Tanrı: Bir Bilgi Biçimi Olarak
“Eğer Tanrı bilgi boşluklarına verilen bir cevapsa, tüm boşluklar dolduğunda Tanrı sessizleşecektir.”

- Blog Yazısı
Giriş
İnsanlık tarihi boyunca, “Tanrı” kavramı hepimizin aklını kurcalayan en büyük sorulardan biri olmuştur. “Tanrı var mı?” sorusu sadece dinin alanına ait bir merak değil; aynı zamanda insan zihninin bilgiyle, bilinmezle kurduğu ilişkinin de bir yansımasıdır. Bilim ilerledikçe, evren hakkındaki bilgilerimiz artsa da, Tanrı fikri hem bireylerin hem de toplumların hayatında varlığını korumaya devam ediyor. Ama belki de Tanrı’yı sadece geleneksel anlamıyla, görünmeyen üstün bir varlık olarak görmek yerine, bir “bilgi biçimi” olarak düşünmek mümkündür. Yani Tanrı’yı, insan aklının cevaplayamadığı sorulara getirdiği kavramsal bir çözüm, anlam arayışımızın merkezinde duran bir yapı gibi görebiliriz.
Bu yazıda, Tanrı’nın yalnızca inanca dayalı bir varlık değil, aynı zamanda insanlığın bilgi eksikliklerini doldurmak için geliştirdiği sistemli bir cevap olabileceği fikri üzerinde duracağız. Bilgi arttıkça, belki de Tanrı kavramı şekil değiştiriyor, hatta bazı durumlarda önemini yitiriyor olabilir. Bu hipotezi, felsefi, kültürel, psikolojik ve bilimsel açılardan tartışacağız. Ancak Tanrı’nın gerçekten var olup olmadığına dair kesin bir sonuca ulaşmayı amaçlamıyoruz; aksine, bu büyük sorunun açık uçlu kalmasını, herkesin farklı bir cevap aramasını istiyoruz.
1. Epistemolojik Tanrı Anlayışı
1.1)Tanrı'nın Bilgi Açığını Doldurması: "God of the Gaps"
"God of the gaps" (Boşlukların Tanrısı) argümanı, Tanrı'nın varlığına veya müdahalesine dair inancın, temel olarak, bilimin o anda açıklayamadığı doğa olaylarındaki veya evrendeki "boşluklara" dayandırılmasıdır. Tanrı, bu açıklanamayan şeylerin – evrenin mutlak başlangıcı (Big Bang), bilincin fiziksel beyinden nasıl çıktığı, fizik yasalarının nihai kaynağı, yaşamın kökeni gibi – geçici ya da kalıcı bir "açıklaması" olarak konumlandırılır. Yani Tanrı, bilimsel cehaletin doldurucusu (gap-filler) işlevi görür. Eski çağlarda bu çok net görülür: Yıldırımlar Zeus/Jüpiter, depremler Poseidon/Neptün, salgın hastalıklar veya bereket ise çeşitli tanrıların gazabı veya lütfu ile açıklanırdı çünkü bu olayların doğal sebepleri bilinmiyordu. Bilim ilerledikçe, yıldırımın elektriksel bir olay, depremin tektonik hareketler olduğu anlaşıldı ve bu özel tanrısal müdahalelerin alanı daraldı. Ancak argüman ortadan kalkmadı, sadece "boşluklar" değişti. Günümüzde Big Bang'in neden başladığı, kuantum belirsizliğinin altında yatan gerçeklik, bilincin tam olarak nasıl ortaya çıktığı (zihin-beden problemi) veya ilk canlılığın cansız maddeden nasıl oluştuğu (abiogenez) gibi halen tam olarak açıklanamayan veya felsefi derinlik taşıyan konular, bazıları tarafından Tanrı'nın doğrudan müdahale alanı veya varlığının kanıtı olarak gösterilmeye devam ediyor. Fizikçi ve teolog John Polkinghorne gibi birçok bilim insanı ve düşünür bu yaklaşımı şiddetle eleştirir (Polkinghorne, Science and Theology). Polkinghorne'a göre Tanrı'yı sadece bilimin henüz açıklayamadığı boşluklara sıkıştırmak teolojik açıdan felakettir çünkü bu, Tanrı'nın rolünü sürekli geri çekilen bir sınıra hapseder; bilim bir boşluğu doldurduğunda Tanrı inancı zayıflama riski taşır. Aslında klasik teizmde Tanrı, boşlukların değil, tüm varlığın ve doğa yasalarının temel nedeni ve sürekli destekçisi olarak görülür (Feser, Scholastic Metaphysics). Alister McGrath da benzer şekilde, Tanrı'nın sadece bilimin açıklayamadığı şeylerde değil, açıkladığı düzenli, akılcı ve anlaşılabilir doğa yasalarının kendisinin kaynağında aranması gerektiğini savunur (McGrath, The Science of God). Bu argüman, Tanrı'nın varlığını kanıtlamaz veya çürütmez. Asıl gösterdiği şey, insanların Tanrı kavramını ve O'nun eylemini anlama biçimlerinin, içinde bulundukları zamanın bilimsel bilgi düzeyi ve açıklama çerçeveleri tarafından derinden şekillendirildiğidir. Bilim ilerledikçe, Tanrı'ya atfedilen geleneksel roller ve "müdahale alanları" değişime uğrayabilir. Bu nedenle, Tanrı inancını temel olarak bu tür "boşluklara" bağlamak, inancı bilimsel ilerlemenin merhametine bırakmak anlamına gelir ve birçok teolog için bu, sağlam bir teolojik zemin değildir (Ward, God, Chance and Necessity; Peters & Hewlett, Can You Believe in God and Evolution?). Argümanın mantıksal yapısını ve tarihsel örneklerini anlamak için Henry Drummond'un (The Ascent of Man) bu terimi popülerleştiren erken eleştirileri ve Ian Barbour'un (Religion and Science) bilim-din ilişkisindeki kapsamlı analizi temel kaynaklardır.
1.2)Auguste Comte’un Üç Hal Yasası ve Bilimsel Gelişim
Auguste Comte'un Üç Hal Yasası (Loi des trois états), insanlığın düşünce ve bilgi sistemlerinin zorunlu bir evrim geçirdiğini savunur: Teolojik Hal, Metafizik Hal ve Pozitif Hal. Teolojik Hal'de insan zihni, evrendeki tüm olayları (fırtına, hastalık, güneşin hareketi) doğrudan tanrıların/ruhların kişisel iradesi ve müdahalesiyle açıklar. Tanrı, olayların nihai ve mutlak nedeni olarak görülür (Comte, Cours de philosophie positive). Metafizik Hal'de soyut kuvvetler ve kavramlar (örneğin "Doğa", "Öz", "Evrensel Ruh") tanrıların yerini alır; açıklamalar kişisellikten uzaklaşır ama hâlâ nihai sebepler aranır. Pozitif (Bilimsel) Hal'de ise insan zihni "niçin?" (nihai sebep) sorusunu bırakır, "nasıl?" sorusuna (olgular arasındaki değişmez ilişkiler/doğa yasaları) odaklanır. Bilimsel yöntem (gözlem, deney, mantık) tek geçerli bilgi kaynağı haline gelir. Comte'a göre (Pickering, Auguste Comte), Tanrı kavramı ve doğaüstü açıklamalar, insanlığın entelektüel olgunlaşmamışlık dönemlerinin (Teolojik ve Metafizik evreler) zorunlu ürünüdür. Tanrı, insanın bilgisizlik karşısında evreni anlamlandırmak için başvurduğu geçici bir "bilgi yapısı"dır. Pozitif bilim ilerledikçe, Tanrı'nın geleneksel "açıklayıcı" rolüne ihtiyaç azalır. Bu, Tanrı'nın mutlak yokluğunu kanıtlamaz; ancak onu "dünyadaki olayların doğrudan nedeni" veya "bilinmeyenlerin mutlak açıklaması" olmaktan çıkarır. Tanrı kavramı, inananlar tarafından bilimle çatışmayan daha kişisel/ahlaki/varoluşsal bir alana (varlığın kaynağı, ahlakın temeli gibi) çekilir veya tamamen terk edilir. Bu evrim, Tanrı'nın tarihsel olarak bir tür "boşluk doldurucu" işlevi gördüğü ve bilimsel düşünce geliştikçe bu işlevin gerilediği fikrini destekler (Aron, Main Currents; Giddens, Capitalism). Comte'un analizi, Tanrı inancının işlevinin toplumsal ve entelektüel gelişmeyle nasıl değiştiğini gösterir.
1.3)Epistemik Gerekçelendirme Kuramları
Alvin Plantinga'nın "Warranted Christian Belief" (Gerekçelendirilmiş Hristiyan İnancı) ve daha genel olarak "warrant" (gerekçelendirme/epistemik değer) teorisi, dini inançların - özellikle Tanrı inancının - akıl dışı veya temelsiz olmak zorunda olmadığını savunur. Plantinga'ya göre (Plantinga, Warrant and Proper Function; Warranted Christian Belief), bir inancın "bilgi" statüsü kazanabilmesi için (sadece doğru olması ve inanılması yetmez) "warrant"a sahip olması gerekir. Warrant, inancı bilgiye dönüştüren o şeydir; genellikle inancın, doğru çalışan bilişsel yetilerimiz tarafından, onları tasarlandıkları ortamda, doğru çalışma amaçlarına uygun şekilde üretilmiş olmasıdır. Plantinga, Tanrı'ya inanmanın insanda "sensus divinitatis" (ilahi algı) adını verdiği özel bir bilişsel yeti tarafından üretilebileceğini, bu yeti düzgün çalıştığında (günah tarafından bozulmamışsa), Tanrı inancının kanıt gerektirmeden doğrudan, temel (foundational) bir inanç olarak "warranted" yani epistemik değer taşıyan bilgi olabileceğini iddia eder. Bu yaklaşım (Reforme Edilmiş Epistemoloji), Tanrı'ya inanmayı meşru bir bilgi edinme yolu olarak kabul eder. Ancak bu kabul, Tanrı kavramını kaçınılmaz olarak epistemik bir nesne haline getirir. Yani Tanrı, bu teoride bile, öncelikle insanın bilişsel süreçleri ve bilgi edinme yolları ile ilişkisi içinde tanımlanır; inancın doğruluğunun veya güvenilirliğinin analiz edildiği bir nesne konumundadır. Bu durum, Tanrı'nın epistemolojideki yerini sorgulayan daha geniş tartışmalara açılır. İçselcilik (Internalism) savunucuları, bir inancın gerekçelendirilmesi için inanan kişinin erişebildiği ve farkında olduğu nedenlere/gerekçelere dayanması gerektiğini savunur. Tanrı inancı da ancak kişinin bilinçli olarak eriştiği ve sunabildiği kanıtlar veya argümanlarla gerekçelendirilebilir. Dışsalcılık (Externalism) ise (Plantinga'nın da benimsediği yaklaşım), inancın gerekçelendirilmesi/güvenilirliği için kişinin içsel olarak erişebildiği gerekçelerden ziyade, inancı üreten sürecin dışsal olarak güvenilirliğine (reliability) veya Plantinga'daki gibi "proper function"a (doğru işlev) odaklanır. Tanrı inancı, onu üreten süreç (örneğin sensus divinitatis) güvenilir ve düzgün çalışıyorsa, kişi bunun farkında olmasa bile gerekçelendirilmiş olabilir. Güvenilircilik (Reliabilism), bir inancın epistemik değerinin, onu üreten bilişsel sürecin güvenilirliğine (gerçeği sıklıkla doğru üretme yeteneği) bağlı olduğunu savunur ve bu da Tanrı inancına uygulanabilir. Tüm bu epistemik kuramlar (Plantinga'nınki dahil), Tanrı'yı sadece "inanılan bir varlık" olmaktan çıkarıp, bilişsel sistemlerin ve bilgi teorilerinin içinde analiz edilen, sorgulanan, gerekçelendirilmeye çalışılan bir kavramsal nesne haline getirir. Bu analizlerin hiçbiri - Plantinga'nın iddialı savunusu dahil - Tanrı'nın fiilen var olduğunu veya olmadığını kesin olarak kanıtlamaz. Bunlar, Tanrı inancının insan zihnindeki epistemik statüsünü (bilgi olup olmadığını, nasıl gerekçelendirilebileceğini, hangi koşullarda rasyonel sayılabileceğini) tartışır. Sonuçta, Tanrı, bu teorik çerçevelerde, bilginin işleyiş mekanizmaları içindeki yeri anlaşılmaya çalışılan bir entite olarak konumlandırılır; varlığı veya yokluğu değil, bilişsel açıdan nasıl ele alınabileceği merkezdedir
1.4)Mevlânâ’da Bilginin Ötesi: Aşkın Epistemolojisi ve Tanrı’nın Tecrübesi
Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Tanrı'nın bilgisine ulaşmanın temel yolunun rasyonel akıl ve kavramsal düşünceden (fikir) değil, aşk (ışk), sezgi ve doğrudan manevi tecrübe (zevk, vecd, hâl) olduğunu savunur. Tuna Tunagöz'ün (Mevlânâ'da Bilgi ve Hakikat) vurguladığı gibi, Mevlânâ sıradan aklı (akl-ı cüz'î) sınırlı, dünyevi işler için gerekli ama mutlak hakikati (özellikle Tanrı'yı) kavramakta yetersiz bir araç olarak görür. Ona göre Tanrı, "mahiyeti" (özü) itibariyle sınırlı insan aklının kavrayabileceği bir nesne değildir. Bu nedenle, gerçek idrak için "küllî akıl"a (tümel akıl, evrensel bilinç, ilahi nefesin tecellisi) yükselmek gerekir. Bu "küllî akıl", Mevlânâ'nın epistemolojisinde sezgisel, kalbi (gönül merkezli) ve manevi bir bilgi düzeyine işaret eder; akılcı çıkarımdan ziyade içsel bir aydınlanma ve birleşme (vuslat) halidir. Mevlânâ'nın şu sözü bu sınırı çarpıcı biçimde ifade eder: "Akıl bu yokluktan bir koku almak istedi ama alamadı." (Mesnevî). Bu beyit, Tanrı'nın mahiyetinin ("yokluk" burada mutlak varlığın/zâtın kavranamazlığını, sıfat ve fiillerinin ötesindeki özünü ima eder) sıradan akılla kavranamayacağını, onun ancak kalbin (dil, gönül) deruni tecrübesi, aşkın coşkusu (cezbe) ve ilham (ilhâm) yoluyla hissedilebileceğini, "kokusunun alınabileceğini" vurgular. Tunagöz'ün analizine göre (Mevlânâ'da Bilgi ve Hakikat), Mevlânâ için Tanrı, analitik düşüncenin nesnesi olmaktan ziyade, aşk ve vecd yoluyla içselleştirilen, yaşanan bir hakikattir. Bu yaklaşımda Tanrı, yalnızca var olan bir varlık (ontolojik) değil, aynı zamanda özgün bir bilgi biçimi aracılığıyla idrak edilebilen bir gerçekliktir (epistemik). Mevlânâ'nın bu "aşkın epistemolojisi", Tanrı'yı insanın bilgi edinme süreçlerinde özel bir kategoriye (sezgisel/manevi tecrübe yoluyla bilinebilen bir hakikat) yerleştirir ve Tanrı'nın bir "bilgi biçimi" olarak görülebileceği tezine güçlü bir tasavvufi destek sunar. Ancak, bu sezgisel epistemoloji de Tanrı'nın nesnel varlığına dair dışsal, herkese açık bir "kesinlik" sağlamaz. Esas olarak, Tanrı'yı kişisel bir içsel deneyim (hâl, zevk), bir kalp bilgisi (marifet) ve aşkın bir kavuşma (vuslat) olarak yorumlamanın yolunu açar. Bu tecrübenin doğruluğu ve anlamı, büyük ölçüde onu yaşayan sûfinin iç dünyası ve inancı çerçevesinde değerlendirilir.[1]
2. Tanrı’nın Kültürel ve Evrimsel Kökenleri
2.1)Tanrı Fikrinin Evrimi
Robert Wright, The Evolution of God (2009) adlı eserinde, Tanrı kavramının tarih boyunca sabit, değişmez bir gerçeklik değil, insan toplumlarının sosyal, ekonomik, politik ve bilgisel evrimine paralel olarak gelişen dinamik bir inşâ olduğunu savunur. Wright'a göre bu evrimsel süreç şöyle işler: İlk avcı-toplayıcı ve tarım toplumlarında "tanrılar", doğrudan doğa olaylarının (güneş, yağmur, fırtına, bereket) kişiselleştirilmiş, lokal ve çoğulcu temsilleriydi. Her kabilenin, her şehrin, hatta her mesleğin kendine özgü tanrıları vardı; bu tanrılar genellikle insan gibi davranır, kıskanır, savaşır ve somut ihtiyaçları (ürün, zafer, sağlık) karşılığında tapınım beklerdi (Tylor, Primitive Culture; Frazer, The Golden Bough'a benzer şekilde). Ancak, toplumlar büyüdükçe (şehir devletleri, imparatorluklar), ticaret ve siyasi ittifaklar arttıkça, insanların sosyal etkileşim alanı genişledi. Bu genişleme, dini kavramları da etkiledi. Tanrı(lar), giderek daha soyut, evrensel ve ahlaki nitelikler kazandı. Örneğin, MÖ 1. binyıldaki "Eksenel Çağ" döneminde (Yunan felsefesi, İbranî peygamberlik geleneği, Budizm, Konfüçyüsçülük), tanrı fikri yerel sınırları aşarak daha kapsayıcı, evrensel bir adalet, merhamet ve ahlak kaynağı olarak yeniden şekillendi (Armstrong, The Great Transformation). Tanrı, artık sadece yağmur yağdıran değil, tüm insanlığa yönelik ahlaki kurallar koyan, adil yargılayan bir "Yüce Varlık" haline geldi. Wright, bu dönüşümün temel itkisinin, genişleyen toplumsal yapılarda işbirliğini ve sosyal uyumu kolaylaştırma ihtiyacı olduğunu öne sürer. İnsanlar, yabancılarla etkileşimde bulundukça ve "öteki"ni tanıdıkça, tanrılarını da daha kapsayıcı ve evrensel olarak düşünmeye başladı. Bu bağlamda Wright, Tanrı kavramını, insan zihninin (ve kolektif bilincin) evreni ve toplumsal ilişkileri anlamlandırmak için oluşturduğu, sürekli revize edilen bir "anlam haritası" veya "gerçeklik modeli" olarak tanımlar. Tanrı, her dönemde, o dönemin insanının bilgi birikimine, kültürel değerlerine (ahlak anlayışı, sanat) ve en acil toplumsal ihtiyaçlarına (barış, işbirliği, meşruiyet) göre şekillenen bir "bilgi sisteminin" (dini inanç ve doktrinler bütünü) merkezî parçasıdır. Bu tarihsel ve sosyolojik analiz, Tanrı'nın metafizik gerçekliğini kanıtlamaz veya çürütmez. Yaptığı şey, insanlığın Tanrı fikrini nasıl, hangi koşullar altında ve hangi işlevleri görmek üzere şekillendirdiğini anlamamıza olanak tanımaktır. Tanrı inancının formu ve içeriği değişmiş olsa da, Wright'a göre bu inancın evrensel ve ahlaki bir merkeze doğru evrilme potansiyeli, insanlığın daha kapsayıcı bir etik perspektife doğru ilerlemesinin bir göstergesi olarak yorumlanabilir
2.2)Jungçu Psikoloji: Tanrı Bir Arketip midir?
Ali Rıza Aydın'ın Carl Gustav Jung yorumuna göre, Tanrı kavramı öncelikle insanın kolektif bilinçdışında bulunan evrensel ve doğuştan gelen bir arketiptir. Jung'un analitik psikolojisinde kolektif bilinçdışı, tüm insanlığın ortak mirası olan, kalıtımla aktarılan derin psişik bir katmandır ve arketipler bu katmanın temel yapıtaşları, evrensel temalar ve imgelerdir. Tanrı arketipi, bu bağlamda, insan zihninin derinlerinde var olan, insanlığın kutsal, aşkın ve nihai anlam arayışını temsil eden bir ilksel imgedir (primordial image). Bu arketip, bireyin bireyleşme (individuation) sürecinde, yani kendi bilinçli benliği (ego) ile bilinçdışının içeriğini (gölge, anima/animus, vs.) bütünleştirerek psikolojik olgunluğa ve Kendilik (Self) haline ulaşma çabasında karşısına çıkan temel bir semboldür. Tanrı arketipi, bu süreçte kişinin içsel çatışmalarını, korkularını ve parçalanmışlık duygusunu aşmasına, bütünlüğe (wholeness) ulaşmasına yardım eden içsel bir rehber, bir dönüşüm aracı işlevi görür. Jung ve Aydın'a göre bu perspektifte Tanrı, esas olarak dışsal, metafizik bir gerçeklik veya varlık değil, insan psişesinin (psyche - zihin/ruh bütünlüğü) derinliklerinden yükselen, bir içsel deneyim konusu olan, zihinsel bir fenomen ve bir bilgi alanıdır. Jung'un bu yaklaşımı, Tanrı'nın varlığından (ontolojik statüsünden) çok, insan psikolojisindeki işleviyle (fonksiyonuyla) ilgilidir: Tanrı arketipi, insanın anlam arayışını, ahlaki ikilemlerini yönetmesini, içsel çatışmalarını çözmesini ve nihayetinde psikolojik bütünlüğe ulaşmasını sağlayan bir psikolojik zorunluluk, bir içsel gerekliliktir. Bu, Tanrı'nın bir kez daha - bu sefer psikolojik düzlemde - bilgi ve deneyimle (psişik süreçlerin bilgisi ve içsel tecrübe) tanımlandığı bir bağlam sunar. Ancak Jung ve onu bu şekilde yorumlayan Aydın açıkça belirtir ki, bu psikolojik analiz, Tanrı'nın gerçekte (metafizik anlamda) var olup olmadığı sorusuna bir cevap vermez, veremez. Bu yaklaşım, sadece Tanrı kavramının ve deneyiminin insan zihninde nasıl ortaya çıktığını, hangi yapısal unsurlara dayandığını ve insanın ruhsal gelişiminde ne gibi bir rol oynadığını anlamaya çalışır; Tanrı'nın nesnel varlığını kanıtlamak veya çürütmek gibi bir amacı yoktur.[2]
3. Bilgi Arttıkça Tanrı’ya Olan İhtiyacın Azalması
Tarih boyunca birçok fenomen önce Tanrı ile açıklanmış, ardından bilimsel bilgi arttıkça bu açıklamalar değişmiştir. Örneğin yıldırımlar, veba salgınları ya da mevsim döngüleri bir zamanlar ilahi irade ile ilişkilendirilirken, bugün bu olayların bilimsel açıklamaları vardır. Ancak bazı sorular hâlâ cevaplanamamıştır: Evren neden var? Bilinç nasıl oluşur? Zamanın kendisi neye bağlıdır? Bu gibi sorular Tanrı kavramını henüz tamamen dışlayamamıştır. Yine de fiziksel yasaların evrende geçerli olduğu, kuantum düzeyde belirsizliklerin bile açıklanabilir olduğu bir çağda Tanrı’ya olan ihtiyaç epistemolojik olarak azalmaktadır. Lawrence Krauss’un “A Universe from Nothing” adlı çalışması, fiziksel yasaların evreni Tanrı olmadan açıklayabileceğini öne sürmektedir. Bu tür bilimsel yaklaşımlar, Tanrı'nın bilgi boşluklarını dolduran bir kavramdan ziyade, simgesel bir bilgi biçimi olarak işlevsizleşebileceğini gösterir. Ancak bu görüşler dahi Tanrı’nın mutlak yokluğunu iddia etmez; sadece onun yerine geçebilecek açıklamaları öne çıkarır.
4. Tanrı’nın Geleceği: Bir Epistemik Model Olarak Sonluluğu
Eğer Tanrı, bilgi boşluklarına verilen sistematik bir yanıtsa, bu boşluklar dolduğunda Tanrı'nın işlevi de ortadan kalkabilir. Bu görüş, Tanrı’nın ezeli ve ebedi bir varlık değil, epistemolojik bir geçiş figürü olduğunu ileri sürer. Bilgi arttıkça Tanrı'nın metafizik işlevinden çok, sembolik işlevi ön plana çıkar. Günümüz yapay zekâ sistemleri, evrenin matematiksel açıklamaları, bilgi kuramlarındaki gelişmeler, Tanrı’yı bir "bilgi algoritması" gibi düşünmeyi mümkün kılmaktadır. Tanrı’nın geleceği, onun anlamını ne kadar bilgiye ihtiyaç duyduğumuz belirleyecektir. Tanrı, “bilgi eksikliği göstergesi” olarak tarihsel bir aşamada işlevini tamamlayabilir. Elbette bu, Tanrı'nın yokluğunu ilan etmek değildir; yalnızca onun işlevsel dönüşümünü tartışmaktır.
5. Sonuç
Bu makalede Tanrı'nın klasik anlamda bir varlık değil, bilgi eksikliklerine karşı geliştirilmiş bir epistemik form olduğu savı ele alınmıştır. Tarihsel, kültürel, psikolojik ve bilimsel açılardan yapılan değerlendirmeler, Tanrı’nın bir “bilgi biçimi” olarak anlaşılmasının hem mümkün hem de açıklayıcı olduğunu göstermektedir. Mevlânâ’nın aşkın bilgisi, Jung’un bilinçdışı arketipi, Comte’un pozitivist tarihsel modeli ve modern bilimsel gelişmeler, Tanrı’nın bilgi ile kurduğu çok katmanlı ilişkiyi açığa çıkarmaktadır. Bununla birlikte, makalede Tanrı’nın var olup olmadığına dair kesin bir yargıya varılmamıştır. Bilakis, bu sorunun açıklıkla sorulması ve sürekli sorgulanması, Tanrı’nın felsefi anlamda daha derinlikli bir biçimde düşünülmesine katkı sağlayacaktır.
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ Tuna Tunagöz. (2013). Mevlana'da Tanrı'nın Varlığının İspatı. dergipark.gov.tr. doi: 10.000456335.d. | Arşiv Bağlantısı
- ^ Ali Rıza Aydın. (2010). Tanrı Algısına Jungçu Bir Bakış. dergipark.gov.tr. doi: 10.00329134.do. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 26/07/2025 03:59:46 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21098
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.