"Altıncı his" olarak bilinen kavramı bilimsel olarak irdeleyebilmek için, öncelikle işlevsel bir "6. his" tanımı yapmamız gerekmektedir. Eğer bu sözcüğü "gelecekte olacakları öngörmek", "falcılık", "astroloji" gibi sahtebilimsel yaklaşımlarla ilişkili bir kavram olarak kullanıyorsak, en başından net bir şekilde söyleyebiliriz ki modern bilim ile ortaya konmuş veriler dahilinde böyle bir yeti bilimsel olarak tamamen geçersizdir.
Mistisizm ile ilgili sayısız bilimsel araştırma ve deneme yapıldı ve halen de süren araştırmalar ve halka açık mistik araştırma davetleri bulunuyor. Ancak bugüne kadar mistik güçleri olduğunu iddia eden insanlar içinde, bu mistik güçlerini deneysel koşullar altında ispatlayabilen tek bir insan dahi çıkmadı.
Öte yandan, alışageldiğimiz beş duyunun (görme, koklama, duyma, tatma, dokunma) yardımıyla, bariz olmayan uyaranları önceden tespit edebilmekten söz ediyorsanız, bunu bilimsel olarak incelemek mümkündür. Örneğin ıssız bir sokakta, takip edildiğimizi ya da arkamızda birinin olduğunu gerçekten de hissedebiliriz. Benzer şekilde, rüyalarımızda olan bir şeyi gerçek hayatta yaşayabiliriz.
Ayak sesi duymadan ve takip edildiğimize dair bir veri olmaksızın bunu nasıl yapabiliriz? Rüyalarımız nasıl gerçek olur? İşte bu noktada, bilim devreye girer.
Duyu Dışı Algılama
Arkamızdan geleni görmeyip, duymamamıza rağmen hissedebilmemizin birçok nedeni olabilir. Bu sebeplerden en güçlüsü, bizim "duymuyor", "görmüyor", "kokusunu almıyor" olmamızın, gerçekten duymadığımız, görmediğimiz veya kokusunu almadığı anlamına gelmediğidir. Bu tip bilinçsiz olarak algıladığımız duyuların toplamına (ve hatta "mistik güç" olarak lanse edilmeye çalışılan diğer algılara da), bilimsel analizlerde, Duyu Dışı Algı (Extrasensory Perception) adı veriliyor.
Çoğu bilim insanı, böyle bir duyu tipi olduğunu kabul etmiyor (Amerikan Ulusal Bilim Akademisi'nin %96'sı bu tip duyuların varlığını reddediyor). Çünkü bu terimi kullananların çoğu, duyu organlarının bu süreçte rolü olmadığını, beynin mistik bir şekilde etrafını algıladığını ileri sürüyor. Ancak buna yönelik çalışmalar bunu destekleyebilecek hiçbir veri üretebilmiş değil. Dolayısıyla konu bilimin sınırlarından çıkıp, sahtebilimin alanı haline geliyor. Bu kavramı kullananlar içgörü, telepati, psikometri, kahinlik, vb. sahtebilim alanlarını bilimselmiş gibi pazarlamaya çalıyor.
Ancak bu kavramı normal şekilde duyu organlarımız aracılığıyla ama farkında olmadan algıladığımız olgular için kullanmak da mümkün! İşte bazı psikologlar ısrarla bu alanda çalışmalarını sürdürüyorlar ve bunu yaparken doğru olmasını arzuladıkları şeylere inanmak yerine, alışageldiğimiz beş duyu haricinde duyularımız varsa bunları ortaya çıkarmaya veya sıra dışı olguları nasıl hissedebildiğimizi beş duyumuzu kullanarak anlamaya çalışıyorlar. Gerçeklere de ancak bu çalışmalarla ulaşabiliyoruz.
Gerçekten de, bu konular üzerine eğilen araştırmacılardan bazıları, farkında olmadan algıladığımız uyaranlar hakkında son derece güvenilir araştırmalar yapıyorlar ve üst düzey bilim dergilerinde makaleler dahi yayınlayabiliyorlar. Biz de, bilimsel şüphecilik dahilinde analizinin yapılmasını faydalı görüyoruz. Zaten bu araştırmalara bakıldığında, bu tip algıların tamamen bilimsel kökenleri olduğu görülmektedir. Şimdi, bunlara bir göz atalım.
Sıra Dışı Olguları Nasıl Hissediyoruz?
Takip Edildiğimizi Nasıl Hissediyoruz?
Issız bir sokakta arkamızdan gelen birini hissedebilmemizi (ya da benzer şekilde, saatin 15:23 olduğunu düşünüp, baktığımızda gerçekten de öyle olduğunu görmemizi), ESP ve benzeri araştırmaların sonuçlarıyla, tamamen bilimsel olarak açıklamamız mümkündür.
Sokak örneğini ele alalım. Arkamızda gerçekten biri varsa, ayaklarından çıkan çok düşük şiddetli sesler, bilincimizde algılanamayabilir; ancak kontrolümüz dışında olan bilinçaltımız tarafından fark edilebilir. İşte buna, duyusal sızıntı (sensory leakage) adı verilir. Bu sızan uyartılar, beynimizde işlenebilir ve içgüdüsel olarak korku hissini tetikleyebilir.
Bir diğer nokta, deri reseptörlerimizin bazılarının, görsel reseptörlerle evrimsel olarak son derece yakın olmasıdır. Farkında olmasak da ve tam olarak mekanizması henüz aydınlatılmamış olsa da, derimiz esasında bir miktar ışığa da tepki veriyor olabilir. Bu, beynimize, gözümüz haricinde başka noktalarımızdan da çok sınırlı da olsa görsel verinin ulaşması anlamına gelebilir.
Benzer şekilde, çok kısıtlı düzeyde de olsa, vücudumuzla algıladğımız ancak bilinçli olarak fark edemediğimiz sese bağlı titreşimler, algılayamadığımız sesleri istemsiz olarak duymamızı sağlıyor olabilir. Yani sese bağlı olarak oluşan ufak titreşimler, vücudumuzda ve ses duyu organlarımızda titreşimlere neden olarak bilinç altı bir algı doğurabilir. Bu konuda da araştırmalar sürmektedir.
Bir diğer nokta da feromonlar ve genel olarak koku duyumuzdur. Feromonlar, çeşitli durumlar karşısında hayvanların vücudundan salgılanan vücut dışı hormonlardır. Bu kimyasallar, havada yol kat ederek diğer bireyler tarafından algılanabilir. Feromon salgısı, insanda oldukça azalmış ve körelmiş bir yapıdır. Oldukça körelmiş olan koklama (burun) ve feromon duyu organlarımız (Jacobsen organı ya da Vomeronasal organ), bilinçaltı düzeyde bizim fark etmediğimiz bazı işlemleri yürütebilir. Bu yüzden, arkamızdaki bireyin kokusu ya da salgıladığı feromonlar bizi uyarabilir.
Bu konuyla ilgili son bir nokta ise, ışığın yansımasıdır. Normalde, biz bunu "gölgeler" olarak niteleyebiliriz, ancak bu, makro büyüklükte olan bir yansımadır. Öte yandan, arkamızdaki cisimlerin, önümüzdeki cisimlerden yansıyan görüntüleri, bariz görüntüler olmasa da, beynimiz tarafından bir miktar algılanıyor olabilir. Dolayısıyla, arkamızdaki bireyden çıkıp, önümüzdeki bir nesneden yansıyarak gözümüze ulaşan fotonlar, beynimizde silik de olsa bazı algıların oluşmasını sağlayabilir ve bu, his oluşumuna neden olabilir. Deri hücrelerimizin mor ötesi ışınları görebildiğine dairse oldukça güçlü veriler bulunuyor. Bu "görme", tam olarak düşündüğümüz gibi olmasa da, konumuzla ilişkili olabilir.
Saati Nasıl Biliyoruz?
Saat konusunda da benzer durumlar oluşabilir. Hele ki bahsettiğimiz saat bir kol saatiyse, çok daha farklı bir açıklama doğabilir. Görüş alanımız içerisindeki cisimlere bilinçli olarak odaklanmasak da, onlarla ilgili verileri beynimiz değerlendirebilir. Dolayısıyla, birkaç saniye önce, beynimiz, istemsiz olarak saatimizi okumuş olabilir. Bizse, bir "tahminde bulunduğumuzu" sanabiliriz. Sonrasında ise saate baktığımızda, tahminimizi gördüğümüzü sanabiliriz. İşte bu, çok sık karşılaşılan bir dikkat olgusudur ve bu tip "mistik" veya "psişik" konuların ardında genelde payı bulunmaktadır.
Rüyalarımız Nasıl Gerçek Çıkıyor?
Rüyaların evrimleşmesinin en temel nedenlerinden birinin, bir durum ile karşılaşmadan, o duruma dair deneyim elde edebilmeyi mümkün kılması olduğu düşünülmektedir. Yani rüyalar adeta bir "simülasyon" gibidir ve bizi gerçek yaşantıdaki çeşitli senaryolara hazırlarlar. Bu senaryolar, halihazırda ve gerçek yaşamda deneyimlediğimiz olgu ve deneyimlerin farklı kombinasyonlarının uyku sırasında tekrardan görülmesidir. Bu konuda kapsamlı bir yazımızı buradan okuyabilirsiniz. Dolayısıyla rüyaların bir kısmının gerçek hayatta da deneyimlenmesi son derece olasıdır; zaten rüyaların evrimsel avantajı muhtemelen tam olarak budur!
Ortak Suçlu: Algıda Seçicilik
Buraya kadar anlattıklarımız, "6. his" gibi hislerin bilimsel analizleridir. Ancak beklenmedik şeyleri tahmin etmek veya öngörmek konusunda çok daha temel ve yalın bir açıklama daha mevcuttur: Deneyimleyen önyargısı.
Bir düşünün: Kaç defa takip edildiğinizi sandığınızda aslında takip edilmiyordunuz? Kaç defa saati tahmin etmeye çalışıp da beceremediniz? Bugüne kadar tutmayan kaç tane rüya gördünüz? Bunların her birinin sayısı, isabetli olanlara göre kat kat fazla olacaktır. Belki ömrünüz boyunca onlarca defa takip edildiğinizi hissettiniz; ancak kimse sizi takip etmiyordu. Ömrünüz boyunca yüzlerce, binlerce defa saati tahmin etmeye çalıştınız ama neredeyse hiçbiri doğru değildi. Her gün 4-7 adet rüya görüyorsunuz, bunların neredeyse hiçbiri tutmadı.
Ancak bunlardan 1 tanesi bile tuttuğunda, çok sıra dışı bir şey deneyimlediğinizi düşünüyorsunuz; çünkü beklenmedik bir tesadüf gerçekleşmiş oluyor. Fakat tesadüfler zaten böyle çalışır. Düşük olasılıklı bir olay, yeterince uzun süre tekrar edilirse nihayetinde yaşanacaktır. O tesadüfün gerçekleşmediği her deneme, ilginizi çekmeyecek bir denemedir, çünkü kendinize şunu dersiniz: "Ne bekliyordun ki?" Ancak bir veya birkaç kere tuttuğunda, bu ilginç olay dikkatinizi çeker ve üzerine odaklanırsınız; sanki gerçekte olduğundan daha sık yaşanıyormuş gibi hissedersiniz. Bu da sizi yanılgıya iter; sıradan bir tesadüfe anlamlar yüklemeye başlarsınız. İşte bir çeşit algıda seçicilik türü olan bu olguya katılımcı önyargısı ya da deneyimleyen önyargısı deriz. Bunu Forer-Barnum Etkisi ile ilgili yazımızda da anlatmıştık.
Sonuç
Unutmamak gerekir bu konulardaki araştırmalar halen devam etmektedir ve son hallerini almamışlardır. Bu araştırmaların kesin sonuçları için daha çok fazla inceleme gerekmektedir. Ancak ne olursa olsun, şimdiye kadar bilimin ulaştığı yerler ve geçmişte bu yerlerle ilgili insanların yaptıkları açıklamalar göz önüne alındığında, her zaman ve istisnasız olarak olduğu gibi, 6. his gibi konularda da tamamen bilimsel açıklamaların bulunacağı rahatlıkla iddia edilebilir. Yapılması gereken daha fazla araştırmak, sorgulamak, okumak ve her bilgiyi mantık süzgecinden geçirmektir.
Gerçeklere, sadece bilimle ulaşabiliriz.
397 görüntülenme
Kaynaklar
-
Yazar Yok. Evrim Ağacı. (8 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 8 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı