Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Fleabag feminizm, kadın bedeni ve kadın cinselliği üzerine düşünmeyi sağlayan içerisinde trajedi, kara mizah bulunan sanki baş karakterle aranızda küçük sırlarınız varmış hissiyatıyla bir çırpıda bitirebileceğiniz ama çokça düşünme alanı sunan bir dizi. Karakterin duygu dünyası ve psikolojik durumlarını dışarıdan bir gözle analiz edebilmenin etkileyiciliğini bu dizide bulabildim. Dizinin başkarakteri annesini ve sonrasında ise en yakın arkadaşını -hatta tek arkadaşını- kaybetmiş bir kadındır. Yasını ve üzerindeki baskıları içinde yaşar ve bunları paylaşacağı kimseye sahip değildir. Feminizme bazen düşündürücü bazen de güldürücü şakalarla sıkça vurgu yapan başkarakterin kendi çelişikilerini sıkça yansıttığı olay akışındaki ailevi problemler, yalnızlık ve psikolojik problemlerin nasıl dışa yansıdığına iyi değinildiğini düşünüyorum. Benim için çok güzel bir 12 bölümdü. Tavsiye edilir!!!!!!
11 Mayıs 2025 17:00
tarihinden 11 Mayıs 2025 18:00 tarihine kadar.
🧠 Nöropedagoji ve Nöroplastisite 📅 11 Mayıs 2025 Pazar 🕔 17.00 - 18.00 📍 Laika Coffee & Culture, Karşıyaka
Beyin nasıl öğrenir, nasıl değişir? Eğitim ile nörobilim kesiştiğinde karşımıza çıkan en heyecan verici alanlardan biri: Nöropedagoji. Bu etkinlikte, beynin yapısal ve işlevsel olarak nasıl değişebileceğini; öğrenmenin sinir sistemi üzerindeki etkilerini ve bu bilgilerin eğitimde nasıl kullanılabileceğini konuşacağız.
🎙️ Konuşmacı: Lokman Topbaş, M.A. (Ege Üniversitesi Eğitim Bilimleri Yüksek Lisans Öğrencisi, Felsefe Lisans Öğrencisi)
📌 Etkinlik ücretlidir. Bir bilet 200 TL'dir. 30 kişilik kontenjan vardır.
OpenAI, bir dönüm noktasının eşiğindeydi. Şirket, ChatGPT'nin arkasındaki teknolojinin önceki sürümlerini önemli ölçüde aşacağını ve insanlardan daha iyi performans gösteren güçlü yapay zeka hedefine yaklaşacağını umduğu devasa yeni bir yapay zeka modeli için Eylül ayında ilk "yapay zeka eğitimi" turunu tamamladı.
Ancak şirket içinde "Orion" olarak bilinen model, isimlerinin açıklanmaması koşuluyla Bloomberg'e konuşan ve konuya aşina olan iki kişiye göre, şirketin istediği performansa ulaşamadı. Bu kişiler, örneğin yaz sonu itibariyle Orion'un eğitim almadığı kodlama sorularını yanıtlamaya çalışırken yeterli performans gösteremediğini söyledi. Orion ile GPT-4 arasındaki farkın, GPT-4 ile GPT-3.5 arasındaki fark kadar büyük olmadığı belirtildi.
Yüzyıllardır birçok filozofun ve bilim insanının üzerine düşündüğü, sorguladığı, açıklamaya çalıştığı ancak üzerinde -özellikle modern bilimimizin gelişiminden önce- fikir birliğine varılamamış bir kavramdır bilinç. Aslında çok önemli bir kavramdır çünkü özellikle hem bilimin hala açıklayamadığı parçalar bulunmaktadır hem de özellikle dinler ve bazı felsefeciler bilinç kavramını farklı kavramlarla yani doğaüstü kavramlarla izah etmişler, yanıt vermişlerdir.
Bilinç kavramı benim de üzerine çok fazla düşündüğüm ve araştırma yaptığım bir kavramdır ve bu soruya gerçekten çok ayrıntılı bir cevap vereceğim. Önce biraz evrimsel süreçle başlayıp sonrasında felsefeden devam edip bilimle noktayı koyacağız. Tüm parçaları birleştirdiğimizde sonucun güzel ve büyük bir resim olmasını umut ediyorum.
Bundan 400 milyon yıl öncesine gidelim. Küçük, gözü pek bir balık karaya tırmanıyor ve denize dönmektense orada takılmaya karar veriyor. Bu balığın fosilleri 2004 yılında Kanada Arktik Takımadalarında bulundu. Bu balığın evrimsel tarihimizde son derece büyük bir önemi var. Kahramanımızın adı Tiktaalik roseae. 4 milyar yıl önce canlılığın suda başladığını biliyoruz ve Tiktaalik roseae tam olarak evrimsel süreçteki bir geçişi simgeliyor, sucul omurgalılardan, karasal omurgalılara geçişi. Tabii bu hayvanın karaya çıkarken aklından ne geçiyordu kimse bilmiyor ve açıkçası merak ediyoruz ama sanırım birkaç tahmin yapabiliriz. Bu hayvanlar karaya çıktıklarında yeni bir çevreyle tanıştılar ve bu çevre onlara uzun mesafeleri görme özelliği kazandırdı. Dalış yapanlar bilir ki suyun altında görüş mesafeniz çok daha kısadır. Işık, suyun içerisinde tamamen emilmeden önce sadece onlarca metre ile ölçülebilecek mesafeleri görebilirsiniz ancak açık havadaki görüş mesafeniz pratikte sonsuzdur. Evrimsel süreçte ise ne görebildiğiniz ile nasıl düşündüğünüz arasında dramatik bir ilişki bulunur. Bir balık olduğunuzu düşünün, suda birkaç metre mesafe alıyorsunuz ancak görüş mesafeniz kısıtlı. Yakınlarınızda anlık tehlikelerle ve avcılarla karşılaşabilirsiniz ve bu problemlerden kurtulmanızın yollarından bir tanesi çok hızlı düşünebilmek ve çok hızlı karar vermek çünkü kısıtlı bir zamanınız var. Ancak karada çok daha rahatsınız çünkü açık bir alan ve görüş mesafeniz oldukça yeterli. Tiktaalik hızlı düşünmek zorundaydı ve hızlı düşünmesi için de büyük bir evrimsel baskı vardı fakat karaya çıkan Tiktaalik artık etrafında olup bitenleri değerlendirmek için daha fazla zaman buldu. Tiktaalik'in hızlı düşünmesi için evrilen zihni çok büyük olasılıkla bilinç gibi karmaşık bir şeyin evrimine de katkı sağladı. Yani Tiktaalik hem karada düşünebilmek için fazladan zaman buldu hem de farklı stratejiler geliştirebildi. İşte bu kritik geçiş bilinç dediğimiz şeyin ortaya çıkışına katkı sağlamış olabilir.
Amerikalı antropolog Ernest Becker, bilinci şu güzel sözlerle tasvir eder:
Kendi kendinin bilincindeki bir hayvan olmak ne anlama gelir? Bu dehşetli değilse en hafifinden komik bir fikirdir. Kişinin solucanlara yem olacağını bilmesi anlamına gelir. Korkunçtur bu: hiçlikten belirmek, bir isme, kendilik bilincine, derin içsel duygulara sahip olmak, içinizden taşan bir yaşama ve kendini gerçekleştirme isteğiyle yanıp tutuşmak ve tüm bunlarla beraber ölecek olmak.
Kendinin farkında olma durumu, zengin içsel deneyimler, düşünceler, planlar, stratejiler, öz farkındalık ve tüm bu özelliklerin evrenimizdeki yeri.. Düşününce gerçekten hayranlığa kapıldığımız ve çok özel olarak gördüğümüz için özel bir anlam yüklediğimiz bir şey bilinç Hayatımızda gerçekten, evrenimizin dışından gelen bir güç ya da bir sihir gibi. Bilinç fizik yasalarıyla açıklanabilen, belirli sayıda atomun birbirleriyle etkileşimleri ve ortak eğilimleri neticesinde var olan yüksek seviyeli bir tanım düzeyi mi yoksa ona sebep olan gerçekten doğaötesi, sihirli bir bir özellik mi var? Bunun cevabını, bu yazının sonunda siz vereceksiniz. O halde devam edelim ve biraz felsefeye girelim.
Felsefi olarak bilinç konusunda çok eskilere gidebilmek mümkün fakat ben meseleyi çok uzatmamak adına özellikle Dualizm'in bayrak direklerinden biri olan Rene Descartes'le giriş yapacağım. Rene Descartes 17. yüzyılda yaşamış filozof, matematikçi ve aynı zamanda bilim insanıydı. Kendisi evrenin temelinde 2 farklı töz olduğunu iddia ediyordu. Bu tözlerden bir tanesi madde bir diğeri ise ruhtu yani insan için bu 2 tözden biri insanın fiziki bedeni bir diğeri ise bilinciydi. Yani bilince sebep olan farklı, doğaüstü bir nitelik vardı. Tabii ki bu özellikle o dönem için son derece makul bir düşünceydi. Günümüzde bile bilimimizin önemli ilerleyişine rağmen insanların çok büyük bir kısmı da Descartes gibi düşünüyorlar. Bu konuda insanların maalesef çok kuşkucu ve ikna edilebilir olduklarını söyleyemeyeceğim. Bunun temel nedenlerinden biri de bilimimizin başta da ifade ettiğim gibi kapsayıcı ve temel bilinç kuramını hala elde edememiş olması ama son yıllarda özellikle Nörobilimde önemli atılımlar var bunlara da değineceğiz ama biz Descartes'ten biraz daha devam edelim. Descartes o dönemin son derece saygın ve önemli bilim insanlarından biriydi fakat o da eleştirildi. 17.yüzyılın başlarında Roma İmparatorluğunda yerel yönetimler topluluğu olan Pfalz Elektörü V. Frederick ile İngiltere Kralı I. James'in kızı Elizabeth Stuart'ın kızları Elisabeth Simmern van Pallandt, 1618 yılında burada doğdu. Zamanın şartlarında kraliyet ailesinde doğmuş biri için fazlasıyla gitgelli bir gelişim dönemi geçirdi Prenses Elizabeth ve kendisi Bohemya Prensesi Elizabeth olarak biliniyor. Onu tarihin önemli figürlerinden yapan belirli özellikleri var o yüzden bu kısmı biraz detaylı tutmak istedim. Kendisi, kadınların görmezden gelindiği, hiç sayıldığı bir dönemde hem entelektüel olarak hem de politik olarak aktif biriydi ve üçten fazla dil biliyordu ayıraca da Hristiyandı. Asıl mevzu ise şu, Bohemya Prensesi Elizabeth, Descartes'in bu düşüncelerine bir itiraz mektubu yazdı. Bu itiraz mektubuna Descartes tatmin edici bir yanıt sunamadı. Prensesin mektubunu aşağı bırakıyorum:
Prensesin eleştirileri oldukça yerinde ve makuldü. Prensesin itirazının temelinde, bedenden ayı olan ve maddi olmayan ruhun, fiziksel olanla nasıl etkileştiğinin açıklanmasının gerektiği fikri vardı. Ruhun bedeni etkilediğini iddia ediyorsanız bunun nasıl olduğunu da açıklamak zorundasınız ve bu açıklama yükümlülüğü iddia sahibi Descartes'in omuzları üzerindeydi ancak o ve ondan sonrakiler de bu soruya tatmin edici bir yanıt veremediler. Yani bize bilincimizi veren ruh tözünün de hiç iyi bir açıklama olmadığı o günlerden bu günlere çok aşikardı ancak söylemiş olduğumuz gibi birçok insan ruhun varlığını günümüzde de kabul ediyorlar. İnsan, doğaüstü varlıklara inanma eğiliminde olan bir canlı ancak bizler tabi ki böyle bir cevaptan tatmin olamayız ve bu bilinç sorusunun yanıtını en güvenilir kaynaktan almalıyız, yani doğanın kendisinden. İşte bilimimiz bu yüzden elimizdeki en değerli ve en önemli araç. Felsefi olarak çok fazla şey yazabiliriz ama uzatmanın çok da önemi yok bilimden devam etmemiz gerekiyor.
Tüm Reklamları Kapat
Descartes'in ruh tözü fikrinin çok tutarlı ve isabetli bir fikir olmadığını ilk olarak Bohemya Prensesi Elizabeth göstermişti. Günümüzde de gerçeklikten son derece uzak. Diyebilirsiniz ki ''ee iyi de ruh diye bir şeyin varlığını test edemeyiz ki. Nereden bileceğiz var mı yok mu? Ya varsa?'' Evet haklısınız. Ruhun olmadığını size muhtemelen hiçbir zaman kanıtlayamayız, bilim de bunu yapamaz. Fakat işte tam olarak bu yüzden ruh gibi doğaüstü bir varlığın ya da bilincimizin doğaüstü bir nitelikle ilgili olmadığını düşünüyoruz. Çünkü kanıtlayamıyoruz. Descartes'in sunduğu hipotez yanlışlanabilir yani bilimsel bir hipotez değil ve bizlerin yanlışlanamayan bu varsayımlara düşük güvenç atamamız için gerekçelerimiz var. Bayesçi akıl yürütme, doğaüstü varlıklara ve psişik olgulara düşük olasılık atamamız konusunda fazlasıyla iyi bir yaklaşımdır ve çoğu bilim insanı da meselelere bu şekilde yaklaşır. Temel kuramlarımız, deneyimlerimiz ve bilimimiz evrenimiz içerisinde hiçbir sürecin doğaüstü müdahalelerle değil tamamen doğal süreçlerle, fizik yasalarına bağlı, fiziksel örüntüler sayesinde olageldiğini söyler. Bizler de en azından Natüralist yani doğanın sadece doğal olarak açıklanabileceğini savunan insanlar da ruh kavramına bu şekilde yaklaşacaktır. Bilimin de natüralist olduğunu söylersek yanılmış olmayız ve bilim de bize bilinç hakkında doğal bir açıklama verecektir.
Bilinci tam anlamıyla çözemedik ve elimizde kapsayıcı ve eksiksiz bir bilinç kuramı yok ama bu hiçbir zaman çözemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bilimin, bilinci de çok iyi bir şekilde açıkladığı günlere tanıklık edeceğimizden şüphem yok. Bilim insanları genellikle beyin temelli, yani nörobilimsel bir yaklaşım benimser. Bu çerçevede bilinç, beyin aktivitelerinin belirli örgütlenme biçimlerinden doğan öznel deneyim, farkındalık ve dikkat durumudur.
Hiçbir bilim insanı ve nörolog bilinci doğaötesi olarak kabul etmezler. 100 milyar farklı nöronun birbirleriyle etkileşimleri ve belirli düzen oluşturmalarıyla bilinç meydana gelir ve her bir nöron bin ya da daha fazla sayıda nöronla bağlantı kurar. Toplamda 100 trilyondan fazla bağlantı vardır. Bizler artık biliyoruz ki daha küçük yapılı mikroskobik düzenlemelerin ve oluşumların birbirleriyle etkileşimleri ve ortak eğilimleri neticesinde makroskobik boyutta yeni ve farklı özellikler belirebilir. Buna Belirme diyoruz. Nöronlardan bilinç belirir. Renksiz atomlardan rengarenk bir tablo yaratılabilir gibi ve birçok örnek de sıralarız. Beynin içerisindeki Konektom'u yani tüm nöral etkileşimleri ve düzenlemeleri eksiksiz ve kusursuz bir şekilde bilmiyoruz ve muhtemelen şu anda bilme şansımız da yok ancak bazı basit beyinlere sahip canlıların Konektom haritalarını da çıkarmış durumdayız. Bilim hızla ilerliyor ve en zor, çözülmesi mümkün değil denilen sorulara bile yanıt vereceğini düşünüyorum. Biraz uzun oldu ama etkileyici olduğunu düşünüyorum.
Özet olarak şunu açık yüreklilikle ifade edebilirim ki bilinç tamamen sizin beyninizde oluşan, fizik yasalarına göre etkileşen, bilinçsiz, amaçsız, kavrayışsız, farkındalıksız atom topluluklarının meydana getirdiği insan üzerine etkili bir konuşma biçiminden ibarettir. Karmaşık ve etkileyici olması bizleri farklı açıklamalara yöneltebilirler ama bizler bilimle kalmaya, onun ışığında adımlamaya devam edelim, er ya da geç ama yavaş ama biraz hızlanarak sorularımıza cevap ala ala bu yolculuğa devam edeceğiz ama şunu hiç unutmayın, bu sonu gelmeyen bir yolculuk.
Kaynaklar
D. C. Dennett. Consciousness Explained.
S. Carroll. The Big Picture: On The Origins Of Life, Meaning, And The Universe Itself..
R. Descartes. Meditasyonlar.
Bu cevap, soru sahibi tarafından en iyi cevap seçilmiştir. Ancak bu, cevabın doğru olduğunu garanti etmez.
DNA, ya da uzun adıyla deoksiribonükleik asit, Dünya üzerinde var olan bütün canlılarda bulunan ve hepsinde kalıtsallığı sağlayan moleküldür. Yani canlılar, DNA isimli bu kimyasal maddeyi kullanarak, kendi biyolojik özelliklerinin bir kısmını veya tamamını yavrularına aktarırlar. Ancak biyolojik organizmalara genetik yapısını kazandıran bu molekül, tek bir yapıda bulunmaz. Genetik ile ilgilenen birisi gen, kromatit ve kromozom gibi birçok diğer terimle de karşılaşmış; hatta bunların sayılarıyla ilgili kafa karışıklığı yaşamıştır. Bu yazımızda, DNA ve genlerle ilişkili tüm kavramları açıklayacağız.
Her kimyasal maddenin kendine özgü bir fiziksel yapısı vardır. Deoksiribonükleik Asit (DNA) isimli kimyasal yapının fiziksel şekline ise "ikili sarmal" adını vermekteyiz; çünkü birbiri etrafına örülmüş gibi gözüken iki şerit ve bu şeriti birbirine bağlayan moleküler köprülerden oluşmaktadır. Bu yapıyı oluşturan alt birimler, nükleobazlardır (kimi zaman sadece baz da denebilir; ancak "baz" sözcüğünün kimyada anlamı oldukça geniş olduğu için bu kısa kullanım kafa karıştırıcı olabilir).
Büyük gıda şirketleri ve yatırımcılar, Ozempic ve diğer benzer kilo verme ilaçlarının milyonlarca insana ulaşmasını, Amerika'nın diyet endüstrisini altüst etmesini ve tüketicilerin nasıl besleneceği konusunda yeni sorular ortaya çıkarmasını sessizlikle izliyorlar.
Campbell Soup'tan Conagra Brands'e gıda üreticilerinin yöneticileri, ekiplerin tüketici davranışlarını değerlendirmeye ve bu davranışlara nasıl karşılık vereceklerine dair beyin fırtınası yapmaya başlamasıyla birlikte yatırımcılardan ilaçların potansiyel etkisi hakkında sorular almaya başladıklarını söyledi.
Fotoğrafta gösterilen mektup tamamen uydurmadır ve Einstein ile Bern Üniversitesi arasında bu yazışma hiçbir zaman yaşanmamıştır. Einstein'ın geçici olarak reddedilmesinin nedeni teorisiyle ilgili problemler değil, yaptığı başvuruda talep ettiği pozisyon için gerekli tezi henüz hazırlamamış olmasıdır.
Einstein üzerinden popüler olmayı hedefleyen birkaç sosyal medya kullanıcısı bu sahte mektubu Mayıs 2016'da Facebook ve Twitter üzerinden yaymaya başlamıştır. Mektupta İngilizce olarak şunların yazdığı iddia edilmektedir:
Evrimsel süreçle ilgili anlaşılması en güç kavramlardan biri, bir özelliğin nasıl değiştiği ve türlerin nasıl farklılaştığıdır. Örneğin ortalama boyu 20 santimetre olan bir canlının boyu nesiller içerisinde nasıl 2 katına, 40 santimetreye çıkabilir? Daha kritik bir soru, eğer ki popülasyon içerisinde yeterince çeşitlilik olmaması durumunda, bu tür bir evrimin gerçekleşip gerçekleşemeyeceğidir. Yani boy ortalaması 20 santimetre olan bir popülasyonun içerisindeki en uzun bireyler 22 santimetreyse ve daha uzun bireyler yoksa, nasıl olur da popülasyonun boy ortalaması 40 santimetreye çıkabilir? Diyelim ki yeterli çeşitlilik var, bu durumda evrim nasıl meydana gelir? İşte bu makalemizde bu konuları inceleyerek, evrensel olarak evrimin nasıl işlediğini anlamanızı sağlamayı hedefleyeceğiz. Eğer ki bu yazımızı tam olarak sindirebilirseniz, evrimin nasıl işlediğini ileride karşınıza çıkabilecek herhangi bir örnek dahilinde, rahatlıkla yorumlayabileceğinizi umuyoruz. Fakat bu yazıyı okumadan önce, evrimin temel mekanizma ve işleyişini öğrenmek adına bu dizimizin ilk yazısı olan "Evrim'in İşleyişi - 1: Genel Kavramlar, Mekanizmalar ve Yöntemler" başlıklı makalemizi okumanızı tavsiye ederiz. Hemen konuya girelim:
Evrimin nasıl meydana geldiği üzerinde kafa yorarken insanların düştüğü temel hatalardan birisi, evrimi türümüz üzerinden düşünmektir. Esasında bunu elbette yapabilirsiniz, zira insan türleri de evrimsel süreç sonunda var olmuş hayvan türleridir; ancak insan üzerinde düşünmenin ufak bir sıkıntısı vardır: türümüz, vahşi doğadan izole bir yaşam stiline geçtiği ve buna adapte olduğu için, istisnasız olarak geriye kalan tüm türlerin geçirdiği evrimsel değişimlerden bir miktar uzaklaşmıştır. Elbete türümüz halen, her nesilde evrim geçiriyor; ancak söz konusu Homo sapiens olduğunda bu evrim daha çok mikroevrim düzeyinde, fiziksel değişimlerin çok çok daha yavaş yaşandığı bir evrim olmakta. Bu yüzden bir türün dış görünümünün evrim sebebiyle değişimi görülmek isteniyorsa, insan türü üzerinden gitmek pek de mantıklı bir "ilk adım" olmayacaktır. Yine de, bu konuyla ilgili olarak "İnsanların evrimi sona mı ermiştir? İnsan üzerinde Evrim Mekanizmaları nasıl işler?" başlıklı makalemizi okuyarak, bu yazımızda vereceğimiz örnekleri nasıl insanlara genişletebileceğinizi öğrenebilirsiniz. Uzun lafın kısası, tıpkı genetik deneylerinde yaptığımız gibi, gözlemlemek istediğimiz unsuru (evrimi) kolaylıkla görebileceğimiz, uygun bir model organizma seçmek, incelememizin kolay ve sıkıntısız gerçekleşebilmesi için önem arz eder. Bu sebeple, insan gibi bir tür üzerinden evrimi incelemek yerine, vahşi yaşam dahilinde bulunan bir türü ele almak çok daha kolay olacaktır.
Birçok insan uçak penceresinden bakarak bile, yani yaklaşık 10.000 metre yüksekten bile Dünya'nın küreselliğini az çok kestirebilecektir. Ancak merak etmiş olabilirsiniz, yerden ne kadar yükseğe çıkarsak Dünya'yı tam bir bilye olarak görebilirsiniz?
Bunun için kesin bir mesafe yoktur; çünkü bu birazcık görüş alanınıza ve "bilye"den kastınızın ne olduğuna bağlıdır. Gözünüzün dibindeki bilye de "bilye"dir, vücudunuzdan 15 santimetre uzakta tuttuğunuz bilye de "bilye"dir; ancak ikincisi daha net ve güzel gözükür.
Elektromanyetizma, elektriksel yükleri ve onlarla ilişkili alan ve kuvvetleri inceleyen bilim dalıdır. Elektrik ve manyetizma, elektromanyetizmanın iki yönüdür.
Elektrik ve manyetizma, uzun bir süre boyunca ayrı kuvvetler olarak düşünülmüştü. Ancak 19. yüzyılda birbirleriyle ilişkili olgular olarak görülmeye başladı ve nihayetinde bunların gerçekten de aynı kuvvetin farklı parçaları olduğu keşfedildi.
İçimdeki Şeytan, atmosferiyle hemen içine çeken, psikolojik gerilimi dozunda veren bir yapım. Karakterin içsel çatışmaları ve bastırılmış duyguları izleyiciye geçiyor, özellikle bazı sahneler gerçekten rahatsız edici bir gerçeklikle yansıtılmış. Ancak zaman zaman hikâye dağınık ilerliyor ve derinliği hissettiren o atmosfer, birkaç bölümde yüzeyde kalıyor. Yine de finalde bıraktığı o sorgulama hâli, diziyi izlemeye değer kılıyor. Hem karanlıkla yüzleşmek isteyenler hem de sadece bir gerilim arayanlar için farklı bir deneyim sunuyor. Kendi iç dengesi, atmosfer başarısı ve oyunculuk performansı açısından İçimdeki Şeytan ortalamanın üstünde bir yapım. Ancak anlatımda zaman zaman kopukluklar ve tempo sorunları olduğu için genel denge biraz sarsılıyor.
Bu yüzden 10 üzerinden 6 puan veririm.
Etkileyici ama her izleyiciye hitap edecek kadar tutarlı değil.
Ay neden bu kadar tozlu? Dünya‘daki kayalar, rüzgar ve su tarafından yıpratılır, böylece toprak ve kum oluşur. Ay’da, sürekli bir şekilde devam eden mikrometeorit bombardımanı, tozlu bir Ay toprağı veya regolit katmanı oluşturarak kayalık yüzeyi törpüledi. Apollo astronotları ve ekipmanları için her yere yayılmış ince kumlu tozlar büyük bir problemdi. Aralık 1972’de Ay yüzeyindeki Apollo 17 astronotlarından Harrison Schmitt ve Eugene Cernan, tozdan kendilerini ve teçhizatlarını korumak için gezicilerinin çamurluklarından birini onarmaları gerekti. Bu resim, tozla kaplı gezicinin tekerleğini ve çamurluğunu gösterirken yedek haritalar, kelepçeler ve gri bir “koli bandı” ile nasıl ustaca tamir edildiğini de gösteriyor.
Kuyruğu uzun ve sivri, tüyleri ise göz alıcı derecede siyah ve beyazdır. Başı, sırtı ve göğsü mat siyah; omuzları ve alt tarafı beyazdır. Kanatları parlak çelik mavisidir; ancak kanatlarını açtığında uçlarının oldukça beyaz olduğu görülür. Kıçı ve kuyruk sokumu siyah, kuyruğu parlak yeşil ve mordur. Güçlü, hızlı ve düzgün kanat çırpışları ile uçuşu süratlidir. Sesi kuvvetlidir ve "çak çak çak çak" diye çıkar.Ömrünün 30 ilâ 38 yıl olduğu düşünülür. Zeki bir kuş türüdür.
YouTube, Evrim Ağacı tarafından hazırlanan içerikleri video yoluyla öğrenmenin en iyi yolu! Ayrıca kanalımızda birçok bilim insanıyla röportajlarımızı, çeşitli deney gösterilerini ve diğer bilim içeriklerimizi bulabilirsiniz.
Evrim Ağacı'na katkı sağlamanın bir yolu, Agora Bilim Pazarı'na uğrayarak, burada bilimseverlerle buluşturduğumuz bilim kitapları, ders kitapları, hediyelik eşyalar ve diğer ürünlerden satın almak. Bir göz atın, hoşunuza giden bir şeyler bulacağınıza hiç kuşkumuz yok!
Bunu sadece Evrim Ağacı'nın eskileri bilir. 2010 yılında kurulan Evrim Ağacı'nın en önemli parçalarından biri, evrim ve ilgili konularda ürettiğimiz devasa Makale Arşivi'mizdi. Bu arşivimiz, her geçen gün daha da büyüyen şekilde yoluna devam ediyor. Nostalji yapmak isteyenlere önerilir!
Evrim Ağacı'nı sosyal medya hesaplarından takip etmeyi unutmayın! Yeni paylaşımlarımızı
görmek için bizi aşağıdaki sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz.
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim
Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç
katın.
Türkiye'nin en büyük popüler bilim arşivi Evrim Ağacı, sadece sizlerin destekleriyle ayakta duruyor! Bizim arkamızda milyarderler, devletler veya uluslararası örgütler yok. Sizin gibi bilimseverler ve onların kolektif desteği var! Siz de Evrim Ağacı'na destek olun, bilimin sesini daha uzaklara taşıyalım!' Tek seferlik destek olun veya daha iyisi, aylık destekçilerimiz
arasına şimdi katılın.
“Bazen, kimsenin hakkında hiçbir şey düşünmediği insanlar, kimsenin hakkında hiçbir şey düşünmediği şeyleri yapabilen kişilerdir.” Andrew Hodges
Bilim İçin 30 Saniyeniz Var mı?
Evrim Ağacı, tamamen okur ve izleyen
desteğiyle sürdürülen, bağımsız bir bilim oluşumu.
Ücretsiz bir Evrim Ağacı üyeliği oluşturmanın çok sayıda
avantajından
biri, sitedeki reklamları %50 oranında azaltmak (destekçilerimiz arasına katılarak
reklamların %100'ünü kapatabilirsiniz). Evrim Ağacı'nda geçirdiğiniz zamanı
zenginleştirmek için, sadece 30 saniyenizi ayırarak üye olun (üyeyseniz, giriş
yapmanızı tavsiye ederiz).