Rosenhan Deneyi Nedir? Psikoloji ve Psikiyatri, Akıl Hastası Olanla Olmayanı Ayırt Edebilir mi?
David Rosenhan'ın "Delilerin Arasında Akıllı Olmak" Başlıklı Science Makalesi, Psikoloji ve Psikiyatride Neleri Değiştirdi?
Rosenhan Deneyi, akıl hastası olduğuna inanılan kişilere konan psikiyatrik tanıların geçerli teşhisler olup olmadığını incelemek için yapılmış bir deneydir. Araştırma, Stanford Üniversitesi'nden psikolog David L. Rosenhan tarafından 1969-1972 yılları arasında yapılmıştır. Araştırmanın sonuçları, dünyanın en prestijli bilim dergilerinden biri olan Science'ta 19 Ocak 1973'te, Delilerin Arasında Akıllı Olmak (İng: On Being Sane In Insane Places) başlıklı bir makaleyle ilan edilmiştir. Rosenhan, bu makalesinde, akıl hastalıklarını ayırt edebilecek yöntemlere sahip olup olmadığımız konusunu psikoloji dünyasının merkezine taşıyarak, içerisine bilimi, sosyolojiyi ve etik kavramını alan derin tartışmalara neden olmuştur. Bu makalemizde, Rosenhan Deneyi, ortaya koyduğu problemler, bu problemlere yönelik çözümler ve Rosenhan Deneyi'ne yönelik eleştirilere bir bakış atacağız.
Delilerin Arasında Akıllı Olmak: Rosenhan Deneyi Nedir?
1969 yılında, Amerika'daki bir akıl hastanesinin kapısı çalındı. Kapıdaki kişi, ürkek ve bitkin bi' şekilde, kafasının içinde sesler duyduğunu, bu seslerin "boşluk" ve "oyuk" gibi sözcükleri tekrar ettiğini ve "güm" gibi sesler çıkardığını söyledi. Kısa bir incelemeden geçirilen kişi, akıl hastası olduğu gerekçesiyle hastaneye yatırıldı. Ancak yatış işlemlerinin tamamlanmasından kısa bir süre sonra, hasta, seslerin tamamen kaybolduğunu ve artık kendini çok daha iyi hissettiğini söylemeye başladı. Hastane görevlileri bu beyanı ciddiye almadılar; çünkü bir hastanın bu kadar kısa sürede iyileşmiş olması mümkün değildi. Dolayısıyla gerçekte hiçbir akıl hastalığı olmayan bu kişiyi, hastanede tutmaya ve ona ilaçlar vermeye devam ettiler. Tam 3 hafta boyunca!
Bu kişinin "gerçekte hiçbir hastalığı olmadığını" nasıl bilebiliyoruz? Çünkü o kişi, Stanford Üniversitesi psikoloji profesörü David Rosenhan'dı. O kapıyı çalmasının nedeniyse, yürütmekte olduğu bir deneydi: Kendisiyle birlikte 7 diğer arkadaşını, "sahte hastalar" (İng: "pseudopatient") olarak eğitmişti. Bunları Amerika genelindeki 5 eyaletteki farklı akıl hastanelerine göndererek, onlardan kendisinin yaptığı şeyi yapmasını istemişti. Hastaneye gideceklerdi, sesler duyduklarını söyleyeceklerdi ve eğer hastaneye yatışları yapılırsa, kısa bir süre içinde tüm semptomlarının geçtiğini söyleyip, normal davranacaklardı. Bu sırada da profesyonel psikolog ve psikiyatristlerin durumu nasıl değerlendirdiğini gözleyeceklerdi.
3 kadın 5 erkekten oluşan, aralarında 3 psikolog, 1 çocuk doktoru, 1 psikiyatr, 1 psikoloji öğrencisi, 1 ressam ve 1 ev hanımı bulunan bu 8 kafadar, bu şekilde toplamda 5 eyalete yayılmış 12 akıl hastanesine yatıp çıktılar. Grup içerisinde önceden zihinsel hastalık teşhisi konmuş kimse yoktu. Ekip üyeleri farklı hastanelere kabul çalışırken gerçek isim ve mesleklerini gizli tutmuşlardır.
Bu grup içerisinden en kısa sürede taburcu edilen "sahte-hasta" 7 gün, en uzun süre hastanede tutulansa 52 gün boyunca, hiçbir semptom göstermemesine ve hasta olduğunu inkar etmesine rağmen, akıl hastanesinde tutuldu. Üstelik bu hastaneler, özellikle umursamaz bakıcıların olduğu yerler olarak seçilmemişti; en azından hepsi böyle yerler değildi. Örneğin hastanelerin bir kısmı üst düzey şehir hastaneleriydi, 1 tanesiyse alanındaki en pahalı özel hastanelerden biriydi. Bu hastanelerde, 8 sahte-hastanın 7'sine şizofreni, sonuncusunaysa manik-depresif psikoz (yani bugünkü adıyla bipolar bozukluk) tanısı kondu. Ama kritik nokta şu: Uzmanların 1 tanesi bile, bu hastalardan 1'ini bile "sahtekar" olarak teşhis edemedi.
Ama bunların sahtekarlık yaptığını fark eden birileri vardı: Hastanedeki diğer akıl hastaları! Ama bunların sahtekarlık yaptığını fark eden birileri vardı: Hastanedeki diğer akıl hastaları! Bu 8 kişinin etkileşime geçtiği toplamdaki 118 akıl hastasından tam 35 tanesi, bu kişilerin gerçekte hasta olmadığını, ya sahtekarlık yaptıklarını ya da hastaneyi denetlemeye gelen gizli görevliler olduklarını söylediler. Gerçek hastalar, sahte hastaların etrafı incelediklerini, not tuttuklarını, kendilerine hastane hakkında soru sorduklarını görünce onların gerçekten hasta olmadıklarını söyleyip, gazeteci veya araştırmacı olmakla itham ettiler. Üstelik bunlar, hastabakıcı ve diğer personellerin gözü önünde olmasına rağmen görevlilerin yeterince dikkatini çekmedi. Hatta bir keresinde görevli hemşire, sahte hastalardan birinin aldığı detaylı notları, "Hasta yazı yazmakla meşgul." diyerek umursamamıştı. Yani uzmanların tespit edemediğini, hastalar tespit edebilmişti.
8 hasta, toplamda 129 gün boyunca hastanede kaldılar ve bu süreçte kendilerine 2100 adet ilaç verildi. Bu ilaçlar arasında Elavil gibi antidepresyon, Stelazine gibi antipsikoz, Compazine gibi mide bulantısı ve Thorazine gibi duygudurum bozukluğu ilaçları da bulunuyordu. Hastalık sözde aynı hastalıktı, belirtiler sözde aynı belirtilerdi; ama verilen ilaçlar arasında dağlar kadar fark vardı. Tabii ki "sahte-hastalar" bu ilaçları içmediler ve gizlice tuvalete döktüler. İlginç bir şekilde, hastane görevlilerinin hiçbiri, hastaların ilaçlarını almadığını ve tuvalete döktüğünü fark etmedi.
Daha da fenası, bu süre zarfında gözlemciler, hasta bakıcıların hastalara küfrettiğini ve hatta onları dövdüklerini gördüler. Personel, hastaları kimi zaman sözlü ve hatta fiziksel olarak taciz ediyordu. Hastalara yönelik hiçbir mahremiyet anlayışı yoktu. Hastalar, elbise değişirken veya tuvaletteyken hiçbir geçerli neden yokken izlenebiliyorlardı. Sahte-hastaların gözlemlerine göre bazı hastanelerde hastalar, personel gözünde sıradan bir obje yerine konuluyordu. Hastanın yanında o yokmuş gibi davranılıyordu; bazı personel hastaların önünde iç çamaşırlarını bile değiştirmekten geri durmuyordu. İlerleyen süreçlerde deney, katılımcılarında kendini değersiz hissetme hali ortaya çıkmıştır.
- Yaşam Sancısı: İnsanlar Kendilerine Neden Zarar Veriyorlar? Kendine Zarar Verme Davranışını Nasıl Önleyebiliriz?
- Kadına Şiddeti Durdurun! Şiddete Bağlı Travma Sonrası Stres Bozukluğu: Neler Yapmalı?
- Alkol Bağımlılığı Sendromu Nedir? Alkol Tüketiminin Bağımlılığa Dönüştüğünü Erkenden Fark Edebilmek İçin Nelere Dikkat Etmek Gerekir?
Deneye katılan sahte-hastaların en çok dikkat çektiği nokta, hastalar ile görevli personelin birbirinden ileri derece yalıtılmasıydı. Görevlilerin kendilerine ait hastaların ve refakatçilerin girmesinin yasak olduğu "kafes" adını verdikleri odalar haricinde geçirdikleri zaman, mesailerinin ortalama sadece %11'ine denk düşüyordu. Üstelik bu oran içine çamaşırları katlama, traş olan hastaları izleme, temizliği yönlendirme gibi faaliyetlerde dahildi.
Doktorların ve psikolog, asistan gibi diğer akademik uzmanların ise hastalara görünme süresi bundan daha düşüktü. Kısacası hastaların gelişimi yeterince takip edilmiyordu. Yani hastabakım da yok denecek kadar azdı: Sahte-hastaların uzmanlar tarafından tedavi edilme ortalaması günde sadece 7 dakikaydı - ki o süreye, işte hastaneye yatış görüşmeleri, hastane kanadında yapılan ve bütün hastaların katıldığı toplantılar, vaka tanıtım konferansları ve taburcu edilmeden önce yapılan grup seansları da dahildi; yani hepsi teke tek görüşme süresi değildi.
Rosenhan'a göre tüm bunlar, hastanın oraya yatmadan önce verdiği yazılı taahhütler ve ileride oluşacak herhangi bir hukuki teşebbüste, kişilerin "hasta" olmasından ötürü yasalar önünde ve toplum nezdinde "güvenilmez" bulunmasından ileri geliyordu. Yani personelin korkmasını ve doğru olanı yapması için gerekli hiçbir teşvik yoktu.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Aslında deneyin esas yapılma nedeni, çok çabuk etiketlenmeye sebebiyet verecek zihinsel hastalık durumlarında teşhisin nasıl yapıldığı konusuydu. Rosenhan, zihinsel hastalıklara konan geleneksel teşhis yöntemlerini eleştirmiştir. Kimi zaman uzmanların yeterli belirtiler görmese bile kişiye akıl hastalığı teşhisi koyduklarını söylemiştir. Bunun sebebinin ise geleneksel kriterlerin yetersiz olmasından ötürü uzmanların Tip-1 hataya meyilli olmasından kaynaklandığını belirtmiştir. Yani bulgular bir hastalığı desteklemese bile, psikologlar/psikiyatristler hastalık teşhisi koymaya meyillidir.
Tahmin edilebileceği gibi bu çalışmanın sonuçları 1973 yılında Science dergisinde yayınlandığında, bilim camiasına bir bomba gibi düştü. Verilen en yaygın tepki, inkârdı. Birçok kişi deneyde anlatılanların abartı olduğunu söyledi, bazıları David Rosenhan'in kişiliğine saldırdı.
Ama bir araştırma ve eğitim hastanesi, Rosenhan'a meydan okumayı seçti: Sonraki 3 ay içinde kendi hastanelerine göndereceği sahte-hastaları kolaylıkla teşhis edebileceklerini iddia ettiler. Rosenhal, bu meydan okumayı kabul etti. Bunun üzerine hastane, sonraki 3 ayda kendilerine gelen 193 hastadan 41'inin kesin bir şekilde sahte-hasta olduğunu, ek olarak 42 diğer kişidense şüphelendiklerini ilan etti. Rosenhan'in buna cevabı, bilim tarihinin gördüğü belki de en muhteşem "trollüğüydü": Rosenhan, o 3 ayda hastaneye hiçbir sahte-hasta göndermediğini söyledi.
Bu durum, teşhis kriterlerini ve hastaneye zorla yatırma meselesinin ne kadar etik olduğunu bir kez daha gündeme getirdi.
Akıl Hastalıklarını Nasıl Teşhis Ediyoruz?
"Normal" vs. "Anormal" Bireyler
"Normal olanın" nerede bitip, hastalığın nerede başladığı sorusu, sağlık bilimleri için çok temel ve hayati bir sorudur. Tıpta kimi zaman bu sorunun yanıtını görece kolay bir şekilde vermek mümkündür: Örneğin Dünya'daki tüm insanların boy dağılımını çıkaracak olsak, şu tür bir çan eğrisi dağılımı görürdük:
İnsanların %68'i, insanlığın boy ortalamasının etrafındaki 1 standart sapma bölgesinde bulunurdu; yani şu anda bu yazıyı okuyan her 10 erkekten 7'si 171 ila 186 santim arasında olacaktır. %95'i, 2 standart sapma aralığında, yani 163 ila 194 santim arasında olacaktır. %99.7'siyse 3 standart sapma aralığında bulunacaktır - ki bu, neredeyse grafiğin tamamına karşılık gelmektedir:
İşte bu şekilde düzgün dağılan özelliklerde, 3 standart sapmanın içinde kalanlara "normal", ötesinde kalanlara "anormal" denmektedir. Gerçekten de "cüce" sayılabilmek için de "dev" sayılabilmek için de bu 3 standart sapmanın dışında kalmanız, yani kabaca 147 santimden kısa veya 220 santimden uzun olmanız gerekmektedir. Kadınlarda bu aralık 13-14 santim daha düşüktür.
Tabii ki bu, tamamen keyfi olarak belirlenmiş bir aralıktır. Yani 2 standart sapma içinde kalanları da "normal" alabilirdik; ama bu durumda toplumun çok daha büyük bir kısmı "anormal" olurdu ve gerçekte herhangi bir problemi bulunmayan kişiler de "hasta"ymış gibi muamele görebilirdi. Keza, 4 veya 5 standart sapmaya kadar olan bölgeyi "normal" kabul edebilirdik; o durumda da çok daha az sayıda kişi "anormal" olurdu ve bazı hastalıkları ve problemleri teşhis edemeyebilirdik. Dolayısıyla 3 standart sapma veya kabaca %0.3'lük dilime "anormal" demek, tarihsel olarak "makul" görülmektedir.
Ne yazık ki bu yaklaşımda büyük bir sorun vardır: Her insan özelliği böyle düzgün bir dağılım göstermemektedir. Daha fenası, her insan özelliğini böyle boyu ölçer gibi ölçüp de basit bir şekilde grafiğe dökmek çok zordur; özellikle de söz konusu olan şey, zihin gibi daha soyut bir konuysa... Örneğin bir insanın üzgünlük seviyesini nasıl ölçersiniz? Huzur seviyesini?
İşte akıl hastalıklarıyla ilgili sorun da işte tam burada başlamaktadır: Eğer bir insanın hangi noktada "üzgün", hangi noktada "depresyonda" olduğunu belirleyemezsek, Rosenhan Deneyi'nin gösterdiği problemler de kaçınılmaz olacaktır.
Psikiyatrinin Evrimi
Bu noktada, 1960'lardan beri akıl hastalıklarına yaklaşımın nasıl değiştiğine bakmamız önemlidir; çünkü psikoloji ve psikiyatri özellikle de son 100-150 yılda fersah fersah ilerlemiştir, bu nedenle sadece 10 yıl farkla yapılacak kıyaslamalar bile adil olmayabilir.
Modern psikolojide akıl hastalığı (veya modern tabiriyle "zihinsel bozukluk"), insanlarda dikkate değer miktarda sıkıntıya ve günlük faaliyetlerinde bozulmaya veya aksamaya neden olan duygu, düşünce ve/veya davranışların varlığı olarak tanımlanmaktadır. Bu, çok keskin bir tanım değildir; sonuçta bir akrabanızın ölümüne üzüldüğünüzde de günlük faaliyetleriniz bozulabilir veya aksayabilir - ki eğer bu sizi rahatsız ediyorsa, o ölüm sizde zihinsel bir sorun yaratacak düzeyde iz bırakmış olabilir. Yani "Bana bir şey olmaz." diye düşünmemelisiniz; bazen hiç beklemediğiniz olaylar, zihin sağlığınızı bozabilir. Fakat bu tür kısa dönem vakalar haricinde, genelde bir rahatsızlığın "akıl hastalığı" düzeyine ulaşabilmesi için, o sorunun ısrarcı olması; yani kolay kolay geçmemesi - veya nükseden bir doğaya sahip olması, yani tekrar tekrar yaşanması gerekmektedir.
Bu da yetmez: Günümüzde Amerikan Psikiyatri Derneği tarafından çıkarılan Zihinsel Bozuklukların Tanısal ve İstatistiki El Kitabı (ya da kısaca DSM) gibi veya Dünya Sağlık Örgütü tarafından çıkarılan Hastalıkların Uluslararası Sınıflaması (ya da kısaca ICD) gibi kataloglar bulunmaktadır. Bunlar, hastalıkların ne tür semptomlara ve alt başlıklara sahip olabileceğini anlatan kalın kitaplardır.
- Dış Sitelerde Paylaş
Bu tür bir standardizasyon arayışında olma nedenimiz, keyfî tanı konmasına engel olmaktır. Çünkü sağlık hizmetlerinin güvenilir olabilmesi için, belli bir tutarlılık olması gerekmektedir; hastalar hangi kuruma giderlerse gitsinler aynı tanıyı ve tedaviyi alabilmelidirler. Bu, tabii ki söylendiği kadar kolay bir iş değildir; çünkü tıp, bir bilim olduğu kadar, bir sanattır da... Bu noktayı biraz açalım.
Bir Bilim ve Sanat Olarak Tıp
MRI gibi cihazlar ve kan değerlerini hassas bir şekilde ölçebilmemizi sağlayan teknolojiler her ne kadar işin bilim tarafını kat kat güçlendirmiş olsa da, en nihayetinde hastayı ve semptomları doğru okumayı, ona en uygun olabilecek tedaviyi tespit etmeyi, tedavi süresince çıkabilecek ve kimi durumda daha önceden hiç duyulmamış veya raporlanmamış olabilen vakaları en etkili şekilde çözebilmeyi gerektirmektedir. Hastanız, bilmediğiniz bir nedenle ölümle mücadele ederken, yüzlerce denek bulup da onları farklı gruplara ayırıp da bir kısmına plasebo uygulayıp da kontrollü bir deney yapıp sonuçları analiz yapamazsınız; yani bilimsel metot her zaman yardımınıza yetişemeyebilir. Eldeki bilgilerle en doğru kararları vermeniz gerekiyor. Bu, tıbbın "uzmanlık" veya "zanaat" tarafıdır. Biraz da bu nedenle tıpta, hem hekimlerin hem de hastaların gerekli gördüklerinde başka hekimlerin görüşünü almaları çok önemlidir.
Yine de belli bir standardizasyonu tutturma ve hastalıkları, semptomları, tedavileri kategorize etme çabası, tıbbın, psikyatrinin ve psikolojinin bilimsel doğasına işaret etmektedir. Modern tıp, gücünü akademik çalışmalardan, vaka raporlarından, kontrollü deneylerden almaktadır. Eğer bugün hastaneye gittiğinizde doktorlar kanınızı sülüklerle emerek veya içinize kaçtığına inanılan şeytanları dumanla kovmaya çalışarak tedavi etmiyorlarsa, bunu bilimin zorlu ama kararlı adımlarına borçluyuz.
Evet, daha gidilecek yol çok, tıpta halen ayrımcılık, veri eksikliği, sosyoekonomik eşitsizlik gibi çok sorun mevcuttur; ancak çok da yol geldiğimiz anlaşılmalıdır. Bu yolu kat etmemizdeki önemli kilometretaşları, yol boyunca yapılan hatalardı. Örneğin daha önceden detaylarını anlattığımız Thalidomide Faciası'nın çok daha berbat boyutlara ulaşmamasını, ondan önce gelen hatalardan öğrendiklerimiz ve yerleştirdiğimiz protokollere borçluyuz.
Tüm bu nedenlerle, Rosenhan Deneyi gibi çalışmaların olması bilim için bir ayıp değildir; tam tersine, bilimin kendini kandırmama ilkesiyle tamamen örtüşmektedir: En iyi olana ulaşmak istediğimiz konusunda samimiysek, her türlü eksik veya hatayı çözmekle mükellefiz.
Rosenhan Deneyi'ne Yönelik Eleştiriler
Sorun şu ki Rosenhan Deneyi, aslında başta anlattığımız kadar büyük ve şoke edici sonuçlar vermemiş de olabilir. Bu kısımda, deneye yönelik bazı eleştirilere yer vereceğiz.
Susannah Cahalan, 2019 yılında yayınlanan Büyük Taklitçi, yani Great Pretender isimli kitabınında, 2012 yılında ölen David Rosenhan'ın o meşhur 7 sahte-hastasının kim olduğunu araştırmıştır. Amacı, onlarla röportaj yaparak deneyin arka planını ortaya çıkarmaktı; çünkü bu tür büyük psikoloji deneylerinde, deney sonuçlarını doğrulayabilmek için metodolojinin çok net bir şekilde ortaya konması gerekmektedir. Akademik makalelerde bu metotlardan çok yüzeysel bahsedilebilmektedir ve dolayısıyla potansiyel abartılar veya yanlışlar gizlenebilmektedir. Bu tür bir sorunu, Stanford Hapishane Deneyi'nde de görmüştük.
Cahalan, Rosenhan'dan kalan, deneye ait belgelere ulaşıyor ve hepsini incelemiştir. Bulguları, epey rahatsız ediciydi: Görünen o ki Rosenhan, zaten önceden belirlediği sonuçları destekleyebilmek adına epey bir veri kırpmıştı. Örneğin Cahalan, deneye ait bütün kayıtları incelemiş olmasına rağmen, eldeki verilerden yola çıkarak baştaki 8 sahte-hastadan sadece 2 tanesinin kimliğini tespit edebildi: Onlardan biri zaten Rosenhan'ın kendisiydi, diğeriyse doktora öğrencilerinden "Harry" diye bir kişiydi. Diğer 6 kişinin meslekleri ve cinsiyetleri güya biliniyor;du ama kim oldukları belli değildi.
Cahalan, bunların Rosenhan tarafından uydurulmuş kişiler olabileceğinden kuşkulanmaktadır. Çünkü örneğin Cahalan, araştırmaları sırasında başta deneye katılacağı söylenen 9. bir sahte-hasta daha olduğunu öğrenmiştir. Ama o kişi, sahte semptomlarla yatırıldığı hastanede gerçekten çok iyi bakım görmüştür ve hiçbir kötü muameleyle karşılaşmamıştır. Bu deneyim, Rosenhan'ın anlatmak istediğiyle örtüşmediği için, o kişiyi deneyden çıkarmıştır.
Deneyle ilgili ikinci bir sorun, bu deneyin yeterince geniş bir perspektiften analiz edilmiyor oluşudur: Örneğin siz, 1 litre kan içip, bir acil servisine gidip, kan kusarak yardım isteseydiniz, doktorlar ne yapardı? Tabii ki sizi, (örneğin) peptik ülserli bir hasta olarak değerlendirirlerdi ve hastaneye yatışınızı yaparlardı. Sonrasında bunun bir şaka olduğunu söylemeseydiniz (ki Rosenhan ve ekibi, yaptıklarının bir "şaka" veya "deney" olduğunu söylememişti, sadece "semptomlarının geçtiğini" söylemişti) ve bunun yerine "Artık kan kusmuyorum, iyiyim işte." deseydiniz, sizi hemen salıverecekler miydi? Hayır!
Anca ısrar ederseniz, sizi, tedaviyi reddettiğinize ve hastaneyi tıbbi olarak önerilmese bile kendi isteğinizle terk ettiğinize dair bir belge imzalatarak taburcu edeceklerdi. Çünkü siz, o hastaneye geldiğiniz anda, artık o doktorların sorumluluğu haline gelmektesiniz. Örneğin ya gerçekten mide kanamanız varsa da hastaneden sizi bıraktıkları gün düşüp ölseniz? Ya o akıl hastası gibi davrananlar gerçekten (örneğin) agresifleşmelerine neden olan zihin sorunları varsa da, salıverildikleri gün birilerine zarar verirlerse?
Tabii burada kantarın topuzunu kaçırmamak önemlidir: Asırlardır zihinsel hastalıkları; cadılık, canilik, canavarlık gibi görülmüştür. Bu insanlar berbat muameleler görmüşlerdir, toplumdan dışlanmışlardır, rızaları olmadan elektrik şokuna maruz bırakılmışlardır, vücutlarındaki kan boşaltılmıştır, hatta asılarak veya yakılarak öldürülmüşlerdir. Günümüzde halen Hollywood filmleri, akıl hastalıklarını "iyileştirilemez" veya bir kez sahip oldun mu "geri döndürülemez" sapkınlıklar gibi yansıtmaya devam etmektedir - ki Rosenhan deneyinin ortaya koyduğu eleştirilerden biri de buydu: Deneydeki sahte-hastaların hiçbiri, taburcuları sırasında "iyileşmiş" olarak taburcu edilmedi; hepsinin dosyasına "şizofrenisi gerileme evresinde" yazılarak taburcu edildiler. Bu, çok rahatsız edici ve geri döndürülmesi güç bir yafta...
Akıl Hastalıklarına Yönelik Bakış Açısının Değişimi
Rosenhan Öncesi
Psikoloji, davranışı ve zihni inceleyen bir bilimdir. Bir sosyal bilim olarak görülmesine rağmen, kullandığı bilgi ve yöntemlere dayanarak bir doğa bilimi olduğunu da söyleyebiliriz. Psikoloji eski medeniyetlerde felsefenin alt başlığı olarak incelenmiştir. Özellikle 19. yüzyılda psikoloji kendine has özellikleri olan bir bilim dalı olarak ayrılmaya başlamış ve çok çeşitli yaklaşımlar, ekoller geliştirilmiştir. Ayrıca Wilhelm Wundt, Ivan Pavlov, John B. Watson, Sigmund Freud gibi isimler bu dönemde ortaya çıkmıştır.
Psikolojide yaşanan bu gelişmelerle birlikte modern psikiyatri hastaneleri eski akıl hastanelerinden evrimleşmiş ve zamanla onların yerini almıştır. Kökenleri 9. yüzyılda Abbasilere dayanan ve "bimaristan" ("darüşşifa") ismi verilen bu kurumlarda, aileleri tarafından kabul edilmeyen insanlar koğuş sistemiyle ve tecrit edilerek tedavi ediliyordu. Benzer yöntemler, Avrupa'da da 19. yüzyıla kadar uygulanmıştır. Bu yüzyılda başlayan reform hareketleri ve kurumsallaşmanın gelişi büyük fark yaratmıştır. İngiltere'de ilk kamusal akıl hastanesi kurulmuş, yine İngiltere'de yoksul akıl hastaları için sığınma evleri açılmış ve her idari bölgede bir akıl hastanesi bulunması kararlaştırılmıştır.
Psikiyatrinin tıpta bir uzmanlık dalı olarak büyümesiyle ve erken dönem akıl hastanelerinde tüm hastalara aynı psikoz tanısı koymak yerine zihinsel rahatsızlıkların ayırt edilmeye başlanmasıyla 20. yüzyılda modern yaklaşımlar ve bununla beraber modern klinikler yerini almıştır. Bu modern kliniklerin gelişimiyle birlikte akıl hastanelerinde büyük sıkıntı yaratan hasta kabul sorununa da çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Özellikle 19. yüzyıl sonlarına doğru hasta sayısındaki muazzam artış, kurumlar ve burada çalışan psikiyatristler üzerine büyük bir yük oluşturmuştur. Bu yük, hastanelerin "tedavi merkezi" olarak kullanılmasından ziyade, "toplumdan dışlanmış, aileleri tarafından kabul edilmeyen insanların barınağı" algısını yaratmıştır.
Rosenhan Sonrası
Ne var ki Rosenhan zamanından beri bu tablo çok değişti. Örneğin 1971 yılında psikiyatrist R. D. Laing tarafından Psikiyatrinin Tıbbi Modeli olarak bilinen bir model geliştirildi. Bu görüş, zihin hastalıklarının önemli bir bölümünün fizyolojik nedenleri olduğunu ve bunların tıbben ve kimi durumda kalıcı olarak tedavi edilebileceğini ileri sürdü. Sırf bu paradigma değişimi sayesinde, mesela demans, asabiyet ve bir dizi diğer zihinsel bozukluğun, aslında ileri düzey frengi enfeksiyonundan, yani Treponema pallidum enfeksiyonundan kaynaklanabileceğini keşfettik. Bu sayede eskiden "deli" olarak yaftalanıp hücrelere tıkılan insanlar, diğer hastalar gibi hastanelerde tedavi görmeye başladılar ve bunların tüm semptomları tedavi edilebildi.
Sonradan, 1977 yılında dahiliye uzmanı ve psikiyatrist George L. Engel tarafından "biyopsikolojik model" adlı bir başka model geliştirildi. Buna göre, psikolojik olan her şey, aynı zamanda biyolojik bir temele de sahip ve dolayısıyla biyolojinin etkilendiği her şeyden etkilenmektedir. Bu nedenle de psikolojik ve psikiyatrik hastalıklar, sadece ilaç dayayarak veya hastaları dış dünyadan izole ederek değil;
- stres, travma, algılar ve anılar gibi psikolojik faktörleri;
- evrim, genler, beyin yapısı ve kimya gibi biyolojik faktörleri; ve
- toplumsal roller, beklentiler, normallik ve hastalık tanımları gibi sosyokültürel faktörleri
bir arada değerlendirerek ele alınmaya başlandı. Bu veri çeşitliliği, her ne kadar biraz önce sözünü ettiğimiz DSM-5 veya ICD-11 gibi kataloglarla hastalıkların standardizasyonunu daha da zorlaştırsa da, bireysel olarak hastalara yardım edebilme başarımızı katlayarak artırdı.
Sonuç
Psikolojide tanı koymanın zorlukları bilinen bir gerçektir. "Normal" ile "anormal" arasındaki çizgi çok muğlak olabilmektedir. Sanatçılar, vizyonerler, dahiler, savantlar ve daha nicesi, akıl hastası olmamalarına rağmen, normalden çok farklı davranabilmektedirler. Yani akıl hastalıkları, "30 kilometre hızla batıya giden bir araçtan 50 kilometre hızla kuzeye doğru fırlatılan bir topun çizeceği rota" gibi davranmamaktadır.
Ama bu, bilimin suçu değildir; bir yerde Evren'in suçudur! Bilim, Evren'de olan biten gerçekleri elinden geldiğince objektif ve isabetli bir şekilde tanımlama çabasından ibarettir. Evet; hastalıkların kendini gösterme biçimi, detayları, semptomları, kişiden kişiye çok fazla değiştiği için, psikiyatri ve psikoloji de geniş tanı ve tedavi çeşitliliği gördüğümüz sahalardır. Ve evet, kullanılan ilaçlar ve yöntemler herkeste çalışmayabilir; ama şu da unutulmamalıdır: Şu anda Dünya genelinde
- 264 milyon depresyon hastası,
- 45 milyon bipolar bozukluğu olan hasta,
- 50 milyon demans hastası,
- 20 milyon şizofreni ve benzeri psikozlardan muzdarip hasta bulunmaktadır.
Bunların çok ama çok büyük bir kısmında, psikoloji ve psikiyatrinin yıllardır ortaya çıkardığı yöntemler ve gerçekler, hastalıkların idare edilmesini ve hatta kimi durumda tamamen tedavi edilmesini mümkün kılmaktadır. Dolayısıyla sosyal medya gibi mecralarda "Şu ilaç hiçbir işe yaramıyor!", "Bu hastalık gerçek değil!", "Psikoloğa gittim hiçbir işe yaramadı!" gibi beyanlarda bulunulduğunda (veya bu tür aceleci genellenmiş iddialar bireysel profillerde paylaşılarak pekiştirildiğinde), o ilaçtan veya o uzmandan faydalanabilecek hastalar ile tedavileri arasına engel koymuş olunmaktadır. Onların tedavi eksikliğinde bu paylaşımları yapanların da vebali bulunmaktadır. Bize kalırsa kimse böyle bir şeye cüret edememelidir.
Şu da unutulmamalıdır: Psikoloji veya psikiyatrinin fizik kadar keskin olmamasından ötürü bilim olmadığını söyleyenler, bu tür bilim dallarından daha sağlam, daha objektif kanıtları olan bir tanı ve tedavi yöntemi sunamamaktadırlar. Çünkü öyle bir alternatif bulunmamaktadır! Bugüne kadar bunlara "alternatif" olarak sunulan şeyler, yanlış olduğu kesin olarak bilinen sahtebilim artıklarından ibarettir.
Bir bilim sahasındaki hataları ve eksikleri ortaya koyarken veya onları düzeltmeye çalışırken, koskoca bilim dallarını hiçe saymak kabul edilebilir gibi değildir. Bu sahalardaki eksikler tespit edilmelidir, bu eksikler görmezden gelinmemelidir, değerlendirmelere dahil edilmelidir, daha iyisi olsun diye çalışılmalıdır; ama bunları yaparken, bilimin bir "ân" değil, bir "süreç" olduğu ve her bilimin kendince bir patikası olduğu; ama ne yoldan giderlerse gitsinler, ne hızla giderlerse gitsinler, her birinin giderek daha fazla miktarda evrensel gerçeği ortaya çıkardığını unutulmamalıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 29
- 15
- 11
- 7
- 4
- 4
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- M. Loring, et al. (2006). Gender, Race, And Dsm-Iii: A Study Of The Objectivity Of Psychiatric Diagnostic Behavior. SAGE Publications, sf: 1. doi: 10.2307/2137177. | Arşiv Bağlantısı
- D. L. Rosenhan. (2006). On Being Sane In Insane Places. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 250-258. doi: 10.1126/science.179.4070.250. | Arşiv Bağlantısı
- P. C. . Gaughwin. (2011). On Being Insane In Medico-Legal Places: The Importance Of Taking A Complete History In Forensic Mental Health Assessment. Psychiatry, Psychology and Law, sf: 298-310. doi: 10.1375/pplt.12.2.298. | Arşiv Bağlantısı
- A. Abbott. (2019). On The Troubling Trail Of Psychiatry’s Pseudopatients Stunt. Springer Science and Business Media LLC, sf: 622-623. doi: 10.1038/d41586-019-03268-y. | Arşiv Bağlantısı
- R. L. Spitzer. (2006). On Pseudoscience In Science, Logic In Remission, And Psychiatric Diagnosis: A Critique Of Rosenhan's "On Being Sane In Insane Places".. American Psychological Association (APA), sf: 442-452. doi: 10.1037/h0077124. | Arşiv Bağlantısı
- M. Moran. (2006). Writer Ignites Firestorm With Misdiagnosis Claims. Psychiatric News, sf: 10-12. doi: 10.1176/pn.41.7.0010. | Arşiv Bağlantısı
- S. O. Lilienfeld, et al. (2005). A Response To A Nonresponse To Criticisms Of A Nonstudy. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: 745-746. doi: 10.1097/01.nmd.0000185884.74792.6d. | Arşiv Bağlantısı
- M. K. TEMERLIN. (2006). Suggestion Effects In Psychiatric Diagnosis. Ovid Technologies (Wolters Kluwer Health), sf: 349-353. doi: 10.1097/00005053-196810000-00003. | Arşiv Bağlantısı
- L. Slater. (2004). Opening Skinner's Box: Great Psychological Experiments Of The Twentieth Century. ISBN: 9780393050950. Yayınevi: W. W. Norton & Company.
- W. Kornblum. (2011). Sociology In A Changing World. ISBN: 9781111301576. Yayınevi: Cengage Learning.
- . S. Shimabukuro. (2005). Models, Truth, And Utility. Guilford Publications, sf: 60-64. doi: 10.1521/jsyt.22.2.60.23350. | Arşiv Bağlantısı
- A. Farre, et al. (2017). The New Old (And Old New) Medical Model: Four Decades Navigating The Biomedical And Psychosocial Understandings Of Health And Illness. Healthcare, sf: 88. doi: 10.3390/healthcare5040088. | Arşiv Bağlantısı
- A. P. Association. (2013). Diagnostic And Statistical Manual Of Mental Disorders Dsm-5. ISBN: 9780890425541. Yayınevi: American Psychiatric Association Publishing.
- D. B. Double. (2019). Twenty Years Of The Critical Psychiatry Network. The British Journal of Psychiatry, sf: 61-62. doi: 10.1192/bjp.2018.181. | Arşiv Bağlantısı
- G. L. Engel. (2006). The Need For A New Medical Model: A Challenge For Biomedicine. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 129-136. doi: 10.1126/science.847460. | Arşiv Bağlantısı
- N. McLaren. (2008). A Critical Review Of The Biopsychosocial Model. SAGE Publications, sf: 86-92. doi: 10.3109/00048679809062712. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Gatchel, et al. (2014). Biopsychosocial Prescreening For Spinal Cord And Peripheral Nerve Stimulation Devices. Mosby, sf: 933-938.e2. doi: 10.1016/B978-0-323-08340-9.00068-2. | Arşiv Bağlantısı
- F. Borrell-Carrió, et al. (2004). The Biopsychosocial Model 25 Years Later: Principles, Practice, And Scientific Inquiry. The Annals of Family Medicine, sf: 576-582. doi: 10.1370/afm.245. | Arşiv Bağlantısı
- American Journal of Psychiatry. (2014). The Clinical Application Of The Biopsychosocial Model. American Journal of Psychiatry, sf: 535-544. doi: 10.1176/ajp.137.5.535. | Arşiv Bağlantısı
- V. Hopwood. (2010). Current Context: Neurological Rehabilitation And Neurological Physiotherapy. Churchill Livingstone, sf: 39-51. doi: 10.1016/B978-0-7020-3020-8.00003-5. | Arşiv Bağlantısı
- B. J. Lehman, et al. (2017). Rethinking The Biopsychosocial Model Of Health: Understanding Health As A Dynamic System. Wiley, sf: e12328. doi: 10.1111/spc3.12328. | Arşiv Bağlantısı
- N. Karunamuni, et al. (2021). Pathways To Well-Being: Untangling The Causal Relationships Among Biopsychosocial Variables. Social Science & Medicine, sf: 112846. doi: 10.1016/j.socscimed.2020.112846. | Arşiv Bağlantısı
- S. N. Ghaemi. (2009). The Rise And Fall Of The Biopsychosocial Model. The British Journal of Psychiatry, sf: 3-4. doi: 10.1192/bjp.bp.109.063859. | Arşiv Bağlantısı
- T. B. Benning. (2015). Limitations Of The Biopsychosocial Model In Psychiatry. Advances in Medical Education and Practice, sf: 347-352. doi: 10.2147/AMEP.S82937. | Arşiv Bağlantısı
- C. Miaskowski, et al. (2020). A Biopsychosocial Model Of Chronic Pain For Older Adults. Pain Medicine, sf: 1793-1805. doi: 10.1093/pm/pnz329. | Arşiv Bağlantısı
- C. B. Simon, et al. (2019). Biopsychosocial Influences On Shoulder Pain: Analyzing The Temporal Ordering Of Postoperative Recovery. Elsevier BV, sf: 808-819. doi: 10.1016/j.jpain.2019.11.008. | Arşiv Bağlantısı
- H. T. Benzon. (2013). Practical Management Of Pain. ISBN: 9780323083409. Yayınevi: Mosby.
- P. R. McHugh. (1998). The Perspectives Of Psychiatry. ISBN: 9780801860461. Yayınevi: Johns Hopkins University Press.
- M. Winik. Review: 'The Great Pretender,' By Susannah Cahalan. (1 Kasım 2019). Alındığı Tarih: 3 Ekim 2022. Alındığı Yer: Star Tribune | Arşiv Bağlantısı
- M. Schaub. 'The Great Pretender' Seeks The Truth About 'On Being Sane In Insane Places'. (4 Kasım 2019). Alındığı Tarih: 3 Ekim 2022. Alındığı Yer: NPR.org | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 18/12/2024 17:22:33 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/12574
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.