Doğuluların ve Batılıların Kültürü ve Bakış Açısı Neden ve Nasıl Farklıdır?
Doğulular ve Batılılar Kendilerini ve Çevrelerini Neden ve Nasıl Farklı Algılıyor?
Özet
Doğu Asyalılar ve Batılılar dünyayı çok farklı şekilde algılar ve onunla ilgili farklı şekilde düşünürler. Batılılar dikkatlerini odaktaki bir nesneye verme eğiliminde olurlar. Nesnenin niteliklerini analiz eder, onun davranışlarına yön veren kuralları bulma çabasıyla kategorize ederler. Bu kurallar formel mantığı içerir (Ç.N. Formel mantık; düşünmenin içeriğinden çok biçimiyle ve kurallarıyla ilgilenen mantık türüdür). Nedensel atıflar sadece nesneye odaklanma eğilimindedir, bu yüzden genellikle yanlıştır (Ç.N. Metin boyunca “atıf”, bir şeyin kaynağı olarak gösterilen etken anlamında kullanılmaktadır).
Doğu Asyalılar ise çoğunlukla geniş bir algısal ve kavramsal alana dikkat ederler. Nesnelerle ilgili olarak, nesnenin hangi kategoriye ait olduğundan çok, hangi aileye üye olduğunu önemserler. Bunlara dayanarak nesneleri sahip oldukları ilişkiler, değişiklikler ve ait oldukları grupla ilgili olarak ele alırlar. Nedensel atıfları, bağlama vurgu yapar. Dikkatlerini yönlendiren önemli bir husus sosyal faktörlerdir. Doğu Asyalılar, kendileri için önceden biçilmiş rol ilişkileri içinde, karmaşık sosyal ağlar içinde yaşar. Etkili bir biçimde işlev görmek için bağlama dikkat etmek önemlidir.
Daha bağımsız olan Batılılar ise daha az sınırlayıcı sosyal dünyada yaşarlar. Nesneye ve bununla ilgili hedeflerine dikkat etme lüksüne sahiptirler. Çevrenin kendilerine sunabileceği fiziksel olanaklar da algılamayı etkiler. Doğu’da inşa edilen yaşam çevreleri daha karmaşıktır, Batılılardan daha fazla sayıda nesne içerir. Bunun yanı sıra Doğu’nun sanat ürünlerinde alan vurgulanır, bireyler gibi bağımsız objeler önemsenmez. Batı sanatı ise alanı daha az işler, bireysel nesneleri ve insanları ön plana çıkarır.
Psikologlar ve filozoflar uzun süre biliş ve algılama süreçlerinin evrensel olduğunu varsaydı. Öyle ki tümevarım ve tümdengelim çıkarımları, dikkat, bellek, kategorizasyon ve nedensel analiz her kültürdeki tüm insanlar için aynı süreçler olarak ele alındı. Ancak, başta antik Çinli ve Yunan bilim insanları olmak üzere kimi tarihçiler ve bilim filozofları ise başka bir olasılık ileri sürdü: Dünyaya ilişkin kavramsallaştırmalarımız ve onu anlamak için kullandığımız bilişsel süreçler birbirinden çok farklıdır (bkz. 2–4). Mesela Yunanlılar mantığı bir biçime sokmuşlar ve onu birçok bilişsel işlemler için, örneğin geometri için kullanmışlardır. Ancak Çinliler mantığı hiç biçimsel hale getirmediler, üstelik M.Ö. üçüncü yüzyıldaki iki kısa dönem dışında mantıkla hiç uğraşmadılar (5). Muhtemelen bunun bir sonucu olarak antik Çinliler geometride pek az yol aldılar, buna karşın aritmetikte ve cebirde büyük atılımlara imza attılar (2).
Başka bir örnek de metafizikten ya da dünyanın doğası hakkındaki temel varsayımlardan, bunların metafiziksel varsayımlardan kaynaklanan bilişsel süreçler üzerindeki etkisiyle verilebilir. Yunanlılar genellikle nesneye odaklanmış ve nesnenin davranışını, sadece onun özellikleri ve ait olduğu kategoriler ile açıklamışlardır. Aristo, suya bırakılan bir taşın suda batışını açıklamak için, taşın sahip olduğu bir “yerçekimi” kavramını; tahtanın su yüzeyinde kalışını açıklamak için ise tahtanın “hafifliği” kavramını önermiştir. Bunun tam tersi olarak Çinliler eylemin her zaman belirli güçler alanında oluştuğunu tespit etmiş, manyetizmayı ve akustiği ciddi ölçüde anlamış ve dalgaların gerçek oluşma nedenini fark etmişlerdir (Galileo bile bunu fark edememiştir).
Yunanlılar maddeyi, bağımsız objelerden ya da atomlardan oluşuyor olarak görmüş, Çinliler ise maddeyi sürekli bir parçacık akışı, hatta birbirine geçiş yapan parçacık akışı olarak görmüşlerdir. Son olarak Yunanlılar dünyada durağanlık (ör. Plato’nun biçimler anlayışı), Çinliler ise sürekli değişim görmüştür. Hatta Çinliler Taoculuk’taki yin ve yang anlayışı ile paralel olarak, her şeyin sürekli olarak mevcut durumundan tam zıttına dönüştüğü bir süreci görebilmiştir.
Nisbett ve meslektaşları (6, 7), antik Yunan düşüncesinin analitik olarak tanımlanabileceğini ileri sürmüşlerdir. Yani bu düşüncede dikkatin odak noktası, belirgin bir nesneydi. Nesnenin özellikleri değerlendirilir, hareketine yön veren kuralları bulmak niyetiyle de bir kategoriye sokulurdu. Bu şekildeki kurallar bazen çok üst düzeyde soyuttu ve bunlara mantıksal kurallar denilirdi. Nesnenin hareketine yön veren bu kurallara odaklanmak, Yunanlılara nesne üzerinde bir kontrol duygusu verirdi.
Oysa antik Çin düşüncesi bütüncüldü. Yani Çinliler, belirgin bir nesnenin nerede olduğuna ve bu alandaki olaylar ve nesneler arasındaki ilişkilere dikkat ederdi. Nesnenin özel nitelikleri ve kategorileri ise pek akla gelmezdi. Nesnenin davranışı hakkında açık kurallara sahip olmayan Çinlilerde, kişisel özerklik ya da kontrol duygusu pek gelişmemişti. Mantıksal kurallar yerine çeşitli diyalektik şemalar konulmuştu. Görünüşte birbirine zıt iki öneri arasında bir “orta yol” bulunurdu, nesneler ve bireyler hakkında yargıda bulunmak için bağlamın önemi ön plana çıkarılırdı.
Antik Çinliler ve Yunanlılar dünya hakkında neden bu kadar farklı şekillerde düşünmekteydiler? Farklı yazarlara göre bunun nedenleri, iki topluluğun farklı sosyal uygulamalarıyla ilgilidir (bkz. 4 ve 8). Çinliler diğer bireylerle, olağandan geniş bir aileyle, köyle ve devletin temsilcileri ile çok boyutlu ve karmaşık rol ilişkileri içinde yer alıyordu. Çinliler sosyal açıdan birbirlerine karşılıklı olarak bağımlıydı ve sürekli dışarıdan nasıl göründüklerini inceliyorlardı. Böylelikle sosyal sürtüşmeyi en aza indirgemek amacıyla eylemlerini diğerlerinin eylemleri ile uyum içinde tutmaya çalışıyorlardı. Markus ve Kitayama (9) bununla ilgili olarak “Bir insan kendisini, karşılıklı bağımlılıklardan oluşan daha büyük bir bağlam içine yerleşmiş gibi algılıyorsa, muhtemelen diğer nesneleri ve olayları da benzer bir şekilde algılar.” diyor.
Diğer yandan Yunanlılar göreli bağımsızdı, sosyal ilişkileri Çinlilerden daha az ve daha basitti. Ayrıca Yunanlılar, bireycilik ve özerkliğe değer veriyordu. Yaşamlarındaki bu bağımsızlık sayesinde nesneleri, kendi kişisel hedefleriyle ilgili olarak değerlendirmeleri lüksünü elde etmiş olabilirler. Böylelikle hem fiziksel hem sosyal nesneleri ayrı ve birbirinden bağımsız olarak görmüş olabilirler.
Eğer Yunanlı ve Çinli filozofların birbirlerinden farklı olmalarının nedeni sosyal sistemlerinin dünyayı bu şekilde görmelerini ve algılamalarını doğal hale getirmesiyse, o zaman modern Doğu Asyalıların (Çin ve kuvvetli bir şekilde etkilediği Japonya ve Kore gibi ülkeler) modern Batılılardan (özellikle Avrupalılar ve İngiliz Milletler Topluluğunun geçmişteki ve günümüzdeki üyeleri) farklı akıl yürütmeleri olağan görülebilir. Çünkü Doğu’nun ve Batı’nın sosyal uygulamaları, antik zamanlarda olduğu gibi günümüzde de farklılık göstermektedir.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Doğu Asyalılar, Batılı tarzdaki benliğin bağımsız ve büyük ölçüde bağlantısız olmasını kavramakta güçlük çeker. Filozof Hu Shih şöyle diyordu:
Konfüçyüsçü insan merkezli felsefede insan tek başına var olamaz; tüm eylemler, insanla başka bir insan arasındaki etkileşim şeklinde olmalıdır. (10)
Antropolog Edward T. Hall (11) sosyal ilişkilerdeki farklılığı ortaya koyabilmek için “düşük bağlam” ve “yüksek bağlam” topluluklarını öne sürmüştür. Batıda benlik sabitlenmiş niteliklerden oluşur ve önemli bir farklılaşma olmadan bir ortam ya da bağlamdan diğerine geçebilir. Fakat Doğu Asyalılar için birey diğerlerine o derece bağlıdır ki, benlik bağlama tam anlamıyla bağımlıdır. Filozof Donald Munro’nun da dediği gibi Doğu Asyalılar kendilerini “Bir bütünle olan ilişkileri çerçevesinde anlarlar, örneğin aile, toplum, Tao ilkesi veya Saf Bilinç olarak” (12). Eğer bireyin sosyal ağından önemli bir insan eksilirse, o birey artık tam anlamıyla başka bir insan olmuştur.
Bireylerin kendi benliğini tanımlaması bu farklılıkları ortaya koymaktadır. Benliğini tanımlamaları istenen Amerikalılar ve Kanadalılar, Japonlardan daha çok olarak kişisel özelliklerini ve tutumlarını dile getirir (13, 14). Kuzey Amerikalılar farklılıklarını abartma eğilimindedir (9), kendilerinin ve sahip olduklarının biricikliğini tercih ederler (9). Zekice yapılan bir çalışmada Korelilere ve Amerikalılara hediye olarak farklı renkten kalemler arasından istediklerini seçebilecekleri söylenmiştir. Amerikalılar bunlar arasında en nadir görülen rengi, Koreliler ise en yaygın görüleni seçmiştir (15).
Bağımsızlık ya da karşılıklı bağımlılık yönündeki eğitim çok erken yaşlarda başlar. Batılı bebekler için ebeveynlerinden ayrı bir yatakta (hatta odada) yatmak yaygın bir durumken, Asyalı bebeklerde bu pek görülmez. Çinli bebeklerin çevresi sıklıkla farklı nesillerden yetişkinlerle çevrilidir, Japon bebekler neredeyse daima anneleriyle birliktedir. Amerikalı anneler çocuklarıyla oynarken, genelde nesnelere ve onların niteliklerine odaklanır (“Aa kamyona bak, ne güzel tekerleri var” gibi), oysa Japon anneler duygulara ve ilişkilere odaklanır (“kamyonunu duvara atarsan, duvarın canı acır”) (34). Bir işverenin çalışanlar hakkındaki kendi gerçek duygularını, Koreliler Amerikalılardan daha iyi tespit etmiştir (16). Biz de Japon katılımcılara balık videoları gösterdiğimizde, Japonların Amerikalılara nazaran balıklarda daha çok duygu gördüğünü bulduk (17).
İş insanları ile yapılan araştırmalar, uyum içindeki ilişkilere mi yoksa bireysel performansa mı önem verildiği konusunda Doğuda ve Batıda belirgin bir fark göstermiştir (18). Dünyada iş hayatında ilişkilere yapılan bu farklı vurgu, çatışmalara neden olabilmektedir. Örneğin, 1970’lerin ortalarında Japon arıtımcılar Avustralyalı tedarikçileri ile bir anlaşma yaparak, sabit fiyat üzerinden birkaç yıl boyunca onlardan şeker alacakları yönünde bir sözleşme imzalamıştır. Bundan bir sonraki yıl dünya şeker piyasasında fiyatlar dibe vurduğunda Japonlar ödedikleri fiyatta pazarlığa girişmiştir. Oysa Avustralyalılar için sözleşme sözleşmedir; sabittir, bağlayıcılığı vardır: Bağlamdaki farklı gelişmelere göre ya da alıcılarla iyi ilişkileri koruma amacıyla değişmez.
İlişkilere mi yoksa bağımsız eylemlere mi vurgu yaptıklarına göre günümüz Asyalı toplumları ile Batılı toplumlar farklılaşıyorsa, bu toplumların bilişsel ve algısal alışkanlıklarının da, tıpkı antik Çinliler ve antik Yunanlıların bilimde ve felsefede bütüncül ya da analitik bir tavra sahip olmaları gibi farklılaştığı düşünülebilir. Geçtiğimiz birkaç yıl içinde biz ve meslektaşlarımız da bu olasılığı birkaç farklı boyutta inceledik.
Bilişsel Farklılıklar
Bizim çalışmamız, Doğu Asyalıların ve Batılıların birkaç noktada farklılaştığını gösterdi: Nedensel atıflar yaparken ve öngörülerde bulunurken, mantıksal ilkelere mi yoksa diyalektik ilkelere mi güvenileceği konusunda; kurallara mı yoksa aile aşinalığına mı dayalı kategorizasyon yapılacağı konusunda ve ortak taksonomik etiketlere mi yoksa ilişkilere mi dayalı kategorizasyon yapılacağı konusunda.
Nedensel Atıf ve Öngörü
Bizim beklentimiz Batılıların, tıpkı antik Yunanlı bilim insanları gibi olayları, nesnelerin özelliklerini referans alarak açıklama eğiliminde oldukları, Doğu Asyalıların ise aynı olayları nesneler arasındaki etkileşimleri ve alanı referans alarak açıklama eğiliminde oldukları idi. Birçok kanıt bunun doğru olduğunu göstermiştir (incelemeler için bkz. 19-21). Morris ve Peng (22) ve Lee ve arkadaşlarının (23) gösterdiğine göre, Amerikalılar cinayetleri ve spor karşılaşmalarını öncelikle varsayılan özelliklerle, sonra yeteneklerle, sonra da bireyin diğer nitelikleriyle açıklama eğilimindedir. Çinliler ve Hong Kong vatandaşları ise aynı olayları genellikle, ilgili olayların geçmişi gibi bağlamsal faktörlerle açıklarlar. Cha ve Nam (24) ile Choi ve Nisbett (25) de nedensel atıfta bulunurken Doğu Asyalıların, bağlamsal bilgiyi Amerikalılardan daha çok kullandığını bulmuştur. Öngörüler hakkında da aynısı geçerlidir.
Hayvanları ve cansız nesneleri içeren olaylara ilişkin açıklamalar bile birbirinden farklıdır. Morris ve Peng (22) katılımcılara, bir grup halinde hareket eden balık sürüsünden ve farklı yönlerde hareket eden tek bir balıktan oluşan çizimler göstermiştir. Çinli katılımcılar bireysel balığın davranışını daha çok balık sürüsü gibi dışsal faktörlerle açıklama eğilimindeydi. Amerikalılar ise bu tek balığın davranışını, kendisinden kaynaklı içsel faktörler ile açıklıyordu.
Peng ve Knowles (26) da açıklaması zor ancak hidrodinamik, aerodinamik ya da manyetik fenomenlere bağlı görünen fiziksel olayları açıklarken Çinlilerin, alana Amerikalılardan daha çok gönderme yaptığını göstermişlerdir (örn. “Topun yoğunluğu sudan daha azdır”). Bu bakımdan görülür ki, nedensel atıftaki farklılıklar, belirli alanlarda kültür tarafından öğretilen özel kurallardan ziyade derin, rasyonel olmayan farklılıkları yansıtmaktadır. Şunu da belirtmek gerekir ki, birçok nedensel atıf çalışmasında Doğu Asyalıların bağlamı tercih etmesi, Amerikalıların nesneyi tercih etmesinden daha doğru bir analiz türüdür.
Mantığa Karşı Diyalektik
İnsanlara sorulduğunda, penguenlerin elbette ki kuş olduğunu söylerler. Ancak insanlara tüm kuşların belirli bir özelliği olduğu söylendiğinde insanlar, kartalların penguenlerden daha fazla bu özelliğe sahip olduğunu söylerler. Norenzayan ve ark. (27), bu türden sonuçlara ulaşırken Korelilerin “tipiklik” denilebilecek bu etkiye daha çok kapıldığını göstermiştir. Koreliler aynı zamanda, bir önermenin, kendisiyle aynı tümdengelimden gelen ilişkili önermelerle mantıksal olarak tutarlı görülmesi konusunda, Amerikalılardan daha çok hevesliydi.
Peng ve Nisbett (28) tarafından yapılan bir çalışmada, Çinlilerin çelişkiden, Amerikalılar kadar rahatsız olmadığı gösterilmiştir. Araştırmada Çinlilerin, kendi içinde zıtlık içeren atasözlerini daha çok tercih ettikleri gösterilmiştir (örn. “Fazla tevazu, biraz kibir anlamına gelir”). Hatta Amerikalılara da Çinlilere de yabancı gelecek şekilde Yidiş atasözleri sorulduğunda bile bu fark aynıdır. Aynı araştırmada başka bir bulgu da, Çinlilerin kişilerarası ve kişisel sorunlarda hep bir “orta yol” bulma eğiliminde oldukları, Amerikalıların ise iki taraftan hep birinin haklı olması gerektiği yönünde bir eğilim sergiledikleri görülmekteydi. Açıkça çelişen iki önerme gösterilen Çinliler, önermelerin her ikisinde de bir gerçeklik payı bulmaya çalışırken, Amerikalılar ise bir önermeyi diğerine tercih etme eğiliminde olmuştur.
Kategorizasyon
Doğu Asyalılar nesneleri ve olayları sınıflandırırken bunlar arasındaki ilişkileri ve aynı aileden olma benzerliğini; Amerikalılar ise kural tabanlı kategori üyeliğini baz alır. Liang-Hwang Chiu (29), Görsel 1’deki üç resmi Çinli ve Amerikalı çocuklara göstererek, hangi iki resmin birbirine uyduğunu sormuştur. Amerikalı çocuklar tavuğun ve ineğin birbirine uyduğunu, çünkü ikisinin de hayvan olduğunu söylemiştir. Çinli çocuklar ise ineğin ve çimenin birbirine uyduğunu, çünkü ineğin çimeni yediğini söylemiştir. Bizim araştırma grubumuz üniversite öğrencilerine üç kelime verdiğinde de aynı eğilim farkını bulmuştur.
Norenzayan ve ark. (27) katılımcılara, Görsel 2’de altta yer alan çizimin üstteki çizim gruplarından soldakine mi yoksa sağdakine mi ait olduğunu sormuştur. Burada hedef çizim, soldaki çizim grubuyla aynı kuvvetli aileye ait görünür. Ancak çizimi sağ gruptakiler arasına yerleştirmeye de izin veren bir kural, yani “düz bir sapı olması” mevcuttur. Görsel 3’te, Doğu Asyalıların çizimi ortak ailevi benzerliği nedeniyle bir gruba dâhil ettiği, Avrupa kökenli Amerikalıların ise kuralı baz alarak, sağdaki grubun bir üyesi olarak gördüğü bulunmuştur. Asya kökenli Amerikalılar ise biraz daha Doğu Asyalılara yakın olsalar da tercihleri yönünden pek ayrışmamışlardır. (Birkaç çalışmamıza Asya kökenli Amerikalıları da dâhil ettik. Verdikleri yanıtlar hep, Doğu Asyalılardan ziyade Avrupa kökenli Amerikalılara yakın olacak şekilde ortada bir yerdeydi).
Dikkat ve Algı Farklılıkları
Doğu Asyalılar ve Batılılar arasındaki farklar sadece bilişsel süreçlerle ilgili kalmayıp doğadaki dikkate ve algıya dayalı süreçleri de kapsamaktadır. Asyalılar alana, Batılılar ise daha çok belirgin nesnelere dikkat etme eğilimindedir.
Kovaryasyonu Tespit Etmek: (Ç.N. Kovaryasyon: Birden çok değişkenin, birbirine bağlı değişimleri). Eğer gerçekten de Doğu Asyalılar alana daha çok dikkat etme eğilimindeyse, onların olaylar arasındaki ilişkileri tespit etmekte daha iyi olmalarını bekleriz. Ji ve ark. (30) Çinli ve Amerikalı katılımcılara Görsel 4’teki gibi rastgele nesneler sundular. Soldaki nesnelerden birisi, ortadan ikiye ayrılmış bir bilgisayar ekranının solunda görünüyordu, hemen ardından da sağdakilerden birisi ekranın sağında görünüyordu. Katılımcıdan istenen, solda görünen nesne ve sağda görünen nesne arasındaki ilişkinin gücünü tahmin etmesiydi. Bu ilişkinin gerçek gücü sıfırdan -yani sağda görünen nesnenin solda görünenden tamamen bağımsız olmasından-, 0.60 civarında bir korelasyon gücüne kadar değişiklik gösteriyordu.
Çinliler, Amerikalılardan daha çok kovaryasyon gördüler, bu yargılarına da daha çok güveniyorlardı, bu güvenleri de kovaryasyonun gerçek gücüne daha yakındı. Her bir korelasyon değeri için yargıları, tanımlanan düzenek için doğruydu. Katılımcılara solda hangi nesnenin yer alacağını ve sağda diğer nesnenin ne kadar zaman sonra görüneceğini belirleme seçeneği verilerek düzenek üzerinde kısmi kontrol gücü verildiğinde, Amerikalıların performans düzeyi Çinlilerle tamamen benzer hale geldi.
Alan Bağımlılığı (Bir Nesneyi, Birlikte Yer Aldığı Diğerlerinden Ayırmakta Güçlük): Eğer Doğu Asyalıların dikkatini geniş ölçüde alana verme eğilimi doğruysa, o zaman onların bir nesneyi ve bu nesnenin içinde yer aldığı ortamı birbirinden ayırmasının güç olması beklenir. Bu türden bir eğilime “alan bağımlılığı” denir (31). Bunu incelemenin yollarından birisi, Görsel 5’te sunulan çubuk ve çerçeve testidir. Katılımcıdan bir kutuya bakması istenir. Kutunun içinde bir çubuk vardır ve çubuğun doğrultusu değişebilmektedir. Çubuğun etrafında bir çerçeve vardır ve bu da, çubuğun hareketinden bağımsız şekilde değişebilmektedir. Katılımcıdan istenen, çubuğun tam olarak dikey hale geldiği zamanı tespit edebilmesidir. Bir katılımcı çubuğun ne kadar dikey durduğunu çerçevenin doğrultusundan ne ölçüde bağımsız olarak bilebiliyorsa, o ölçüde “alandan bağımsız” olarak kabul edilir.
Ji ve ark. (30), Çinli katılımcıların, Amerikalı katılımcılara göre çerçevenin pozisyonundan daha çok etkilendiklerini (Ç.N. Yani alana bağımlı olduklarını) bulmuştur. Belirtilen düzenekle ilgili yargılarına Çinliler de Amerikalılar da eşit ölçüde güvenmiştir. Ancak katılımcılara, çubuğun pozisyonunu istedikleri gibi değiştirebilecekleri söylenerek bir ölçüde kontrol gücü verilince, Amerikalılar Çinlilerden daha güvenli olmuşlar ve performansları artmıştır.
Alana Dikkat: Japon ve Amerikalı katılımcılara, su altı sahneleri içeren 20 saniyelik hareketli görüntüler sunduk (17). Görsel 6’da, bu videolardan sabit bir sahne görülmektedir. Katılımcılara bir videoyu iki kez göstererek ne gördüklerini sorduk. Söyledikleri ilk cümleyi şöyle kodladık: Diğerlerinden daha büyük, daha hızlı hareket eden, daha parlak renkli, yani daha “belirgin” nesnelerden mi; yoksa suyun rengi, sahnedeki taban ya da sabit nesneler gibi alana ilişkin şeylerden mi bahsediyorlardı. Amerikalı katılımcılar, Japon katılımcılara oranla belirgin nesnelerden çok daha fazla sıklıkla bahsettiler. Japon katılımcılar ise Amerikalıların neredeyse iki katı sıklıkta alanla ilgili bilgilere değinerek konuşmaya başlıyordu. Genel olarak Japonlar, alanla ilgili olarak Amerikalılardan %65 daha fazla gözlem yapmıştı. Aynı zamanda nesneler ve alanların ilişkisine, Amerikalı katılımcılardan neredeyse iki kat daha fazla değinmişlerdi.
Katılımcılar 10 görüntü izledikten sonra kendilerine önceden gördükleri 45 nesne ile önceden görmedikleri 45 nesne sunuldu. Daha önceden de görmüş oldukları 45 nesne kendilerine ya orijinal arka plan ile birlikte, ya arka plansız, ya da yeni bir arka planla sunuldu (Görsel 7). Bizim tahminimiz, nesneleri alanla ilişkisi içinde kavrayan Japon katılımcıların, yeni bir arka plan gördükleri durumda Amerikalılara göre daha fazla bocalayacaklarıydı. Gerçekten de tahmin ettiğimiz gibi oldu. Amerikalıların performansı arka plan değişikliğinden hiç etkilenmezken, Japonlar orijinal arka planın değil de yenisinin göründüğü görsellerde çok daha fazla hata yaptı. (Ayrıca Japonların hiç arka plan olmadığı durumdaki performansı, yeni arka planın olduğu duruma göre anlamlı ölçüde daha iyi, orijinal arka planın olduğu duruma göre ise biraz daha kötüydü.)
Değişim Körlüğü: Algı psikologları, son zamanlarda “değişim körlüğü” denilen bir fenomen hakkında araştırmalar yapmaktadır (32). Bir sahnenin resmi ve aynı sahnenin bir şekilde farklılaştırılmış başka bir resmi, aralarında kısa bir süre boşluk bırakılarak sırayla sunulduğunda insanlar bu değişikliği fark etmekte büyük güçlük yaşar, oysa bu iki versiyon yan yana sunulduğunda fark hemen görülür. Bunun olası nedeni, iki tane yüksek derecede benzer sahneyi tutarlı bir resim olarak bütünleştirmeye çalışan sinir sisteminin otomatik eğilimidir. Görsel sistemimiz, dünyaya ilişkin tutarlı bir görüş elde etmek için bunu sürekli yapar.
Doğu Asyalıların alana Batılılardan daha çok dikkat ettiği doğruysa, o zaman objeler arasındaki ilişkiler gibi alana ait değişiklikleri daha kolay tespit edebilmeleri beklenir. Aynı zamanda eğer Batılılar nesnelere ve niteliklerine daha çok dikkat ediyorsa, onlar da belirgin nesnelerdeki farkları hemen tespit ediyor olmalılar. Biz de Japon ve Amerikalı katılımcılara 20 saniyelik hareketli görüntüler sunduk (Görsel 8 ve 9'da bunlardan kareler görünmektedir). Görsel 8’deki sahne, bir Batı şehrindeki nesne belirginliğini ortaya çıkaracak, Görsel 9’daki ise Doğu Asya şehirlerindeki alan belirginliğini, karmaşayı ve her şeyin birbiri içine geçme durumunu ortaya çıkaracak şekilde seçilmiştir. Diğer görüntüler, nesnelerin belirgin olduğu bir Amerikan çiftlik sahnesini ve alanın belirgin olduğu bir Japon çiftlik sahnesini içerir. Son olarak da kültürden bağımsız olacak şekilde bir inşaat sahnesi ve bir havaalanı sahnesi sunulmuştur.
Katılımcılara aynı sahnenin iki farklı versiyonunu göstererek değişim duyarlılıklarını ölçtük. Bunun için ön planda belirgin nesneleri, bu nesneler arasında ilişkileri ve daha az belirgin arka plan nesneleri olan bir sahnenin, aralarında bazı değişiklikler olan iki versiyonunu sunduk. Katılımcılara, bu sahnenin ilk versiyonu ve ikinci versiyonu arasında ne açıdan değişiklik olduğunu sorduk. Bu türden bir nesne değişimine örnek, Görsel 8’deki önde olan arabanın jantındaki değişikliktir.
Görsel 10’da, Amerikalılar ve Japonlar tarafından algılanan değişiklikler görülmektedir. Burada, Amerikalı katılımcıların Japon katılımcılara göre belirgin nesnelerdeki değişiklikleri daha çok tespit etmiş oldukları görülmektedir. Japon katılımcılar ise Amerikalılara göre ilişkilerdeki ve çevredeki (bağlamdaki) değişiklikleri daha çok tespit etmiştir.
Çevredeki “Sağlarlık”: (Ç.N. Sağlarlık: Bir nesnenin ya da ortamın, kendisiyle ilgili bir şeyler yapılabilmesini sağlayan özellikleri. Bir öznenin, bir nesne ya da ortama baktığında aklından geçen “Ben bununla ne yapabilirim, bu benim ne işime yarar?” sorusunun, nesne ya da ortama dair yanıtlarını kapsayan nitelikleri) Farklı çevreler, hem Amerikalılarda hem Japonlarda algı farklılığı oluşturmuştur. Sahnelerin Amerika’da yer alıyor gibi göründüğü durumlarda hem Amerikalılar hem de Japonlar, alandaki değişikliklerden ziyade nesnelerdeki değişiklikleri daha kolay bulmuştur (Görsel 11). Sahnelerin Japonya’da yer alıyor gibi göründüğü durumlarda ise hem Amerikalılar hem de Japonlar, nesnelerdeki değişikliklerden ziyade alandaki değişiklikleri daha kolay bulmuştur. Bu bulgular, algıda “sağlarlık” olarak bilinen çevresel faktörlerin, insanların dikkat ve algıya ilişkin genel geçer örüntülerini değiştirebildiğini ortaya koymaktadır. Çevredeki sağlarlık daha çok belirgin ve ön planda nesneleri içeriyorsa, insanlar onlara alandan daha çok dikkat eder. Nesnelerin çok sayıda olduğu, daha karmaşık ve daha iç içe geçtiği durumlarda ise nesneler ve alan arasındaki ayrım bulanıklaşır ve arka plan ögeleri ile bunlar arasındaki ilişkiler göreli daha belirgin hale gelebilir.
Elbette ki bu genelleştirmelerin geçerliliğinden, bizim oluşturduğumuz bu sahneler eğer gerçek Doğu ve Batı sahnelerindeki değişiklikleri yansıtabiliyorsa söz edilebilir. Bu durumu araştırmak için, Miyamoto ve Nisbett Japonya ve Amerika’daki üç farklı boyuttaki kasabada üç farklı binanın (postahane, okul ve ev) ön yüzünün, arka yüzünün ve iki yanının fotoğrafını çekti. İki ulus arasındaki birçok boyutta karşılaştırılabilir kasaba çiftlerinde, her bir türden binadaki toplam nüfus tanımlandı: New York ve Tokyo; Ann Arbor(MI) kasabaları ile kardeş şehir olan Japonya’daki Hikone; Chelsea (MI) ve Japonya’daki Torahime. Binalar, her bir türden popülasyondan rastgele seçildi.
Fotoğraflar Amerikalı ve Doğu Asyalı üniversite öğrencilerine gösterilerek sorular soruldu, her iki grup da Japonya’daki sahnelerde daha çok nesne olduğunu, nesneler arasında da belirgin sınırlar olmadığını söyledi. Her bir resim, içerdiği nesnelerin sayısına göre Macintosh’taki NIH IMAGE isimli programla değerlendirilerek şematize edildi. Bu türden şematize edilmiş bir resim, Görsel 12’de gösterilmiştir. Her bir resimdeki nesne sayısı, resimde bulunan köşelerin sayısına dayanarak değerlendirildi. Daha fazla köşe, daha fazla nesne olarak ele alındı. Sonuçta Japonya’daki sahnelerde, Amerika’daki sahnelere göre ortalama %32 daha çok nesne tespit edildi. Her bir şehir boyutunda, Japon ve Amerikan sahnelerindeki değişiklikler işaretlendi.
Doğuda ve Batıda Estetik: Algıyı etkileyebilecek çevredeki sağlarlıklardan birisi de, kültürün sanatsal ürünleridir. Batı ve Doğu sanatı arasında önemli farklılıklar vardır. Meslektaşlarımız Richard Gonzalez ve Letty Kwan ile birlikte gerçekleştirdiğimiz araştırmada, sıradan üniversite öğrencilerinin çevreye ilişkin çizdikleri resimlerde ve çektikleri fotoğraflarda karşılaştırılabilir farklar bulduk. Doğu Asya’ya ait resimlerde, ele alınan sahne geniş bir perspektif içerir. Bir sahne, manzaranın üzerinden uçan bir kuşun bakışı gibi, ya da sanatçı sanki bir kayadan aşağı bakıyor gibi, ufkun yüksek olduğu bir açıdan ele alınır. Batıda ise manzaralarda ufuk aşağıdadır, sanki yerden bakılıyor gibidir. Bunun sonucu olarak, manzaranın sadece küçük bir kısmı görünürdür.
Doğuda portre resimleri, Batılı resimlerdekine göre merkezdeki figürün boyutunu ve belirginliğini azaltmıştır. Günümüzdeki sıradan insanların davranışı da bu kültürel eğilimi yansıtır. Üniversite öğrencilerinden en az bir ev, bir ağaç, bir kişi ve bir ufuk içerecek şekilde bir manzara çizmeleri istendiğinde, Doğu Asyalı kalıtımcılar ufku, Amerikalılara göre daha yukarıda çizerek resme daha çok nesne yerleştirdiler. Bu türden bir Japon ve Amerikan fotoğrafı arasındaki farka örnek, Görsel 13’te sunulmuştur. Japonların çektiği her fotoğrafta şahıs, çerçevenin azını kaplıyorken, Amerikalılar için bunun tersini yapmak olağandır.
Değişime Karşı Durağanlık: Antik Yunanlılar dünyalarında durağanlık, antik Çinliler ise değişim görüyordu. Biz bunu en azından kısmen, nesneye mi yoksa alana mı odaklanıldığıyla ilgili göreli farka bağladık. Eğer birisi temel olarak nesneye ve nesnenin özelliklerine dikkat ediyor ve bunu soyut (ve statik) bir kategoriye bağlıyorsa, dünya durağan görünüyor olabilir. Ancak eğer birisi daha fazla sayıda nesneye ve onlar arasındaki ilişkilere dikkat ediyorsa, dünya sürekli bir değişim halinde görünür.
Ji ve ark. (33), durağanlık ve değişim hakkındaki varsayımları birkaç yolla inceledi. Farklı mevcut durumlar tanımlayarak katılımcılara, bu mevcut durumun devam edip etmeyeceğini sordular. Örneğin katılımcılara genç bir adam ve genç bir kadın arasındaki ilişkiden bahsedip, bu ilişkinin gelecekte de devam edeceğini düşünüp düşünmediklerini sordular. Bunun gibi dört farklı örnek için Çinliler, Amerikalı katılımcılardan daha fazla olarak, gelecekte bu durumun değişeceğini düşündüklerini bildirdiler.
Ji ve ark., ayrıca, katılımcılara, onların doğrudan bilgilerinin olmadığı farklı parametreler hakkındaki varsayımsal güncel eğilimlerden de (ör. Küresel ekonomideki büyüme hızlarındaki güncel eğilimler) bahsettiler. Katılımcılara, bu eğilimin gelecekte muhtemelen daha da artacağı ya da durarak gerileyeceği iki farklı eğilim gösterildi. Eğilimin gelecekte alacağı halin bunlardan hangisine dönüşeceğini tahmin etmeleri istendi. Dört eğilim türünde de Çinli katılımcıların öngörüsü, değişim yönünün duracağı ya da tersine döneceği şeklindeydi. Görsel 14’te, Çinli katılımcıların verilen 12 eğilimin 11’inde eğilimlerin tersine döneceğini öngördüğü gösterilmiştir.
Günlük Yaşam Olaylarını Algılama: Bu noktaya kadar sunduğumuz deneylerin hepsi belirli bir ölçüde, günlük yaşama ilişkin nesnelerin ve olayların dışındaki materyalleri konu edinmiştir. Son olarak sizlere, Chua ve Nisbett’in daha doğal materyallerle gerçekleştirdiği bir araştırmayı sunacağız. Araştırmacılar Amerikalı ve Tayvanlı üniversite öğrencilerinden bazı kişisel olayları açıklamaları (ör. içinde bulundukları dönemin ilk gününü), bazı hikayeler okuyarak özetlemeleri (ör. bir kadının hemen hemen her şeyin işine gitmesini engellediği bir gündeki yaşamı)ve sessiz komedi filmi izleyerek özetlemelerini istemiştir.
Tayvanlılar rastgele seçilerek kiminden Mandarince, kiminden İngilizce yazmaları istenmiştir. Araştırma sonucundan beklediğimiz, Amerikalıların hikâyelerdeki merkezi karakterden Tayvanlılara göre daha çok bahsetmesi ve bu merkezi karakterin çevresindeki olaylar üzerindeki kontrolü hakkında (ya da bu kontrolü edinme isteği hakkında) daha çok yazması idi. Tayvanlıların da, farklı karakterlerin duygusal durumları hakkında daha çok yorum yapmasını bekliyorduk. Karakterlerin kişisel öykülerinde de, özetlenmiş hikâyelerde de, izlenen videolara ait tanımlamalarda da aynı duruma rastladık. Analizin amaçlarına uygun olarak bu üçünü topladık.
Görsel 15,16 ve 17’de görülmektedir ki tüm öngörülerimiz doğru çıkmıştır. Tayvanlıların Mandarin dilinde ya da İngilizce yazmasında da bir fark çıkmamıştır. Bu araştırmada farklı çıkmaması, konu ile ilgili diğer birkaç araştırmanın sonuçlarıyla paraleldir; Asyalıların İngilizce hâkimiyeti bir değişken olarak alındığında, dilin İngilizce olduğu testlerin sonuçları bu değişkenden genelde etkilenmemektedir (27).
Tartışma
Doğu Asyalıların ve Batılıların bilişsel süreçlerinde dikkate değer farklar vardır. Bu farklar kategorizasyonu, nedensel atfı, kurallara dayanmayı, mantığın kullanımını ve olayları kavrama şeklindeki diyalektik anlayış tercihini içerir. Bizim görüşümüze göre bu bilişsel farklılıklar büyük ölçüde, algısal farklılıklardan (özellikle dikkat edilen şeyin ne olduğundan) kaynaklanmaktadır. Çalışmalarımızda Doğu Asyalıların alana Batılılardan daha çok dikkat ettiğini, Batılıların ise daha çok ön plandaki nesnelere dikkat ettiğini bulduk. Nesneye dikkat etmek de doğal olarak bu nesneyi kategorileştirmeyi, ona ilişkin kuralları bulmayı ve ona nedensel atıflar yapmayı teşvik eder. Alana dikkat etmek ise ilişkilere ve değişime dikkat etmeyi, bağlam ve uzak ilişkiler söz konusu olduğunda nedensel atıflar yapmayı teşvik eder. Aynı zamanda alana dikkat etmek, alandaki belirli bir nesneyi ait olduğu ilişkiler ağından koparıp ayrıca incelemeyi güçleştirir.
Bize göre dikkatteki, algıdaki ve bilişsel süreçlerdeki gösterdiğimiz bu farklar sosyal yapıdan ve sosyal uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Bunlar, Asyalıları çevreye bakmaya teşvik ederken, Batılılara ise ön plandaki bir nesneye dikkat edip hedeflerini buna göre ayarlamayı teşvik eder. Çoğu durumda bu farklılıklar ekonomik faktörler tarafından ortaya çıkar, ya da onlar tarafından farklılıkların etkisi artar. Bu konuda biz de, diğer araştırmacıların konu ile ilgili olarak öne sürdüğü şu kuramsal fikri kabul ediyoruz: Asyalılar antik zamanlardan beri asli olarak çiftçi olmuştur ve çiftçiler birbirleriyle uyum içinde yaşamak zorundadır. Büyük ölçüde bundan kaynaklı olarak Doğu Asyalılarda rol ilişkileri ve sosyal uyum teşvik edilmektedir (4, 8).
Bunun yanı sıra antik zamanlardan bu yana büyük ölçüde Doğu Asya ile özdeşleşen sulama tarımı, etkili hiyerarşi gerektirir. Bu dikey hiyerarşi de kendisini, aile içindeki ve köydeki dikey ve yatay sınırlarda gösterir. Sosyal konulardaki bu türden bir vurgunun kendini değiştirmeden kalabilmesi en azından kısmen, başlangıcı belirsiz zamanlardan günümüze dek mevcut olan olağan ataletten kaynaklanmıştır. Ancak bahsedilen süre, varsayılandan daha kısa olabilir. Meslektaşımız Harold Stevenson, Pekin’de serbest piyasa ekonomisinde büyük değişikliklerin olduğu 10 yıllık bir dönem içinde, ortaokul öğrencilerinin anneleri ile bir çalışma yapmıştır. Annelere, çocuklarından ne bekledikleri sorulmuştur. Bu 10 yıllık dönemin başında annelerin çocuklarından beklediği temel şey, sosyal süreçlerle ilgiliydi; çocukların kendilerini topluma uydurmalarını ve diğer insanlarla iyi anlaşmalarını bekliyorlardı. Dönemin sonunda ise beklentilerde köklü bir değişiklik oluşmuştu; anneler çocuklarının, bu yeni ekonomik şartlara uyacak şekilde yetenekli ve hırslı olmasını istiyordu.
Antik Yunanistan’ın ekonomisi, antik Doğu Asya’dan oldukça farklıydı. Genel olarak dağların denizle birleştiği Yunanistan’da büyük çaplı tarım yoktu. Genel uğraşlar avlanma, balıkçılık, ticaret ve bahçecilikti. Bunlar da büyük çaplı sosyal dayanışma gerektirmiyordu. Sosyal faktörlerin ve sınırlayıcıların çok etkili olmadığı bu durumda Yunanlılar, ön plandaki nesnelere ve kendilerinin bu nesneye ilişkin hedeflerine dikkat etme lüksüne sahipti. Son iki asırdaki Batı endüstriyel ve post-endüstriyel ekonomilerinin birçok boyutu da –en azından orta sınıf için- göreli daha az sosyal sınırlayıcılardan oluşmuştur.
Yani bize göre nedensellik zinciri şu yöndedir: Sosyal yapı, sosyal uygulamalar, dikkat, algı ve biliş. Ancak nedensellik zincirini bu şekilde görmemiz, iki bulguyu açıklamakta yetersiz kalmaktadır; mantığa karşı diyalektik ve sanatsal ürünlerde de kendini gösteren, Doğu ve Batı çevrelerinde farklılaşan sağlarlık.
Aristo’nun biçimsel mantığı oluşturması ile ilgili yaygın bir söylem, onun siyasi kurumlardaki ve piyasadaki tartışmalarda yer alan saçma argümanlardan bunalmış olmasıdır (5). Esasında yapmak istediği, eğer bir argümanın özel bir biçimsel yapısı varsa, içeriğinden bağımsız olarak bu argümanın yanlış olduğunu göstermekti. Oysa Çinliler mantığı asla biçimsel hale getirmemiş, hatta mantıkla pek uğraşmamıştır. Bunun olası nedeni, farklı argümanların sosyal doku üzerinde bir tehdit oluşturması, bu yüzden tehdit olarak görülmeleridir (6). Çatışmalarla ilgili geliştirdikleri diyalektik yaklaşım bu varsayımı destekler: Çinliler ortaya çıkan çatışmalarda hep bir “orta yol” arar. Mantık ve diyalektik arasındaki ayrımı bu şekilde ele alış, sosyal uygulamaların bilişsel süreçler üzerindeki doğrudan etkisini göstermekte ve dikkat ya da algı süreçlerini işin içine karıştırmamaktadır.
Doğu ve Batı çevrelerindeki sağlarlıkların neden farklılaştığı ise hala bir muammadır. Sağlarlıkların bir kısmı, bireyi çevreleyen sanatsal ürünlerdir. Belki de Asyalı sanatçıların alanı çok yansıtmasının nedeni, çevredeki birçok veriye birden dikkat etme becerileri ve bunu yansıtma istekleridir. Belki de insanları ve diğer belirgin nesneleri Batılılardan daha küçük göstermelerinin nedeni, onlar için bunların çok dikkate değer olmamasıdır.
Sıradan insanların çektikleri fotoğraflar ve yaptıkları çizimler ise sanatsal tercihlerinden etkilenir, bu tercihler ise bir ölçüde, sanat eserlerinde görmeye alışkın oldukları resmetme biçimlerinden kaynaklanır. Diğer yandan sıradan insanların dünya ile ilişkisine bakıldığında, sanat ürünlerinin neden zaruri olduğunu açıklamak kolay değildir. Sıradan Doğu Asyalıların alan tercihinin ve sıradan Batıların nesne vurgusunun nedeni büyük olasılıkla, dünyayı görme şekillerine ilişkin alışkanlıklarıdır.
İnşa edilen çevredeki sağlarlıkların Doğu ve Batı arasında neden bu kadar farklı olduğunu açıklamak daha da zordur. Doğuda çevrenin daha kompleks olmasının nedenini, nüfus yoğunluğunun daha yüksek olması ile açıklamak pek gerçeğe işaret etmez. Tokyo’nun nüfus yoğunluğu New York’tan yüksektir. Torahime’in ise Chelsea’den yüksektir. Ancak Ann Arbor’unki Hikone’den çok daha yüksektir. Bu üç farklı şehir büyüklüğünü karşılaştıran örnekte de Doğu ile Batı farklılıkları kabaca aynıdır. Doğuda çevrenin daha karmaşık olmasının muhtemel açıklaması, bu karmaşanın Doğuluların algıda odaklandıkları şeyi, estetik tercihleri olarak yansıtmış olmalarıdır.
Doğulular büyük ölçüde alana odaklanır, dikkatleri de çokça sayıda ögeye yönelmiştir. Bu yüzden de genellikle, çevrelerini inşa ederken çokça sayıda öge kullanırlar. Batılılar daha az sayıda ögeye odaklanır ve az sayıdaki ögeden oluşan çevreleri tercih ederler. Bizim çalışmamız, bu farkların her birinin diğerinin etkisini daha da artırdığı yönünde bir çıkarımda bulunuyor: Çevre, algılamayı etkiliyor. Etkilenen algısal tercihler ise, insanların bu yönde çevreler inşa etmesini teşvik ediyor.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 8
- 7
- 6
- 6
- 4
- 3
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: PNAS | Arşiv Bağlantısı
- A. Cromer. (1993). Uncommon Sense: The Heretical Nature Of Science. ISBN: --. Yayınevi: Oxford Univ. Press.
- G. E. R. Lloyd, et al. (1990). Demystifying Mentalities. ISBN: --. Yayınevi: Cambridge Univ. Press.
- H. Nakamura. (1964). Ways Of Thinking Of Eastern Peoples, Ed. Wiener, Pp. ISBN: --. Yayınevi: University of Hawaii Press, Honolulu.
- C. B. Becker. (1986). Reasons For The Lack Of Argumentation And Debate In The Far East. International Journal of Intercultural Relations 10, sf: 75-92. | Arşiv Bağlantısı
- R. E. Nisbett. (2003). The Geography Of Thought: How Asians And Westerners Think Differently, And Why. ISBN: --. Yayınevi: Free Press, New York.
- R. E. Nisbett, et al. (2001). Culture And Systems Of Thought: Holistic Versus Analytic Cognition.. Psychol. Rev. 108, sf: 291-310. | Arşiv Bağlantısı
- J. Needham. (1954). Science And Civilisation In China. ISBN: --. Yayınevi: Cambridge Univ. Press.
- H. R. Marcus. (1991). Culture And The Self: Implications For Cognition, Emotion, And Motivation.. Psychol. Rev. 98, sf: 224-253. | Arşiv Bağlantısı
- H. Shih. (1919). Chung-Kuo Che-Hsueh Shi Ta-Kang (An Outline Of The History Of Chinese Philosophy). ISBN: --. Yayınevi: Commercial Press, Shanghai.
- E. T. Hall. (1976). Beyond Culture. ISBN: --. Yayınevi: Anchor, New York.
- D. Munro. (Alıntı, 1985). Individualism And Holism: Studies In Confucian And Taoist Values, Ed. Munro, D.. Not: Sayfa 1-34.
- S. D. Cousins. (1989). Culture And Self-Perception In Japan And The United States.. J. Pers. Soc. Psychol. 56, sf: 124-131. | Arşiv Bağlantısı
- C. Kanawaga, et al. (2001). “Who Am I?” The Cultural Psychology Of The Conceptual Self. Personality and Social Psychology Bulletin, sf: 90-103. | Arşiv Bağlantısı
- H. Kim, et al. (1999). Deviance Or Uniqueness, Harmony Or Conformity? A Cultural Analysis.. J. Pers. Soc. Psychol. 77, sf: 785-800. | Arşiv Bağlantısı
- J. Sanchez-Burks, et al. (2003). Conversing Across Cultures: East-West Communication Styles In Work And Nonwork Contexts.. Journal of Personality and Social Psychology, 85(2), sf: 363-372. | Arşiv Bağlantısı
- T. Masuda, et al. (2001). Attending Holistically Versus Analytically: Comparing The Context Sensitivity Of Japanese And Americans.. J. Pers. Soc. Psychol. 81, sf: 922-34. | Arşiv Bağlantısı
- C. Hampden-Turner, et al. (1993). He Seven Cultures Of Capitalism: Value Systems For Creating Wealth In The United States, Japan, Germany, France, Britain, Sweden, And The Netherlands. ISBN: --. Yayınevi: Doubleday, New York.
- I. Choi, et al. (1999). Causal Attribution Across Cultures: Variation And Universality.. Psychol. Bull. 125, sf: 47-63. | Arşiv Bağlantısı
- A. Norenzayan, et al. (2000). Culture And Causal Cognition. Current Directions in Psychological Science, sf: 132-135. | Arşiv Bağlantısı
- A. Norenzayan, et al. (1999). Cultural Divides: Understanding And Overcoming Group Conflict, Eds. Prentice, D. & Miller, D.. ISBN: 9781610444576. Yayınevi: Sage, NY.
- M. W. Morris, et al. (1994). Culture And Cause: American And Chinese Attributions For Social And Physical Events.. J. Pers. Soc. Psychol. 67, sf: 949-971. | Arşiv Bağlantısı
- F. Lee, et al. (1996). Explaining Real-Life Events: How Culture And Domain Shape Attributions. Personality and Social Psychology Bulletin, sf: 732-741. | Arşiv Bağlantısı
- J. Cha, et al. (Alıntı, 1985). A Test Of Kelley's Cube Theory Of Attribution: A Cross-Cultural Replication Of Mcarthur's Study. Not: Korean Journal of Science.
- I. Choi, et al. (1998). Situational Salience And Cultural Differences In The Correspondence Bias And Actor-Observer Bias. Personality and Social Psychology Bulletin, sf: 949-960. | Arşiv Bağlantısı
- K. Peng, et al. (2003). Culture, Ethnicity And The Attribution Of Physical Causality. Personality and Social Psychology Bulletin, sf: 1272-1284. | Arşiv Bağlantısı
- A. Norenzayan, et al. (2002). Cultural Preferences For Formal Versus Intuitive Reasoning. Cognit. Sci. 26, sf: 653-684. | Arşiv Bağlantısı
- K. Peng, et al. (1999). Culture, Dialectics, And Reasoning About Contradiction.. Am. Psychol. 54, sf: 741-754. | Arşiv Bağlantısı
- L. H. Chiu. (1972). A Cross-Cultural Comparison Of Cognitive Styles In Chinese And American Children. Journal International Journal of Psychology Volume 7, sf: 235-242. | Arşiv Bağlantısı
- L. Ji, et al. (2019). Culture, Control, And Perception Of Relationships In The Environment.. J Pers Soc Psychol. 78, sf: 943-955.pmid:10821200. | Arşiv Bağlantısı
- H. A. Witkin, et al. (1954). Personality Through Perception. ISBN: --. Yayınevi: Harper, New York.
- D. J. Simons, et al. (1997). Change Blindness.. Trends Cogn Sci. 1, sf: 261-267. | Arşiv Bağlantısı
- L. Ji, et al. (2001). Culture, Change, And Prediction. Psychol. Sci. 12, sf: 450-456.pmid:11760130. | Arşiv Bağlantısı
- A. Fernald, et al. (1993). Common Themes And Cultural Variations In Japanese And American Mothers' Speech To Infants. Child Develop. 64, sf: 637-656.pmid:8339686. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 10:22:18 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7485
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in PNAS. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.