İnsanoğlu var olduğu günden itibaren bilinmeyene karşı merak içerisinde olmuştur. Nitekim bu merakın bir neticesi olarak; edebi ve kutsal metinler, arkeolojik kalıntılar, mağaraların duvarlarına yapılmış olan resimler, heykeller vb. incelendiğinde hemen her toplumda sihir, büyü ve tabiatüstü güçlere başvurulduğu görülmektedir. Bu noktada günümüz modern toplumunda yaşayan bireylerin sihir, büyü ve tabiatüstü güçlerle alakalı tutumlarının belirlenmesi, bu inançların sürekliliğini anlamak açısından önem kazanmaktadır. büyüsel inançların bir yükleme/atıf biçimi olduğu iddia edilmektedir. Yükleme faaliyetlerinin, kısmen de olsa insanın tanık olduğu olayları birtakım inançlara dayalı geniş çerçeveli anlam sistemleri içerisinde anlama, yorumlama ve açıklama gayretlerinden oluştuğu ileri sürülmektedir. Yükleme kuramının temel mantığı, ‘çevremizde yaşanan olayları anlamlandırırken veya başa çıkamadığımız süreçleri açıklarken kendimiz dışında, kontrol edemediğimiz bir merkeze atıf yaparak sorumluluktan kurtulmaya ve psikolojik olarak rahatlamaya çalıştığımız’ şeklindeki ilkeye dayanmaktadır. Bu anlamda büyüsel etkinlikler ve inançlar tabiatüstü güçlere atıf yapma seçeneği sunmaktadır ve bu şekilde kişi, başa çıkamadığı olayların ağırlığından kurtulmak için yüklemeye başvurur ve kaygısını gidermeye çalışır.
Sihir kavramı, sözlükte "bir şeyi olduğundan başka türlü göstermek, aldatmak, oyalamak; birinin ilgisini çekmek, gönlünü çelmek" manalarında kullanılmaktadır. Büyü kavramı ise, Eski Türk dilinde büyü; bügi, bügü seklinde yazılmakta ve "sihirbaz, din adamı” anlamına gelmekteydi. Malinowski, büyüyü, “bir amacın aracı olarak yapılan bir dizi saf pratik eylem” olarak tanımlamaktadır. Frazer, ilkel büyü konusundaki klasik çalışmasına (The Golden Bough), büyüye inanmanın iki tip yanlış zihinsel çağrıştırmaya bağlı olduğu teziyle başlar. Bunlar, benzerlik yasasına bağlı olan homeopatik büyü ile temas yasasına bağlı olan bulaşıcı büyüdür. Din fenomenolojisi bakımından büyüsel davranışları ele alındığında, insanın çevresinde olan nesne, kötü ruh ve hatta tanrıları kendi istediği şekilde değiştirebileceği düşüncesine dayandığı görülür. Tanımları birlikte değerlendirdiğimizde büyü için, ‘’tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı tabii nesneler kullanılarak zararlı, faydalı veya koruma gayeli bazı sonuçlar elde etmek için yapılan işler’’ denebilir. Arkeolojik eserler insanoğlunun her zaman hayatında var olan sihir ve büyünün tarihinin M.Ö. binlerce yıl geriye gittiğini göstermektedir. Eski Asur ticaret kolonilerinin merkezi olan Kültepe’nin aşağı şehrinde yani kārum alanında bazı Asurologlar tarafından okul metinleri olarak değerlendirilen, ikisi henüz yayımlanmamış 8 adet büyü metni, farklı tüccarlara ait arşivlerde ele geçmiştir (Erol 2014). Şanlıurfa arkeoloji müzesinde bulunan Yeni Asurlular Döneminde çıkan pişmiş toprak tabletleri incelediğimizde kötü gözlere karşı yapılan büyü örnekleri, kapanmış ağıza yapılan büyü örnekleri, çift dilli büyü örnekleri gibi büyüsel birtakım işlemler karşımıza çıkmaktadır. Frazer, “insanlık tarihinde büyü çağının din çağından önce geldiğini” iddia etmektedir. Eserinde büyüyü, ilk çağlardan itibaren insanların dinlerinin ve dini ayinlerinin bir parçası olarak gördüğünü belirtmiştir. Malinowski, bu konuda “ne kadar ilkel olursa olsun büyüsüz ve dinsiz toplum yoktur” demektedir. İnsanlar her zaman kendi kontrolleri dışında gerçekleşen olaylara anlam bulma çabasındadırlar. Bu sebepten bireyler olaylara anlam yükleme çabasına girmiş ve büyücülüğün ilk adımlarını atmışlardır. Büyücülüğün ilk olarak nerede başladığı bilinmemekle beraber başlangıç yeri olarak özellikle Mısır ve Sümer uygarlıklarının inanç sistemlerinde bu tür işlemlere yer verilmesinden dolayı Orta Doğu kabul edilir. Babil diyarında yani Irak’ta ise bölgede yaşayan “Keldaniler” isimli topluluğun Astronomi ve Astroloji’ de çok ileri gittiği ifade edilmektedir. Tılsım; nazar boncuğu, üçgen şeklinde sarılmış dualar, iğde çekirdeği, Meryem ana eli, Fatma ana eli gibi şekillerde ve isimlerde karşımıza çıkar. Ülkemizde yaygın olanları göz şeklinde olan nazar boncuğu ve üçgen şeklinde sarılmış dualardır. Bunların taşıyan kişileri kötülüklerden korumasının yanında kişiye, mutluluk, bereket, uğur getirdiğine inanılmaktadır. Uğurluğun muskadan farkı kötülüklerden koruma özelliğinin olmamasıdır. Uğur eşyası genellikle kişisel ve tesadüfîdir. Uğur eşyasının koruyuculuğu inancı Türkiye’de önemli sayılabilecek oranda kabul görmektedir. Nazar (Göz Değmesi), parapsikoloji dilinde “Psikokinezi” denilen nazar yani göz değmesi de bir çeşit büyülemedir. Belli kimselerde bulunduğuna inanılan, kıskançlık veya hayranlıkla bakıldığında insanlara, eve, mala mülke hatta cansız nesnelere kötülük verdiğine inanılan nazar inancının ülkemizde çok yaygın olduğu söylenilmektedir. İnsanlar her dönemde nazardan korunmak için çeşitli yollara başvurmuştur. Westermack, İslam dünyasında kadınların peçe takmasını nazarla ilişkilendirmiş ve kadınların evlerinin dışında, düğünlerde, panayırlarda yabancı erkeklerin kem gözlerinin etkisinden korunmak için peçe taktığını söylemiştir.
Bazı antropolog ve araştırmacılar, büyünün sistematik felsefi düşüncenin başlangıcından önceki kaynaklarından biri olduğunu savunurken, bazı araştırmacılar buna karşı gelerek, dinin ve bilimin büyüden doğduğunu söyleyip, büyü için bilimden önceki bilim demişlerdir. Orta çağda sihir yapanlar ve sihre başvuranlar çok ağır bir şekilde yargılanıyordu. Bununla beraber bu çağda zaman geçtikçe şatolarda büyücü bulundurmak moda haline gelmiştir. Büyüsel işlemlerinin yaygınlaşması ve bunun bir müessese haline gelmesi zamanla din dünyasını daha da rahatsız eder hale gelmişti. Papa IX. Gorigirius’un 1374 senesinde yayımladığı kararla birlikte büyücülerin ceza olarak yakılması yaygınlaşmıştır. Bu ceza sonucunda Cenova’da üç ay içerisinde beş yüz sihirbaz yakılmıştır. İngiltere hükümeti büyücülüğü suç sayan ‘’Büyücülük Yasasını’’ 1951 yılında iptal etmişti. Bu konuda Russell şöyle demektedir, “Büyücülüğün kanıtları (Avrupa’da) hiçbir zaman çürütülmedi; yalnız, üzerinde durulmaya değer bir konu olmaktan çıktı.”
Sonuca gelirsek; yaşadığı deneyimleri ve gözlemlediği olayları anlama ve açıklama ihtiyacıyla güdülenen kişi büyük ölçüde kendisini rahatlatacak bir takım açıklamaları arama, bulma ve bunları deneme ile meşguldür. Çünkü o, gerek fiziksel gerekse toplumsal çevresinde olup biten olaylara anlam vermek zorundadır. Aksi takdirde kendisini psikolojik ve bilişsel bir boşlukta hissedecektir. Kuşkusuz bu durum, insanın fiziksel ve sosyal çevresiyle iyi giden ilişkilerini alt-üst eden bir durumdur. Bundan dolayı bireyler hem fiziksel dünyada cereyan eden olayları hem de kişileri, grupları ve toplumsal yaşamda meydana gelen olayları kendileri için anlamlı kılacak açıklamalara ihtiyaç duyarlar. Bu ihtiyaç ise onları zaman zaman büyüve tabiatüstü güçlere başvurma yoluna götürmektedir. Yane arkasında hiçbir bilim yoktur insan sadece kendini tatmin etmek için böyle yollara başvurur.
Kaynaklar
- Yazar Yok. Büyü Ve Tabiatüstü Güçlere Başvurma Nedenleri Üzerine Bir Saha Araştırması. (2 Temmuz 2020). Alındığı Tarih: 2 Temmuz 2020. Alındığı Yer: Bağlantı | Arşiv Bağlantısı