Ebeveynliğin Psikolojisi: Çocuk Sahibi Olmak Sizi Daha Mutlu Yapar mı?
İnsanların Çoğu Neden Hâlâ Çocuk Yapmayı Seçiyor?
Bir sürü sınavı başarıyla bitirip üniversiteyi kazandınız. Yine bir sürü başka sınavı da geçip mezun oldunuz. Bir süre iş aradınız, nihayet en azından idare edebileceğiniz bir iş buldunuz. Şimdi sizden beklenen uygun bir eş bulmanız. Diyelim onda da işler yolunda gitti ve evlendiniz. Sıradaki toplumsal beklentiyi gayet iyi biliyorsunuz: Çocuk sahibi olmanız…
Peki neden? Çünkü geleneksel olarak, bu silsile içindeki her bir aşamanın sizi daha mutlu ve "bütün" bir birey yapacağı varsayılır. Kadınlar üzerinde daha çok bulunan bu sosyal baskıya göre "Çocuk evin neşesidir.", "Oğlanı kızı olmayan avrattan, eski hasır yeğdir.", "Çocuk olmayan evde baca tütmez.", "Çocuksuz kadın meyvesiz ağaç gibidir.", "Çocuklu ev pazar, çocuksuz ev mezardır." ve daha nicesi.[1]
Şimdi biz de toplumsal beklenti silsilesinin bu aşamasını ve bunun ardındaki gerekçeyi sorgulayalım. Bir çocuk sahibi olmanın sizi daha mutlu bir birey yapıp yapmayacağını bilimsel veriler ışığında inceleyelim.
Küresel Doğurganlık Eğilimi
Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi arttıkça sahip olunan çocuk sayısının azaldığını ya da artış hızının azalmaya başladığını biliyoruz.[2] Araştırmalara göre çocuk sahibi olmaya karşı en olumlu tutuma sahip bölgeler Doğu Avrupa, Asya, Afrika olarak görünüyor. Güney Amerika'da ve Güney ve Merkezi Avrupa'da bu tutum nötr bir yapıya kavuşurken, gelişmiş OECD ülkelerinde (ABD, Kanada, Avustralya, Hollanda ve İskandinav ülkeleri gibi) en zayıf haline bürünüyor.[3]
Ülkenin sosyoekonomik gelişmişlik düzeyi arttıkça çocuk sahibi olma eğiliminin azalmasının, düzey azaldıkça ise artmasının başlıca nedenleri iki kategoriye ayrılabilir.[4] Gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde doğum oranlarının yüksek olma nedenleri şöyledir:
- Çocukların bir işgücü olarak görülmesi,
- Ebeveynlerin, çocukları yaşlandıklarında kendileri için bakım ve ekonomik destek sunacak bir kaynak olarak görmesi,
- Doğum kontrolünün gelişmemiş olması,
- Kadınların eğitim seviyesinin daha düşük olması,
- Çocuk ölüm oranlarının yüksek olması,
- Sosyal yapı,
- Dini inanç.
Gelişmiş ülkelerde doğum oranlarının düşük olma nedenleri ise şöyle sıralanabilir:
- Doğum kontrolün yaygınlaşmış olması,
- Çocukların ekonomik bir yük olarak görülmesi,
- Özellikle kadınların eğitim seviyesinin yüksek olması,
- Kadınların işgücüne katılımının daha yüksek olması,
- Daha geç yaşta çocuk sahibi olma.
Nasıl Bir Dünyaya Çocuk Getireceksiniz?
Çocuk sahibi olmak istemeyenlerin en azından bazılarından duymuş olduğunuz yaygın bir ifade vardır: "Böyle bir dünyaya çocuk getirmek istemiyorum."
Gerçekten de dünyaya bir çocuk getirme kararını verirken, mantıken nasıl bir toplumda ya da dünyada yaşayacağını düşünmüş olmalısınız. Öyle ya, henüz var olmayan birini belirli şartlar altında yaşamaya mahkûm etmiş olacaksınız.
Belki içinde yaşadığınız ülkenin sosyopolitik ikliminden hoşnutsuzsunuz, geleceğinden de pek bir ümidiniz yok. Bu durumda çocuğunuzu başka bir ülkede yaşaması için yönlendirebileceğinizi ve bu şekilde kendini kurtarabileceğini düşünüyorsunuz. Göçmenliğin ne denli zor bir süreç olduğunu gösteren araştırmalar bir yana, biliyorsunuz ki dünyadaki yönetimler de giderek daha milliyetçi, daha otoriter, daha göçmen karşıtı olmaktadır.[5], [6] Yine de diyelim ki dünyanın geleceği konusunda iyimsersiniz. Peki gerçekten de bir dünya vatandaşı için yaşama şartları iyiye doğru gidiyor olabilir mi?
Dünyamız kendini, daha önce beş kez yaşadığı kitlesel yok oluşun altıncısına hazırlıyor.[7] Bu sürecin başlıca sorumlusu da bizleriz. Sadece insan faktörü yüzünden, 20. yüzyılda soyu tükenen türlerin sayısı 100 kata kadar arttı. İnsan olmasa, her 100 yılda bir türlerin 5000'de biri doğal süreç içinde yok olacaktı, şu anda bu oran 50'de bir seviyelerinde gerçekleşiyor. Omurgalıların yok olması, önceki beş kitlesel yok oluştan bile daha büyük bir hızla seyrediyor.[8]
Bugün çocuğunuz olsa, bu çocuk 6 yaşına geldiğinde dünyadaki böceklerin dörtte biri yok olmuş olacak. Bunun da dünyadaki ekosistem üzerindeki etkisi çok olumsuz olacak. 19 yaşına geldiğinde mercan resiflerinin %99'u ortadan kalkmış olacak.[9] 26. yaş günü geldiğinde sadece iklimin yol açtığı sorunlardan ötürü 200 milyon kişinin mülteci olduğu bir dünyada uyanacak. Yine aynı yıl, dünyanın doğal alanlarındaki tüm türlerin yarısı yok olmuş olacak.[10] Dünya nüfusunun dörtte biri ciddi kuraklık ve su sıkıntısı çekiyor olacak.[11]
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Şu anda ekonomik ve politik sebeplerle yurt dışına en fazla göçmen veren ülkeleri su sıkıntısı daha da şiddetli vuracak ve göçmen sayısı kat kat artacak. 46 yaşına geldiğinde, dünya nüfusunun üçte birinin yaşadığı bölgeler Sahra çölünün şu anki iklimiyle aynı iklimi paylaşacak.[12] Çocuğunuz yaşlanıp 76 yaşına geldiğinde başta Avustralya, Afrika ve Amerika olmak üzere bugün insanların yoğun olarak yaşadığı birçok bölge artık yaşanamaz hale gelmiş olacak. İnsanların yaşadığı bölgelerin bazılarında birkaç saat dışarıda kalan en sağlıklı insanlar bile buna dayanamayıp ölecek.[13]
Peki tüm bu süreci hafifletmek, insanın doğaya verdiği zararı azaltabilmek için bireysel olarak yapabileceğiniz en büyük katkının ne olduğunu düşünüyorsunuz?
Mesela geri dönüşüme daha çok önem verip plastiklerinizi ayrı kaba, camlarınızı ayrı kaba atabilirsiniz. Tüm ampullerinizi çevre dostu olanlarıyla değiştirebilirsiniz. Bir sürü fidan dikebilirsiniz. Elektrikli araba kullanabilir hatta daha iyisi hiç araba sahibi olmayabilirsiniz. Çevre dostu siyasi partilere oy verebilir, dahası çevrenin korunması için bizzat kendiniz propaganda yapabilirsiniz. Hatta çok kuvvetli bir irade gösterip, hayvansal ürün kullanımınızı sıfıra indirebilirsiniz.
Araştırmacılar bir insanın bu şekilde çevreyi korumak için yapabileceği 39 faktörü inceledi. Bunlar; toplu taşıma kullanma, vegan veya vejetaryen beslenme, geri dönüşüme önem verme, az su kullanma, az elektrik kullanma, organik gıdalar kullanma gibi bilinçli bir insanın karbon ayak izini azaltmak için alabileceği en etkili önlemlerdi. Neticede, bireysel olarak yapılabilecek en büyük katkının çocuk yapmamak, en azından daha az çocuk yapmak olduğu sonucuna ulaşıldı.[14]
Araştırmacılar bununla ilgili çarpıcı sayısal sonuçlar sunuyor: Dünyaya bir çocuğun gelmesi, çevreye 9441 metrik ton karbondioksit ekliyor. Çevrecilerin olumsuz etkilerinden çok bahsettiği transatlantik bir uçuşun eklediği miktar ise 1 metrik ton… 9441 metrik tonluk karbondioksit ayrıca, bir yıl boyunca yollara 2100 adet petrol bazlı yakıt kullanan araç eklenmesiyle de eşdeğer.
Çocuk Sahibi Olmakla İlgili Tutum
Yukarıda bahsettiklerimiz, çocuk sahibi olmakla ilgili geniş ölçekli toplumsal, ekonomik ve kültürel faktörlerdi. Ancak biliyoruz ki birçok insan dünyaya çocuk getirme kararı alırken dünyanın geleceğini ya da bu karamsar geleceğe kendisinin de bir katkıda bulunabileceğini pek düşünmez. Değerlendireceği kriterler daha küçük ölçeklidir; biyolojik saati, kendi isteği, partnerinin isteği, akrabaların isteği gibi.
Peki çocuk sahibi olma tercihinizde, çocuk sahibi olduğunuzda daha mutlu bir insan olacağınıza ilişkin inancınızın etkisi ne kadar?
Genç yetişkinlerin ezici çoğunluğu ebeveynliğin tatmin edici olacağına inanıyor ve araştırmalara göre bu oran giderek artıyor gibi görünüyor.[15] Anne olan kadınlar çocuklarına karşı delicesine bir sevgi hissettiklerini belirtiyor.[16] Ebeveynlerin %80'i çocuk yetiştirmenin zevkli, %82'si eğlenceli bir iş olduğunu söylüyor.[17] Gelişmiş ülkelerde oranlar giderek düşüyor da olsa da çocuklu evliliklerin oranı hala %80'in üzerinde seyrediyor.[18]
Yani, doğurganlık artış hızı giderek düşse de insanlığın çoğunluğu için mevcut durumda çocuk sahibi olma ya da bunu isteme yönünde kuvvetli bir eğilim olduğunu söyleyebiliriz. Ama neden? Çocuk sahibi olan aileler, çocuk doğduktan sonra hayallerine gerçekten de kavuşuyorlar mı?
Çocuklu Olmak ve Mutluluk İlişkisi
Çocuklu çiftlerin, özellikle de annelerin mutluluk seviyelerinin çocuksuz olanlarla kıyaslandığı birçok araştırma yapılmıştır. Şimdi bunlardan bazılarına değinelim.
Bir araştırmada 909 çalışan anneyle görüşme yapıldı.[19] Kadınlardan, yapmaktan en fazla zevk aldıkları aktiviteleri sıralamaları istenerek kendilerine 16 aktivite seçeneği sunuldu. Seçeneklerden biri çocuğu ile ilgilenmekti. Araştırmanın sonucuna göre, çocuk ile ilgilenmek bir annenin en zevk aldığı 12. aktivite oldu. Yemek hazırlamak, telefonda konuşmak, televizyon izlemek, alışveriş yapmak, evde kestirmek, hatta temizlik yapmak aktivitelerinin hepsi çocukla ilgilenmekten daha zevk verici olarak değerlendirilmişti.
Aynı çalışmada annelere kiminle/kimlerle vakit geçirmekten en çok zevk aldığı sorulunca kadınlar birinci sıraya arkadaşlarını koydu. İkinci sıraya akrabalarını, üçüncü sıraya ise eşlerini/partnerlerini koydu. Çocukları ise dördüncü sıradaydı.
Özellikle kadınlara karşı çocuk sahibi olma baskısının daha çok olduğu, çocuk yapmazlarsa ileride çok pişman olacakları söylemi hepimizin malumu. Bununla ilgili bir araştırmada, ileri yaşlardaki kadınların mutluluk seviyesini etkileyen değişkenler incelendiğinde, belirgin ve anlamlı bir değişken olarak çocuk sahibi olup olmamaları ortaya çıktı, ancak geleneksel öngörünün tam zıt yönünde: Hiç çocuk yapmayan yaşlı kadınlar, kendilerini daha mutlu hissediyordu.[20]
Yine kadınların mutluluğu ile ilgili 1081 İsviçreli anne ile yapılan bir araştırmada, diğer değişkenler kontrol edildiğinde anne olan kadınların stres seviyesi anne olmayanlardan daha yüksek bulundu.[21]
Çin'de 2979 çift ile yapılan bir araştırmada, çocuk sahibi olanlarda evliliklerinden hoşnut olma durumu daha düşük bulundu.[22] Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırmada ise çocuk sahibi çiftler, olmayanlara göre depresyon skalasında daha yüksek puanlar aldılar.[23]
Yapılan bir başka araştırmada, çocuksuz kadınlarda daha derin bir kimlik algısı ve birey olma duygusu tespit edildi. Bu kadınlar, toplumdaki rollerini bir aile içinde olma ve anne olmaya indirgememişti. Bedenleri, yaşamları ve gelecekleri üzerinde daha çok kontrol hissettikleri tespit edildi. Ayrıca kendilerini daha özgür hissediyorlardı.[24]
Paralel bulgulara ulaşan, burada hepsini sıralayamayacağımız sayısız araştırma mevcut. Londra Ekonomi Okulundan Paul Dolan; yazdığı kitapta, evlilik ve çocuk sahibi olma değişkenlerinin mutluluk üzerindeki etkisi konusunda yapılan panel tipi araştırmaların sonucunu şöyle yorumluyor:[25]
Uzun yıllar boyunca aynı insanları inceleyip büyük miktarda veri topladık ve şunu gördük: Eğer erkekseniz evlenmeniz sizin için iyi olabilir ancak kadınsanız boşverin. Erkekler için evlilik avantajlı, çünkü daha sakin oluyorlar, daha az risk alıyorlar, işte daha çok para kazanıyorlar, daha uzun yaşıyorlar. Kadınlar ise erkeğe ve çocuğa ‘katlanıyor' gibi duruyorlar ve evli kadınlar daha erken ölüyor. Araştırmamızda en sağlıklı ve en mutlu alt grubun hiç evlenmemiş ve çocuk yapmamış kadınlar olduğunu gördük.
Mutluluk üzerindeki çok geniş çaplı ve dikkat çekici çalışmalarıyla ünlü Harvard Üniversitesi Psikoloji Profesörü Gilberd, konu ile ilgili yapılan araştırmaların sonucunu şöyle yorumluyor:[26]
Çocuklar bir mutluluk kaynağı değil. Dört farklı araştırmayı içeren bu sütun grafikte de gördüğünüz gibi, tam tersine, çocuk sahibi olduktan sonra çiftlerin mutluluğu azalıyor. Peki dikkat edin bu mutluluk ne zaman artmaya başlıyor? Çocuk evi terk edince… Diyebilirim ki içinde çocuk olmayan bir yuva, gülücük dolu bir yuvadır.
Yine daha güncel başka bir araştırmada da Gilbert'in sunduğu dört araştırma sonucuyla paralel bir sonuca ulaşıldı: Çocuklu çiftlerin mutluluğu, çocuk evden ayrıldıktan sonra artıyordu.[27]
Ancak psikoloji ile ilgili diğer araştırmalarda da rahatlıkla karşılaşabileceğiniz üzere, her araştırmada tutarlı olarak aynı sonuçlar çıkmıyor. Bir araştırmada çocuklu çiftlerin yıllar geçtikçe giderek daha mutlu oldukları bulundu.[28] Başka bir araştırmada 26 ile 62 yaş arası babaların mutluluğunun daha yüksek olduğu, 26 yaş öncesi babalarda ise düşük olduğu bulundu.[29] 22 ülkede yapılan bir çalışmaya göre ise çocuk sahibi olmanın çifti mutlu etmesinin, ülkedeki çocuk bakımıyla ilgili olumlu sosyal politikalara ve çiftin hissettiği sosyal desteğe bağlı olduğu görülüyordu.[30]
Konuyla ilgili çok sayıdaki araştırma sonucunu toparlayarak bir sonuca ulaşmayı hedefleyen analiz sonuçlarına göre ise çocuk sahibi olmak insanları genel olarak daha mutsuz ediyor.[31]
Çocuk Sahibi Olmaktan Pişman Olmak
Bulgularında çocuk sahibi olanları daha mutlu gösteren ve görece daha az sayıdaki araştırmalarda bile, kendi ulaştıkları sonucun ilginç olduğu belirtilip nedenleri tartışılmıştır.[28] Yani literatürdeki bulgular, çocuklu çiftlerin çocuksuz olanlara göre görece daha mutsuz olduğu yönünde ağır basıyor gibi gözükmektedir.[46]
Gördüğümüz gibi birçok çift çocuk ile ilgilenmeyi günlük yaşamdaki en az zevk verici aktivitelerden biri olarak görüyor. Birçok çift de çocuksuz olanlara göre daha mutsuz gibi duruyor. Bu durumda, çocuklu çiftler neden çocuk sahibi olmaktan pişman olduklarını açıkça ifade etmiyor?
Aslında en azından bir kısmı, bu pişmanlığı belirtiyor. Almanya'da 2045 ebeveyn ile yapılan bir araştırmada bireylere çocuk sahibi olmaktan pişman olup olmadıkları soruldu. Annelerin %19'u, babaların %20'si pişman olduklarını belirtti.[32] Elbette Almanya, yukarıda bahsettiğimiz sosyoekonomik düzeyi gelişmiş ülkelerden birisi, bu yönüyle insanların bunu ifade etmesini baskılayan sert bir kültüre sahip değil.
Peki ya pişmanlık ifade etmeyen çoğunluğun durumu nedir? İnsanların hâlâ büyük bir kısmı çocuk sahibi olup bundan pişman olmadığını belirtiyor. Kendilerine sorulduğunda çocuk yetiştirmenin eğlenceli ve zevkli bir iş olduğunu, bundan mutluluk duyduklarını söylüyorlar. Ancak diğer değişkenler sabit tutulduğunda çocuksuz çiftlere göre daha mutsuz oldukları görünüyor.
Çelişkili görünüyor değil mi? Bu çelişkinin olası bir nedeni "bellek tahrifi" (İng: "Memory Distortion") diyebileceğimiz bir durum. İnsan belleği geçmişi olduğu gibi ve objektif biçimde kayıtlı tutmaktan ziyade, anılarımızı şu anki tercihlerimizle, eğilimlerimizle, bakış açımızla, kısaca mevcut durumumuzla tutarlı bir şekilde "modifiye eden" bir yapıya sahiptir.[33]
Bizden geçmiş deneyimlerimizi değerlendirmemiz istendiğinde, bu deneyimle ilgili tepe noktalarını, en iyi hissettiğimiz anları hatırlayıp sıkıcı, bunaltıcı anları göz ardı etmemiz yaygın bir durumdur. Bu durumda çocuk yetiştirme pratiklerimizi geriye bakıp düşündüğümüzde, çocuğumuzla birlikte geçirdiğimiz en doyum verici, en mutluluk verici anları hatırlayıp tüm süreci buna göre değerlendirme yanılgısına kapılmamız beklenir. Ayrıca birçok toplumda, çiftler çocuk sahibi olmaktan duyduğu pişmanlığı rahatça ifade edemez; çünkü çocuklu olmak ve bundan mutluluk duymak durumu, çoğu toplumda çok kuvvetli bir kültürel öğedir. Çocuk yapmış olmaktan pişman olmanın ifadesiyle ilişkili güçlü bir tabu vardır.
Bir başka olası neden, bellek tahrifi ile de örtüşme gösteren Bilişsel Çelişki Kuramı'dır (İng: "Cognitive Dissonance Theory"). Buna göre bir konuda tercihte bulunmuşsak, bununla ilgili olumlu şeyleri daha çok düşünüp, olumsuz şeyleri daha az düşünmemiz ve tutumlarımızı buna göre belirlememiz çok kuvvetli ve yaygın bir eğilimdir. Mevcut eylemlerimizle fikirlerimiz arasında çelişki varsa psikolojik bir stres, bir gerilim oluşur ve kişi eğer eylemini değiştiremiyorsa fikirlerini değiştirmek yönünde kuvvetli bir eğilim sahibi olur.[34]
Yaşama Anlam Yüklemek
Bu noktada şuna dikkat çekelim: Bir insanın yaşamını "iyi" yapan şey anlık olarak hissettiği mutluluk, neşe, sevinç durumu mudur? Yaşam doyumunu mutluluk kadar önemli bir ölçüde etkileyen bir başka gösterge ne olabilir? Yukarıda bahsettiğimiz, Alman ebeveynlerle yapılan araştırmayı yürüten Holger Geissler, bir annenin söylemini aktarıyor:
Şu anda, bu dünyaya çocuk getirmiş olmaktan gerçekten pişmanlık duyuyorum. Yine de çocuğum bana bahşedilen en değerli hediye, onu çok seviyorum…
Jennifer Senior, tam da bu çelişkili durum ile ilgili olarak yazdığı çok satan kitabında (All Joy and No Fun: The Paradox of Modern Parenthood) çocukların, ebeveynlerin yaşamını nasıl etkilediğini inceledi.[35] Senior, ebeveynlik psikolojisi ile ilgili yayınları inceleyip ebeveynlerle görüşmeler yaparak veri topladı. Konu ile ilgili yapılan bilimsel araştırmalara dayanarak ulaştığı sonuçlar şu şekildeydi:
- Çocuk sahibi bir çiftin en sık ve yoğun tartışma konusu çocuklar hakkında bir şeyler oluyor. Çocuklar çiftin ilişkisini genel olarak iyiye doğru değil, kötüye doğru değiştiriyor. Görüşülen çiftlerin %90'ı, çocukları dünyaya geldikten sonra ikili ilişkilerinin bozulduğunu ifade ediyor.
- Ebeveynler, çocuk sahibi olmayan yetişkinlere göre ortalama olarak daha az mutlu.
- Özellikle kadınlar, çocuk sahibi olmanın kaygısını daha çok taşıyor. Günümüzde erkekler de çocuk bakımına "yardımcı olsa" da oransal olarak yükün çoğunu hâlâ kadın taşıyor.
- Çocuk sahibi olanların hissettiği ekonomik yük, olmayanlara göre daha fazla.
- Çocuklarla ilgili tüm olumsuz eğilimler, çocuk ergenlik dönemindeyken ciddi ölçüde artıyor.
- Ebeveynler, hayatlarında artık daha fazla anlam ve derinlik olduğunu beyan ediyor.
Yukarıdaki son madde, özellikle ilginç görünüyor. Önceki maddelerde ebeveynlerin diğerlerine göre daha az mutlu oldukları görünüyor fakat bu madde daha anlamlı bir hayat beyan ettiklerine işaret ediyor. O zaman hissettiğimiz mutluluk ile hayatımızda hissettiğimiz anlam örtüşmüyor, hatta belki aralarında bir çelişki bile var.
Ölüm döşeğinizdeyken "Ben iyi bir hayat yaşadım!" diyebilmenizi sağlayan, yaşamınız boyunca hissettiğiniz mutluluk dışında bir başka gösterge daha var gibi görünüyor: Anlamlı bir hayat yaşamış olmak…
Mutluluğa Karşı Anlam
Mutluluk, bireyin düşüncelerinde ve duygularında deneyimlediği öznel iyi olma durumu olarak tanımlanabilir.[36] Pozitif bir içsel deneyim durumuna işaret eder.
Mutluluğun kökenlerinin doğada olduğu söylenebilir.[37] Tüm canlıların bazı biyolojik ihtiyaçları vardır. Hayatta kalmak ve çoğalmak yönünde dürtüleri mevcuttur. Genin kendini kopyalayıp zaman içinde devamlılık kazanması yönündeki basit fakat kendini çok karmaşık yollarla açığa çıkarabilen bu en temel eğilim, yaşamı oluşturur. Yaşamı sürdüren mekanizmaların çalışması ise organizmada bir memnuniyet hissi oluşturur.
Yemeğini yeni yemiş, yumağıyla oynamış bir kedinin yorulup, sobanın yanında minderin üzerine kıvrılıp uyuklamaya başladığında hissettiği şey, (tabii insan öznel deneyimine ne kadar benzetebiliriz bilinmez) bu tarz bir mutluluktur.
Ormanda yavrularıyla oynayan bir pandanın durumunda bazı öncülleri varsaymamız mantıklı görünür; halihazırda bir tehdit yoktur, yavruları ve kendisi çok aç değildir, kendini güvende hissediyordur.
Hafta sonu kalkıp eşinizle yatakta bir yarım saat geçirdikten sonra çayınızı, kahvenizi yavaşça içip arkadaşlarınızla buluşmaya giderken hissettiğiniz şey muhtemelen bunlara yakın bir mutluluktur; evrimsel olarak programlandığınız içgüdüleri tatmin etmişsinizdir. Kısacası mutluluğun referansı doğaya işaret eder. Bu haliyle mutluluk, evrensel bir niteliğe sahiptir ve zamana göre pek değişmez.
Oysa anlam, kültüre işaret eder. İçinde bulunulan topluma ve zamana göre büyük ölçüde değişir.
Sahip olduğumuz değerler, inançlar, ideolojiler kültüre ve zamana bağımlıdır. 15. yüzyılda bir Japon köylüsü olsanız inanç sisteminiz veya 9. yüzyılda İzlanda'ya yeni yerleşmiş bir Viking kâşifi olsanız sahip olduğunuz değerler şimdikinden çok farklı olacaktı. Oysa o Japon köylüsünü de, Viking kaşifini de mutlu eden şeyler çok değişmeyecekt: İçgüdülerinin tatmin edilmesi.
Bu da mutluluğun dinamiklerinin kültürler arasında çok fazla değişmediğini; ancak anlamlı bir hayatın ne olduğuna ilişkin cevabın kültürlere göre ciddi ölçüde değişebileceğini gösterir.
Çocuk Sahibi Olmanın Anlamı
Gördüğümüz gibi, çocuk sahibi olmakta bu ikisini de içeren bir şeyler var. Bu durum hem doğamıza uygun hareket etmek demek, hem de kültürel olarak pekiştirilen, desteklenen bir eğilim. Bu da dünyanın çoğunluğunun, tüm dezavantajlarına rağmen neden hâlâ çocuk yaptığını büyük ölçüde açıklayabiliyor.
Peki o zaman araştırmalar neden çocuk sahibi yetişkinlerin daha mutlu olduğunu tutarlı olarak göstermiyor, hatta bu tür bir sonuca ulaşan araştırmalar azınlıkta kalıyor?
Bunun yanıtı kültürde gizli olabilir. Kültür, yaygın kabul gören bir tanıma göre "doğanın yarattıklarına karşın, insanın yarattığı her şeydir".[38] Gerçekten de insanın kendi doğasında olan şeyleri düzenleyip değiştirebilme, doğasından uzaklaşma, onu kontrol etme gücü muazzamdır. Biz sadece doğamızda olan şeyleri yapıp mutlu olan bir tür değiliz. Biz; inanç sistemimize uygun olduğu için yazın tüm gün su bile içmeden havanın kararmasını bekleyen kültürler ürettik, ömrü boyunca cinsel ilişkiyle girmeyen ruhani bir sınıf ürettik, kendini kırbaçlayan bireyler ürettik.
Yani biz, doğamıza uygun olmayan şeyleri yapma yeteneğimizin ötesinde, doğamızın bizi programlamasına karşı çıkarak kendini susuz, aç bırakabilen, üremekten kaçınabilen hatta kendini acı verici şekilde öldürebilen bireyler ürettik.
Bu sadece ekstrem durumlarda ortaya çıkan bir şey de değil. Siz her doğum kontrol uyguladığınızda, her diyet yapmaya çalıştığınızda, egzersiz biterken beş barfiks daha çekmek için kendinizi zorladığınızda kendi doğanıza karşı çıkmaya çalışıyorsunuz. Doğamıza uygun her şeyi yapmaya devam etseydik alanımızı korumak için kendimize tehdit olarak gördüklerimizi öldürmeye, yapabildiğimiz kadar çok sayıda çocuk yapmaya, her canımız çektiğinde partner değiştirmeye, kendi grubumuza ait görmediğimiz tüm diğerlerini sindirmeye girişirdik. (Gerçi birçok insanın hâlâ bu şekilde doğrudan içgüdüleri doğrultusunda yaşayıp hayatlarını buna göre şekillendirdiğini de biliyoruz.)
Toparlarsak, doğanın bize emrettikleriyle kültürün bize emrettikleri birçok durumda çelişir. İnsanlar da bazen doğasına uygun, bazen kültürüne uygun hareket eder (tabii genelde de bir orta yol bulmaya çalışır). Doğasına uygun olarak çocuk yapan birçok insan da yapabildiği kadar sayıda çocuk yapmaz. Yani artık hiçbirimiz çocuk yapma konusunda kendimizi tamamen doğamıza bırakmış değiliz. Bu durumu kontrol ediyor, erteliyor, denetliyor, sorguluyoruz. Bazılarımız da bu sürecin sonunda çocuk yapmamayı temel bir tercih olarak hayatlarına yerleştiriyor.
Çoğu din ve kültür ise çocuk yapmayı tavsiye ve teşvik eder. Bu durumda üreme içgüdüsünü bir ölçüde kontrol etmeye, düzenlemeye çalışan insanlar bir yandan da kültürel baskıdan etkilenir: Artık babanız torun sevmek istiyordur, arkadaşlarınız çocuk yapma zamanınızın geldiğini hatırlatır, inancınıza göre çocuk sahibi olmanız gerekir, hâkim cinsiyet rollerine göre kadının çocuk yapması gerekir, politikacılar sizden üç-beş çocuk ister…
Mutluluk ve Anlam İlişkisinde Almak ve Vermek Yörüngesi
Her birimiz hem mutlu hem de anlamlı bir hayatımız olsun isteriz. Kabaca ifade edilirse mutlu olmamız, temel olarak yaşamdaki tecrübelerin bize yönelik ve acıdan uzak olması üzerine kuruludur. Bu durumda içinde bulunduğumuz yaşamdaki uyaranları, deneyimleri, zevkleri, etkinlikleri tecrübe etmek isteriz. Bu durum zevk almak, istediğimiz şeyleri satın almak, istediğimiz eylemleri yapmak, yemek, gezmek, sevilmek gibi temelde "almak" olarak kabaca özetlenebilecek bir eğilimdir. Dünyanın bize sunduğu olanakların acı çekmeden zevkini çıkarırız.
Anlamlı bir hayat ise genelde "vermek" üzerine kuruludur; bizim hayata sunduğumuz şeylerle ve çekilen acılarla daha ilgilidir. Dini inanç ve ibadet, vatana ve ait olunan iç gruplara karşı sorumlulukların yerine getirilmesi, zorluklar içinde çekilen acılar, sevmek, yardımsever olmak, çocuk yetiştirmek gibi Dünyaya yaptığımız katkıları ve bu süreçte çekilen acıları kapsar. Böyle hayatlar daha anlamlı ve daha derin olarak hissedilir.
Elbette ki bunlar kabaca yapılan ayrımlardır, olağan durumlarda kişi tam olarak bunlardan birine eğilimli değildir. Mutluluk ve anlam arasında yoğun etkileşimler vardır. Yine de aralarındaki belirgin ayrım ve birçok durumda kişiyi bir tercih yapma durumunda bırakan farklılık, mutluluğun dünyadan kişiye doğru bir akışa, anlamın ise kişiden dünyaya doğru bir akışa daha çok benzemesidir.
Yazın gezmeye gittiğiniz Roma'da yediğiniz gelato, yeni aldığınız telefon, partnerinizin size sevgi ifadesi, doğum gününüzde aldığınız hediyeler sizi mutlu eder.
Düzenli yaptığınız ibadet, askerlik görevini yerine getirmiş olmanız, yaptığınız hayır işleri, bin bir zorlukla yetiştirdiğiniz afacan bir çocuk ise hayatınızı daha anlamlı kılar. Gerçekten de çocuk sahibi çiftlerin, hayatlarındaki anlamlılığı çocuksuz çiftlere göre daha fazla hissettiği bildirilmiştir.[39]
İnsanın Anlam Arayışı
Tekrarlayalım, hayatımızı daha anlamlı kılan şeyler başımıza gelen olumlu şeylerden çok olumsuz şeylerle, daha da spesifik olarak bu olumsuz şeyler karşısında bizim neler yaptığımızla ilgilidir. İstemediği halde mutsuz, kötü bir hayat yaşayan bir insanın psikolojik olarak hayata tutunabilmesini sağlayan en önemli şeylerden birisi hayata katılan bu anlamdır.
Hayatın anlamı konusundan bahsedince, Avusturyalı bir psikiyatrist ve yazar olan Viktor Frankl'ı anmamak olmaz. Frankl, logoterapi ismindeki psikoterapi ekolünün kurucusu olarak psikoloji ve psikiyatri tarihinde ünlenmiş bir isimdir. Frankl'ı kendi ekollerini kuran diğer öncü bilim insanlarından belirgin olarak farklı kılan şey ise, kendisinin de bir toplama kampı deneyimi olması ve ekolünü kendi deneyimlerine ve kamptaki gözlemlerine dayanarak yapılandırmış olmasıdır.
1942 yılında Viktor Frankl ve ailesi, Theresienstadt toplama kampına gönderildi. Babası orada açlıktan ve zatürreden öldü. 1944'te ise Auschwitz kampına gönderildiler. Annesi ve erkek kardeşi gaz odalarında öldürüldü. Daha sonra gönderildikleri Bergen-Belsen toplama kampında ise eşi Tilly, tifüsten öldü. Frankl bu şekilde üç yıl boyunca dört toplama kampında kaldı. Savaş bitince serbest kaldı.[40]
Frankl kamplardaki öznel ve gözlemsel deneyimlerini, alan bilgileriyle harmanlayarak hayatın anlamı üzerine çok önemli çalışmalar yaptı. Varoluşçu felsefeyi psikoterapiyle buluşturdu. İnsanın hayattaki temel motivasyonel yöneliminin anlam arayışı olduğunu savundu.
Kamplardaki bazı insanlar kendilerini gelecekte eşleri ve çocuklarıyla hayatta kalmış, birbirlerine kavuşmuş ve mutlu bir şekilde hayal ediyordu, kimisi inandığı dine göre bu acıları bir sınama olarak görüp bu sınavı başarılı bir şekilde geçmeye çalışıyordu, kimisi Nazilerin yenileceğine inanıp içinde bulundukları bu trajedinin bir gün geçip gideceğine inanıyordu. Viktor Frankl, toplama kampında hayatına bir anlam katabilmiş olan mahkumların yaşama daha çok tutunduklarını, bunun onlara direnme gücü verdiğini gördü. Çektikleri acıları daha fazla anlamlandırabilenlerin daha dirençli olduklarını gözlemledi.[41]
Frankl'a göre olumsuz deneyimlerimiz karşısındaki tutumumuz, hayatımızı daha anlamlı kılar. Diğer şartlar eşit tutulduğunda, maddi olarak çok müreffeh bir ailede, bir sağlık sorunu olmayan, her istediğini elde eden, istediğini yiyen, içen bir insanın hayatının "derinliği", Frankl'a göre kronik hasta çocuğunu hayatta tutmaya çalışan bir anneden ya da savaşan bir askerden, on yıl hapis yatmış bir siyasi mahkûmdan daha fazla değildir. Bu anne, asker ya da mahkûm daha mutlu olmaz, ancak hayatlarında daha fazla derinlik hissederler ve bu derinlik onlara mutluluk dışında başka bir yaşam doyumu sağlar.
Albrecht Durer'in 1508 yılında çizdiği meşhur Yakaran Eller tablosunun anlamı, 1933 yılında J. Greenwald tarafından Durer'in yaşam öyküsüyle ilişkilendirilmiştir.[42] Buna göre resme çok yetenekli olan Albrecht ve kardeşi Albert bir köyde, çok fakir bir ailede yaşıyordu. Bu iki erkek kardeş de Nuremberg'de resim üzerine öğrenim görmek istiyordu. Fakat bunu ikisinin birden yapması imkansızdı zira okumaları için gereken paraları yoktu. Şöyle bir anlaşmaya vardılar: Yazı tura atacaklardı ve kazanan Nuremberg'e gidecek, kazanamayan ise çalışıp diğerine destek olacaktı. Albrecht kazandı, kardeşi de madenlerde çalışarak onun öğrenim görebilmesini sağladı. Yıllar sonra Albrecht Durer, artık ünlü bir ressam olmuştu. Kardeşinin yanına köye döndü. Kardeşinin elleri yıllardır madenlerde çalışmaktan yıpranmış, bitap düşmüştü. Durer de kardeşinin bu büyük fedâkarlığını onurlandırmak için onun ellerini çizip bunu şaheseri haline getirdi.
Bu hikâyenin doğru olmadığı daha sonra anlaşılmıştır.[43] Ancak bir mesel olarak ele alıp mutluluk ve anlam ilişkisi kapsamında değerlendirelim. Elbette madenlerde çalışan kardeş Albert, kömür tozu içinde karanlık ve soluması zor madenlerde çalışırken mutlu değildi. Bundan zevk almıyor, eğlenmiyordu. Ancak ona güç ve sabır veren, dayanmasını sağlayan şey şuydu: Yaptığı her şeyin, başına gelenlerin, çektiği bu acıların yüce bir anlamı vardı.
Benzer şekilde çocuk isteyen insanlar genel olarak daha mutlu olacaklarını düşünerek böyle bir yönelime girişir. Oysa gördüğümüz gibi bu genel olarak bir illüzyondur, hatta bu tercihin sizi mutsuz yapma olasılığı daha yüksektir. Ancak çocuğun hastalığıyla, bakımıyla, derdiyle, masrafıyla, okuluyla, istekleriyle uğraşıp bunları başarılı bir şekilde atlattığınızda, hayatınızda daha yüksek bir anlam ve derinlik hissedersiniz.
Anlamı Çocuklarda Aramak
Gerçekten de 2007'de Pew'in yaptığı bir araştırmaya göre ebeveynlerin %85'i, çocuklarıyla olan ilişkilerini eşlerinden, kendi anne babalarından, arkadaşlarından, işlerinden, hobilerinden daha derin ve tatmin edici -yani daha anlamlı- buluyor.[44] Tekrar edelim, elbette ki ebeveynler çocuklarıyla ilişkilerinden mutluluk hissetseler de bu ilişkiden kaynaklanan kaygı, tasa, endişe, öfke, çaresizlik gibi bir sürü olumsuz duygu yüzünden toplamda algıladıkları mutsuzluk daha fazla oluyor; ancak bu ilişkinin hayatlarına anlam ve derinlik kattığını düşünüyorlar. Viktor Frankl'ın önemle vurguladığı anlam odaklı bir motivasyonu, mutluluk odaklı motivasyondan daha kuvvetli hissediyorlar.
Ebeveynlerdeki mutluluğu ve anlamı birlikte ele alan bir araştırmada gerçekten de hem mutsuzluğun hem de hissedilen anlamın birlikte arttığı sonucuna ulaşıldı.[37]
Jonathan Haidt Mutluluk Hipotezi ismindeki kitabında modern toplumlarda sosyal baskının azalmasının ve ekonominin daha gelişmiş olmasının kişileri daha özgür kıldığını, ancak birçok insanın bu özgürlükle ne yapacaklarını bilmediklerini belirtiyor.[45] Bu durumda, geleneksel toplumdakilere göre daha özgür hisseden bu insanlar; hayatlarını adayacak bir ideoloji, kavram, kişi ya da meşgale bulmakta zorluk çekiyor. Bu da onların hayatlarında hissettikleri anlamı azaltıyor. Senior da bunu, ebeveynliğin yetişkin hayatına daha fazla yapı, anlam ve kuvvetli bağlar kattığı şeklinde ifade ediyor.
Susan Ertz'e ait, "İnsanlar ölümsüzlüğü arzuluyor, ancak yağmurlu bir pazar günü ne yapacaklarını bilemeyip sıkılıyor" şeklinde sık kullanılan bir ifade var. Eğer çocuk sahibi iseniz belirtilen gün ne yapacağınız açık: Çocuğunuz ne istiyorsa onu yapacaksınız! Çocuğunuz sizin gününüzü, hatta aylarınızı ve yıllarınızı buna göre yapılandırmanızı sağlayacak, hayatınıza bir amaç, bir anlam katacak.
Bu durumda varabileceğimiz temel bir sonuç şu gibi görünüyor:
Yaşamınızdan ne şekilde anlam damıtacağınız çok önemli ve çocuk sahibi olmak anlam ihtiyacınızı tatmin edebilir; hayatınızdaki anlam ve derinliği artırabilir. Ancak unutmayın ki bir toplama kampında yaşamış olmak ya da birilerine destek olmak için madende çalışmak da hayatınıza daha fazla anlam katar.
Çocuk yetiştirmenin bedeli olarak mutluluğunuzun, hayattan aldığınız zevkin ve bireyselliğinizin bir ölçüde azalmasına; ayrıca geleceği çok tekinsiz görünen bir dünyaya çocuk getirmeye hazır olmalısınız. Dünyaya yeni insanlar getirmenin herkes için memnuniyet verebilmesinin yolu ise yaşamı külliyen desteklemekten geçiyor: Dünyadaki yaşamın türlerini ve kaynakları korumak, bilinçli nüfus politikaları, yaşama saygılı ve yapıcı hükümetleri işbaşına getirmek, bilime ve etiğe uygun uygulamaları hayata geçirmek bunlardan bazıları olabilir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 18
- 7
- 6
- 5
- 3
- 2
- 2
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- ^ R. Ercan, et al. (2014). Gündelik Yaşamda İşlevsel Olarak Kullanılan Türk Atasözlerinde Çocuk İmgeleri. Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sf: 15-31. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Zhang. (2023). To What Extent Would Raising Low Birth In Developed Countries Affect The Economy. Darcy & Roy Press Co. Ltd., sf: 44-53. doi: 10.54097/fbem.v11i1.11760. | Arşiv Bağlantısı
- ^ T. Hansen. (2011). Parenthood And Happiness: A Review Of Folk Theories Versus Empirical Evidence. Springer Science and Business Media LLC, sf: 29-64. doi: 10.1007/s11205-011-9865-y. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. Nargund. (2009). Declining Birth Rate In Developed Countries: A Radical Policy Re-Think Is Required. Facts, Views & Vision in ObGyn, sf: 191-193. | Arşiv Bağlantısı
- ^ F. M. Moghaddam. Contemporary Immigration: Psychological Perspectives To Address Challenges And Inform Solutions. ISBN: 9781433836275. Yayınevi: American Psychological Association.
- ^ F. Bieber. (2018). Is Nationalism On The Rise? Assessing Global Trends. Informa UK Limited, sf: 519-540. doi: 10.1080/17449057.2018.1532633. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. Ceballos, et al. (2017). Biological Annihilation Via The Ongoing Sixth Mass Extinction Signaled By Vertebrate Population Losses And Declines. Proceedings of the National Academy of Sciences. doi: 10.1073/pnas.1704949114. | Arşiv Bağlantısı
- ^ G. Ceballos, et al. (2015). Accelerated Modern Human–Induced Species Losses: Entering The Sixth Mass Extinction. American Association for the Advancement of Science (AAAS). doi: 10.1126/sciadv.1400253. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. F. Heron, et al. 99% Of Coral Reefs Could Disappear If We Don't Slash Emissions This Decade, Alarming New Study Shows. (4 Şubat 2022). Alındığı Tarih: 7 Şubat 2024. Alındığı Yer: World Economic Forum | Arşiv Bağlantısı
- ^ WWF-UK. (Çalışma Raporu, 2018). Living Planet Report 2018: Aiming Higher. Not: https://c402277.ssl.cf1.rackcdn.com/publications/1187/files/original/LPR2018_Full_Report_Spreads.pdf.
- ^ UNESCO. (Çalışma Raporu, 2023). The United Nations World Water Development Report 2023: Partnerships And Cooperation For Water. Not: file:///C:/Users/Fatih/Downloads/Water2023%20(2).pdf.
- ^ K. Rellihan. This Is What The World Could Look Like In 2070. (16 Ocak 2024). Alındığı Tarih: 7 Şubat 2024. Alındığı Yer: National Geographic | Arşiv Bağlantısı
- ^ E. Im, et al. (2017). Deadly Heat Waves Projected In The Densely Populated Agricultural Regions Of South Asia. American Association for the Advancement of Science (AAAS). doi: 10.1126/sciadv.1603322. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Wynes, et al. (2017). The Climate Mitigation Gap: Education And Government Recommendations Miss The Most Effective Individual Actions. Environmental Research Letters, sf: 2-9. doi: 10.1088/1748-9326/aa7541. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Thornton, et al. (2004). Four Decades Of Trends In Attitudes Toward Family Issues In The United States: The 1960S Through The 1990S. Wiley, sf: 1009-1037. doi: 10.1111/j.1741-3737.2001.01009.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. H. Preston, et al. (Çalışma Tebliği, 2008). The Future Of American Fertility. Not: https://shorturl.at/bdAO3.
- ^ R. Minkin, et al. Parenting In America Today. (24 Ocak 2023). Alındığı Tarih: 7 Şubat 2024. Alındığı Yer: Pew Research Center | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Kohler, et al. (2004). The Emergence Of Lowest‐Low Fertility In Europe During The 1990S. Wiley, sf: 641-680. doi: 10.1111/j.1728-4457.2002.00641.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Kahneman, et al. (2004). A Survey Method For Characterizing Daily Life Experience: The Day Reconstruction Method. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1776-1780. doi: 10.1126/science.1103572. | Arşiv Bağlantısı
- ^ B. Stahnke, et al. (2020). Lived Experiences And Life Satisfaction Of Childfree Women In Late Life. SAGE Publications, sf: 159-167. doi: 10.1177/1066480720911611. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Östberg, et al. (2004). A Structural Modeling Approach To The Understanding Of Parenting Stress. Informa UK Limited, sf: 615-625. doi: 10.1207/S15374424JCCP2904_13. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. Dong, et al. (2021). Mothers' Parenting Stress, Depression, Marital Conflict, And Marital Satisfaction: The Moderating Effect Of Fathers' Empathy Tendency. Elsevier BV, sf: 682-690. doi: 10.1016/j.jad.2021.12.079. | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. J. Evenson, et al. (2010). Clarifying The Relationship Between Parenthood And Depression. SAGE Publications, sf: 341-358. doi: 10.1177/002214650504600403. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Peterson. (2014). Fifty Shades Of Freedom. Voluntary Childlessness As Women's Ultimate Liberation. Elsevier BV, sf: 182-191. doi: 10.1016/j.wsif.2014.10.017. | Arşiv Bağlantısı
- ^ P. Dolan. (2019). Happy Ever After: Escaping The Myths Of The Perfect Life. ISBN: 9780241284445. Yayınevi: Allen Lane.
- ^ D. T. Gilbert. (2007). Stumbling On Happiness. ISBN: 9781400077427. Yayınevi: Vintage.
- ^ H. Kohler, et al. (2016). The Parenthood Happiness Puzzle: An Introduction To Special Issue. European Journal of Population, sf: 327-338. doi: 10.1007/s10680-016-9392-2. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b C. M. Herbst, et al. (2016). The Increasing Happiness Of Us Parents. Review of Economics of the Household, sf: 529-551. doi: 10.1007/s11150-015-9302-0. | Arşiv Bağlantısı
- ^ S. K. Nelson, et al. (2012). In Defense Of Parenthood. SAGE Publications, sf: 3-10. doi: 10.1177/0956797612447798. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. Glass, et al. (2016). Parenthood And Happiness: Effects Of Work-Family Reconciliation Policies In 22 Oecd Countries. University of Chicago Press, sf: 886-929. doi: 10.1086/688892. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Pollmann‐Schult. (2014). Parenthood And Life Satisfaction: Why Don't Children Make People Happy?. Wiley, sf: 319-336. doi: 10.1111/jomf.12095. | Arşiv Bağlantısı
- ^ E. Nolsoe. One In Twelve Parents Say They Regret Having Children. (24 Haziran 2021). Alındığı Tarih: 8 Şubat 2024. Alındığı Yer: YouGov | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. M. Bernstein, et al. (2009). How To Tell If A Particular Memory Is True Or False. SAGE Publications, sf: 370-374. doi: 10.1111/j.1745-6924.2009.01140.x. | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. Festinger. (1957). A Theory Of Cognitive Dissonance. ISBN: 9780804709118. Yayınevi: Stanford University Press.
- ^ J. Senior. (2014). All Joy And No Fun: The Paradox Of Modern Parenthood. ISBN: 9780062072221. Yayınevi: Ecco.
- ^ D. Kahneman, et al. (2006). Developments In The Measurement Of Subjective Well-Being. American Economic Association, sf: 3-24. doi: 10.1257/089533006776526030. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b R. F. Baumeister, et al. (2013). Some Key Differences Between A Happy Life And A Meaningful Life. Informa UK Limited, sf: 505-516. doi: 10.1080/17439760.2013.830764. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. Kloskowska. (1979). The Conception Of Culture According To Karl Marx. Polish Essays in the Methodology of the Social Sciences, sf: 33-47. doi: 10.1007/978-94-009-9353-2_3. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. UMBERSON, et al. (2007). Parenthood And Psychological Well-Being. SAGE Publications, sf: 440-462. doi: 10.1177/019251389010004002. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Schatzman. Obituary: Viktor Frankl. (5 Eylül 1997). Alındığı Tarih: 8 Şubat 2024. Alındığı Yer: Independent | Arşiv Bağlantısı
- ^ V. E. Frankl. (1959). Man's Search For Meaning. ISBN: 978-0807014295.
- ^ P. L. Desy. History Or Fable Of The Praying Hands Masterpiece. (29 Haziran 2018). Alındığı Tarih: 8 Şubat 2024. Alındığı Yer: Learn Religions | Arşiv Bağlantısı
- ^ L. Pryor. The Hidden Danger Of Fake News. (21 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 8 Şubat 2024. Alındığı Yer: LYNNHPRYOR | Arşiv Bağlantısı
- ^ Pew Research Center. Marriage/Parenthood. (9 Kasım 2007). Alındığı Tarih: 8 Şubat 2024. Alındığı Yer: Pew Research Center | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. Haidt. (2006). The Happiness Hypothesis: Finding Modern Truth In Ancient Wisdom. ISBN: 9780465028023. Yayınevi: Basic Books.
- ^ Consensus. Does Having Children Make Parents Happier?. Alındığı Tarih: 22 Şubat 2024. Alındığı Yer: Consensus | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 13:06:32 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/16785
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.