Aslında örümcekler tavanda öylece yürümekten çok daha fazlasını yapabiliyor: Kendi vücut ağırlıklarından 170 kat fazlasını bile yerçekimine karşı taşıyabiliyor. Örümcekler, diğer eklembacaklılar gibi (böcekler, kabuklular, vs.) bir dış iskelete sahipler. Bu dış-iskelet içeriyi dışarıdan koruyan bir zırh görevi görüyor. Bu iskeletin iç yapısı katman katman yüzeylerden oluşurken, dışı mumsu bir tabakayla kaplı haldedir. Bu tabakanın taşıdığı ilginç özellikler, bizim sorumuzun cevabını da içinde barındırıyor. Mumsu tabakanın adezyonu (cisimler arası "yapışma" kuvveti) oldukça kuvvetli ve bu durum örümceğin, üzerinde bulunduğu tüm yüzeylere yapışmasını sağlıyor.
Genel olarak teknik, su-itici güçlerin örümceğimizi yüzeye sabitlemesine dayanıyor. Tabii ki, durum aslında bu kadar basit değil, arka planda sistemin işlemesini sağlayan daha karmaşık süreçler de dönüyor. Örümceklerin bacaklarındaki kılsı yapılar (scopulae) bu noktada devreye giriyor. Her bir kılsı yapı, kendinden çok daha küçük başka kılsı yapılardan (setulae) oluşuyor. Bu yapılar, nano-boyuta kadar inebiliyor ve bu sayede örümceğin duvarla temas halinde olduğu yüzey alanını inanılmaz miktarda arttırıyor. Bu kadar büyük bir yüzey alanına etki eden çekim kuvvetleri öylesine güçlü oluyor ki, örümcek rahatlıkla duvarda baş aşağı asılı kalabiliyor. Dahası bu esnek kılsı yapılar sayesinde örümcek, üzerinde olduğu yüzeyin yapısı nasıl olursa olsun (pürüzsüz, kaygan yada tırtıklı hiç fark etmez), temas alanını minik kıllarıyla kat kat genişleterek tutunma kuvvetini ayarlamayı başarabiliyor.