Bu düşünce deneyi, akıllı tasarım isimli bir sahtebilim formunun sıklıkla başvurduğu bir örnektir. Akıllı tasarımın öncüsü konumundaki yaratılışçılık akımınca da bolca kullanılmıştır. Her iki akımın argümanları da, William Paley tarafından ileri sürülen Saat Argümanı'na dayanır ve bilimsel değil, teolojik (ve teleolojik) argümanlardır. Bunun modern bir versiyonu Hassas Ayar Argümanı'dır. Bir özeti ve güçlü bir eleştirisi buradan okunabilir. Ayrıca bu argümanın neden bilimsel olmadığının bir Amerikan mahkemesi karşısında ispatlanışını içeren şu belgeseli de izlemenizi tavsiye ederim.
Bu ön bilgiden sonra, konuya gelecek olursak: Hayır, doğada tasarım olduğuna dair bir iz yok; çünkü tasarıma ait olan her iz için, bir o kadar fena, ahlaki yargılarımızla aykırı düşecek kötülük, fenalık, ölüm, katliam, hata, eksiklik, problem, sorun, vs. var. Dahası, eldeki olumlu, güzel, harika, yapıcı, büyüleyici, vb. özellikleri de ele alacak olduğumuzda, bunlar için herhangi bir planlanmışlığa veya tasarıma ihtiyaç olduğunu görmüyoruz. Bunu anlattığım bir videoyu buradan izleyebilirsiniz.
Tüm bu iyilik ve kötülüklere, güzellik ve fenalıklara bütüncül olarak baktığımızda, natüralist açıklamaların eldeki veriye daha çok uyduğunu görüyoruz (Sean Carroll da, yukarıdaki linklerdeki videoda izleyebileceğiniz gibi bunu çok güzel bir şekilde anlatıyor).
Ama tabii ki doğadaki tüm sorunları ve kusurları görmezden gelirseniz veya onların da "Bize bir ders vermeye çalışan, bilerek konmuş hatalar; o hatalar olmasa güzellikleri nasıl anlardık?" (ya da Hristiyanlık'ta yaygın görülen "Tanrı gizemli şekillerde çalışır.") gibi ispatsız dayanakları ileri sürerseniz, sadece ve sadece doğanın/Evren'in hoşunuza giden taraflarına odaklanırsanız, tabii ki her türlü akımı/düşünceyi/inancı meşru ve makul kılmanız mümkün olabilir. Tabii bunu yaptığınızda, objektif tartışma zemini ve veriye/kanıta/gözleme dayalı münazara ihtimalini ortadan kaldırmış olursunuz. Çünkü elbette her şey mümkün olabilir; düşünsenize, belki de Tanrı şakacı bir çocuğun mizacına sahiptir ve tüm fosilleri öylesine, eğlencelik olsun diye yerleştirmiştir ve fosillerin aslında hiçbir anlamı veya değeri yoktur! Kim bilir? Ancak "Eldeki verilere en çok uyan açıklama nedir?", peşinde olmamız gereken budur. Bunu yaptığımızda, birçok bireysel inancın, modern bilimdeki genel natüralist algıya dikkate değer bir alternatif sunamadığını, bu çabaların her seferinde öznel yargıların nesnel gerçeklerin önüne geçirilmesiyle sonuçlandığını görüyoruz.
Düşünce deneyinize de değinecek olursak: Hayır. Pek tabii bir arabanın motor hacmi, geri kalan hiçbir şeye dokunmaksızın büyütülebilir. Benzin biraz yetersiz kalsa da pek tabii işlevini sürdürebilir. Hızlanmayı başarırsa pek tabii frenleri daha uzun sürede bile olsa durdurmaya yeter. Yani verdiğiniz örnekler abartılı; gerçeği yansıtmıyor. Değişimler belli başlı kayıplara neden olabilir olabilir (yükün artması sonucu torkun düşmesi gibi mesela); ancak önemli olan bu kötü tarafın varlığı değil, aracın içinde bulunduğu şartlar altında yeni formunun önceki formuna göre avantajlı olup olmadığıdır. Çünkü evrim, sizin de bahsettiğiniz gibi önceden planlanarak işleyen bir süreç değildir. Kadir'in de kendi cevabında anlattığı gibi, türlerin içinde çeşitlilik vardır: Bazı araçların motoları azıcık daha büyük, diğerlerininki azıcık daha küçüktür. Eğer çevre daha geniş motor hacmini avantajlı kılacak şekilde (ve öngörülemez bir biçimde) değişirse; daha iri hacimli araçlar daha çok yavru üretecek ve onların yavruları da kendileri gibi daha iri hacimli olacaktır. Böylece popülasyonda motor hacmi her nesilde birazcık, uzun vadede dikkate değer miktarda artmış olur. Bunu sadece motor hacmi için değil, yüz binlerce parametre için eş zamanlı olarak düşünecek olursanız, birkaç yüz nesil geçtikten sonra atasal arabadan çok farklı görünümlü ve nitelikte araçlara ulaşabilirsiniz. Bu araçların ne yönlerde evrimleşeceğini bir tasarım değil, kaotik bir şekilde değişen çevre ve bu çevre ile etkileşen "araç genleri/özellikleri" belirlemektedir.
Şunu da söylemek gerek: Bugüne kadar evrimleşmiş tüm türlerin %99'undan fazlasının soyu tükenmiştir. Başlı başına bu bile, yukarıdaki teolojik/teleolojik argümanlar için büyük bir sorun teşkil etmektedir. Halbuki natüralist açıklamalar bakımından son derece makuldür: Yok oluş, evrimsel süreç için sıradan bir gerçektir; hatta norm, yok oluştur. Bu büyük bir israftır; ancak öngörüsüz bir süreçte de bu tarz bir israfı ve plansızlığı görmeyi bekleriz. Doğada olan da aynen budur! Dolayısıyla sizin düşünce deneyinizin gerçeğe uygun versiyonunda ("araç popülasyonlarının" düşünüldüğü durumda), birçok aracın soy hattı tükenecektir; çünkü uyumsuz olacaklardır (gerçekten de araçların tasarımsal/memetik evrimini düşünecek olursanız, birçok araç tasarımının soyunun tükendiğini görürsünüz).
Hücre içi moleküler motorlara ve benzerlerine gelerek bitirelim: Evet, yaşam karmaşık bir sistemdir; çünkü milyarlarca yıllık fiziksel, yüz milyonlarca yıllık kimyasal evrimin sonucunda ortaya çıkmıştır. Daha basit yapılı formlar süreğen ve yeterince çeşitliliğe sahip olamadığı için "cansız" kalmışlardır - ki etrafımızdaki maddenin ezici çoğunluğunun cansız olması da tam da beklenen bir durumdur. Cansızlık, statik bir varlığa sahip olabilir; ancak kalıtsal niteliklerden yoksun olduğu için evrim geçirerek uyum sağlayamaz. Bu nedenle de karmaşıklaşmakta zorlanır ve biyolojik evrim örnekleri ile tam uyumlu olamaz. Bu nedenle cansız dünyadan (veya insan tasarımlarından) verilen evrim analojileri her zaman hatalı olacaktır; çünkü organik biyokimya (canlılığın yapısına katılan baskın kimya) ile inorganik kimya (arabalar, evler, uçaklar, fabrikalar, ressam çizimleri, iğneler, vb. ile ilgili olan biyokimya) çok farklıdır. Bunların inşa edebilecekleri yapılar bambaşkadır; fiziksel kuvvetlere verdikleri tepkiler bambaşkadır. Bu nedenle biri, diğerini doğurabilse de, bu doğum yaşanana kadar bu iki farklı kimyanın aynı sonuçları vermesi beklenemez. Birçok "tasarımcı" argümanın düştüğü en temel hatalardan sadece birisi de budur.
Tüm bunların tabii birçok detayı var; ancak genel bir özet geçmeye çalıştım (Kadir de güzel örneklemiş zaten). Uzun lafın kısası, evrimi büyük sıçramalar olarak değil, ufak değişimlerin uzun vadede birikimi olarak görmelisiniz (bir yazı ve bir video tavsiyesi daha).