Beyin ve Bilincin Deneylerle Analizi Üzerine
Bu yazıda araştırmacılar tarafından gerçekleştirilmiş veya bizzat klinik vakalarda gözlemlenmiş deney ve olgulardan yararlanarak beyin ve bilinç kavramlarının gerçek bilimsel temellerine kısa bir giriş yapılmıştır. .
nature
- Blog Yazısı
Phineas Gage Vakası (13 Eylül 1848 Vermont, ABD): Bahsedilen tarihte Gage, demiryolu işçisi olarak görev yaparken kaya deliklerine barut yerleştirmektedir. Barutu sıkıştırmak için uzunluğu yaklaşık 1.1 metre ve çapı yaklaşık 3 santimetre demir bir çubuk kullanmaktadır. Yaşanan kaza sonucu (patlama) çubuk; sol yanaktan girmiş, sol frontal lobu delmiş ve kafatasının üstünden çıkmıştır. Motor korteks, beyin sapı veya hayati merkezler zarar görmediğinden Gage hayatta kalmıştır. Nöroanatomiye göre zarar gören bölge; dürtü kontrolü, sosyal planlara uyum, uzun vadeli planlama, ahlaki muhakeme ve duygusal düzenlemelere katılmaktadır. Nitekim olay öncesinde sorumluluk sahibi, saygılı, planlı, güvenilir ve başarılı olduğu belirlenen Gage, olay sonrasında sabırsız, argo konuşan, sosyal normlara tam olarak uymayan, güçlü gelecek planları yapamayan ve tutarsız bir kişilik kazanmıştır. O dönemde yaşamış doktoru John Harlow, “Gage artık Gage değildi” ifadelerini kullanmıştır. Vaka sonucunda kişiliğin “soyut” bir kavram olmadığı (belirli beyin bölgelerine bağlı olduğu), frontal lobun insanı insan yapan bölge olduğu (ahlak, toplumsallık, öz kontrol anlamında) ve zekanın davranıştan bağımsız olabileceği (Gage’nin zekâ seviyesi korunmuştur) gösterilmiştir.
Paul Broca ve “tan” vakası (1861): Bahsedilen vakada Louis Victor Leborgne yalnızca “tan” kelimesini söyleyebilmekteydi. Hasta; kelimeleri anladığını gösteriyor ve zekâsı korunmuş özellikteydi. Öyle ki hasta, konuşamasa da istemli hareketlerde bulunarak söylemek istediği şeyleri jest ve mimikleriyle anlatabiliyordu. Ayrıca ağız-dil kasları çalıştığı için durum motor felç değildi. Yalnızca dil üretimi işlevi gözlenmemekteydi. Hasta öldükten sonra Doktor Paul Broca, hastanın beynini incelemiş ve sol frontal lobda özellikle bugün “Broca alanı” adı verilen yerde bozulmalar gözlemlemiştir. Böylece konuşma yetisinin beynin sol frontal lobunda bulunan Broca alanından kaynaklandığı gösterilmiştir. Broca alanında afazisi bulunan hastalarda akıcı konuşma bulunmamakta, dilbilgisi bozulmakta (agrammatizm), cümleler kısa ve kesik olmaktadır. Ancak hasta kendisine söylenen ifadeleri büyük ölçüde anlayabilmekte ve cümlelerinde yaptığı hatanın da farkında olmaktadır. Kısaca hasta, düşüncelerini dile dökememektedir. Bu vaka sonucunda anlama ile dil üretiminin özdeş olmadığı (farklı beyin bölgelerinde düzenlendiği), insanlarda dil üretim merkezlerinin solda olduğu (çoğu durumda sağ yarımküre hasar alırsa bu durum gözlenmez), soyut görünen dil yetisinin fiziksel bir dokuya bağlı olduğu ve felsefi olarak dil bozulsa dahi insanın düşünmeye devam edebileceği gösterilmiştir. Modern anlamda sağ yarıküre; tonlama, vurgu, mecaz ve duygusal içeriklerde görevlidir. Dil, bir sinir ağı ile üretilse de Broca alanı olmadığında üretim çökmektedir.
Carl Wernicke analizleri (1874): Wernicke’nin incelediği hastalar; akıcı konuşmakta, cümleleri dilbilgisel açıdan düzgün seyretmekte, tonlama ve akış normal olmakta ancak söylenilen cümleler anlamsız olmaktadır. Ayrıca hastalar, kendilerine söylenen şeyleri de anlamamaktadır. Hastalar yanlış konuştuklarının farkında da değildir. Yapılan otopsi ve klinik gözlem çalışmaları sonucunda bu tarz hastaların sol temporal lobunda günümüzde “Wernicke alanı” adı verilen bölgede bozulmalar olduğu gösterilmiştir. Burası Broca alanının arkasında ve işitsel kortekse de oldukça yakındır (dilin anlamı duyusal bilgiyle bağlantılıdır). Wernicke afazisi bulunan hastalar; akıcı-uzun ancak anlamsız içerikler söylemekte, yanlış kelimeler kullanmakta (parafazi), uydurma kelimeler üretmekte (neolojizm), basit komutları dahi anlamamakta ve sorunun farkında olmamaktadır (genellikle). Bu çalışmalar sayesinde Wernicke alanında kelimelerin anlamlandırıldığı, Broca alanında ise kelimelerin üretildiği gösterilmiştir. Nöroanatomik olarak “Arcuate fasciculus” adı verilen bir sinir lifi demeti, Wernicke alanını Broca alanına bağlamaktadır (temporal lobdan çıkar, parietal lobun altından yay çizerek frontal loba ulaşır). Bağlantının işlevi, algılanan dili motor dile dönüştürmektir. Kısaca duyulan kelimenin anlamlandırılıp aynı kelimenin aynı şekilde tekrar edilmesinde işlev görmektedir. Arcuate fasciculus, kelime tekrarları, yeni kelimeler, yabancı kelimeler ve anlamsız heceler için hayati özelliktedir. Arcuate fasciculus hasar görünce ortaya çıkan Conduction Aphasia durumunda konuşma akıcı, anlama becerisi büyük ölçüde sağlam, dilbilgisi fena değildir. Ancak tekrar etme kabiliyeti özellikle uzun kelimelerde, karmaşık cümlelerde ve anlamsız kelimelerde bozulmaktadır (hasta hatasının farkındadır). Böylece beyin yalnızca merkezlerden değil, aradaki bağlantılardan da ibarettir. Bütün bunlar ışığında konuşma eylemi bilinçli olmak zorunda değildir (hasta akıcı konuşmasına rağmen ne dediğini bilmemektedir). Gerçeklik algısının bir bölümü dil üzerinden kurulmaktadır (anlam bozulunca kavramlar çözülmektedir (boş sese dönüşmektedir)). Ayrıca dil, ağ tabanlı bir sistemdir, bağlantılar da merkezler kadar önemlidir, farkındalık kontrol anlamına gelmemektedir (Conduction Aphasia durumda hastalar hatasını bilmekte ancak düzeltememektedir). Modern sinirbilime göre Wernicke alanı, dile anlam yükleyen beyin alanlarının merkezi düğümü işlevindedir ve ana dağıtım merkezidir.
Wilder Penfield ve uyanık beyin ameliyatları: Bir nöroşirüjiyen olan Penfield, epilepsi hastalarında nöbet odağını bulup çıkarmak ve bunu yaparken sağlıklı dokuyu korumak amacıyla beyni haritalama çalışmalarında bulunmuştur. Beyin dokusunun kendisi ağrı hissetmediğinden (sadece deri, kafatası ve zarlar ağrıya duyarlıdır buralar lokal anestezi ile uyuşturulabilir) hasta uyanık, bilinci açık ve konuşup sorulara cevap verebilirken beyin haritalama çalışmaları yapılabilmiştir. Ameliyat esnasında beynin belirli noktalarına düşük voltajlı elektrik uyartıları uygulanarak hastaya “ne hissediyorsunuz, ne görüyorsunuz, hareket var mı?” vb. sorular sorulmuştur. Günümüzde motor korteks olarak adlandırılan bölgeye yapılan uyarılar, istemsiz hareketlere sebep olmuş; somatosensoriyel kortekse yapılan uyarılarsa dokunma hissi üretmiştir. Bunun sonucunda kortikal homunculus adı verilen “Beynin hangi bölgesi nereyi temsil eder?” sorusuna cevap veren harita üretilmiştir. Ayrıca temporal lob uyarıldığında hastalar, müzik vb. sesler duymuş veya bir anı yeniden deneyimlenmiştir (hasta deneyimlediği anının o anda yaşanmadığının farkındadır). Penfield, bu durumu “Anılar dağınık olarak depolansa da erişim noktaları bulunmaktadır.” biçiminde yorumlamıştır. Temporal lob, belleğe giriş kapısı gibidir (aynı bölgeye yapılan uyartı her zaman aynı anıyı getirmemiştir yani bellek dağınıktır ama erişim noktaları vardır). Bunun yanında Penfield gözlemlerinde beyin uyarıldığında örneğin hastanın eli hareket etse de veya anılar canlansa da hastanın “bu hareketleri kendisinin yapmadığının farkında olmasıdır”. Yani hasta, “elimi ben değil siz hareket ettirdiniz” gibi ifadeler kullanabilmiştir. Kısaca irade olmasa da deneyimler gerçekleşebilmektedir. Bu da, “Kararı beyin mi veriyor yoksa beyin bir aracı mı?” sorusunun kapısını aralamıştır. Modern yorumda beyin deneyim üretebilen bir sistemdir, bilinç; pasif bir gözlemci olabilir (hasta deneyimi yaşamakta ama kontrol edememektedir), bellek yeniden oynatılabilirdir.
Benjamin Libet ve Libet deneyi (1983): Libet, deney katılımcılarından hiçbir dış uyaran olmadan tamamen istedikleri bir anda bileklerini veya parmaklarını oynatmalarını istemiştir. Bu esnada katılımcılar, bir saat ekranına bakarak (hızla dönen bir nokta bulunmaktadır) hareket etmeye ilk karar verdikleri anı takip etmektedir (karar verdiklerinde nokta saatin neresindeydi?) (bu ana W (Will) zamanı denmektedir). Bu esnada bir EEG cihazı yardımıyla katılımcıların beyin aktivitesi özellikle hazırlık potansiyeli (Readiness Potential (RP)) olmak üzere ölçülmüştür. RP, motor kortekste hareketten önce başlayan ve yavaş yükselen elektriksel bir aktivitedir. Libet’in bulguları oldukça şaşırtıcıdır. RP, hareketten yaklaşık 500 milisaniye önce başlamakta, kişi ise hareketten yaklaşık 200 milisaniye önce karar verdiğini söylemektedir. Bu durumda beyin, bilinçten yaklaşık 350 milisaniye önce harekete başlamaktadır. İlk yorum, bilincin kararın başlangıcında değil ortasında devreye giren bir süreç olduğudur. Yani kişi, “karar verdiğini fark ettiği” anda beyin çoktan süreci başlatmış durumdadır (bu, özgür irade kavramına ciddi bir darbe özelliğindedir). Libet, bunu çözmek için “Veto Hipotezini” ortaya atmıştır. Buna göre beyin, otomatik olarak hareketi başlatsa da kişi; son 200 milisaniye içerisinde bu hareketi iptal edebilme yetisine sahiptir (yani yap kararı bilinçsiz olsa da yapma eylemi bilinçli olabilir).
Libet’ten sonra RP’nin “tam olarak ne olduğu” muallaktı. Yani RP, sadece harekete geçme isteği miydi yoksa hangi hareketin yapılacağı önceden belirli miydi bilinemiyordu. Bunun üzerine 2008 yılında Soon-Haynes deneyleri gerçekleştirildi. Bu deneyde katılımcılardan üzerinde rastgele harfler akan bir ekrana bakmaları ve istedikleri bir anda sol veya sağ tuşa basmaları istenmişti. Katılımcılar, yine karar verdiklerinde bunu ifade etmeliydi (karar verilen an söylenmeliydi). Bu esnada katılımcılar, modern teknoloji ile (mekânsal çözünürlüğü yüksek fMRI ve çok değişkenli örüntü analizi yapabilen MVPA) izlendi. Bulgular şok edici nitelikteydi. Araştırmacılar, katılımcı “şimdi karar verdim” demeden yaklaşık 7 ila 10 saniye önce beyin sinyallerinden yola çıkarak basılacak butonu istatistiksel olarak tahmin edebilmişti. Karar bilgisi, en erken prefrontal korteksin en ön kısmında tespit edildi (işleme parietal korteks ve posterior cingulate de katılıyordu). Bu bölgeler, bilinçli farkındalıkla değil, arka plan süreçleri ile ilgiliydi. İstatistiksel analizler, sonuçların “anlamlı bilgi içerdiğini” gösterdiğinden kararların bir anda oluşmadığı ve bilincin sürecin sonunda karardan haberdar olduğu gösterilmiştir. Ayrıca Libet deneyinde milisaniyeler olarak betimlenen ölçek, bu deneylerle saniyeler mertebesine çekilmiştir (kısaca bilinç daha da geri plandadır ve özgür irade kavramına daha ciddi bir darbe vurulmuştur). Yine de Libet’in veto fikri tam olarak reddedilmemiştir.
Daniel Wegner ve ilüzyonel özgür irade hipotezi: Wegner’e göre bilinçli “irade” davranışı başlatmamaktadır. Bunun yerine gerçekleşen davranıştan sonra “bu eylemi ben istedim” şeklinde nedensel bir hikâye uydurmaktadır. Kısaca beyin, eylemi üretmekte bilinç ise bu eylemi sahiplenmektedir. Hipoteze göre “irade hissinin” oluşması için üç koşul gerekmektedir. Öncelikle düşünce eylemden hemen önce oluşmalıdır. İkinci olarak oluşan düşünce, eylemle tutarlı olmalıdır. Son olarak eyleme dair dışsal bir neden (örneğin baskı) bulunmamalıdır. Bu üç koşul sağlandığında beyin “nedeni” sahiplenmektedir. Ayrıca neden, gerçek bir şey olmak zorunda değildir. Bu hipotezi test etmek için yapılan deneylerin birinde katılımcılar üzerinde farklı nesneler bulunan bir ekrana bakmaktadır. Bir imleç, ekranda bilgisayar kontrolünde dolaşmaktadır (katılımcıya imleci kendi kontrol ettiği söylenmiştir). Deney başlamadan önce katılımcıya ekranda bulunan bir nesne söylenirse (örneğin bir kuğu) ve imleç bilgisayar kontrolünde o nesneye götürülürse katılımcılar “imleci özellikle o nesneye götürdüğünü” ifade etmektedir. Nitekim imleç üzerinde bir kontrolleri yoktur. Bunun yanında sahte geri bildirim deneyleri ve hipnoz çalışmaları da Wegner hipotezini desteklemektedir. Wegner’e göre irade hissi, mekanizmanın kendisi değil yalnızca çıktısı olmaktadır (bu durumda özgür iradenin yeniden tanımlanması oldukça önemlidir).
Ayrık beyin deneyleri: Nöroanatomik olarak Corpus Callosum, yaklaşık 200 milyon sinir lifi içeren ve beynin sağ-sol yarımkürelerini bağlayan ana iletişim yoludur. Bazı ağır epilepsi vakalarında nöbetlerin “sıçramasını” engellemek için bu yapı cerrahi olarak kesilir (Callosotomy). Böylece “ayrık beyinli” hastalar elde edilir ve bilimsel gözlemler yapılabilir. Ameliyat sonrasında hastalar; normal konuşabilir, hatırlayabilir ve tutarlı davranışlar sergileyebilir. Ancak Roger Sperry ve Michael Gazzaniga tarafından planlanan deneylerde garip sonuçlar elde edilmiştir. Nöroanatomik olarak beynin sağ görsel girdileri sol yarıkürede, sol görsel girdileri sağ yarıkürede işlenmektedir. Ayrıca (önceleri değinildiği üzere) dil merkezleri sol yarıkürededir (yani sağ yarıküre “konuşamaz”). Deneylerde hasta ekrana bakmakta ve bir kelime veya nesne hastanın sadece bir görsel alanına gösterilmektedir. Eğer uyaran sağ görsel bölüme gösterilirse girdiler sol yarıküreye geçeceğinden gösterilen kelime söylenebilir, tanımlanabilir ve açıklanabilir. Uyaran sol görsel alana gönderildiğinde ise hasta, bir şey görmedim der veya gösterilen şeyi tanımlayamaz. Ancak sol eliyle (sağ yarıküre tarafından kontrol edilir) gösterilen nesneyi seçebilir, çizebilir veya işaret edebilir. Buradan çıkarılan sonuç, sağ yarıkürenin nesneyi bildiği ancak söyleyemediğidir! Bu durumda sağ yarıküre bilinçsiz değildir. Bilinçli olsa da konuşamamaktadır (bilinç = dil önermesi yıkılmıştır). Bütün bunlar ışığında ayrık beyinli bir hastada sol yarıküre konuşabilen, mantık kurabilen, açıklama yapabilen bir yapıyken; sağ yarıküre görebilen, seçebilen, tepki verebilen ancak konuşamayan bir yapıdadır. Yani kafada iki yarı-bağımsız zihin aynı anda bulunmaktadır (bunlar normalde bağlantılıdır). Bu deneylerden çıkarılan en önemli fikir, sol yarıkürenin yorumlayıcı olduğudur. Yani sol yarıküre, olan bitene neden uyduran, bilgi eksik olsa bile tutarlı hikâye kuran yapıdadır (Wegner ve Libet ile örtüşür). Deneyin felsefi sonucu ise “ben” kavramının belki de tek bir şey olmayabileceğidir.
Yine Corpus Callosum kesildikten sonra bazı hastalarda bir elin bilinçli bir hedefe karşı davrandığı, diğer elin ise tam tersini yaptığı durumlar gözlenebilmektedir. Hasta, durumu fark etse de kontrol edememektedir. Örneğin sağ el gömleği iliklerken sol el ilmekleri geri açmaktadır. Veya sağ el çekmeceyi kapatırken sol el tekrardan açmaktadır. Hasta, sol elinin sanki kendisine ait olmadığını ifade etmektedir. Ancak sol el; felç değildir, rastgele değildir ve amaçlı hareket etmektedir. Nörobiyolojik olarak sağ el, sol yarıküreye bağlı olduğu için yaptığı hareketler dil ile ifade edilebilmekte, planlanabilmekte ve bilinçli rapor üretilebilmektedir. Sağ yarıküre ise sol eli kontrol etmekte ancak dil ile ifade edememektedir (bilinçli rapor yoktur). Corpus Callosum kesildiğinde bu iki sistem uzlaşamadığı için aynı beden içerisinde iki hedef sistemi aynı anda bulunmaktadır. Olgunun sonucu, bir bedende tek irade bulunmadığıdır. Kısaca bilinçli benlik tüm davranışların kaynağı değildir. Sadece onu sahiplenen yapıdır. Ayrık beyin deneyinin farklı bir formu sol yarıkürenin gerçekten de (Wegner’in öngördüğü gibi) neden oluşturduğunu da göstermiştir. Hastanın sadece sol görsel alanına (sağ yarı küresine) “kalk” ifadesi gösterildiğinde hasta ayağa kalkmaktadır. Nedeni sorulduğunda ise (dil merkezini içeren sol yarıküre eylemin gerçek sebebini bilmese de) “biraz hareket etmek istedim”, “havada bir şey gördüm” gibi olmayan bahaneler üreterek eylemi sahiplenmektedir.
Görsel körlük deneyleri: Nöroanatomik olarak görme; retinadan optik sinire, optik sinirden talamusa ve V1 birincil görsel kortekse oradan da bilince aktarılmaktadır. Birincil görsel korteksi hasar almış hastalar, hiçbir şey görmediklerini söylemektedir (bilinçli görüş kaybolmuştur). Ancak görsel uyaranlara doğru tepkiler vermektedirler. Çünkü retinadan beyine giden yollar, V2 ve V3 gibi evrimsel olarak daha eski ve bilinç üretemeyen beyin bölgelerine de uğramaktadır. Bu bölgeler, bilinç üretmese de hareket, yön, tehlike ve konum bilgisini taşımaktadırlar. Bahsedilen durumdan mustarip hastalar, hiçbir şey görmediklerini söyleseler de araştırmacıların yüzlerine tuttukları ışığın sağdan mı yoksa soldan mı geldiğini söyleyebilmektedirler (cümleleri “tahmin ediyorum” şeklinde olsa da sonuçlar %90 doğrudur yani rastgele değildir). Bir başka deneyde hastalar hiçbir şey göremese de yönlendirildikleri ekrandaki bir noktanın hangi yöne hareket ettiğini söyleyebilmektedirler. Son olarak bilinçli görme işlevini gerçekleştiremeyen hastalar yürürken yollarına engeller konulduğunda hastaların engellere çarpmadan ilerlediği izlenmiştir (unutulmamalıdır ki körlük, retina veya optik sinir yolları kaynaklı değildir V1 korteksi hasarlı hastalar için geçerlidir). Bu deneyler sonucunda algının bilinçle eş kavramlar olmadığı gösterilmiştir. Çünkü görsel bilgi alınıp kullanılsa da bilince yansımamaktadır. Dolayısıyla bilgi işleme bilinçten bağımsız olabilmektedir, bilinç davranış için şart değildir, beyin önce işlem yapıp sonradan bilinç üretmektedir (Libet ve Wegner zinciriyle uyumludur).
Değişim körlüğü deneyleri: Değişim körlüğü, bir ortamdaki büyük ve bariz değişiklerin dikkat uygun şekilde yönlendirilmezse fark edilmemesi durumudur. Kısaca beyin (bilinç), sadece işe yaradığı kadar bilgiyi tutmayı tercih etmektedir. Flicker Paradigması deneyinde katılımcılara görsel a gösterilmektedir. Ardından bunu kısa bir boş ekran (maske) ve küçük bir değişiklik içeren görsel b gösterilmektedir. Denekler, bu değişimi saniyeler boyunca fark etmez. Çünkü araya konan maske, göz hareketlerinin ipucu üretmesini engellemektedir. İkinci bir deneyde katılımcılar sokakta bir araştırmacıyla konuşmaktadır. Aralarından bir “kapı” geçirildiğinde araştırmacının yerine başka biri geçmektedir (boy, ses, kıyafet veya yüz yönünden farklı biri). Ancak denekler aynı kişiyle konuştuğunu düşünmektedir. Bu durumda algılanan her şey bilinçte fark edilmez demektir. Dolayısıyla görülen her şey bilinçte mevcut değildir. Bilinç; dar bantlı, seçici ve olaydan sonra devreye giren bir yapıdadır. Benzer bir etki olan McGurk etkisi deneylerinde katılımcılara (katılımcı ekrana bakarken) örneğin “BA” sesinde bir işitsel uyaran dinletilirken ekrandaki karakter dudaklarıyla “GA” demektedir. Deneklere ne duyduğu sorulduğunda alınan cevap “DA” gibi iki uyaranın birleştirilmesiyle oluşturulmuş yapıdadır. Kısaca beyin, uyaranları birleştirerek işlemektedir. Ayrıca beyin gerçekliği değil, en olası yorumu üretmektedir.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Henry Molaison vakası: Henry Molaison, şiddetli ve ilaçlara dirençli bir epilepsi hastasıydı. Doktoru William Scoville, her iki temporal lobdan nöbetleri engellemek amacıyla hippokampus, amigdalanın bir kısmı ve parahippokampal korteksi çıkardı. Ameliyat sonrasında H. M. Konuşabiliyor, zekâ seviyesi normal seyrediyor ve kişiliği aynı olmasına rağmen yeni anılar üretemiyordu. Örneğin bir araştırmacıyla tanıştıktan 5 dakika sonra onu daha önce hiç görmediğini iddia ediyordu. Buna rağmen çocukluk ve ameliyat öncesi anılarına büyük ölçüde sahipti. H. M.’den bir aynaya bakarak şekil çizmesi istendiğinde ve bu eylem günlerce tekrarlandığında performansın gittikçe iyileştiği ancak H. M.’nin her seferinde “bunu daha önce hiç yapmadım” dediği gözlemlendi. Bu gözlemler sonucunda bilinçli hafıza için hippokampus’un gerekli olduğu ancak beceriye bağlı (bilinçsiz, otomatik) hafızada serebellum’un gerekli olduğu gösterildi. Ayrıca bilinç, hafızadan bağımsızdı.
Yanlış bellek deneyleri: Bu alanda merkezi isimlerden olan Elizabeth Loftus’un deneylerinde deneklere çocukluklarına dair 4 ayrı olay anlatılmıştır. Bunlardan 3 tanesi gerçekten yaşanmış (ailelerinden öğrenilmiş) olaylar olmasına rağmen 1 tanesi tamamen uydurma özelliktedir (örneğin çocukken bir AVM’de kayboldunuz gibi). Deneklerin bir kısmı, uydurma olayı gerçek gibi algılayarak detaylar eklemiş, duygular tanımlamıştır. Hatırladıklarından emin olduklarını da eklemişlerdir. Bir diğer deneyde de (DRM) deneklere birbirleriyle ilişkili kelimeler gösterilmiş (örneğin: rüya, yatak, yastık, gece…) sonrasında hatırlanan kelimeler sorulduğunda deneklerin büyük çoğunluğu “uyku” kelimesini kesinlikle gördüklerini ifade etmiştir (listede olmamasına rağmen). Benzer bir çalışmada Challenger Uzay Mekiği kazasından sonra insanlara “kaza nerede oldu?”, “haber nasıl alındı?” gibi sorular yöneltilmiş, aynı sorular 2,5 yıl sonra tekrar sorulduğunda verilen bilgilerin yaklaşık %40 oranında değiştirilerek aktarıldığı ancak deneklerin “%100 eminim” gibi ifadeler kullandığı gösterilmiştir.
Lastik el deneyi: Deneyde katılımcılar bir masaya oturtulmaktadır. Katılımcının gerçek eli görüş alanının dışına yerleştirilmekte ve onun yerine görebileceği lastik bir el konulmaktadır. Araştırmacılar, gerçek (görüş alanı dışı) ve lastik eli (görüş alanında) aynı anda aynı ritimle ve bir fırçayla uyarmaktadırlar. Ardından lastik ele zarar verildiğinde (örneğin bir çekiçle vurulduğunda) deneklerin gerçek korku belirtisi gösterdiği tespit edilmiştir (terleme, kalp hızı, otonom tepkiler ve sözel olarak). Bu deney sonucunda beden sahipliğinin doğuştan sabit değil, istatistiksel bir çıkarım olduğu gösterilmiştir. Hatta deneklere gerçek ellerinin konumu sorulduğunda lastik ele yakın ölçülebilir sapmalar göstermişlerdir.
Beden-dışı deneyim deneyleri: Kişinin bedenini “yukarıdan görmesi” olarak betimlenen ve uzun süre mistisizm, ruh kavramlarıyla doğru olmayan şekilde eşleştirilen BDD kavramı, Blanke deneyleri (2002) yardımıyla açıklığa kavuşturulmuştur. Epilepsi hastasına cerrahi işlem öncesi beyin haritalaması yapılırken TPJ bölgesi uyarıldığında kişi, kendisini yukarıdan gördüğünü ifade etmiştir. Ayrıca laboratuvarlarda yapılan sanal gerçeklik deneylerinde de kişiye kendisi yukarıdan izletildiğinde lastik el deneyinin tam beden versiyonu oluşmuştur. BDD’ler yoğun stres, travma, oksijen düşüşü ve anestezi gibi durumlarda rapor edilse de günümüzde kontrollü koşullarda da üretilebilmektedir.
Amigdala lezyon gözlemleri: Amigdala, temporal lobun derinlerinde limbik sistem içerisinde yer alan özelleşmiş bir çekirdek yapısıdır. Tehdit algısında, korkuda, duygusal değer atamada ve sosyal-ahlaki sinyalleri değerlendirmede görev almaktadır. Bu yapıda meydana gelen bozulmalarda kişide korku tepkileri düşmekte, tehlike değerlendirmesi bozulmakta, duygusal yüz ifadeleri doğru analiz edilememekte ve sosyal normlara duyarsızlık oluşmaktadır. Ancak zekâ, mantık ve dil normaldir. Kısaca Amigdala durulduğunda ahlak matematikseldir ve duygusal kararlar azalmıştır. Yani bilinçli ahlak da fiziksel bir dokunun ürünü özelliğindedir.
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 29/12/2025 20:34:52 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21994
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.