Son zamanlarda sanki herkes bir savaşın tarafıymış gibi. Bir olay daha tam anlaşılmadan, herkes safları belirliyor. Ne doğru düzgün bilgiye bakılıyor, ne de karşı taraf dinleniyor. Sanki düşünmek zaman kaybı olmuş, hisle hareket etmek marifet.
Bir bakıyorsun sosyal medyada bir haber: Dakikalar içinde insanlar ikiye bölünüyor. Kimse “Bu neden oldu?” diye sormuyor, “Kim haklı?” değil artık mesele — “Benim tarafım haklı!” demek istiyor herkes. Çünkü haklı olmak değil, haklı görünmek önemli hale geldi. Bu hal, sadece Türkiye’ye özgü değil, Azerbaycan’da da var. Her cümle ya bir etiketle başlıyor ya da bir susturmayla bitiyor. Ve insanlar fikirlerini ifade etmek yerine, ya susmayı seçiyor ya da bağırarak konuşmayı. Oysa ikisi de çözüm değil. Bir toplumda en çok kaybolan şey diyalogsa, orada herkes biraz yalnız kalır. Kutuplaşma sadece fikir ayrılığı değildir, anlayış eksikliğidir. Ve anlayış eksikliği, zamanla güveni de tüketir. Birbirine güvenmeyen insanlar, bir arada duramaz. Farklı düşüneni hemen “düşman” gibi görmek bu yüzden çok tehlikeli. Çünkü bu zihniyet bir milletin değil, bir kavganın zihniyetidir.
Peki nasıl oldu da bu hale geldik?
Bir kısmı teknolojiden: her şey çok hızlı, çok kısa, çok yüzeysel. İnsanlar haberi tam okumadan yorum yapıyor. Biri bir şey paylaşınca hemen ya alkış ya da linç geliyor. Derinleşmeden konuşmak, bağırarak susmak gibi bir şey. Ve bu hız, düşünmeyi değil, tepkiyi öğretiyor insana. Ama bu sadece teknolojiyle açıklanamaz. Biraz da biz büyürken tartışmayı değil, taraf olmayı öğrendik. Bir fikre karşı çıkmak demek, o kişiye düşman olmak sanıldı. Halbuki düşünce çatışması gelişmenin ta kendisidir. Bir millet farklı düşünebiliyorsa, özgürdür. Ama farklı düşüncelere tahammül edemiyorsa, tutsaktır.
Bu tablo değişir mi?
Evet, ama kolay olmaz. Bu bir sistem değil, bir kültür meselesidir. Annelere, babalara iş düşer. Öğretmenlere, yazarlara, gençlere… En çok da birbirine kalbini kapatmamış insanlara. Bir çocuğa “Senin düşüncen değerli ama başkası da konuşmalı” demekle başlar bu iş. Bir öğretmenin sınıfta "Fikir çatışması zenginliktir" demesiyle devam eder. Bir arkadaşının "Ben seninle aynı fikirde değilim ama seni dinliyorum" demesiyle kök salar.
Biz bunu başarabiliriz. Çünkü biz sadece aynı dili değil, aynı geçmişi de paylaşıyoruz. Türkiye’de de Azerbaycan’da da insanlar yorgun artık. Kavga sesinden, öfke dilinden, bölünmekten bıkmış durumda. Ve bu yorgunluk bazen en büyük fırsattır. Çünkü insanlar artık susmak değil, anlaşılmak istiyor. Ve anlaşılmak için önce anlamaya çalışmak gerekir.
Bu bir umut yazısı değil, bir hatırlatma: Taraf olmak kolaydır. Fikir sahibi olmak da kolaydır. Ama karşı tarafı gerçekten duymak, işte o erdemdir. Ve erdemli insanlar bir toplumu ya iyileştirir… Ya da kaybolmuş vicdanını yeniden inşa eder. Biz böyle bir halkız. Birbirini dinlemeyi yeniden hatırlarsak, yeniden güçleniriz. Çünkü kutuplaşmanın panzehiri, saygıyla kurulan cümlelerdir. Ve belki de bu çağın en devrimci cümlesi şudur:
Seni dinliyorum :)