Otobüs (1975): Türkiye ile İsveç Arasındaki Farkları Yansıtan Bir Sinema Eserinin Kültürel Psikoloji Bağlamında Okuması...
Bir grup insanı, hiç bilmedikleri bir kültürün orta yerine götürüp bıraksak nasıl davranırlardı? Bu soru karşısında heyecan duymayacak bir psikolog bulamazsınız. Ancak psikologlar tarafından cevabı merak edilen pek çok sorunun deneysel olarak araştırılması mümkün değildir. Bunun sebebi, son birkaç on yılda kurulmuş olan ve deneylerde yer alacak katılımcıları olası zararlara karşı koruma amacındaki etik kurulların, insan haklarını ihlal etme potansiyeli olan çalışmalara izin vermemesidir.
Ancak bilimde olanın aksine, sanattaki yöntemleri daha özgürdür. Bir grup insanın hiç alışık olmadıkları bir kültürün orta yerinde nasıl davranacaklarını hayal eden kitaplar yazabilir, filmler çekebilir hatta bu durumu tasvir eden tablolar, heykeller yapabilirsiniz. O halde bu sorunun cevabını tartışabilmek için en uygun zemin sanatın özgür suları olacak. Tunç Okan’ın senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı 1975 yapımı Otobüs filmi, yazının başında bahsettiğimiz soruya kendi perspektifinden oldukça çarpıcı bir yanıt veriyor. Bu yazının eksenini de psikolojinin kültür alanındaki çalışmaları ile Otobüs filminin anlatısı arasında ilişki kurma gayreti oluşturuyor.
Otobüs: Allah’a Emanet
Film tabiri-i yerindeyse "Anadolu’nun bağrından kopmuş" bir otobüs dolusu insanın, kaçak işçi olarak İsveç’e yolculuğunu konu alır. Burada “Anadolu’nun bağrından kopmuş” ifadesi, yolcularımızın kültürel durumuna işaret etmesi bakımından önemlidir: Yolcular; filmde görünüşleri, kıyafetleri ve davranışları ile köyünden başka yer görmemiş Anadolu insanının açık bir temsilidir. Bu durum, filmde izleyiciye net bir şekilde gösterilmektedir. Örneğin, bir mola esnasında yemek yiyen yolculara gittikleri ülkenin zenginliğini övmek amacıyla “10 günde domuz gibi olursunuz” diyen şoförün sözleri, yolcuların “tövbe tövbe” mırıltılarıyla karşılanır. İslam dinince haram atfedilen bir hayvana benzetilmekten rahatsız olan yolcuların kültürel pozisyonlarını anlamak için bu sahne iyi bir gösterendir.
Nihayetinde İsveç’in başkenti Stockholm’e varıldığında şoför, ön tarafı “Allah’a Emanet” yazısıyla süslenmiş olan otobüsü şehrin meydanına, metro çıkışının hemen dibine park eder ve “burada adet böyle” diyerek yolcuların pasaportlarını ve paralarını polise kaydettirme bahanesi ile alır. Birazdan geleceğini söyleyerek otobüsü terk eder. Saatler geçer, hava kararmaya başlar ancak şoför geri gelmez ve otobüsteki sessiz bekleyiş sonunda bir yolcunun gerçeği dillendirmesi ile bozulur: "Aldatıldık gardaşlar!"
Şimdi ne olacaktır? Yolcular beş parasız, kimliksiz ve pasaportsuz Stockholm’ün ortasında bir otobüsün içinde, artık tam anlamıyla "Allah’a emanet"tir. Böyle bir durumda bu insanların nasıl davranmasını beklersiniz? Filmde bu sorunun cevabı şaşkınlık, çaresizlik, korku ve iki kültürün karşılaşmasından doğan bir şok oluyor: kültür şoku.
Neden böyle olduğu üzerine tartışabilmek için, Türkiye ve İsveç arasındaki kültürel farklılıkların genel çerçevesini çizmemiz gerekiyor. Bu çerçeveyi çizerken iki farklı kavram setinden yararlanacağız: Birincisi, kültürlerarası farklılıkları anlamlandırabilmek için Hofstede tarafından geliştirilmiş olan bireycilik-toplulukçuluk kavramları. Diğeri ise bireysel değerlerin kültürlerarası farklılaşmasına odaklanan Schwartz’ın Temel İnsan Değerleri Teorisi.
Bireycilikten Toplulukçuluğa Kültürel Spektrum
Bireycilik ve toplulukçuluk kavramları, dünya üzerindeki kültürleri bu iki ana başlık altında toplama iddiasındadır. Bir kültürün bireyci mi yoksa toplulukçu mu olduğunun ayrımını yapabilmek için baz alınması gereken kimi özellikler literatürde tanımlanmıştır. Örneğin Trandis, McCusker ve Hui modernleşme, sanayileşme, kentleşme gibi gösterenlerin baz alınabileceğinden bahsetmiştir.[1] Buna göre sanayileşmiş ve kentleşmiş ülkeler bireyci kültürler olarak sınıflandırılırken, kıra ve tarıma dayalı yaşantının ağırlıklı olduğu ülkeler toplulukçu olarak kabul edilmiştir. Yine bu araştırmacılar tarafından sanayileşme ve kentleşmeye paralel olarak görünen çekirdek aile yapısı da bireyci kültürlerle özdeşleştirilirken, toplulukçu kültürlerde geniş aile yapısının sürdürüldüğü belirtilmiştir.
Burada görüldüğü üzere söz konusu fark insanların yaşama ve yaşamı üretme biçimlerine ilişkindir. Tarımla geçinen kırsal bir toplumda, geniş aile ortamında yetişen kişi ile sanayileşmiş bir kentte, çekirdek aile içerisinde yetişen kişinin çevresi ve hatta kendisi ile kurduğu ilişkinin aynı olması beklenemez. Bireyci topluluklarda yer alan kişilerin bu sebeple aileden ya da diğer toplumsal kurumlardan özerklik beklentisinin yüksek olduğu, toplulukçu kültürlerde ise özerklikten ziyade aileye ve toplumsal kurumlara bağlılığın ön plana çıktığı belirtilmiştir.[2]
İdiosentrizm ve Allosentrizm
Bireyci ve toplulukçu kültürlerin birey düzeyinde yarattığı bu farklılaşmanın ortaya çıkardığı kişilik özellikleri Triandis, Leung, Villareal ve Clack tarafından idiosentrik ve allosentrik olarak kavramsallaştırılmıştır.[3] Bu kavramlar her ne kadar ilk bakışta bir şey ifade etmiyor gibi görünse de kökenlerine inildiğinde aslında oldukça net ifadeler oldukları fark ediliyor:
- İdiosentrik, Antik Yunan dilinde "ben, kendim, kişiliğim" anlamındaki idios ve “merkez” anlamındaki centric sözcüklerinin birleştirilmesiyle oluşmuş. İdios+centric yani “ben-merkezcilik” olarak Türkçeleştirilebilir.
- Allosentrik de yine Antik Yunan dilinde “diğer, diğeri, öteki” anlamına gelen allos kelimesine yine centric kelimesinin eklenmesiyle oluşturulmuş ve “diğeri-merkezcilik” olarak Türkçeleştirilmesi mümkün bir sözcük.
Bu noktada muhtemelen fark ettiğiniz gibi, idiosentrik bireyci kültürlerde ben-merkezci kişilik tipini, allosentrik ise toplulukçu kültürlerde ortaya çıkan diğeri-merkezci kişilik özelliklerini tanımlamak için kullanılıyor. Triandis ve arkadaşları tarafından idiosentrizmin kendine yeterlilik ve bağımsızlıkla, allosentrizmin ise diğerleriyle dayanışma ve sosyal ilişkiler ile karakterize olduğu vurgulanıyor.
Kültürleri niteleyen kavramlar olarak bireycilik ve toplulukçuluğun işleyişinin anlaşılabilmesi için bu iki kavramın birbiriyle ilişkilenişinden de bahsetmek gerekebilir. Kimi araştırmacılar bireycilik ve toplulukçuluğu bir boyutun birbirine zıt iki kutbu olarak ele alsa da genel kanı bu kavramların birinden diğerine geçişin mümkün kılındığı bir spektrum üzerinde yer aldığı yönündedir.[4], [5] Bu, şu anlama geliyor: Bir kültür salt bireyci veya salt toplulukçu olabileceği gibi, bireyci veya toplulukçu eğilimi güçlü fakat bununla birlikte bu iki ucu da bünyesinde barındıran bir kültür de olabilir.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Esas tartışmadan uzaklaşmamak adına, bu yazıda bireycilik ve toplulukçuluk olarak kavramsallaştırılan kültürel farklılıkların kökenini ele alan geniş literatürden bahsedilmeyecek. Yine de konuyla ilgilenenler Richard E. Nisbett tarafından yazılan ve Türkçe çevirisi bulunan bir kitabı, kaynaklar kısmında bulabilir.[6]
Temel İnsan Değerleri Teorisi
Değerler, sosyal davranışla ilgilenen disiplinlerin sıkça başvurduğu bir kavramdır. Her ne kadar farklı tanımları mümkün olsa da değerler kişinin sosyalleşme sürecinde edindiği ve davranış düzenleme üzerinde etkili olduğu bilinen standartlar olarak tanımlanabilir.[7] Tıpkı fiziksel ihtiyaçlarımıza cevap üreten şeyler gibi değerler de toplumsal ihtiyaçlara cevap ürettiği için davranışlarımızı doğrudan güdüleyebilir.
Burada önemli olan kısım değerlerin sosyalleşme sürecinde ediniliyor olmasıdır. Sosyalleşme süreci; diğer insanlar, gruplar ve kurumlar ile teması gerektirir. Bu da aslında kültürle temas anlamına gelmektedir. Haliyle değerler, kültürün etkisi altındadır. Bir kültürde arzulanan bir değer, başka bir kültür için önemsiz olabilir.
Burada vurgulanması gereken önemli nokta, kültürel düzlemde değerlerin hiyerarşik bir yapıda ortaya çıkmasıdır. Bu şu anlama gelmektedir: Tüm değerler, tüm kültürlerde az ya da çok temsil edilir. Dolayısıyla burada odaklanılması gereken nokta, bir değerin bir kültürdeki varlığı ya da yokluğu değil; o kültürdeki değerler hiyerarşisinde nerede yer aldığıdır. Kültürel farklılıkları yaratan, değerler hiyerarşisinde ortaya çıkan farklılıklardır.
Schwartz bu değerlerden kimilerini birbiri ile uyumlu, aynı kaynaktan güdülenen değerler olarak görürken, kimi değerleri ise birbiri ile zıt ilişki içerisinde konumlandırmıştır.[8] Buna göre bir kültürde önem atfedilen değer, bazı diğer değerlerin de önemini artırırken, kimi değerlerin ise o kültürdeki önemini azaltmaktadır. Dolayısıyla bireycilik ve toplulukçuluk bağlamında düşünüldüğünde, değerlerden bazılarına bireyci kültürlerde bazılarına ise toplulukçu kültürlerde daha fazla önem atfedilmektedir. Kimi değeler ise bireyci ve toplulukçu eğilimlerin aynı anda görülebildiği kültürlerde daha önemlidir.
Schwartz, çeşitli kültürlerarası araştırmalara dayanarak birbiri ile ilişkili 10 değer tipi tanımlamıştır. Bu değerler Konsky, Eguchi, Blue ve Kapoor ile Demirutku ve Sümer’den hareketle hazırlanan Tablo 1’de özetlenmiştir.[9], [10]
İsveç ve Türkiye Örneği
Otobüs filminde İsveç ve Türkiye kültürlerinin karşı karşıya getirildiğinden bahsetmiştik. Şu an ise elimizde bir tarafta bireycilik-toplulukçuluk spektrumunun, diğer tarafta ise değerlerin yer aldığı, kültürel yapıların temel özelliklerini anlatan iki boyutlu bir düzlem var. Dolayısıyla filmdeki kültürel anlatıyı çözümleyebilmemiz için bu iki kültürün elimizdeki düzlemde denk düştüğü yerleri belirlememiz lazım.
Kültürlerarası çalışmalar İsveç’in bireycilik-toplulukçuluk spektrumunun bireycilik ucuna hayli yakın olduğunu göstermektedir.[11] Yüksek refah düzeyiyle, seküler hayat tarzıyla, kendi bireysel başarılarına odaklanmış ve diğerlerinden özerklik beklentisi yüksek birey tipiyle İsveç bireyci kültürün tipik bir örneğidir. Türkiye’nin ise bireycilik-toplulukçuluk spektrumundaki yeri biraz daha karmaşıktır. Türkiye genel olarak toplulukçu özellikleri baskın bir kültür olarak kabul edilmekle birlikte yer yer bireyci özellikler de göstermektedir.[12] Buna dayanarak iki kültürün yatkınlık göstereceği olası değerler Tablo 1’den takip edilebilir.
Inglehart ve Welzel tarafından hazırlanan dünya kültür haritası İsveç ve Türkiye’nin kültürel topografyada birbiriyle olan uzaklığının anlaşılmasına yardımcı olabilir (Bknz. Şekil 1).[13]
Burada Temel İnsan Değerleri Teorisi’nden farklı değer adlandırmaları görüyoruz. Geleneksel-Seküler/Rasyonel değerler boyutu, kültürlerin dini inançlar ile kurduğu ilişkiyi göstermektedir. Hayatı İdame Ettirme/Kendini İfade Etme değerleri ise kültürlerin ekonomik gelişmişlik düzeyine göre kişilerin geçim kaygısı gütmesi ile kendi iyi oluşlarına odaklanacak bir refah seviyesinde olabilmesi arasındaki karşıtlığı ifade etmektedir. Bu haritada Müslüman çemberinde yer aldığı görülen Türkiye, her ne kadar çemberin diğer üyelerine kıyasla daha seküler ve daha refah kültürü izlenimi verse de, Protestan Avrupa çemberinde yer alan İsveç’ten hayli uzaktadır.
Filme Geri Dönersek...
İsveç'e kaçak olarak girmiş olan yolcular, yakalanma korkusuyla dolandırıldıklarını öğrendikleri andan hava kararıp etraftaki kalabalık dağılana kadar otobüsten dışarı çıkmıyor. Ortalık biraz tenhalaşınca; tuvalet, su, yemek gibi fiziksel ihtiyaçların zorlaması ile gruplar halinde dışarı çıkan yolcuları görüyoruz. Sırayla metronun tuvaletine gidip gelen yolcuların karşılaştığı ilk sahne, metro içerisindeki bir telefon kulübesinde seks yapan iki kişi oluyor. Bu kişiler yolcuların tuvalete gidiş gelişine umursamadan seks yapmaya devam ederken, yolcuların yaşadığı şaşkınlığı görüyoruz.
Seks ve Hedonizm
Sahne ne kadar abartılı bir tasvir gibi görünse de İsveç gibi bireyci kültürlerde hedonistik değerlerin, Türkiye gibi toplulukçu kültürlere kıyasla çok daha önemli olduğunu gösteriyor. Bu durum, şehir meydanındaki dükkanları gezerken bir seks ürünleri marketinin vitrininin önünde çakılıp kalan yolcuların görüntüsünde de vurgulanıyor. Türkiye gibi fiziksel zevklerin, özellikle cinselliğin kamusal alanda icrası hem kanunlar hem de gelenekler ile sınırlandırılmış bir kültürde yetişmiş yolcular, karşılaştıkları bu cinsel açıklık karşısında şok oluyor.
İsveç'in hedonist değerlere verdiği önemi, bir yolcunun bir İsveçli tarafından sürüklendiği seks partisinde de görüyoruz. Yemeklerin ve içkilerin bolluğu altında insanların kamusal alanda birbirleriyle seviştiği bir ortama giren yolcu, bir süre donup kalıyor. Burada donma tepkiyle, strese karşı verilen temel tepkilerden biri olan donmayı kastediyoruz. Algılanan tehdit karşısında organizmada artan stres seviyesinin yol açtığı donma tepkisinde ortaya çıkan bedeni büzerek küçültme gayreti, irileşen gözler, yavaşlayan soluma gibi belirtileri, yolcuda da görüyoruz. “Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakalmak” deyimiyle de özetlenen bu durum, yolcunun maruz kaldıkları karşısında yaşadığı korkuyu ve şoku anlatması bakımından önemli.
Sürü Halinde Hareket Etme ve "Yuvaya Dönme" Güdüsü
Filmde bireyci ve toplulukçu kültürlerin grup bağlarına verdiği öneme ilişkin sahneler görmek de mümkün. Otobüs yolcularını, grup halinde hareket etme arzusu içinde görüyoruz ve nereye giderlerse gitsinler sonunda otobüse geri dönüyorlar. Yolcular, polis tarafından kovalandıklarında bile otobüse kaçıyorlar. Burada yolcuların otobüsü saklanıp sığınabilecekleri bir yer olarak konumlandırması, toplulukçu kültür üyelerinin toplumsal kurumlara olan bağının temsili bir gösterimi gibi düşünülebilir.
Yaşanılan kovalamacada grup üyelerinin birçoğu otobüse geri dönebilirken, gruptan ayrı düşen bir yolcunun başına gelenler ise kültürün etkilerinin ne kadar trajik olduğunu göstermesi bakımından değerlidir. Gruptan ayrı düşen ve otobüsün yerini kaybeden yolcuyu gece boyu çaresizce otobüsü ararken ve arkadaşlarının ismini haykırarak onları bulmaya çalışırken izliyoruz. Kültürel olarak değer verdiği ve belki de kendisini güvende hissetmesine yol açan grup bağlarını kaybeden yolcuyu, gün ışıdığında bir duvarın üstüne tünemiş, başını dizlerinin arasına gömmüş halde görüyoruz.
Artık sokaklar, İsveçlilerle dolmuştur ve yolcu tünediği duvarın üzerinde korku içinde sessizce ağlamaktadır. O sırada önünden geçen bir İsveçli, yolcuya çarpar ve yolcu denize düşer. İsveçli durumu umursamadan yoluna devam ederken yolcunun denizden çıkamadığını görürüz. Kültürel bağlarından kopuş yolcuyu ölüme götürmüştür.
Otobüsü Umursamama
Bu sahne İsveçlilerin diğerlerinden olan bağımsızlığını göstermesi bakımından da önemlidir. Bu duruma ilişkin bir diğer vurgu ise günlerce şehrin merkezinde duran bir otobüsü İsveçlilerin umursamamasıdır. Filmde otobüsün etrafında akıp giden hayatı görürüz. Şarkı söyleyenler, eğlenenler, gezenler, bir yerlere koşturanlar… Hiçbiri otobüsün orada ne aradığını merak etmiyor gibidir. Zaman zaman kimi İsveçli sivillerin ve polislerin otobüse olan ilgilerini görsek de otobüse doğrudan müdahale edip durumu aydınlığa kavuşturmaları oldukça uzun sürecektir. Bu durum İsveçlilerin bireyci kültürel özelliklerini yansıtan detaylardan bir diğeridir.
Sonuç
Filmin yer yer kara mizahla trajediyi karıştıran havası kültürel değerlerin insan için önemini gözler önüne sermektedir.
Kültür, insanın içinde yüzdüğü bir deniz gibidir. Her ne kadar içindeyken varlığını hissetmesek de dışına çıktığımızda soluğumuzun kesilmesi muhtemeldir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 16
- 2
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ H. C. Trandis, et al. (1990). Multimethod Probes Of Individualism And Collectivism.. Journal of Personality and Social Psychology. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. Hofstede. (1984). Culture's Consequences: International Differences In Work-Related Values. Yayınevi: SAGE Publications. doi: 10.1177/0022022116658262.
- ^ H. C. Trandis, et al. (1985). Allocentric Versus Idiocentric Tendencies: Convergent And Discriminant Validation.. Journal of Research in personality, sf: 395-415. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Göregenli. (1995). Kültürümüz Açısından Bireycilik-Toplulukçuluk Eğilimleri: Bir Başlangıç Çalışması.. Türk Psikoloji Dergisi. doi: 10.1177/0022022197286009. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. A. Wagner, et al. (1986). Individualism-Collectivism: Concept And Measure.. Group & organization studies, sf: 280-304. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. E. Nisbett, et al. (2005). Düşüncenin Coğrafyası. Yayınevi: Varlik Yayinlari.
- ^ Rokeach, M., et al. (1973). The Nature Of Human Values. Yayınevi: Free Press.
- ^ S. H. Schwartz. (1994). Are There Universal Aspects In The Structure And Contents Of Human Values?. Journal of Social Issues, sf: 19-45. doi: 10.1111/j.1540-4560.1994.tb01196.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. Konsky, et al. (2000). Individualist-Collectivist Values: American, Indian And Japanese Cross-Cultural Study. Intercultural Communication Studies, sf: 69-84. | Arşiv Bağlantısı
- ^ K. Demirutku, et al. (2010). Temel Değerlerin Ölçümü: Portre Değerler Anketinin Türkçe Uyarlaması.. Türk Psikoloji Yazıları, sf: 17-25. | Arşiv Bağlantısı
- ^ I. C. Galinha, et al. (2016). Cross-Cultural Comparison Of Personality Traits, Attachment Security, And Satisfaction With Relationships As Predictors Of Subjective Well-Being In India, Sweden, And The United States:. Journal of Cross-Cultural Psychology, sf: 1033-1052. doi: 10.1177/0022022116658262. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Göregenli. (2016). Individualist-Collectivist Tendencies In A Turkish Sample:. Journal of Cross-Cultural Psychology, sf: 787-794. doi: 10.1177/0022022197286009. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Inglehart, et al. The Wvs Cultural Map Of The World.. (1 Ocak 2010). Alındığı Tarih: 5 Şubat 2021. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 12:58:09 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/10072
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.