sorgulayabilir veya ispatlanmadığı için bunu reddetmeyi seçebilir. Tabii dümdüz bir reddiyenin pek bir anlamı yok, oradan nereye gidildiği ve ne tür bir felsefe inşa edildiği, bunun ne kadar tutarlı olduğu, vs. önemli ama bunlar ayrı bir tartışma konusu. "Tanrı'yı kim/ne yarattı?" veya onun edilgen versiyonu olan "Tanrı nasıl var oldu?" sorusu, İslam dini özelinde değil ama teolojik olarak elbette yöneltilebilir ve yöneltilmesi gereken bir soru.
Bunun saçma bir soru olduğu iddiası da bariz bir şekilde tartışmayı geçiştirme çabası bana kalırsa. Çünkü Tanrı, var oluşa yönelik bir hipotez. Bu hipoteze yönelik ihtiyaç, etrafımızda var olan şeylere bakıp, "Bizim yarattığımız şeylerin bir yaratıcısı var (biziz), dolayısıyla yaratılmış gibi gözüken her şeyin bizim gibi bir yaratıcısı olmalı." fikrine dayanıyor. Bu, bariz bir şekilde mantık hatası, zira Evren'deki her şeyi insan yaratmış olsaydı bile bu, insanın veya diğer yaratılmışların yaratıcısı olduğunu ispatlamakta kullanılamazdı (bu argümanda a priori safsatası, "Parça/Bütün Safsatası" veya "Aceleci Genelleme" bulunuyor: Bir şeyin yaratılmış olması, her şeyin yaratılmış olmasını gerektirmez veya garanti etmez.)
Dolayısıyla bu hipotez, "yaratılmışların yaratıcısı" olarak Tanrı kavramını ileri sürüyor (yani Tanrı'ya "yücelik", bir diğer deyişle "nedensiz neden" sıfatını veriyor). Güzel, bu elbette doğru olabilir. Doğada "Tanrı var olamaz." diye bir kural bulunmuyor. Ancak bu hipotezi geliştiren kişi, onun yaratıcısının veya yaratılma veya var olma ontolojisinin ne olduğunu izah etmek zorunda. Benzer şekilde, Evren'in kendisinin veya Evren'i mümkün kılan yasaların veya mesela matematiğin neden Tanrı gibi kendiliğinden ve ezelden beri var olamayacağını izah etmek zorunda.
Burada şunu anlamamız şart: Şeyler, sıfatlarını, biz onları o sıfatlarla tanımlıyoruz diye edinmezler. Şeylerin sıfatları vardır ve biz o sıfatları tespit ettikten sonra isimlendiririz. Mesela "su" örneğinden gidelim: Su, "su olduğu için" ıslak değil. Veya biz ona ıslaklık atfediyoruz diye ıslak değil. "Islaklık" ve "su"yu tanımladıktan sonra, suyun ıslak olup olmadığı, nelerin ıslak olabileceği veya suyun nasıl ıslandığını bilimsel olarak tartışabiliriz ve bir sonuca varabiliriz. Buradaki sorun linguistik (dilbilimsel) bir sorundur. Ama kritik nokta şu: Su, biz ona "ıslak" dedik diye ıslak olmaz. Suyun ıslak olduğunu düşünmemize neden olacak gerekçeler vardır ve bu gerekçelerin peşinden giderken, belli gerçeklere veya sıfatlara ulaşır ve onları nitelendiririz. Burada sorun, var olduğu kesin olarak ortaya konmamış bir şeyin sıfatlarını belirleme çabasına giriyor olmamız. Dolayısıyla su ile
Bir diğer kritik nokta şu: Şeylere özelliklerini veren başka şeyler var (atomlar, elementler, moleküler etkileşimler, vb. gibi). Sözcüklerin anlamlarında anlaştıktan sonra, bu diziyi geriye doğru takip edip (onun nedeni ne, bunun nedeni ne diye geriye gidip) "ilk neden" konusuna ulaşıyoruz. Orada da aynı sorun var: Yasalar, Tanrı gibi kendiliğinden ve ezelden beri var olabilir mi? Olamıyorlarsa, Tanrı nasıl var olabiliyor? Ve sadece Tanrı bu şekilde var olabiliyorsa, neden ekstra varsayımlar eklemek zorundayız? "Tanrı" adı verilen bir "şey" olsun, bu "şey", "nedensiz neden" olsun ve sonuç üretebildiğini bildiğimiz yasaları tetiklemiş/yaratmış olsun. Eğer derdimiz ilk nedeni açıklamak idiyse, bunu yaptığımız anda teolojik olarak "bitti gitti". Nedenlerin nedenini açıklamış olduk. Ama o noktadan sonra gelen yığınla mitoloji ve dini anlatı/kural neden gerekiyor (hele ki bunlar objektif olarak ispatlanmamış, ispatlanamayan ve hatta büyük oranda ispatlanamayacak argümanlarken)? O katmanlara ne gerek var? Mesela bu nedenlerin nedeninin bizden "beklentileri", bize "müdahale edip etmemesi", "ödül ve ceza konusu" ve daha trilyonlarca katman... İşte bu da teizm ile deizm ayrımının başladığı yer olarak tanımlanabilir ve bunun kavgası da asırlardır devam ediyor.
Bence burada çok ciddi bir bilişsel önyargıya düşüyoruz ve bu önyargının sebebi de bilgisizlik. Biçim verilmiş gibi gözüken şeylerin bilinçli bir şekilde yapılması gerektiğine yönelik bir sanrımız var. Atıyorum, peribacaları gibi sistemlerin sadece rüzgar ve jeolojik süreçler ile mümkün olduğu (veya yine atıyorum, karmaşık türlerin sadece evrimle ortaya çıkabildiği) örneğinin verilmesi, bu durumda rüzgar, jeoloji veya evrim ardında (yani yasaların ardında) bir bilinç olması gerektiğini ileri sürmemize neden oluyor; çünkü başka türlüsünü tahayyül bile edemiyoruz (tahayyül edilebilecekken). Yani biçimlendirilmiş olmanın bilinç/kudret ile ilişkisi olması gerektiğini en baştan varsayıp, bunun gerekçelendirmesini yapamadığımızda (yani sonradan) biçimlendirilmiş şeyler bulup, onların ardında bilinç arıyoruz ve baştaki varsayımımızı doğru ilan ediyoruz. Bu, döngüsel mantık safsatası.
Daha yalın bir hipotez, biçimlendirilmiş şeylerin kudret veya bilince ihtiyaç duymaksızın da biçimlenebileceklerini varsaymak, çünkü bunu her gün laboratuvarlarda ve doğada kendi gözlerimizle görüyoruz ama bilinçli yaratmayı bugüne kadar hiç gözlemedik, dolayısıyla "yaratılmışların yaratıcısı olmalıdır" şeklindeki bir varsayımla yola çıkmak zorunda kalıyoruz. Oradan da yasaların kudreti olabilir mi, doğa kendiliğinden bir şeyler yapabilir mi gibi tartışmalara geçiyoruz. Ama bunlar, daha temeli oturtmadan ileri sürülen ve dolayısıyla konuyu bulandıran tartışmalar. Hepsinin temelinde, Tanrı'nın nasıl var olduğu veya ne yöntemle ezelden beri var olabildiği, nasıl olup da bu niteliğin (diğer tanrısal sıfatlara ihtiyaç duymaksızın) başka "şey"lere transfer edilemeyeceğinin ve daha önemlisi, bu kudretin neden aynı zamanda bizimkisine benzer bir bilinç, arzu, istek, vb. unsurları içeren paket halinde gelmesi gerektiğinin açıklanmamış olması yatıyor. Bunu bugüne kadar tatmin edici bir şekilde yapabilen kimseye rastlamadım. Kişilerin kendileri birtakım ayrıntıyla donatılmış varsayımlar silsilesine başvurarak tatmin olabiliyor ama kitleleri ikna edecek kadar yalın, adım adım doğruluğu gösterilebilen bir argüman görebilmiş değilim.
Yani özetle sorun şu: Tanrı'nın var olması, ekstra çok sayıda varsayımlar katmanını beraberinde getiriyor (Tanrı'nın bilinci bizim gibi mi, Tanrı istemediği bir şeyi yapabilir mi ve bunun gibi, sadece teolojik olarak değil ama bilimsel olarak da ilginç ve önemli birçok soru). Bu katmanların gerçekliği ya gösterilemiyor, ya geçiştiriliyor, ya "sorunun yanlış olduğu" ileri sürülüyor (ki değil) ya da aklımızın ermeyeceği söyleniyor. Dolayısıyla dönüp dolaşıp gelinen yer, "O Tanrı olduğu için öyle." diyerek, dilbilimsel/tanımsal nedenlerle işin içinden çıkmak.
Bu arada şunu da söyleyeyim: Dindar insanlar Tanrı'nın nedensiz ve yaratıcısız bir şekilde var olduğunu ispatlamak zorunda değiller. Çünkü dindar kişiler, zaten iman ettiklerini kabul ediyorlar. Tartışma bu noktada bitti zaten, neyi tartışıyoruz? Ama sorun, bu imanı başkalarına veya bilim gibi araçlara dayattığımızda çıkıyor. Yani yöntem uyumsuzluğu olan durumlarda sıkıntı yaşıyoruz. İman-tipi inançlar, yukarıda anlattığım gibi iman-tipi olmayan inançlar (mesela bilimsel hipotezlerin doğruluğuna yönelik umudumuz, inancımız) gibi ispata ihtiyaç duymuyorlar ve onlarda ispat, kanıt, vs. aranmıyor. Veya iman eden birinin veri ışığında fikir değiştirmesi beklenmiyor mesela. Ben Dünya'da bir gün iyiliğin kazanacağına iman ettiysem, gidip de kötülükleri görüp bu imanım konusunda fikrimi değiştirmem, zaten o zaman iman olmazdı bu. Dolayısıyla bu kadar taban tabana zıt yöntemlere sahip bilgi türleri çatıştığında (veya çatıştırıldığında), sıkıntı doğuyor. Yoksa Tanrı gibi bir güce inanan birinin gidip de o gücü ispatlamak zorunda hissetmesi aslında komik ve tuhaf. Eğer ispatlanabilir olsaydı, iman etmeye gerek olmazdı, zaten herkes basitçe inanırdı (veya inanmayanların inançsızlığının yanlışlığı objektif olarak gösterilebilirdi).
Sonuç olarak Tanrı'nın yaratılmamışlığı iddiası, şu anda yapılabilenden çok daha sağlam bir şekilde gerekçelendirme zorunluluğu bulunan, çok kritik ve henüz cevaplanmamış bir soru. Zaten görebildiğim kadarıyla din felsefesinde de tartışmanın ilerleyebilmesi adına "Tanrı'nın yaratılamış yaratıcı, nedensiz neden olduğunu varsayalım." diyerek bir tanım yaptıktan sonra yola çıkılıyor, yoksa bu ispatlanmış bir gerçek veya tartışılamayacak bir kanun değil (teolojinin temel varsayımlarından biri olarak görülebilir yani). Bu bakımdan, hiç de lanse edildiği gibi "gereksiz", "saçma" veya "hatalı" bir soru değil. Tabii bu probleme bugüne kadar düzgün bir cevap üretilememiş olması ve sık sık gündeme gelmesi savunucularında bıkkınlık yaratıyor ve dolayısıyla soru, bu sıfatlarla (mesela "saçma" veya "hatalı" denerek) eleştirilip geçiştiriliyor. Tabii bu laçkalaşmada ateistlerin bu argümanı derinleştirmemesi, eğitimsiz ateistlerin bu argümanı saçma sapan ve çocukça şekillerde kullanması ve çoğu zaman din tartışmalarının bir münazara şeklinde değil de bir kuru gürültü şekilde yapılmasının da etkileri var.