Avrupa’da Aydınlanma Dönemi ve Sonrasında Evrim Teorisi ile İlgili Görüşler
Avrupa’da Orta Çağ boyunca Hristiyanlığın ve dolayısıyla İncil’in otoritesi ile kurulan tanrının değişmez yasalarına olan inanç genel olarak devam etmiştir. Kilise egemenliği ile perçinlenen bu görüşler ile birlikte, Avrupa’da bilimsel uğraşlar uzun bir süre düşük tempoda seyretmiştir. Bu tarz görüşler ve değişim karşıtı bir algı içerisinde gerileyen düşüncelerden biri de canlılığın bir anda üstün bir güç tarafından değil de aşamalı olarak ve doğal süreçler ile geliştiğini savunan fikirlerdir.
Örneğin İslam'ın Altın Çağı'ndaki evrim görüşlerinde de genel olarak Büyük Yaşam Zinciri düşüncesi hakim olsa ve etkisini çoğu zaman şiddetli bir şekilde hissettirse de, 13. Yüzyıl'da Akinolu Thomas (Thomas Aquinas) ile başlayan Hristiyan yaratılışçılığı, değişim fikrinin karşısındaki en büyük kaleleri inşa etmeye başlamıştır. Thomas, Büyük Yaşam Zinciri ve teleoloji düşüncelerini, dönemin Hristiyanlığı ile birleştirerek günümüzde "bilim düşmanlığı" olarak görülebilecek düzeyde seyreden evrim karşıtlığının temellerini atmaya başlamıştır.
Uzunca bir süre skolastik düşüncenin etkisinde kalan Avrupa coğrafyası Rönesans ile birlikte kelimenin tam anlamını karşılayacak şekilde yeniden doğmuştur. Rönesans ile birlikte daha önce unutulmaya yüz tutan Antik Yunan eserleri ve bu eserlerin geliştiricileri ve taşıyıcıları olan İslam dünyasının farkına varılmıştır.
Bu eserlerin temsil ettiği yüksek medeniyet çizgisi sebebiyle, bu kültüre ait düşünceler çeviriler yoluyla Avrupa düşünce dünyasına taşınmıştır. Bir süre sonra Rönesans’a eklemlenen Reform düşüncesi ile birlikte kilise etkisi azaltılmıştır. Bu zaman diliminde Kopernik, Galileo ve Kepler gibi birçok bilim insanı Avrupa bilim kültürünün temellerini atmışlardır. Atılan bu temeller üzerinde doğa araştırmaları ve bilimsel aktiviteler popüler hale geldi.
Bu gelişmeler neticesinde Avrupa’da ilk olarak 1776’da doğa bilimci Carl Linnaeus bitki ve hayvanları aşamalı bir gelişim şemasına göre sınıflandırmıştır. Bahsettiğimiz sınıflandırma yöntemi ile türleri cinslere, cinsleri familyalara, familyaları takımlara, takımları da sınıflara bölmüştür. Bu şekilde kurgulanan sınıflandırma yöntemi oluşturuldu fakat sınıflar içerisine canlıları yerleştirmek için de birçok farklı türde canlı gerekiyordu. Var olan soruna çözüm olarak, dünyanın birçok yerinde denizcilik yapan kişilerden canlı örnekleri getirmeleri istendi ve getirilen canlılar itinayla sınıflandırıldı.
Avrupa’daki bilimsel kıpırdanış sadece biyoloji alanında değil, jeolojinin de bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasıyla birlikte devam ediyordu. Jeologlar yerin katmanına dair incelemeler yapmaya başlamış ve jeolojik süreçlerin dünyanın oluşumundaki etkilerini araştırmaya başlamıştır. Jeolojinin gelişmesi ile birlikte canlılığın gelişimine dair bir başka kanıt sahası açılmış oluyordu. Jeologların bulduğu fosiller canlıların nasıl geliştiğini araştıran biyologlar açısından da çok önemli veri kaynakları olmuştur.
Jeolojinin gelişmesine müteakip bir diğer veri kaynağı olan kaybolmuş türler de bulunan kemiklerden veya yine fosiller sayesinde ortaya çıkmıştır. Jeologlar yerkürenin tarihini sanılandan çok daha fazla geriye götürmüşlerdir. Bu döneme kadar genel kanı James Ussher’ın kutsal kitaplardan hareketle belirlediği M.Ö. 23 Ekim 4004 tarihini, yaratılışın başladığı gün olarak kabul etmeye yönelikti. Fakat jeologlar, yerkürenin tarihini çok daha uzun bir geçmişe kadar götürüyorlardı (Ateş, 2009: 21-23).
Avrupa’da yaşanan bilimsel devrim ile geleneksel olarak kabul edilen birçok yaygın bilgi kökünden sarsılmıştır. Avrupa aydınlanması bilimsel devrime de eşlik ederek büyük bir etkiye sahip olmuştur. Yaşanan aydınlanma ile birlikte bilim insanları kutsal kitaplardaki bilgilerle yetinmeyip, kafalarındaki soruların cevaplarını doğanın bizzat kendisinde deney ve gözlem ile araştırmaya başlamışlardır. Bu bakış açısıyla gelişen birçok bilim dalı sayesinde canlılığın gelişimine dair araştırmalar da gitgide artmıştır.
Avrupa'da Bilimsel Aydınlanma Süreci
17. yüzyılın ilk çağlarında René Descartes evreni bir makinaya benzetmiş ve "var olma" kavramını dinin elinden alarak somut bir tabana çekerek bilimsel devrimin ilk adımlarını atmıştır. Daha sonra 1650 ile 1800 yılları arasında hızla değişimci fikirler geri dönmeye başlamıştır. Benoît de Maillet, Evren'in, Dünya'nın ve yaşamın mekanistik temellerle var olabileceğini ileri sürmüş ve doğal yasaların "canlılık" kavramını başlatabilmesi için yeterli olduğunu söylemiştir.
Dediğimiz gibi dinin etkisinin bilim üzerinden kalkması hemen olmamış, bu dönüşüm de evrimsel bir süreç gibi yavaş ve kademeli olarak işlemiştir. Gottfried Leibniz ve J. G. Herder, değişimin bedende değil, "ruh"ta olduğunu ileri sürerek din ile bilimin arasını yapmaya çalışmışlardır. Ancak bu düşünceler de bir süre tutmuş olsa da (ve halen bazı destekçileri olsa da), 1751 yılında Pierre Louis Maupertuis'in "doğal modifikasyonların üreme sonucu oluştuğu ve nesiller geçtikçe birikebildiği, dolayısıyla yeni ırklara ve türlere sebep olabildiği"ni yazmasıyla, bilimsel düşünce bir kere daha silkinerek somut, gerçekçi ve ayakları yere basan temellere indirilmiştir.
Evrim kelimesi ilk olarak embriyolojik gelişimi anlatmak için ileri sürülmüş bir kelimedir. Latincede, fermanların yazıldığı parşömenlerin dönerek açılmasını anlatmak için kullanılan bir sözcüktür. Bilimsel bir anlamda ilk defa 1762 yılında Charles Bonnet tarafından kullanılmıştır. Bonnet, preformasyon iddiasını ortaya atan kişidir. Bu iddiaya göre çiftleşmeden sonra gelecekte oluşacak canlının minyatürü ana karnında yaratılır ve bu minyatür büyüyerek gelecekteki halini alır. Ancak bu, embriyolojinin gelişmesi ile yanlışlanmış bir iddiadır.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Linnaeus Devrimi
Linnaeus (1707-1778), 18. yy’da canlıların nasıl oluştuğuna dair araştırmaların bilimsel anlamda temellerinin atılmaya başlandığı bir zamanda, konu üzerine araştırma ve gruplandırmayı kolaylaştırmak için canlıları sınıflandırma yoluna gitmiştir. Bu çabasını ise; "tanrının yaratılış üzerine kurduğu sistemi açığa çıkarmak" diye özetlemiştir (Hawking, 1998: 183). Kendisi, bugün biyolojide taksonomi adını verdiğimiz sınıflandırma biliminin kurucusu olarak da gösterilmektedir.
Linnaeus’un sınıflandırma şekli ise canlıları iki isimli bir yapıda sınıflandırmaya dayanıyordu. Canlılar, Linnaeus’un sınıflandırması ile âlem, filum, sınıf, takım, familya, cins ve tür olarak sınıflandırılıyordu (Taslaman, 2016: 84-85). Örneğin; insan türü Homo cinsine ait bir canlıdır ve bugünkü modern insanı tarif ederken homo cinsinin yanına türünü belirtmek adına sapiens ekliyoruz. Homo sapiens ismi bu şekilde tek bir canlıyı tarif eden terim olmaktadır. Fakat homo cinsinin tek üyesi sapiens cinsi değildir. Homo habilis, Homo erectus ve Homo neanderthalensis gibi birçok Homo türü vardır. Carl Linnaeus’un sınıflandırma sistemi ile birlikte canlıları hem toplu halde hem de ait olduğu sınıf içerisinde özel olarak değerlendirilebilme imkânı doğmuştur (Osborn, 1896: 129). Bu sayede canlılara ait ortak ve ayırıcı özellikler net olarak belirlenip, bunun sebepleri hakkında araştırmalar yapılabilmiştir.
Buffon ile Değişim Rüzgarı
Fransız doğa bilimci Georges-Louis Leclerc, Comte de Buffon (1707-1788) ise matematik ve kozmoloji gibi birçok konuda eser yayınlamıştır. Kendisi dünyanın yaşının hesaplanması konusunda da görüş bildirmiştir. Yaşadığı dönemdeki yaygın görüş, bir din adamı olan James Ussher’ın dünyanın yaşını 6 bin yıl olarak hesapladığı görüştür. Ussher’ın hesaplamalarına göre dünya M.Ö. 23 Ekim 4004’te ve saat 10’da yaratılmıştı.
Buffon ise bu görüşe karşı çıkarak dünyanın yaşını 75 bin yıl olarak hesaplıyordu. Evrimsel bakış açısıyla konuya yaklaşan Buffon’a göre canlılar, zaman içerisinde gelişti ve sanılanın aksine bir anda yaratılmadılar. Yine ona göre canlıların bugünkü halini alması çok uzun bir sürede olmuştur. Buffon’un belirttiği 75 bin yıl bugün belirlediğimizden ne kadar az gibi gözükse de o zamanlar için devrimsel bir açıklamaydı.
Buffon, gördüğümüz bütün türlerin, belli bir türün farklılaşmış versiyonları olduğunu ileri sürmüştür. Buffon, iddiası için aslanların, kaplanların, leoparların ve ev kedilerinin ortak bir ata türden farklılaşarak günümüzdeki halleri aldığını ileri sürmüştür. Hatta benzerlikler üzerine yaptığı hesaplamalarla, o zamanlarda bilinen 200 memeli türünün, (Discovery Channel'ın verilerine göre günümüzde 4.646 memeli türü bilinmektedir) 38 ata türden o günkü hallerine gelebileceğini ileri sürmüştür. Buffon, canlıların var oluşunu spontane jenerasyon fikrine bağlamıştır. Ancak bu görüş de günümüzde Pasteur'ün deneyleri ile çürütülmüştür.
Buffon, ayrıca canlıların aşamalı olarak gelişimi açısından çok önemli bir kanıt olarak körelmiş organlara da dikkat çekmiştir. Canlıların gelişmeleri ile birlikte bazı organlarını da yitirdiklerini belirtmiştir. Körelen organların canlılar tarafından zaman içerisinde kullanılmadıklarından ya da işlevini yitirdikleri için kaybolduğunu savunmuştur. Fakat Buffon’a göre bu organların canlılarda işlevini yitirip kullanılmasalar bile izlerini sürmek mümkündür (Osborn, 1896: 130-131). İnsandaki kuyruk sokumu bu şekilde kaybolup işlevini yitiren birçok örnekten sadece biridir. Bu varsayım ile birlikte Buffon, insan ve kuyruksuz maymunlar arasında bir ortak ata ilişkisi olduğunu düşünmüştür (Ateş, 2009: 26). Buffon’un Antik Çağ’dan itibaren gözlemsel ve varsayımsal olarak ele alınan ortak ata kavramına bilimsel bir temel kazandırması, canlıların gelişimi ve değişimini anlamak açısından son derece büyük bir katkıdır. Buffon, kendisinden sonra gelecek olan Cuvier, Lamarck ve Darwin’i de derinden etkilemiştir.
Diğer Önemli İsimler
Bunlar haricinde Diderot, James Burnett, Lord Monboddo gibi isimler, bu düşünceleri bir adım daha ileri taşımışlardır ve hatta Lord Monboddo, insanların primat olduğunu ve diğer primatlardan farklılaşarak bugünkü haline geldiğini ileri sürmüştür. Charles Darwin'in dedesi Erasmus Darwin 1796 tarihli kitabı Zoonomia'da "tüm sıcakkanlı türlerin tek bir türden farklılaşarak günümüze geldiği"ni yazmıştır.
1788 yılında James Hutton, jeolojinin çok yavaş bir şekilde ama sürekli olarak değiştiğini iddia ederek gezegenimizin değişmezlik iddiasına ilk darbeyi vurmuştur. Bu, canlıların değişim düşüncesini benimseyenleri heyecanlandırmıştır. Daha sonra 1796 yılında Georges Cuvier mamut ve mastodon fosillerini bulmuş ve günümüz filleri ile arasındaki onlarca farklılığı ortaya koymuştur. Böylece uzun yıllardır süren "canlıların soyu tükenemez, yoksa varlık amaçları boşa çıkar" düşüncesi yıkılmış, canlıların herhangi bir amaçla var olmadıkları ve soylarının tükenebileceği ispatlanmıştır (bazı kitleler "amaçlarını yerine getirdikleri zaman soylarının tükenebileceğini" ileri sürmeye çalışmış; ama bu zoraki düşünce hiçbir zaman insanlar arasında tutmamıştır).
Cuvier Devrimi
Georges Cuvier (1769-1832), evrimsel görüşe önemli derecede katkısı olan bir bilim insanıdır. 18.yy.’da dünyanın çeşitli yerlerinden Avrupa’ya birçok fosil örneği getirilmiştir. Bu fosiller başlangıçta pek bir anlam ifade etmiyordu çünkü dönemin canlılarına çok benzeyen şekilde fosiller getiriliyordu. Fakat daha sonra biriken fosiller arasında o dönemde yaşamayan hatta o dönemde yaşayan başka bir canlıya da tam olarak benzetilemeyen türde canlılar görülmüştür. Bunlara ek olarak örneğin İtalya’da o dönemde hiç fil olmamasına rağmen fil fosillerine rastlanılıyordu.
Bu durumu gözlemleyen Georges Cuvier türlerin neden yok olduğuna dair kafa yormaya başlamıştır. Ona göre türlerin zamanın belli bir döneminde yok olmasının iki anlamı vardı. Bu durumun ilk anlamı; Tanrı’nın kutsal yaratma planına bu durumun yakışmayacağı görüşüdür. Çünkü Tanrının zamanın belli bir kısmında yok olmaları için belli türler yaratmasının herhangi bir mantıksal açıklaması yoktur. Bu durumun ikinci anlamı olarak da türlerin yok olmasının canlılığın oluşumunun bir aşaması olarak görülmesine dair görüştür. Georges Cuvier, türlerin bulunduğu ortamın koşullarının değişmesiyle varlıklarını sürdüremeyebileceğini ya da kitlesel yok oluşların da türlerin varlığını sonlandırabileceğini bu şekilde keşfetmiştir. Ardından, çift anlamlı bu durumu, derinlemesine araştırmıştır.
Bu araştırmaları neticesinde dünyada yaşanan jeolojik ve iklimsel birçok değişimin türler üzerinde yok oluş etkisi yarattığını söylemiştir. Cuvier’e göre türlerin büyük bir kısmı ani yok oluşlar ile ya da zamanla yok olmuştur. Yok oluşlardan sonra ise bazı türler kendileri için yaşam ve yayılma alanlarını genişletmiştir. Örneğin 65 milyon yıl önce Kretase-Tersiyer arası yok oluşu ile birlikte dinozorların büyük bir kısmı yok olmuştur. Bu durum ise memeliler açısından daha çok yayılma alanı bulması ve tüm dünyaya açılması anlamına geliyordu (Atayman, 2007: 12-13). İnsanın da içinde bulunduğu memeliler sınıfı bu yok oluş sayesinde dünya üzerinde daha çok yayılmış ve varlığını sürdürmüştür. İnsan olarak bugünkü varlığımızı geçmişteki bir yok oluşa borçlu olduğumuz düşüncesinin mimarı Georges Cuvier’dir.
Bilim tarihinde Cuvier'in önemiyle ilgili daha fazla bilgiyi buradaki yazımızdan alabilirsiniz.
Paleontolojinin Yükselişi
Bu bulgulardan sonra fosil araştırmaları da hızlanmış ve paleontoloji bilimi bir anda tırmanışa geçmiştir. 1840'lara doğru, jeolojik zamanların büyük bir kısmı aydınlatılmıştır bile! 1841'de John Phillips dönemleri, o dönemde yaşamış baskın hayvan türlerine göre sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırmaya göre:
- Paleozoik: Denizel omurgasızlar ve balıklar tarafından domine edilen dönem
- Mezozoik: Sürüngenlerin dönemi
- Senozoik: Memelilerin dönemi
Bu gelişimsel tablo, dönemin en sert ve tutucu jeologlarından ve Charles Darwin'in öğretmenlerinden olan Adam Sedgwick tarafından bile kabul edilmiştir.
1830 ile 1833 yılları arasında Charles Lyell, Jeolojinin Prensipleri isimli kitabını yayınlamış (kitap pek çok ciltten oluşmaktadır) ve üniformataryan görüşü ileri sürmüştür. Bu görüşe göre, Dünya üzerindeki jeolojik yapılar doğaüstü, veya onun tanımıyla "kataklazmik", açıklamalar yerinde, doğal ve yavaş işleyen süreçlerin etkisi altındaki değişim düşüncesiyle çok daha kolay ve ayrıntılı açıklanabilmektedir. Bu görüşler, ünlü doğa bilgini ve evrimsel biyolojinin babası sayılan Charles Robert Darwin'in fikirlerine yön veren görüşler olacaktır.
Lamarck ve Lamarckçılık
Evrim teorisinin bilimsel temellere dayalı olarak, ilk kez sistematik bir şekilde açıklanması yolunda büyük bir adım atan Lamarck (1744-1829), fikirlerini 1809’da dünyaca ünlü eseri olan “Zoological Philosophy” adlı eserinde dile getirmiştir.
Lamarck, eserini meydana getirirken kendinden önce birikmiş olan bilimsel verilerden ve Avrupa’da uzunca bir zaman boyunca biriken fosillerden faydalanmıştır. Tüm bu birikimler sayesinde Lamarck, ilk kez evrim teorisini bir bütün halinde bilim dünyasına sunmuştur. Evrimin çok uzun bir zaman diliminde meydana geldiğini ve bu zaman dilimi sonucunda türlerin oluştuğunu söylemiştir (Lamarck, 1990: 38-39).
Lamarck’ın teorisi temelde birkaç ana husus üzerinde duruyordu. Bunlardan ilki organların “kullanma” ya da “kullanmama” ile değiştiği veya geliştiği fikriydi. Lamarck’a göre eğer bir tür değişen ortam şartları karşısında hayatta kalmak istiyorsa, organizmalar tutumlarını değiştirmek zorunda kalarak değişime elverişli hale geliyorlardı. Bu durumda eğer canlı belli bir organını geçmişte kullandığından daha fazla kullanırsa o organ gelişir ve daha kalıcı hale gelir. Bu durumu açıklamak için, artık Lamarck ile özdeşleşmiş bir örneği kullanalım.
Yukarıdaki resimde zürafaların değişen ortam şartlarına göre besine ulaşabilmek için zorunlu olarak boyunlarının uzadıklarını görmekteyiz. Yani Lamarck’a göre zürafalar, üst kısımlardaki yapraklara ulaşmak için organizmalarını zorunlu olarak zorlamış ve boyunları nesiller boyunca aşamalı olarak uzamıştır. Bu özellikleri kazanan zürafalar sahip oldukları bu avantajı kalıtsal olarak yeni doğan zürafalara aktarmıştır.
Yani Lamarck, kazanılan yeni karakterlerin kalıtsal olarak aktarıldığını düşünmüştür. Bu özellik kalıtsal olarak aktarıldığı için yeni doğacak olan zürafalar doğaya daha uyumlu bir şekilde boyunları daha uzun bir biçimde gelmişlerdir. Lamarck’ın iddiasına göre zürafalar yapraklara ulaşmak adına boynunu uzattığında sinir sıvısı boynuna akacak ve boynu uzayacaktır. Bir sonraki nesil kalıtımsal olarak bu özelliği alacak ve diğer nesile aktaracak ve böylelikle zürafa boyunları uzamaya devam edecektir (Öktem, 2010: 31-32). Bu görüş, yapılan fare deneyiyle yanlışlanmıştır. Farelerin kuyrukları uzun nesiller boyunca kesilmiştir fakat yine de kuyrukları çıkmaya devam etmiştir.
Evrim, bu haliyle Lamarck’a göre doğanın zorlamasıyla birlikte hayatta kalmak için organizmanın kendini zorlaması yoluyla küçük küçük değişimlerin zaman içerisinde birleşmesi ile yaşanan bir süreçtir. Yine Lamarck’a göre canlıların bugünün koşullarına son derece uyumlu ve hazır olması, zorunlu değişimlerin birikmesi ile gerçekleşen kalıtımsal modifikasyon sayesindedir (Lamarck, 1990: 30-50).
Fakat Lamarck’ın bu konuda da yanıldığı kısa bir süre sonra ispatlanmıştır. Çünkü modifikasyon; çevrenin etkisiyle geçici olarak canlıda oluşan değişimler, olarak tanımlamıştır. Yani bu değişiklikler canlıda meydana gelen kalıtsal olmayan değişikliklerdir. Dolayısıyla Lamarck’ın bu görüşü de daha sonra yanlışlanmıştır.
Lamarck, Cuvier’in savunduğu yok oluş fikrine karşı çıkmıştır. Ona göre bir yok oluş yoktur ve doğadaki türler, eskiden yok olmuş türlerin evrim geçirmiş halidir. Yani türler yok olmuyor; sadece evrim geçiriyorlardı (Lamarck, 1990: 49). Bu konudaki görüşünü paleontologların Avrupa’ya getirdiği fosillere bağlı olarak şekillendirmiştir. Türleri birbirine yakın görmüş ve böyle bir görüş ortaya koymuş olabilir. Bu görüşünün de doğru olmadığı daha sonra ortaya çıkmıştır. Çünkü fosil kayıtları sürekli olarak yenilenmiş ve artmıştır ve şu anda doğada bulunan canlılara benzemeyen soyları tükenmiş canlılar keşfedilmiştir. Bu durum da, türlerin belli zamanlarda çeşitli sebeplerle yok olduğunu ortaya koymuştur.
Lamarck, basitten karmaşığa doğru giden bir evrimi kabul ediyordu ve ona göre türler insana doğru taksonomik olarak benzedikçe daha üstün bir hal alıyordu. İnsanın bir tür maymuna benzeyen canlıdan evrilerek bugünkü halini aldığını da dile getirmiştir (Lamarck, 1990: 170).
Lamarck, birçok açıdan çok önemli görüşler dile getirmiştir fakat iddiaları hem çağının bilgisiyle hem de onun bu bilgileri yorumlamasıyla sınırlıdır. Konu hakkındaki yanıldığı varsayımları ve görüşleri kendisinden sonra gelecek bilim insanları tarafından düzeltilmiştir. Fakat evrim mekanizmasını yanılgılarına rağmen sistematik olarak tasarlayan ilk kişi olması nedeniyle çok önemli bir konuma sahiptir. Lamarck hakkında daha fazla bilgiyi buradaki yazımızdan alabilirsiniz.
Bu noktadan sonra ise bilim tarihi, Charles Darwin'in sahneye çıkmasıyla kökünden değişmiştir. Görülebileceği gibi her ne kadar Darwin, Kuram'ın "babası" olarak kabul edilse de, aslında kendisinden önce çok engin bir bilgi birikimi zaten mevcuttu. Tek sorun, bu birikimin sistematik olarak sunulup doğal yasalarla desteklenmemesiydi. Darwin, yüzlerce bulguyla destekleyerek olabilecek en sistematik şekilde konuyu bir araya getirerek alanında bir atılım yaptı ve bu yüzden tüm kredileri kendi üzerine alabildi.
Darwin'in bilim dünyasında yarattığı devrim ise, serinin ilerleyen bölümlerinin konusu olacaktır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 10
- 3
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/12/2024 04:42:37 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8900
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.