Beynimizin Yüzde 10'unu mu Kullanıyoruz?
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
İddia
İnsanlar beyinlerinin %3'ünü (%5'ini, 'unu, vs.) kullanıyormuş. Einstein bile %5'ini kullanıyormuş. Kimi insanlar ömürleri boyunca çalışıp %4'e ancak çıkarabiliyorlarmış. Demek ki 0'ünü kullansak kim bilir neler yapacağız!
Gerçek mi?
Gerçek Ne?
Herhangi bir zihinsel rahatsızlığı olmayan bütün insanlar ve diğer tüm canlılar beyinlerinin %100'ünü kullanabilirler.
İddianın Kökeni
Bu iddianın kökenleri, 1890 yılında Harvard Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nde araştırma yapmakta olan bilim insanları olan William James ve Boris Sidis'in "rezerve enerji teorisi"ne dayanmaktadır. Bu teoriye göre insanların, günümüz beyin kapasitesi (kranyal hacim) sayesinde ulaşabilecekleri en yüksek IQ 250-300 arası olarak tahmin edilmektedir. Ancak James ve Sidis, insanların sadece belli bir yüzdesinin bu IQ sınırına düşebildiğini iddia etmişlerdir. Araştırmalarının sonucunda, şimdiye kadar yaşamış insanlar arasında %3-10'luk bir dilimin ancak 250 IQ'ya ve üzerine çıkabildiğini ileri sürmüşlerdir. Bu araştırmanın hatalı yorumlanması, hızlıca felakete dönüşmüştür ve günümüzde insanların zekalarının %3-10 arasını kullandığı şeklinde değerlendirilmiştir. Halbuki görüldüğü gibi araştırma bununla tamamen alakasızdır.
Daha sonradan bu mit, 1998 yılında Dr. James Kalat'ın yaptığı bir diğer araştırma üzerine yeniden hortlamıştır. Bu araştırma, bilim insanlarının beynin derinliklerini keşfetmeye devam ettikleri sürece gördükleri ilginç bölgelerin farklı yorumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Bilim insanları, beynin bazı bölgelerinin gün içerisinde pek az aktif olduğunu gözlemlemiştir. Ayrıca beyin içerisinde bulunan bazı gangliyonların (sinir düğümleri) yine gün içerisinde her zaman aktif olmadığını görmüşlerdir. Kalat, makalesinde "1930 yılı dolaylarında bilim insanları beynin sadece %10'unun kullanıldığını düşünmüşlerdir." şeklinde bir ibare geçmektedir. Bu ibareden yola çıkan insanlar, bilim insanlarının genelinin hala böyle bir düşünceye sahip olduğunu sanarak, medyanın da olayların üzerine körükle gitme merakından ötürü miti yaymaya devam etmişlerdir. Halbuki Biological Psychology dergisinde yayınlanan makalede Kalat, beynin tamamının kullanıldığını ve beynin bazı bölgelerinin gün içerisinde aktif olmamalarının, o bölgelerin kullanılmadığı anlamına gelmediğini açıklamaktadır. İşte bu durum, bizim nasıl istediklerimizi duyup, gerçekleri reddettiğimizi göstermektedir.
2014 yılında ise Morgan Freeman ve Scarlett Johansson'un başrollerini paylaştıkları Lucy isimli Hollywood yapımında bu safsata yeniden hortlatılmış ve yeniden kitlesel bir yanlış algıya insanlar sürüklenmiştir. Konuyla ilgili detaylı bir analizimiz şu yazımızdan okunabilir.
Bilgiler
7 Şubat 2008 tarihinde Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinde Baltimore'da bulunan Dünya'nın en prestijli tıp fakültesi olan Johns Hopkins Tıp Fakültesi'nden Prof. Dr. Berry Gordon bu tartışmalara son noktayı koymuştur. Kendisi, beynimizin yüzde 10'unu kullandığımız mitinin "gülünç derecede saçma" olduğunu açıkça belirtmektedir . Kendisi, araştırmalarından derlediği sonuçları okurlarla paylaşmaktadır. Biz de, bu makaledeki notlardan yola çıkarak safsatanın bilimsel açıdan neden geçersiz olduğuyla ilgili bazı bilgiler vermek istiyoruz:
Beyin Patolojisi Açısından İddianın Analizi
İlk olarak, eğer iddia edildiği gibi beynimizin %10'u çalışıyor, %90'ı çalışmıyor olsaydı, beyinde meydana gelen hasarların çok büyük bir kısmı etkisiz olacaktı. Çünkü 10'da 9'luk bir olasılıkla hasar beynin güya "çalışmayan" bir bölgesine denk gelecek ve etkisiz kalacaktı. Ancak şimdiye kadar yapılan araştırmalar göstermiştir ki, beynin herhangi bir bölgesinin aldığı hasar, vücudun herhangi bir noktasındaki herhangi bir işleyişi neredeyse her zaman, istisnasız bozmaktadır. Beynin aldığı en ufak hasarlar bile, çok ciddi problemlere ve hastalıklara sebep olabilmektedir. Örneğin beyin tomografinizde, beynin bir bölgesinde bulunan bir kıvrımın açısının 1-2 derece farklı olarak çıkması, sizin psikolojik durumunuzun değişiminin sebebi ve hatta ölümcül bir hastalık belirtisi olabilmektedir. Yani beynin herhangi bir kısmının işlevsiz olduğu iddiası geçersizdir.
Evrimsel Biyoloji Açısından İddianın Analizi
İkinci olarak, Evrimsel Biyoloji'nin gelişimi de, bu iddiaların geçersizliğini açığa çıkarmaktadır. Bilindiği üzere doğada takas ilkesi (trade-off) denen bir ilke vardır ve bu ilke dahilinde, eğer bir organ artık işe yaramıyorsa, ya körelecektir ya da varlığını sürdürüyorsa yeni bir işlev kazanacaktır. Bunun bir diğer adı "Evrim Ekonomisi"dir. Beynin bırakın %90'lık kısmının, %10'luk kısmının bile "kullanılmadığını" iddia etmek, bir doğa yasası olan evrim ile çelişecektir. Çünkü eğer bu kadar büyük bir alan, bir anda işlevini yitirseydi ve uzun bir zaman zarfı boyunca o şekilde kalsaydı, canlıların sabit bir denge içerisinde kalması mümkün olmazdı. Ayrıca beynin zaten kendi başına vücudumuzdaki en masraflı organ olduğu düşünülecek olursa; zaten masraflı bir organın bir kısmının çalışmadığını iddia etmek akıl dışı olacaktır. Beyin elbette evrimsel süreçte körelebilir; ancak bu, son derece kademeli ve takip edilebilir bir şekilde, milyonlarca yıla yayılarak meydana gelir. Dahası, evrim tarihine baktığımızda bariz bir şekilde insansılarda beynin büyüdüğünü görmekteyiz. Bu durumda beynin büyük oranda işlevsiz kısımları olmasına rağmen büyümesi evrimsel biyolojinin temellerine aykırıdır. Eğer ki beynin bazı parçaları işlevsiz olacaksa, bu yapının bir bütün olarak irileşmesi ve karmaşıklaşması beklenemez. Dolayısıyla, beynimizin %90'ının "işlevsiz" olduğu iddiası evrimsel biyolojinin açıklayıcı gücü sayesinde otomatik olarak çürümektedir.
Beyin Görüntüleme Teknikleri Açısından İddianın Analizi
Üçüncü açıklama ise gelişen görüntüleme tekniklerinden gelmektedir. Pozitron Emisyonlu Tomografi (PET) ve Fonksiyonel Manyetik Rezonans İmgeleme (fMRI) teknolojilerindeki gelişmeler sayesinde, beynin renkli ve renksiz, ayrıntılı fotoğrafları an be an çekilebilmektedir. Bu teknolojiler sayesinde günümüzde biliyoruz ki, beynin en sakin olmasını umduğumuz uyku halinde bile, beynin eksiksiz olarak her bölgesinde belli bir miktar aktivite gerçekleşmektedir.
Beyin Fizyolojisi Açısından İddianın Analizi
Dördüncü bir açıklama, yine tıp alanından gelmektedir. Günümüzde, nöroloji bilimi sayesinde artık biliyoruz ki, beynin tamamen "sustuğu" tek durum, ciddi sinirsel hastalıklar ve beyin hasarları durumunda gerçekleşmektedir. Yani beyin, yukarıda açıkladığımız gibi uyku halinde bile tamamen durmamakta, tam tersine beynin her alanından az ya da çok sinyal alınabilmektedir.
Beyin Anatomisi Açısından İddianın Analizi
Beşinci bir açıklama anatomiden gelmektedir: beyin tek bir bütün olarak çalışmaz; onlarca, hatta yüzlerce alt birimi vardır. Daha bilimsel bir açıklamayla, beyin "ileri derecede özelleşmiş bir organ"dır. Bu sebeple, parçaların çalışmaması gibi bir durum söz konusu olamaz; çünkü bu beynin kendisinin çalışmaması demektir. Beynin parçalara ayrılması sayesinde beynin her bölgesinin tam olarak çalıştığı kesinlikle bilinmektedir. 1800'lü yılların sonlarında atılan iddia, beynin bir bütün olarak çalıştığını düşünmekten kaynaklanmaktadır. Günümüz insanları ise 200 yıl öncesinin bilgisini ısrarla yaymaya devam etmektedirler.
Beyin Histolojisi Açısından İddianın Analizi
Altıncı bir açıklama, hücrelerin dünyasına daha derin bir şekilde dalabilmemizden gelmektedir. Beyinde bulunan sinir hücreleri ve doku hücreleri üzerinde yapılan mikroskobik çalışmalar, beynin her bir hücresini inceleyebilmemizi sağlamaktadır. Tekil-Birim Kaydı (Single-Unit Recording) ismi verilen bu teknoloji sayesinde beyne yerleştirilen elektrotlarla, beyindeki her bir hücrenin anlık aktivitesi gözlenebilmektedir. Onlarca yıldır süren ve beynin her alanına yayılmış araştırmalarda, çalışmayan tek bir hücreye bile rastlanmamıştır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Beyin Metabolizması Açısından İddianın Analizi
Yedinci bir açıklama, metabolik çalışmalardan gelmektedir. Bu alandaki yapılan araştırmalarda beyne radyoaktif olarak işaretlenmiş 2-deoksiglukoz molekülleri enjekte edilir. Daha sonra radyograf aracılığıyla hangi hücrelerin aktif olduğu parlak bir şekilde gözlenebilir. Eğer iddia edildiği gibi beynin %90'ı çalışmıyor olsaydı, radyografta beynin %90'ı karanlık olarak çıkması gerekirdi. Ancak yapılan araştırmalar, beynin her bir noktasının çalıştığını göstermektedir.
Fizyolojik Atrofi Açısından İddianın Analizi
Son bir açıklama da yine fizyolojiden gelmektedir. Normalde, bir hücre eğer özelleştiği işi yapmıyorsa, dejenere olacak ve bozulacaktır. Örneğin kaslarınızı yeterince çalıştırmazsanız veya kırık kolunuz alçıya alınırsa "kas erimesi" denen ve kas hücrelerinin uzun süreler çalışmadıkları için körelmeleri sonucu oluşan bir sorunla karşılaşırsınız. Eğer beynin %90'ı çalışmıyor olsaydı, otopsilerde bu tip çürümeler gözlenmesi gerekirdi. Ancak beynin hiçbir bölgesinde böyle bir bozulmaya rastlanmamaktadır.
İddia, Bilimsel Olarak Geçersizdir!
Bu kadar farklı açılardan gelen açıklamalar, iddianın geçersizliğini net olarak göstermektedir. Canlıların çoğu, spesifik olarak köreldiği belirlenen organları haricinde, tüm organlarını kullanabileceği en üst kapasitede kullanmaktadır. Eğer bunu başaramıyorsa, ya çevre şartları izin vermiyordur ya da soyu tükenecektir. Beyin, kesinlikle körelen bir organ değildir (en azından insanlarda).
Bu tip "gizemli" bir mit, tabii ki popüler kültürün de ilgisini çekmiş, yalanın yayılmasını kolaylaştırmıştır. Konu hakkında pek çok kitap yazılmış ve film çekilmiştir. Ancak tabii ki bir iddianın basında ya da popüler kültürde yer alması, o iddianın doğru olduğu anlamına gelmez. Bu tip argümanlar için "Bilimsel Tartışma" yazı dizimize göz atabilirsiniz.
Safsatayı "Sinerji" İle Kurtarma Çabaları
Ne yazık ki bazı insanlar bu mite inatla bağlıdırlar. Mutlaka zekamızın şu andakinden çok daha üstün olması gerektiğini, şu anda çok ufak bir zekaya sahip olmamız gerektiğini savunurlar. Hatta iddialarını desteklemek için piramitler gibi antik yapıları yapan üstün insan ırkları olduğunu söyleyenler bile vardır. Piramitler gibi birçok sözde "mistik" yapının tamamen insan yapımı çok bariz olması bir yana, insanın zekasının da son derece sıradan olduğu aslında doğrudur. Türümüz, gezegenin bugüne kadar gördüğü, bildiğimiz kadarıyla en gelişmiş zeka düzeyine sahiptir; doğru. Ancak bu, bizim sahip olduğumuz zekanın, genel olarak "zeka" kavramının üst sınırı olduğu anlamına da gelmez. Evrimsel süreçte bizden çok çok daha zeki canlılar var olabilir; hatta başka gezegenlerde belki var olmuştur da... Ancak bunlara dair bilimsel, güvenilir verilere sahip olmadan atıp tutamayız ve atak varsayımlarda bulunamayız. %10 safsatasına bağlı olanların düştüğü hataların en temeli budur.
Dahası, bu insanlar mitin aslında gerçek olduğunu göstermek için, yukarıda yapılan açıklamalar üzerine, aslında kastedilenin "beyin parçaları" boyutunda değil, "beyin parçalarının birbiriyle ilişkisi" boyutunda %10'luk bir kullanım oranı olduğu iddiasıdır. Yani bu kişiler, beynin aslında çok daha gelişmiş bir sinerjiye (karşılıklı iletişim ve haberleşme ağına) sahip olabileceğini; ancak bunun şu anda mümkün olmadığını söylerler.
Bu doğrudur. Yukarıda da izah ettiğimiz gibi, insan zekası, zeka kavramının üst sınırı değildir. Evrimde her şey süreklidir. Biz, bu gezegen koşullarında, bildiğimiz kadarıyla en üst düzey zekaya sahip olan hayvan türüyüz. Beyne ve zekaya sahip olmayan basit yapılı canlılar ile bizim aramızda milyonlarca "geçiş türü" bulunuyor. Bunlar, çeşitli dereceler ve seviyelerde zekalara sahipler. Benzer bir şekilde biz de, çok daha üstün bir zeka türüne geçiş basamağı olabiliriz. Sonuçta bizim evrimimiz de sona ermedi veya tamamlanmadı. Düşülen bir diğer hata da budur: evrim tamamlanabilir bir süreç değildir. Her zaman devam eder. Dolayısıyla insanı bir sınır, bir sonuç olarak görmek bilimsel açıdan affedilmez bir hatadır. Bu da bizi daha kritik bir noktaya götürür:
Matematik Açısından İddianın Analizi
Matematikte "yüzde" kavramı, bir bütünün parçalarını tanımlamak için kullanılır. Yani "yüzde on (%10)" kalıbı, yüz birimlik bir bütünün on birimlik bir kısmına işaret eder. Burada şu soru sorulmalıdır: "İnsanlar beyinlerinin yüzde 10'unu kullandığı iddia ediliyorsa, bu %100 neye göre, kim tarafından belirlenmiştir?" Yani bizim sözde %10'luk zekamız veya beyin kullanımımız, hangi %100'e göre belirlenmiştir? Böyle bir bütün bulunmamaktadır. Çünkü insan zekasıyla kıyaslayabileceğimiz herhangi bir zeka formu tanımıyoruz, bilmiyoruz. Diğer yazılarımızda da anlattığımız gibi, kıyaslar mantıklı ve önceden açıklanmış çerçevelerde yapılmalıdır. Bir karga ile insanın zekasını kıyaslarsanız, karganın "beyinsiz" olduğu kanısına varabilirsiniz. Ancak bir karga ile bir papağanın zekalarını kıyaslarsanız, müthiş sonuçlar elde edebilirsiniz (gerçekten de kargalar gezegenimizdeki en zeki ve "değişik" zeka formlarından birisidir). İnsan için bu kıyaslamayı belki ancak en yakın kuzenlerimiz olan şempanzeler ve bonobolar ile yapabiliriz; ancak bu kıyas bile yetersiz olacaktır. Çünkü kuzenlerimiz zeka konusunda bizimle kıyaslanabilir bir evrimsel tarihe sahip değillerdir. Henüz...
Bu açıdan bakıldığında da %10 sayısının tamamen uydurma olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Temelsiz ve asılsız bir iddiadan ibarettir. Açık ve net kanıtların tamamından yoksundur ve temel dayanaklarının hepsi çürüktür. Bu nedenle geçerli bir argüman olarak kabul edilemez.
Sonuç
Sonuç şudur: İnsanlar (ve muhtemelen beyni olan hayvanların tümü), beyinlerinin %100'üne yakınını kullanmaktadırlar. Beynimizin kullanılmayan hiçbir noktası yoktur. Kimi koşulda, bazı bölgeler daha fazla, bazı bölgeler daha az çalışıyor olabilir. Ancak bu "kullanılmadığı" anlamına gelmemektedir.
Bu noktada, bir ayrıma gitmekte fayda görüyoruz: "Beyin Kullanımı/Kapasitesi" ile "Zeka Kullanımı/Kapasitesi". Beyin kapasitesi, genetik faktörlerle belirlenir ve sınırlanır. Basit olarak, bir canlının beynindeki nöron ve sinaps (nöron bağı) sayısı ile orantılıdır. Bu kapasite, yukarıda açıklanan kapasite ile aynıdır ve belirli hastalıklara sahip olmayan her canlıda %100 kullanılır. Daha önce de belirtildiği gibi, elbette kimi zaman bazı bölgeler daha aktif, bazı bölgeler daha az aktif çalışabilecektir. Bunun beyni kullanmakla bir ilgisi yoktur; zira her nöronun aynı anda çalışması, beynin daha "iyi" çalıştığı anlamına gelmez. Beynin her bölgesi belirli konularda özelleşmiştir ve gerektikleri zaman çalışmaları gerekir. Unutulmaması gereken önemli bir nokta beyin kapasitesinin, aynı zamanda zekanın da üst sınırını belirlediğidir.
Zeka kapasitesi ise, bir canlının genetik unsurlarla sınırlandırılmış beyin kapasitesi tarafından belirlenir. Zeka kullanımı, bu kapasitenin ne kadarının kullanılabildiği ile ilgilidir. Bu noktada, zekamızı bir kas yapısına benzetebiliriz. Ulaşabileceği en üst nokta, genetik unsurlarla belirlenmiştir; ancak biri çok çalışırsa kaslarını bu en üst kapasiteye kadar (ama daha fazlasına değil) çıkarabilir. Çalışmayan biri ise ortalama bir güçte kaslara sahip olacaktır. Zeka da bunun gibidir. Tek farkı, yeni kas hücreleri üretmek düzgün bir çalışmayla oldukça kolayken, yeni sinir hücrelerini üretmenin imkansıza yakın olmasıdır; dolayısıyla pratik, var olan nöronların daha aktif kullanılmasını sağlar, yeni nöronlar üretilmesini değil. Zihin antremanları sayesinde zekamızın normalde, antremansızken kullanığımızdan fazlasını kullanabiliriz; ancak bunun üst sınırı, beyin kapasitemiz ile aynıdır ve %100'ü geçemez. Normal bir insan, zekasının %80-90'ını kullanmaktadır (asla %3-10'u kullanılmaz; çok ciddi hastalıklara sahip olanlarda bile bu kadar düşük oranlar görülmez, bu oranlar ciddi bir uydurmadır). Düzgün yapılan ve genelde yıllarca süren pratikle bu kapasite %100'e yaklaştırılabilir.
Ancak unutulmaması gereken nokta, bu kapasitenin %100'ün üzerine çıkamayacak olmasıdır. Çünkü bu üst sınır, nöronlarla belirlenir ve artması için nöron sayısının da artması; yani yeni nöronlar üretilmesi gerekir. Bu olaya nörogenez denir. Ancak nörogenez, nöronların büyük oranda bölünme kabiliyetlerini yitirmiş hücreler olmalarından ötürü çok kısıtlı miktarda olmaktadır ve zekayı önemsenmeyecek kadar az etkilemektedir. Tabii gelecekte bu hücrelerin kök hücrelerden üretilebilmesiyle zekanın arttırılması mümkün olabilir. Örneğin illa bu konuda bir bilim-kurgu filmi çekilecek olursa, bilimsel gerçeklere sadık kalmak bakımından böyle bir konu kullanılabilirdi, antik bir miti hortlatmak yerine...
Dolayısıyla lütfen bir iddiayı kabullenip yaymadan önce, bilimsel açıklamasını inceleyin ve varsa makalesini okuyun. Yoksa da ciddi bir şüpheyle yaklaşıp, hemen kabul etmeyin.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 66
- 25
- 20
- 13
- 11
- 7
- 4
- 3
- 2
- 1
- 1
- 1
- E. H. Chudler. Do We Use Only 10% Of Our Brains?. (23 Aralık 2018). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: Washington Üniversitesi | Arşiv Bağlantısı
- K. Cherry. The Using 10 Percent Of Your Brain Myth. (31 Ekim 2018). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: Very Well Mind | Arşiv Bağlantısı
- R. Boyd. Do People Only Use 10 Percent Of Their Brains?. (7 Şubat 2008). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: Scientific American | Arşiv Bağlantısı
- B. Radford. Do We Only Use Ten Percent Of Our Brains?. (25 Temmuz 2014). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: Snopes | Arşiv Bağlantısı
- A. Reichelt. Do We Really Only Use 10% Of Our Brain?. (1 Ağustos 2014). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: The Conversation | Arşiv Bağlantısı
- P. J. Kiger. Are You Really Only Using 10 Percent Of Your Brain?. (19 Ağustos 2009). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: How Stuff Works | Arşiv Bağlantısı
- C. Hammond. Do We Only Use 10% Of Our Brains?. (13 Kasım 2012). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: BBC | Arşiv Bağlantısı
- S. McDougle. Humans Already Use Way, Way More Than 10% Of Their Brains. (1 Temmuz 2014). Alındığı Tarih: 23 Aralık 2018. Alındığı Yer: The Atlantic | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 23/12/2024 14:06:58 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/249
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.