Hayatta Kalmak İstemek Şeklinde Bir Dürtü Yoktur!
Günümüzde canlıların sahip olduklarını ileri sürdüğümüz ve biz insanların da günlük yaşamlarımızda sergilediğimiz davranışları açıklamakta sık sık başvurduğumuz Hayatta Kalma İçgüdüsü (Survival Instinct) esasında pek de sandığımız gibi bir şey olmayabilir.
Hayatta Kalabilmek Bir Amaç Değildir.
Bugün davranış envanterlerimizde taşıdığımız ve bizleri zarar görmekten veyahut ölmekten koruduğunu varsaydığımız davranışların aslında hiçbirisi "ölümden kaçabilmek" adına geliştirdiğimiz stratejiler değiller.
Olup bitenleri sanki bir amaca hizmet ediyormuş gibi yorumlamak mevzubahis konuyu derinlemesine kavrayamamaktan kaynaklanıyor.
Bugün canlıların onları yok edebilecek unsurlara karşı geliştirdikleri korunma mekanizmaları bu mekanizmalar onları hayatta tutabilsin gayesiyle ortaya çıkmadılar.
Ölüm riski taşıyan, yaşamsallıkları için tehlikeli olabilecek eylemler gerçekleştiren canlılar ve canlılarda bu eylemlere sebep olabilecek gen kombinasyonları varlıklarını sürdüremediler.
Varlıklarını sürdürebilenler ise yalnızca kendilerini öldürme riski taşıyan unsurlardan ve eylemlerden sakınan canlılar ve o canlıların gen kombinasyonları oldu.
Varlık ve Yokluk
Kökeninde Hayatta Kalma İçgüdümüzün (Survival Instinct) neticesi olarak yorumladığımız davranışları aslında "hayatta kalmak" veya "ölmekten kaçmak" için sergilemediğimizi anlatmaya çalışacağım.
Ama bunu izah edebilmek için öncelikle varlık ve yokluk gibi kavramları iyice irdelediğimize emin olmamız gerekiyor.
Size "Var olmak ne demek?" şeklinde bir soru yöneltseydim alacağım yanıt büyük ihtimalle şöyle bir şey olurdu:
"Bir şeyin evrende bir miktarının olması."
Peki size "Yok olmak ne demek?" şeklinde bir önceki sorunun tam zıttı gibi gözüken ikinci bir soru yöneltseydim bu defasında alacağım yanıt nasıl bir şey olurdu?
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Karanlık bir uzay fotoğrafı mı? Bir karadelik mi?
Sorun şu ki "yokluk" bir "durum" veya "miktar" belirtmez.
Yokluk bir durum değildir. Yokluk diye bir şey yoktur.
Yokluk var olmanın yanında ikinci bir seçenek değildir.
Ya varsınızdır ya da varsınızdır... ya da varsınızdır.
Var olabilmenizin tek yolu var olmanızdan geçer.
Bugün bir tür olarak bu gezegen üzerinde isek bunun sebebi atalarımızın kendilerini varlıktan silebilecek unsurlardan uzak durmalarına yol açan gen kombinasyonlarına sahip olmalarıydı.
Onları öldürebilecek unsurlara yönelmelerine yol açan gen kombinasyonları taşımış her ne tür canlı vardı ise bunlar varlıktan silindiler.
(Burada varlıktan silinmek ile tabii ki de ölen bir canlının kalıntılarını kastetmiyoruz.)
(Ayrışma veya çürüme biyomda yer kaplayan sonlu maddelerin geri dönüşümü için gereklidir.)
Ve dolayısıyla biz de şu anda var olan canlılar olduğumuz için şu anda var olabiliyor olmamızın tek yolu, evet tahmin edeceğiniz üzere, var olmaktan geçer.
Bu da demek oluyor ki biz eğer şu anda var isek ve buradaysak bunun tek yolu bizi var eden atalarımızın yok olmadan var olmaya devam edebilmeleriydi.
Kendilerinin yok olmalarına yol açacak unsurlara yaklaşmalarını emreden gen kodlarına sahip canlılar yok oldular, geriye kalanlar ise bu aynı unsurlardan uzaklaşmalarını emreden genleri taşıyan canlılar oldu. Ve evet, onlar atalarımızdı.
Esasında burada bir hayatta kalmak istenci yok.
Yalnızca eylem istenci var.
Biz var olan şeyler olarak yalnızca var olabilmiş, yok olmamış şeylerin torunları olabileceğimiz için yalnızca onları varlıktan silecek unsurlardan uzaklaşmalarına yol açacak gen kombinasyonlarını taşımış ataların torunları olabiliriz.
Örnek vermek gerekirse yükseklik korkusu.
Onları atlarlarsa kemiklerini kırıp iç kanama sonucu öldürebilecek yüksekliğe sahip yüzeylerden alıkoyacak içtepileri taşımayan atalarımız öldü.
Geriye kalanlar ise onların bu yüzeylerden uzak durmalarına yol açacak içtepileri taşıyan atalarımızdı.
Bu spesifik örnekteki alıkoyucu içtepiyi "yükseklik korkusu" diye isimlendiriyoruz.
Tabii ki de bahsettiğimiz örnekteki senaryonun birebir aynısının deneyimlenmiş olmasına gerek yok.
Bundan yalnızca 3 milyon sene önce yaşamış atalarımızın ağaç tepelerinden atlayıp da öldükleri için şu anda yüksekten korktuğumuzu ima etmiyorum.
3 milyon sene dünya üzerinde canlılığının evrimsel takviminde çok kısa bir dilimi kapsıyor, bu nedenle günümüzde "Ölmemizi engellemek için varlar." şeklinde etiketlediğimiz bu basit içtepilerin 3 milyon seneden çok daha uzak bir maziye uzandığını söylersek hatalı olmayız.
Milyarlarca yıl önce çukurdaki hidrotermal bacaların çevresinde inorganik reaksiyonlar sonucu sentezlenen organik moleküllerin oluşturduğu prokaryotik yaşam formu benzeri yapıları gözümüzde canlandırmak zor olduğundan, bugün "hayatta kalma dürtüleri" olarak adlandırdığımız içgüdülerimizin aslında bizi hayatta tutmaya programlanmış yazılımlar olmadıklarını, bize çok benzeyen primat atalarımızla özel bir analoji kurarak açıklamaya çalıştım.
Bugün bir şeylerden korkuyor olmamızın nedeni korkumuzun bizi hayatta tutmaya çalışıyor olması değil.
"Korkmak" diye isimlendirdiğimiz duygu, hissiyat, sezgi - artık buna ne ad takarsanız - bize bir şeyden sapıp tersi istikamete gitmemiz için baskı yapan gen kombinasyonlarının eyleme dökülmesidir.
Eğer genlerinizin size tersi istikametine gitmeniz için baskı yaptığı şey biyokimyasal süreçlerinizin başka (biyo)kimyasal süreçlere dönüşmesine yol açacak bir etmen ise biyokimyasal süreçleriniz olduğu gibi işlemeye devam edecek ve biz de sizi "yaşıyor", "canlı" gibi kategorilere koyacağız.
Çamurlu suyun tadı bize acı gelir.
Çünkü kendilerini hasta edebilecek ve hatta öldürebilecek canlıları barındıran bir sıvıya meylettiren gen kodlarını taşıyan canlılar artık aramızda değiller. (ki bu gen kodlarını taşıyan canlıların hepsi yok oldu diye bir kaide yok, örneğin kendisi için zehirli bir suyu tatlı bulan ama coğrafi konumu dolasıyla yaşamı boyunca hiç bu tarzda bir zehirli su kaynağı ile etkileşime girmediği için hayatta kalmaya devam eden bir canlı olabilir.)
Netice itibari ile biz şu anda buradaysak, yaşıyorsak, nefes alıyorsak ve çamurlu sudan tiksiniyorsak bunun sebebi atalarımızın onları öldürecek mikroorganizmalar içeren sıvıların rengini ve kokusunu algıladıklarında tersi yöne meyletmelerini arzulamalarını emreden gen kodlarını bizim de beraberimizde taşıyor olmamız.
Evet, atalarımız zehirli yılanların ısırmasından sonra acı hissettikleri için kaçtılar.
Yılanların ısırmasından sonra hiçbir acı hissetmeyenler, ne olduğunu anlayamadan olay yerinde hayatlarını kaybettiler.
Yılanların vücutlarında açtıkları yaralardan gelen uyarı sinyallerinin dürttüğü atalarımız hemen orayı terk ettiler ve yılanın zehrine daha az miktarda ve daha kısa süreyle maruz kaldılar.
Ancak bu onların hayatlarını kurtardıkları anlamına gelmiyordu, vücutlarına giren zehir nedeniyle ölebilirler, zehirlenmeseler bile yaraları enfeksiyon kapabilir ve hayatları yeniden sona erebilirdi.
Vücutlarını zehirden arındırmalarına ve yaralarını temizlemelerine olanak tanıyan, bugün "bilişsel zeka" diye isimlendirdiğimiz beceri setlerini barındıranlar hayatta kaldılar.
"Yaşamak istediklerinden" değil, bir yılan tarafından ısırıldıklarında ters yöne koşma dürtüsünün tahammül edilemezliğini dindirmek için zehirlerine panzehir, yaralarına merhem türettiler. Zehir ve bakterileri vücutlarından temizledikçe, sistemlerinin devamlılığını tehlikeye atabilecek bir şey olduğunda genlerinin devreye soktuğu yüksek sesli alarmlar da sustu.
Zira sürekliliklerini koruyamayıp başka konfigürasyonlara biçimleşen konfigürasyonlar bu başkalaşıma ket vuracak bariyerlere (alarmlara) sahip değillerdi.
Hayatta Kalabilmek Keyfi Bir Tasvirdir.
Çevremizde gördüklerimizi kategorilere ayrıştırma ve hapsettiğimiz tanımlamalar dahilinde inceleme takıntımız vardır.
Bu takıntımızın en bariz örneği ise "cansız" ve "canlı" minvalinde inşa ettiğimiz gerçeklik algımızdır.
Evrende "cansızlık" ve "canlılık" başlıkları altında iki alt kompartmantalizasyon olduğu yanılgısına düşeriz.
Mesele şu ki biz bu sınıflandırmaları öznel algımızın bizi yönlendirdiği doğrultuda keyfi kurallar çerçevesinde oluştururuz.
Evrende bize kendimizi andıran, bizimle benzer sistemlerden oluşan şeyleri kendimizle aynı başlık altında değerlendiririz.
Örneğin bir ceylanın bizim gibi bir canlı olduğunu, bizimle aynı kategoride bir varlık olduğunu söyleriz. Çünkü kendimizi incelediğimizde gördüğümüz yapılara neredeyse bütünüyle denk yapılara bir ceylanda da rastlarız.
Yaptığımız bu tanımlamalardan yola çıkarak yarattığımız keyfi kümeler arasındaki geçişler için de ayrıca farklı söz öbekleri icat ederiz.
Örneğin bir sistem "canlılık" başlığı altında çembere aldığımız özelliklerini yitirip "cansızlık" başlığı altında çembere aldığımız yeni özellikler kazanırsa biz buna "ölmek" deriz.
Aydınlığa kavuşturmak gerekirse, "bir ceylanın ölümü" ile esasında şunu kastederiz:
"Bize benzer süreç ve sistemlere sahip olduğu için kendimizle aynı kategoriye yerleştirip canlı olarak nitelendirdiğimiz bu varlığın bizimkileri andıran söz konusu sistem ve süreçleri az önce bizimkilere çok yabancı ve bütünüyle farklı sistem ve süreçlere başkalaştı."
Bu noktada göz ardı edilmemesi gereken husus bir sistem başka bir sisteme dönüşürken bu dönüşümleri ve bu dönüşümler neticesinde ortaya çıkan yeni sistemleri betimlerken kullandığımız terimlerin tamamen keyfi olduğu.
Reaksiyonlar, etkileşimler, mutasyonlar... İsmini ne koyduğunuzdan bağımsız, evrende durmaksızın bir şeyler gerçekleşir zaten.
Bir ceylanın besin zincirinde avcısı olan yırtıcıya çok yaklaştığı için boynundan koparılıp "öldürüldüğünü" ve bundan ötürü de bundan böyle "cansız" olduğunu anlatırız.
Fakat yaptığımız bu anlatıma baştan sona benmerkezci bir yaklaşım ile yön veririz.
Bizim tanımımız ile henüz "canlı" bir ceylanın bedeninde vuku bulan kimyasal süreçlerin (Örneğin, glikozun ceylanın kalp kası hücrelerinin sitoplazması içinde bir dizi kimyasal reaksiyondan oluşan glikolize uğraması), ceylan avcısı tarafından öldürülüp "cansız" vaziyete getirildiğinde de başka süreçlere farklılık kazandığını (otoliz gibi vücudun kendi iç kimyasal reaksiyonları veya dokuların bakteriler tarafından ayrıştırılması) göz ardı ederiz.
Göz Göre Göre
Esasında hiçbirimiz "yaşamak istediğimiz" için ölmekten korkmuyoruz.
Bugün ölümden bu kadar korkuyor gibi görünmemizin sebebi evrimsel geçmişimizde kendilerini öldürecek tehditlerden korkmayanların ölümü kucaklaması, ve haliyle bizim de bu tehditlerden sakındıkları için hayatta kalmışların torunları olmamız.
Yüksekten korkuyoruz evet, düşersek öleceğimiz için değil, yüksekten korkmayanlar atlayıp öldüğü ve biz de yalnızca atlamayıp hayatta kalanların torunları olabileceğimiz için.
Genlerinin onları yapmaya programladığı eylemlerinin sonucunda ölmemiş canlıların devamıyız.
Günümüzün en büyük badirelerinden olan Küresel İklim Değişikliğine karşı tutumumuz da temelde hayatta kalmak için şartlandırılmış varlıklar olmadığımızın apaçık bir delili.
İddia edildiği üzere dürtülerimizin varlık gerekçesi gerçekten de bizi "hayatta tutabilmek" olsa idi ölümümüze sebep olabilecek tüm potansiyel fiillerin boydan boya bir listesi ile doğuyor olmalıydık.
Günümüzde adeta bizi "hayatta tutabilmek" ereğiyle ordalarmış gibi tezahür eden davranışlarımız, var olmasaydılar asla var olamayacağımız atalarımızın "canlılık" şeklinde yaftaladığımız organ kümelerinin ve o kümelerin fizyolojik fonksiyonlarının arızalanmalarına ve savrulup başkalaşmalarına yol açabilecek faktörlerden uzak durmaları talimatını içeren gen dizilimlerinden temel almaktadırlar.
Evrimsel geçmişimizde atalarımızın yaşamlarını sona erdirebilecek eylemler yapmalarına mani olan bu genlerin evrimsel geleceğimizde de bizi yaşamlarımızı sona erdirmemize mani olacak eylemler yapmaya sevk edeceklerinin bir garantisi yoktur.
Dedelerimizin ölmelerini engelleyen davranışları tetikleyen genler şimdiki zamanda yaşayan bizlerin ya da torunlarımızın ölmelerine neden olabilirler.
Atalarımızın canlıların fosilleşmiş kalıntılarını analiz etmelerini ve kendilerini ısıtmak, korumak ve yemeklerini pişirmek için kırmızı bir alev yaratmalarını sağlayan analitik zekalarını ortaya çıkaran genetik dizi, şimdi bu genetik diziyi miras alan torunlarının yaşam alanlarını yok etmelerine ve kendi ayaklarına "ateş" etmelerine neden oluyor.
Evet, küresel ısınma (biz ve bize benzer ısı değerlerinde optimal performans gösterebilen sistemler için) kötüdür diyoruz zira bizi biz yapan sistemlerin sürebilmesi için tahmin edeceğiniz üzere bizi biz yapan sistemlerin sürebilmesi gerekiyor.
Kendimizi belli başlı kategoriler altında tanımlamamıza sebep olan bu sistemlerin devamlılıklarına ket vurabilecek termodinamik koşullar bizim için yok oluşu simgelerler.
Ortalama ısıları onları spesifik isimler aracılığıyla tarif etmemize neden olan (örneğin kaya midyesi ya da David Bowie Örümceği) işlevlerini sonlandırabilecek değerlere sürüklenen sistemler "cansız" kategorisine oturttuğumuz farklı işlevlere sahip başka sistemlere evrildiler. Ortalama ısıları "canlılık" şeklinde karakterize ettiğimiz işlevlerinin başkalaşmadan sürmelerini sağlayacak değerlerde muhafaza edilen sistemler ise "canlı kaldılar."
Evet, derilerinden boşalttıkları sıvıların bedenlerindeki ısıyı çalıp buharlaşması sonucunda hararetten ölmeyen primatların soyuyuz.
Gözeneklerinden sıvı dökemeyenlerin soyu olamazdık, nasıl var olabilirdik ki?
Farklılaşan atmosferik koşullar ve iklimsel etmenlerin bizi yok oluşa sürüklediklerini bilmemize rağmen bu süreci tersindirmek için gerekli önlemleri almamakta ısrarcı olmamız da evrimimizin bize hiçbir noktada hayatta kalmak gibi bir kaygı yüklemediğini gösteriyor.
Sadece en iyi analiz yapanlar, en iyi öngörüleri gerçekleştirenler ve bu düşüncelerini eyleme dönüştürenler kendilerini bekleyen sonu -belki?- bir miktar geciktirebiliyorlar.
Ki onlar da tıpkı terleyemedikleri için ölen ataları gibi ileride vuku bulacak bambaşka bir senaryoda ölmelerine mani olacak eylemleri almaya yatkın olmalarını sağlayacak genetik kodlamaları taşımamalarından ötürü oyunun sonuna gelebilirler.
Bu demek değildir ki tüm becerilerimiz bize hür irademiz olmadan verilmiş gen dizilerine bel bağladığı için hiçbir şey yapmayıp evrenin bizi öldürmesini bekleyelim.
Hayır, siz farklı bir şey, genleriniz farklı bir şey değil. Genlerinizi size takılan bir davranış çipi veyahut bir uzaktan kumanda aleti gibi kafanızda canlandırmayın.
Genleriniz size "verilmiyor."
Siz o genlerin ta kendisisiniz zaten.
Unutmayın, her bir düşünceniz, her bir kararınız, her bir eyleminiz sizi siz yapan malzeme ile şekilleniyor.
Kaderimize boyun eğmeyi reddedip kendimizi gerçekleştirmek için çabalamamız da bizi biz yapan tabiatımızdır.
Ne yaparsanız yapın siz sizi oluşturan genlerin buyruklarısınız zaten.
İsterseniz bu genlerin ihtiva ettikleri bilgi kodlarına dokunmayın, aynı kalsınlar, isterseniz dışarıdan müdahale edip genlerinize yeni veriler yükleyin.
Herhangi bir anda ne yapıyorsanız o yaptığınız şey genlerinizin güncel olarak dikte ettiğidir.
Size sudan tasarruf edin, ulaşım tercihlerinizi değiştirin, evinizde çevre dostu ürünler tercih edin veyahut sigara izmaritlerinizi yere atın, yağlarınızı lavaboya dökün, plastik poşet kullanın demiyorum.
Yol ayrımlarına geldiğinizde alacağınız kararlar ne olursa olsun genlerinizin sizi döktüğü kalıpların dışına çıkmanızın imkansız olduğunu anlatmaya çalışıyorum.
Bu yüzden "Canlıların Hayatta Kalmak Gibi Bir Amaçları Yoktur." ana temalı bu yazımdan "Demek ki yaşamanın bir değeri yok.", "İyi bari ölelim." gibi dersler çıkarıyorsanız aktarılmak istenileni kaçırıyorsunuz demektir.
Hayır, bu yazıdan öğrenilecek ders "gevşemeli ve akışına bırakmalıyız." değildir.
Hayır, bu yazıdan öğrenilecek ders "daha çok didinmeliyiz." de değildir.
Bu yazıdan çıkarılabilecek bir ders yoktur.
Ayrıca bu yazıdan bir ders çıkarılamayacağına yönelik de bir ders yoktur.
Bu yazı sadece bir tespit içerir ve bundan da fazlası değil.
Sonuç
Bugün kim olduğumuzu oluşturan "şeylerin" bir toplamı olarak, bugün kim olduğumuzu oluşturan "şeyler" yığınının daha küçük "şeylere" bölünmesi veya başka "şeylerle" birleşerek başka bir "şeyler" birleşimine dönüşmesi neticesinde hasıl olacak herhangi bir yeni yapı, sorunun doğasını anlamak için yeterli kognitif muhakemeye sahip değilse, kendi kendine şöyle diyecektir:
"Beni diğer yığınlara dönüştürecek şeylerden kaçtığıma göre hayatta kalmaya çalışıyorum."
Hayır, seni oluşturan malzemelerin şimdiki tarifinden farklı tariflerde bir araya gelmelerini tetikleyecek olaylar vuku bulur ise oluşan yeni tarif de kendi tarifini başka yeni tariflere dönüştürebilecek olaylardan kaçıyor olduğu müddetçe statükosunu muhafaza edebilir ve kendisini o spesifik statüko ile özdeşleştirebilir.
Tespitlerimiz:
- Korkularımızın varlık amacı bizi hayatta tutmak değildir.
- Atalarımız ölümlerine yol açabilecek eylemleri yapmalarını önleyen korkuları nedeniyle ölmediler ve bu korkularını bize aktardılar.
- Biz ve torunlarımız ölümümüzü önleyecek eylemleri yapmaya korktuğumuz için ölebiliriz.
- Ölümümüzü önleyecek eylemleri yapmaya korkumuzu bu korkumuza neden olan genetik kodu değiştirerek yenebiliriz, ancak genlerimizi değiştirmeye yarayan bilişsel dağarcığımız da genetik kodumuzun bir ürünüdür.
- 3
- 3
- 3
- 2
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 27/12/2024 11:31:04 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/16302
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.