Coğrafyanın İki Arada Bir Derede Kalmış Mekanları: Liminal Mekan Nedir?
Liminal Mekan Kavramı, Arabesk Kültürün Dışlanma Sebebini Açıklamamızı Sağlayabilir mi?
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Öğrenme dağınık ve karmaşık bir iştir. Kendinizi karanlık ve belirsiz bir kapı aralığında beklediğinizi hayal edin. Bu sayede daha önce hayal bile edilmemiş bir şeyi anlayabilirsiniz, ancak içeri girip geçmek bir riski beraberinde getirir; her şey olabilir. Güvende değilken, geçmemek, diğer tarafta ne olduğunu asla bilemeyeceğiniz anlamına gelir. David Didau
Liminal olmayı "eşikte olma" olarak ifade edebiliriz. Latince olan bu kavram ilk olarak antropoloji disiplininde kullanılmıştır. Ritüellerin ve sosyal kuralların arada kalma/olma (İng: "in betweenness") durumunu yansıtır. Bu kavramın geliştiricileri Arnold van Gennep ve Victor Turner’dir. Antropoloji'de ilkel kabilelerin ayin esnasında yaşamış olduğu deneyimler için kullanılmıştır. İlkel kabilelerde geçiş ayinleri aynı zamanda bir statü değişikliğinin de habercisidir. Bulunduğu kabileden başka bir kabileye geçmek isteyen kişiler, ayinler sırasında çeşitli sorunlar yaşayabilirler. Bu sorunlar genellikle belirsizlik, arada kalmışlık, karar verilemezlik ve yönelim bozukluğudur.
Arnold van Gennep geçit törenlerinin üç aşaması olduğunu ifade eder. Bunlar sırasıyla ayrılma (İng: "separation"), eşiktelik (İng: "liminallik") ve birleşmedir (İng: "incorporation"). Ayrılma kişinin bir önceki gruptan ayrılmasını ifade eder. Alışkanlıklarını, kimliğini ve grubu içerisindeki statüsünü terk etmesi anlamına gelir. Tören esnasında “ön ritüeller” (İng: "preliminal rites") denilen hazırlık aşaması bu aşamayı tekabül eder. Örneğin askere gitmeden bir gün önce askeriyenin belirlemiş olduğu kuralların ön hazırlık aşamasının uygulanması, mesela saçınızın kesilmesi gibi askeri birliğinize teslim olmadan önceki ön aşamayı temsil eder. Sivil hayatınızın ertesi gün sona ereceği ve yeni bir hayata gireceğiniz durumun öncesi olan bir hazırlık aşamasıdır. Ayrılma da buna benzer bir durumu tanımlamaktadır.
Liminal aşama veya geçiş aşaması ise ayinin orta kısmını tanımlar. Birey önceki kabilesi ile gideceği kabile arasında belirsizlik yaşar. Arada kalmışlık kişinin bunalım halinde olmasının nedenidir. Karar verilemezlik ve kimlik bunalımı ciddi psikolojik rahatsızlıklara sebep olur.
Üçüncü aşama olan birleşmede ise geçiş ayininin birey tarafından başarılı bir şekilde yerine getirilmesidir. Artık bu aşamadan sonra özne için yeni kimliksel statü kazanarak farklı bir yaşam alanına geçiş yapar.
İnisiyasyon törenleri (İng: "Initiation rites") Afrika halklarında yaygın olarak görülmektedir. Bu ritüeller, sosyalleşmenin ve bireyin kimliksel gelişimi için önemli görülür. Bu ritüeller, bireyin psikolojik veya ruhsal anlamda geçişi için önemlidir. Tarihçi Manu Ampim 5 ayin tanımlar. Bunlar sırasıyla doğum ayini (İng: "rite to birth"), yetişkinlik ayini (rite to adulthood), evlilik ayini (İng: "rite to marriage"), büyüklere ayin (İng: "rite to eldership") ve atalar için ayin (İng: "rite to ancestorship") dir.
Junglans sıklıkla bireyin kendisini bulmasını veya gerçekleştirmesini ya da bireyselleşme sürecinin bir liminal alanda olduğunu belirtir. Sosyal eşiktelik (İng: "social liminality") öznenin bireyselleşmesindeki durumları temsil eder. Bireylerin yaşamlarında yaşanan birçok liminal deneyim kişinin olgunluk kazanıp kendi başına olgunlaşma belirtisinin bir öncüsüdür. Turner’in de belirttiği gibi kişinin toplumda sosyal bir statü kazanmasında yaşanan aşamalardır.
Liminallik küçük toplumlar veya kabilelerde yaşandığı gibi büyük toplumlarda da ortaya çıkmaktadır. Richard Rohr, liminal olmayı şu şekilde ifade etmektedir:
(…) O zaman denenmiş ve doğru olanı bıraktınız, ancak henüz başka bir şeyle değiştiremediniz. Eski konfor bölgeniz ile olası herhangi bir yeni cevap arasında olduğunuz zamandır. Eğer kaygıyı nasıl yeneceğiniz, belirsizlikle nasıl yaşayacağınız, nasıl emanet edeceğiniz ve bekleyeceğiniz konusunda eğitilmediyseniz, bu korkunç bilinmezlikten kaçmak için her şeyi yapacaksınız.
Arafta kalmak: Liminal Mekanlar
Liminal kavramı antropoloji disiplininde ortaya çıkmış ve Afrika toplumlarında bireylerin farklı bir statüye geçişi için kullanılmıştır. Fakat artık bu kavram birçok sosyal bilimin ilgi alanına girerek modern toplumlarda yaşayan bireylerinde durumunu tanımlar hale gelmiştir. Mekân kavramı coğrafya biliminde önemli bir yer işgal etmektedir. Mekân içerisinde bireyler olarak bizler de sürekli arada kalmışlık yaşarız.
İlkel kabilelerde var olan ayinler modern toplumlarda da vardır. Bunun adı sadece ayin değildir. Modern toplumlar için bunlara kutlama veya tören de diyebiliriz. Modern yaşam içerisinde bireylerde bir şekilde liminal olma deneyimini yaşarlar.
Üniversiteyi bitirdiniz ve artık iş arama sürecindesiniz. Bu süreç içerisinde kendinizi bunalımda ve mutsuz hissedebilirsiniz. Çünkü aileniz, çevreniz ve toplumun sizden beklentileri vardır. Bu beklenti sonucu size yapılacak aile ve toplum baskısı da (İng: "community pressure") sizi daha da strese sokabilir. Bu süreç sonunda iş buldunuz ve ertesi gün işe başlayacaksınız. İşe başlamadan önce nelerle karşılaşacağınızı bilmediğiniz için o arada kalmışlığı hissedebilirsiniz. Kanser olduğunuzu öğrendiğinizde yaşanan o üzüntü anı, ameliyat olmadan önce heyecanlı bekleyiş ve ne olacağını, olayların nasıl bir seyre yöneleceğini bilememe durumu ve yaşattığı arada kalmışlık tüm yaşam pratiklerimizde bu ve buna benzer deneyimleri bir şekilde yaşarız. Bunlara ilaveten doğum günü kutlamaları da yeni yaşa girişin geçiş halidir. Doğum günü kutlaması tıpkı ilkel kabilelerdeki ayinler gibi toplu olarak kutlanır.
Resmî törenlerde bir geçiş özellikleri gösterir. Kişi görevine başlamadan önce yapılan tören onun geçişini temsil etmektedir. Bu ve buna benzer yaşamımız içerisinde sonsuzca örnek verebiliriz. Öyleyse insan hayatında bebeklikten ölümüne kadar olan süreç içerisinde ister ilkel isterse modern olarak ifade edilen bireylerde bu geçişler olmaktadır. Ayrıca ilkel kabilelerde ayin olan eylem modern toplumda kutlama, tören gibi anlamlara bürünmektedir.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Biz bireyler, parçalardan oluşuruz. Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” sözü kulağa hoş gelse de özgür düşünen ve dış etkenlerden etkilenmeyen bir özneye sahip olduğumuz tartışmalıdır. Parçalıyız, çünkü bulunduğumuz toplum, tarih, kültür ve ekonomik süreçlere kadar bu etkenler kişiliğimizi etkilemekte ve özneyi parçalamaktadır. Sosyal yapılandırmalarımız kusurludur. Mutlaklık evrende yoktur. Her ne kadar teknolojiyle doğayı dönüştürmeye çalışan insanlar yine de doğanın bir parçası olduğu için tarih süreci içerisinde felsefecilerin aradığı mutlaklık bulunmamaktadır. Biz insanlar sadece atomlardan ibaret değiliz. Yapılardan, söylemlerden, hikayelerden ve ideolojilerden de oluşuyoruz. Ve bu yapılandırmalar bizi fiziksellikten daha fazla şekillendirebilmektedir. Bu bağlamda sosyal yapılandırmalarımız tıpkı zamanın akması gibi sürekli bizi bir oluş içerisine sokmakta ve bu karmaşa da ikili dikatomiler (İng: "dual dichotomy") arasına sürükleyerek boşluklarda bırakmaktadır. Kişinin inişli ve çıkışlı hayatında sosyal yapılandırmaların onu şekillendirmesi kişinin karar verme süreçlerini parçalar. Kariyer, statü, meslek, dostluklar, refah, huzurlu gelecek, karmaşık duygular, belirsizlik ve arasındaki ilişkisellik, ilişkisel mekanın (İng: "relational space") sıradan özelliğidir.
Afrika toplumlarında yapılan ayinlerde yaşanan liminal algı ile modern toplumlarda yaşanan liminallik farklılık içerir. Kabilenin içerisinde bir birey için liminallik bir an önce çıkılması veya kurtulunması gereken bir alandır. Modern toplumlarda ise liminallik her zaman içinden çıkılması gereken bir durumu ifade etmez. Çünkü birey kimliğini liminal alanda kazanmıştır. Ayrıca ilkel kabilelerde bir tören ustası (İng: "ceremony master") bulunur. Ancak modern yaşamda böyle bir yardımcı ve onu aşmak için bir aracı bulunmaz. Tören ustası kişinin bu durumdan çıkması için ayini yönetendir ve bu alandan çıkıldığında nasıl bir yaşantıya girileceği belirlidir. Modern yaşamda ise yukarıda bahsetmiş olduğumuz gibi bu bir çıkışı ifade etmediği gibi çıkılsa bile yaşamın seyrinde neler olunacağı belirsizdir. Herhangi bir yön, hedef ve amaç artık bu alanda kaotiktir. İngilizce Wikipedia bu durumu şu şekilde belirtmektedir:
Katılımcılar, kimliklerini, zamanlarını veya topluluklarını yapılandırmanın önceki yolları ile yeni bir yol arasında "eşikte dururlar". Geleneğin sürekliliği belirsiz hale gelebilir ve bir kez kabul edildikten sonra gelecekteki sonuçlar şüpheye düşebilir.
Liminal mekân kavramını toplumda sıklıkla duymuş olduğumuz “iki arada bir derede kalma” sözüyle de tanımlayabiliriz. Karar verilemezlik ve bunun yaşattığı boşluk hissi (İng: "feeling of emptiness") aşılması gereken bir an olarak bakılır.
Antropoloji disiplinindeki liminal kavram coğrafya disiplinine liminal mekân olarak giriş yapmaktadır. Liminal mekanlarda olan bireyleri, grupları tanımlamak zordur. Niçin? Çünkü bu alanlarda olma/bulunma klasik olarak oluşturulan ikili tanımlamalara uzaktır. Toplumların genel kabullerinin dışındadır ve marjinal olarak bakılır. Bu mekanlarda “normal” olarak kabul edebileceğimiz bir kimlik bulunmaz. Dışarı bir perspektiften bakıldığında karmaşanın ve yozlaşmışlığın (İng: "degeneration") olduğu görülür. Normal olarak kabul edebileceğimiz sosyal kurallar bulunamadığı için üzerinde net ve herkesin uzlaşacağı kimlik verilemez. Tüm düşünceler bir şekilde kategorileştirilmiştir. İlerici, gerici, muhafazakâr, anarşist vb. bu konuda sayısızca örnek verilebilir. Liminal mekanlar kategorileşmeye direnirler çünkü klasik olarak oluşturulan tanımların hem dışındadır hem de ikili tanımlardan izlerde taşırlar.
Liminal mekanlar aynı zamanda bir varoluş özelliği de gösterir. Uzun ve dümdüz bir yolda henüz yolun tamamlanamadan ara verilen bir orta durağıdır. Sanılanın aksine ortalarda olmak artık ondan çıkma ve kurtulmayı diğer bir ifadeyle dinamikliğin yerine stabil bir süreci ifade eder. Yolun sonunda belirlenen destinasyon yani varış yerine gitme gereği bu sayede ortadan kalkmıştır. Peki liminal olmak veya orta durakta stabilleşmek niçin istenmeyen bir durumdur? Ya da ortalarda olmak ve kimliği burada yaratmak hangi yapı tarafından çıkılması gereken bir yer olarak görülmektedir?
Bu sorunun cevabını büyük anlatılar (İng: "meta narrative") ve ulus devletlerin çizdiği sınırlarda aramak gerekir. İslamiyet, Hristiyanlık, Marksizm vb. gibi büyük anlatılar ve ulus devletlerin çizdiği sınırlar arada kalmışlığı tehdit olarak görür. Aynı zamanda bunlar kurtuluş öğretisini de (İng: "emancipation") içerirler. Ancak ulus–devlet/devletler tam olarak büyük anlatı kapsamına girmemektedir. Çünkü milliyetçilik ve ırkçılık özellikleri barındırdıkları için tüm insanlığı değil sadece bulunduğu toplumu istenilen hedeflere getirmek hedeflenir.
Ulus devlet örneğinden gidebiliriz. Benedict Anderson, Imagined Communities: On the Origins and Spread of Nationalism (Hayal edilen topluluklar: Milliyetçiliğin Kökenleri ve Yayılışı Üzerine) (1983) çalışmasında ulus devlerin kuruluşunu ve yapısını irdeler. Çalışmanın da başlığından anlaşılacağı üzerine hayal edilen toplumlar, modernizm ve onun yaratımı olan ulus devlerin baskısıyla güç (İng: "power") bu yöne zorlanır. Anderson’a göre ulus devletler kurulurken birçok söylemi veya yapıları kullanmıştır. Din, dil, coğrafya, mitler ve etnik yapılara dayandırarak gücünü bunlardan alırlar. Türkiye örneğinden gittiğimizde, Arabesk müziği ve oluşan kültüre karşı dönemin aydınları (entelektüel) ve devletin tutumu bize ulus devlet anlayışı için arada kalma tehlikesini ampirik olarak göstermektedir. Alt başlıkta bu konu ele alınacaktır.
Liminal mekân, coğrafyada önemli bir konu olan postkolonyalizm içinde kullanılmaktadır. Liminal kavramının postkolanyalizm ile ilişkisi ilk bakışta yadırganabilir fakat P.R. Kumaraswamy, 2006 yılında yazmış olduğu In the essay "Who Am I? The Identity Crisis in the Middle East (Ben Kimim? Ortadoğu’da Kimlik Krizi) çalışmasında sömürgenin yarattığı sorunlar ve ardından yaşanan durumu belirtmektedir:
Orta Doğu ülkelerinin çoğu, ulusal kimlikleri üzerindeki temel sorunlardan muzdaripti. Çoğunluğun ortaya çıktığı Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılmasından sonraki yüzyılın dörtte üçünden fazlası, bu devletler hem kapsayıcı hem de temsili bir ulusal kimlik tanımlayamadı, tasarlayamadı ve koruyamadı.
Bu sorunlar sadece Orta Doğu coğrafyasına ait olmayıp sömürülen tüm ülkeleri kapsamaktadır. Bir anlamda ulus devlet ve gelenek arasında sıkışan grupların parçalı durumu sömürgenin yarattığı ve halen yaraların kapanamadığı sorun olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hint Kökenli İngiliz teorisyen Homi Bhabha, liminal mekânı Hindistan’da yaşanan sömürgecilik örneğinden yola çıkarak teorileştirmiştir. Koloniyalizm öncesi geleneksel ve kendi içerisinde stabil bir şekilde yaşayan toplumun emperyal güçler tarafından sömürülmesi aynı zamanda dilin, kültürün hatta giyim tarzının bile çatışmasına neden olmaktadır. Sömürge sonrası geleneksel yaşam ile sömürgenin getirdiği yapıya diğer liminal mekân kavramından farklı olarak olma/oluş hali denilmektedir. Sömürgeyle birlikte mekanların değişerek belirlenen çizgiye dönüştürülme süreci insanların da liminal alanlarda kalmasına sebep olmaktadır. Ayrıca hibritleşme (bir dilin diğer bir dile karışması) yaşanmaktadır. Sömürge sonrası sömürgenin acısını yaşayan toplum içerisinde geçmişe özlem duyulabilmektedir. Çünkü geçmiş, onlar için daha iyinin olduğu ve karmaşanın olmadığı stabiliteyi ifade eder. Peki bu mümkün müdür?
Bhabha’ya göre bu mümkün değildir. Artık değişim gerçekleşmiş ve bu oluş içerisinde geçmişe özlem ancak özlem olarak düşlerde yaşanır. Diğer bir tanımla geçmiş, yaşanmış ve onun üzerine de sürekli bir değişim gerçekleşmektedir. Ancak burada geçmiş bitmemiştir. Geçmişe, geçmişte kalmışlık olarak bakılması yanıltıcı olabilmektedir. Eğer geçmiş, geçmişte kalan bir olgu olarak görül-seydi, geçmişi yaşatma ve bireylerin hayatlarında onu yönlendirici rolleri mümkün olmazdı. Bhabha, geçmişe dönmenin bir nostalji olduğunu görür fakat belirttiğimiz üzere geçmişe tam anlamıyla dönmek ile bu oluş/olma aşamasında diğer etkenlerle yaşaması arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Bhabha, sömürge ile birlikte değişime uğrayan yerler için üçüncül mekanlar (İng: "third spaces") kavramını kullanır. Artık bu mekanlar liminal olmakla birlikte stabilleşmiş alanlara tekabül etmektedir. Stabildir, çünkü kişiler için kimlik ara durakta yani başlangıç ile son durak arasındadır. Dışarıdan bakıldığında aşılması gereken olarak görülse bile varoluş ve kimliksel tanım artık oturmuştur.
Gelişmekte olan ülkelerde modernleşme süreci sancılı olmuş ve olmaktadır. Üçüncül mekanlar post kolonyal alanları ifade etmektedir. Bu süreç, sömürgeye fiziksel anlamda uğramamış ancak diğer etkenler yoluyla kültürel çatışmaları bünyesinde barındıran toplumlar içinde ilişkilendirilebilir. Geçmişe özlem, modernizmin gelişmekte olan ülkelere sorunlu olarak girmesiyle belirli gruplar arasında bulunabilmektedir. İki kutuplu çatışma, diğer bir tanımla gelenek ve ilericilik çatışması sonucu ara alanlar oluşmaktadır. Öyleyse üçüncül mekanlar sadece postkoloniyal coğrafyalara ait değildir. Arabesk kültür örneği ve muhafazakâr yaşamında modernizm ile birlikte ona adapte olma süreci bu duruma örnek olarak getirilebilir. Bhabha, her ne kadar fiziksel anlamda sömürülme olarak olgulara yaklaşsa da sömürge ve sonucunda ortaya çıkan olguyu bu duruma indirgemek hatalı olacaktır. Özellikle küreselleşmenin getirdiği kültürel çatışmalar ve güçlü olan batı kültürünün diğer kültürleri ezmeye çalışması bu sorunların başında gelmektedir.
Liminal alan dışında kalan kimliklerin değişmediğini düşünmekte diğer bir yanılgı olacaktır. Değişim, geçmişten itibaren olmakla birlikte günümüzde bu durum daha da belirgindir. Marie-Christine Fourny (2013), Amilhat Szary (2015), Paasi (2013), Yakar ve Südaş (2019) ve Bilgili’ye (2020) göre stabil olarak görülen, diğer bir tanımla kimliğin sabit ve oturmuş olarak algılandığı kimlikler dahi artık liminal mekân kapsamındadır. Stabil kimliklerin bile liminal olmasının sonucunu küreselleşmede aramamız gerekir. Örneğin Fourny (2013), “The border as liminal space” (Liminal Mekân Olarak Sınır) makalesinde stabil olarak görülen Alp kimliğini irdelemektedir. Ona göre sınırları kabaca belirli olan bu kimlikte liminaldir.
Buradan yola çıktığımızda sabit, değişmez ve stabilite yüklü kimlik algısı ters yüz olmaktadır. Ayrıca Fourty ve Bilgili’nin çalışmasında bahsetmiş olduğu üzere siyasi anlaşmalar ve siyasi duruma göre çizilen sınırlar, kimliklerin stabil olduğu yanılgısını ortaya çıkarmaktadır. Ulus devletler her ne kadar homojenleştirmeye çalışsa da küreselleşme ve doğada karşılığı olmayan, sadece harita üzerinde çizilen sınırlar sürekli aşılmaktadır. Aşılabilmektedir çünkü bu sınırları aşmak için fiziksel gereklilik zorunlu değildir. İletişim teknolojisinin gücü bunları aşmak için başlı başına en önemli güçlerden bir tanesidir. Çatışmanın ve liminalleşmenin fiziksel hayat ile sanal mekanlarda yaşanması arasında sadece ince bir çizgi bulunmaktadır. Sürekli oluşan, oluşturulan, anlanan ve anlamlandırılan mekânın değişmediğini iddia etmek çok güç olacaktır. Bunun sonucunda kişilerin bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde diğer etkenlerden etkilenmesi, geçmişe oranla çok daha etkili olmaktadır.
COVID-19 salgını bizlere bir kez daha ve bilinçli bir şekilde tüm dünyanın birbirlerine bağımlılığını gözler önüne sermiştir. Aynı mahalle içerisinde yanan bir ev, diğer evlerin de yanmasına sebep olacaktır. Artık küreselleşmeyle birlikte küçülen ve bu sayede ilişkilerin giderek zorunlu ve bağımlı hale gelmesi sınırların yapaylığını (border studies) göstermektedir. Artık hangi sınır çizilirse çizilsin oluşan farklı karşılaşmalarda kişilerin kimlikleri etkilenecektir.
Artık savaşlar ve diğer etkenler sebebiyle göçmen hareketi daha hareketli hale gelmiş ve çizilen sınırlar bu sayede etkisini harita üzerinde göstermektedir. Göç ile birlikte ülkeler arası kişilerin geçici de olsa seyahati, ulusallığın zayıflayarak ulus aşırı nitelik kazanmasına sebep olur. Bu duruma karşı güç ile bireyleri homojenleşmeye çeken ulus- devlet, birliği oluşturacak söylemlerle karmaşayı önlemeye çalışmaktadır. Bu hareketlilik ulus devletler için olumsuz bir süreçtir.
Suriyeli bir mülteciyi ele aldığımızda aidiyet hissettiği toprağı, yurdu, vatanı bırakarak farklı ve hiç bilmediği tanıdık olmayan mekanlara gelmektedir. Arasındalık (in-betweenness) yani gelinen mekânın hem tanıdık olan hem de yabancı olan unsurları arasında barındırdığı sosyal bilimcilerce kabul edilir. Mekân ve yer örneğinden gittiğimizde bu olguyu daha iyi tanımlayabiliriz: Liminal mekanlar aynı anda hem yer hem de mekâna dönüşebilmektedir. Çünkü liminal olmak her iki unsurdan bir şeyler barındırmalıdır. Bir mülteci için mekân hem yere dönüşerek pozitif özellikler sergilediği gibi mekân olumsuz, korkutucu ve güven duyulmayan bir alana da dönüşebilmektedir. Bilgili, “Coğrafyada Mekân Felsefesi Üzerine Yaklaşımlar” (2020) makalesinde liminal mekânı şu şekilde ifade etmektedir:
Liminal mekânları belirsiz mekânlar olarak görmekten ziyade kavramı daha geniş bir perspektiften okumaya ihtiyacımız bulunmaktadır. Bağ-lamına göre mekânlara daha sonra dâhil olan bireylerin kimlikleri ile mekân kimlikleri etkileşime girerek bambaşka mekân konfigürasyonlarına yol açabilmektedir. Günümüzde sıkça görülen göçmen ve mülteci akımlarıyla stabil mekanlar daha liminal bir mekâna doğru dönüşebilmektedir. Ancak toplumsal diyalog ve toleransın az; farklı kimliklerin dışlandığı, tek kimlik olgusunun tek gerçeklik olarak algılandığı durumları içeren mekânlar kesişimselliğe ve liminal olmaya direniş gösterdikleri gibi, bu durumu varlıklarına tehdit olarak da algılayabilmektedirler.
Liminoid Deneyim
Aslında liminallik kavramının yaşandığı alanlar çok geniştir. Bunlar sırasıyla ayinler, filmler, romanlar, dinler, müzik, spor vb. türlerdir. Spor deneyimleri olan olimpiyat oyunları, futbol, hokey oyunları, uçak yolculuğu vb. liminal alandan farklı olup bunlara liminoid deneyim türleri (İng: "types of liminoid experiences") denmektedir. Örneğin uçak yolculuğu liminoid deneyim türüne girmektedir. Uçarken havada devasa bir metal yığını ve etrafın bomboş olduğu bir alandasınız demektedir. Ülkeler arası bir geçiş yapmak ise doğduğunuz yeri bir süreliğine veya temelli olarak bırakmak ve boşlukta ülkeler arası geçerken yaşanan o his liminoid deneyimi ifade eder.
Bu duruma şu örneği de verebiliriz: Sanayi toplumuyla birlikte iş dışı yaşam boş zaman (İng: "spare time") olarak değerlendirilir. Boş zaman aslında bireyin haz aldığı ve ilgi duyduğu etkinlikleri yapmasına izin veren bir durumdur. Bu zamanı bir futbol maçı izlerken değerlendiren birey kolektif ortamın havasını deneyimler. Binlerce futbol taraftarının aynı duyguları ve takımına olan desteği ve bireyin bu kolektif duruma katılarak o süre içerisinde karakterinin farklılaşması ve sürü uyumu limnoid deneyimin bir diğer örneğidir. Bir diğer ifadeyle boş zaman sürecinde herhangi bir statü değişikliğini ifade etmeden yaşanan deneyimi tanımlar.
Liminoid deneyim kavramını 1974 yılında İngiliz antropolog Victor Turner tanımlamıştır. Turner’e göre bireyin boş zamanında gönüllü olarak deneyimlemek istediği ve bu deneyimin geçici olduğu, bunun sonucunda herhangi bir toplumsal statü değişikliği ya da bireyin yaşamında herhangi bir krizi tanımlamayan bir deneyimdir.
Liminoid deneyimi, liminal mekândan diğer bir ifadeyle geçici olmayandan şu şekilde ayırabiliriz: Üniversiteyi bitirdiğinizde yapılacak olan diploma töreni ve sonrası yaşanan süreç geçici değil kalıcıdır. Çünkü diplomanın size getireceği sorumluluk ayrıca sizin ve toplumun ona yükleyeceği anlam sürekli olacaktır. Ancak bir rock konserine gittiğinizde o atmosfer sizin için geçici olacaktır. İngilizce Wikipedia ise liminoid deneyimi şu şekilde ifade etmektedir:
Olimpiyatlar, futbol oyunları ve hokey maçları gibi spor etkinlikleri liminoid deneyimlerdir. Bunlar hem izleyiciyi hem de yarışmacıyı toplumun normlarının dışındaki yerlere yerleştiren isteğe bağlı boş zaman aktiviteleridir. Spor etkinlikleri ayrıca taraftarlar arasında bir topluluk duygusu yaratır ve katılanların kolektif ruhunu güçlendirir. Futbol maçları, jimnastik buluşmaları, modern beyzbol maçları ve yüzme karşılaşmaları liminoid olarak nitelendirilir ve mevsimsel bir program takip eder; bu ne-denle, spor akışı döngüsel ve öngörülebilir hale gelir ve liminal nitelikleri güçlendirir.
Liminal Mekân ve Arabesk Kültür İlişkiselliği
Yerleşmiş bir kültür, yerleşik bir aidiyet hissi olarak oluşturulmuş mekânlar dışa kapalı olarak kendisini gösterirler. Aynı dili, benzer düşünceleri ve estetik anlayışları paylaşan topluluklarda oluşturulan mekân onlara huzur veren bir form olarak görülebilir. Oluşturulan bu mekâna “ötekiler” gelirse dışlama meydana gelecektir. Çünkü “o” ötekidir ve yerli için bir tehdittir. Bu tehdit sokakta, otobüste veya bir sosyal mekânda olsa da yerli her zaman rahatsızlık hissedip onu dışlayacaktır. Örneğin; travestiler sokakta, otobüste veya bir kamu kuruluşlarında sıklıkla görünmedikleri gibi görünseler bile en azından oluşturulan mekânın sahipleri tarafından arka sokaklara itilecektir.
Bu olguyu daha net anlayabilmek için ev örneği verilebilir. Nasıl ki eve izinsiz bir yabancı girildiğinde korku, panik yaşanırsa oluşturulan ve tek tipleştirilen mekâna ötekilerin girmesi mümkün olmayacaktır. Çoklu kimliklere kapalı olan tek tipçi mekân, dışardan geleni ret edeceği gibi reddedilen ve kimlik bunalımı yaşayan ötekiler de aidiyetlik ve kimlik sorununa açık kalacaktır.
Yukarıda açıklamıştık; ancak liminal mekânı başka bir örnek ile tekrar açıklayarak daha iyi içselleştirebiliriz: İslamiyet’te bir kavram olan Araf ile açıklamak mümkündür. Arafta kalmak, ne cennet ne de cehenneme gidilemeyen ve arada kalma durumunu ifade eden bir kavramdır. Liminal mekânlar ise bireylerin ait olduğu mekânlardan başka bir mekâna geçişinde yaşadığı karmaşayı anlatmak için kullanılır (Duffy, 2009: Bilgili, 2020). Bu karmaşa ise geldiği toplum tarafından yaşanılan kültürel değerlere yabancı olma, bu yabancılık sonucu kendi kültürel değerlerini de tam olarak yaşatamaması sonucu arada kalmayı ifade etmektedir.
Liminal mekân anlayışında kimlik verme süreci mümkün değildir. Henüz ne olduğu netleştirilemeyen ve sınıflandırılamayan bireylerin “boşlukta” kalmasıdır. Bunun sonucunda tanımlama mümkün olmadığı için çeşitli yorumlamalara açık kalacak olup arafta olunduğu sürece bu farklı yorumlar ve uzlaşılamama süreci de devam edecektir. Kavram kargaşasına sebep olmamak için iki hususun altının çizilmesi gerekir: Liminal olarak adlandırılan mekânlarda kimliğin henüz oturmadığı ve tartışmaya açık olması, arabeskin ise bir kimlik olarak bu yazıda vurgulanması çelişki olarak anlaşılmamalıdır.
Liminal mekân kavramı arada kalmışlığın olduğunu ifade ederken bu durumun değiştirilmesi gerektiği ve stabil ve net olarak bir kimliğe doğru gidileceğini ifade etmez. Sosyal bilimciler için liminal mekânlar da bir kimliktir ancak buradaki kimlik bir şehirli veya bir köylü gibi zihnimizde yer eden net ve keskin bir kavramı tanımlamadığı için bu sebeple diğer kimliklere nazaran yoruma açık olduğu vurgulanır. Örneğin Osmanlı'nın son dönemlerinde batılılaşma çabaları ancak halkın buna direnç göstermesi ardından Cumhuriyet'in ise batılılaşma için daha kapsamlı uygulamalara girişmesi liminal mekânlardan çıkıp net bir batılı kimlikleşme sürecinin örneğidir. Ulus devletlerin çizmiş olduğu sınırların kimlik tanımı arafta kalmayı olumsuzlayıp, onu tam batılı kimliğine sokma çabasıdır (Anderson, 1983: Bernstein, 1983: Bilgili, 2020).
Arabesk kültür ise melez bir kültür olarak anlaşıldığı için bir an önce bu kimlikten çıkılıp tam bir şehirli sınıfına sokmak isteyen iktidar için liminal mekân karmaşa olarak değerlendirilir. Bu sebeple sosyal bilimcilerin liminal mekân kavramının klasik anlamda net bir kimlik anlayışı olmadığı belirtilirken bunun iktidar ve kendisini batılı veya geleneksel olarak tanımlayanlar için geçici olduğu ancak arabesk kültürde veya araf mekânlarda oluşturulanlar için ise tıpkı diğerleri gibi bir kimlik olduğu vurgulanmaktadır (Bhabha, 1994).
Arabesk kültür liminal mekâna dâhil midir? Sorusu ise evet olacaktır. Liminal mekânlarda tanımlama olmadığı, yoruma açık olduğu vurgu-lanmış ancak arabesk kültürün ise yoruma açık olmadığı ve araştırmacıların üzerinde mutabık olduğu savunulabilir. Ancak liminal mekânlarda kimliğin oluşturulamaması ile bu mekânlardaki bireylerin belirli kavramlar ile tanımlanması arasında ince bir çizgi bulunmaktadır. Arabesk kültür ifadesi genellikle “ne tam şehirli ne köylü” veya “kent kültürü ile geleneksel kültürü harmanlamış olarak yaşayan” anlamında tanımlamak mümkün olsa da her halükarda arada kalmış ve liminal mekân kavramına uyduğu söylenebilir.
Örneğin; Gülsün Karamustafa'nın “Kapıcı Dairesi” adlı çalışması, köyden kente gelerek yaşamını kapıcılık yaparak geçindiren bir ailenin tablosunu yapmıştır. Tabloda dikkat çeken detay ise kapıcılık yapan kadının ev düzeni kent kültürü ile geleneksel kültürden izler taşımakta hem arada kalmışlığı hem de iç içe geçerek ilişkiselliğini göstermektedir. Bir tarafta televizyon, oyuncaklar, yatak takımı gibi kent ile özdeşleşen nesneler bulunurken diğer tarafta geleneksel halı ve elişi örtüler ve kadının giyiminin köy ile kent giyim tarzının da bir karmaşası olduğu görülerek arada kalmışlığa bir örnek oluşturur (Çalışkan, 2019). Köyden kente gelindiğinde bir taraftan dışlanan ve “vasıfsız” olarak adlandırılan kişilerin kentli yaşama özenmesi, ancak değerlerinden vazgeçemeyişi arasındaki ilişki sonucu oluşan yozlaşmanın iktidar tarafından dışlanmasına direnen bireyler, kendi kültürünü oluşturarak adapte olmayı ve dışlanmışlığı bertaraf etmeye çalışırlar.
Liminal mekânlar oluşturulduktan sonra artık geleneksele geri dönmekle ya da istenilen ve ilerici olarak tabir edilen bir sürece girmek tam anlamıyla mümkün olmadığı gibi bu çalışmada da açıklandığı üzere geleneksel ve modern kültür ilişkisel olarak yaşar. Geleneksel ve modern hayat tarzı her ne kadar çatışır anlayışı hâkim olsa da bireyler için bu çatışmadan ziyade uzlaşma çabasına sokarak oluşturulan bir sen-tezle o kimliğini oluşturmuştur. Arabesk müziğin toplumun maddi durumunun düzelmesiyle yok olacağı tezleri öne sürülmüş olsa da günümüzde gelinen noktada arabesk müziğin geniş kesim tarafından dinlenilmesi, taverna, sol arabesk gibi kavramların değişerek toplumsal yapıya adapte olması arabeskin yok olacağını tezini kuşkuya sokmaktadır.
Açıklandığı üzere kolektif bellekte yaşayan kültürlerin yok olup modern bir kültüre geçileceğini öngören ulus devlet anlayışı, insan yaşamında en önemli olgulardan olan kimlik sürecinin kültürle ilişkili olduğunun göz ardı edilmesini sağlar. Varoluşsal bir durum olan kimlik süreci birey ya da bireyler için kolayca vazgeçilecek bir unsur değildir. Aynı şekilde, Almanya’ya işçi olarak gönderilen Türklerin uzun süreç içerisinde Alman kültürünü tam benimseyememesi Alman toplumunun bir kısmının tepkisine neden olmuş ve olmaktadır.
Buna Suriyeli göçmenler örneği de verilebilir: Suriyelilerden rahatsız olan yerli halk, Suriyeli göçmenlerin yerli tarafından oluşturulan kurallara ve onun kültürüne uymadığı söylenerek çekinceler dile getirilmektedir. Şu şekilde bir soru sorulabilir: Göçmen olanlar, yerleştiği ülkenin/bölgenin tüm kurallarına uymak zorunda mıdır? Ya da niçin uymamakta veya uymamaktadır? Tek tipçi oluşturulan mekânlarda çoklu kimliklerin dışlandığını belirtmiştik. Bu sebeple yerlinin tabiri caizse “mekânın sahibinin” kurallarına uymayan tüm davranışlar dışlanacak olup göçmen açısından bakıldığında gelmiş olduğu kültürel normlara kendi kimliksel değerlerinden vazgeçip uyma zorunluluğu kolay bir süreç değildir.
Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere arabesk kültürün liminal mekân kapsamına girdiği anlaşılmaktadır. Arabesk kültür, liminal mekânda olduğu gibi hem bir kimlik ve birleştirici bir unsur hem de melez, karmaşık ve net olmayan bir tanımdır. Ayrıca arabesk kültür denilince iki tanımdan bahsedilmektedir. Bu iki tanım genel olarak geleneksel ile modern değerler arasında kalmışlıktır. Ulus devletin liminal mekânları dışlayarak tek tipçi mekân anlayışını getirmesi yine arabeskin liminal mekân kapsamında olduğunun bir göstergesidir. Çünkü arabesk kültür ulus devlet için bir tehdit ve modern yapıya girilmesi gereken bir unsurken devletin arabesk müziği yasaklaması buna örnek gösterilebilir. Diğer bir unsur ise arabesk kültür çoklu kimlikleri içerisinde barındırmaktadır. Anadolu’nun farklı yerlerinden ancak örf, adet ve şiveleri farklı olan insanları içerisinde barındırarak çoklu kimliklere açık hale gelmektedir. Ve en önemlisi ise bu süreçler determinist süreçlerle açıklanamadığı için determinist olmayan (İng: "voluntarism") süreçlere götürür.
Sonuç
Antropoloji kavramı olarak kullanılan liminal kavramı, görüldüğü üzere sosyal bilimlerde yoğun olarak kullanılmaktadır. Coğrafya biliminin mekânı yeniden okumasıyla özellikle coğrafyada daha görünür hale gelen ve çalışılan bir kavram olmuştur.
İlkel kabileler ile modern toplumun yaşam dinamiklerini kıyasladığımızda bakış açısına göre değişmekle birlikte bazı benzerlikler göze çarpmaktadır. Ayin, ritüeller modern toplumlarda değişerek daha yeni bir kılıf altına bürünerek kutlama ve tören gibi kavramlara girerek varlığını bir şekilde sürdürmektedir. Ancak ister ilkel isterse modern bir toplumda yaşayalım, var olan fenomen, yaşamın inişli çıkışlı oyununda aralarda, belirsizliklerde geçici veya sürekli yaşamak, ilişkisel mekân bağlamından bakıldığında hepimizi etkilemektedir. Bu ilişkisellik sebebiyle farklı liminal mekân kavramları karıştırılabilir.
Mekânın değişimiyle birlikte kavramlarda değişmekte ve sürekli onlara yeni anlamlar yüklemekteyiz. Sosyal bilimlerde özelde ise coğrafya disiplininde anlatılan liminal mekân, antropolojiden daha farklıdır. Ayrıca liminal durumu tespit edebilmek için olay ve olguların bağlamına göre yorumlamak bizi daha rasyonel sonuçlara götürecektir. Tıpkı metin okumaları yaparken kelimeleri bağlamına göre değerleyip yorumladığımızda, farklı anlamlara gelen bir kelimeyi bağlamla doğru sonuca ulaştırabiliyorsak, aynısı farklı liminal mekân okumaları için geçerli olacaktır.
Özellikle Derrida ve Foucault gibi postyapısalcılar dilin oynaklığını bize göstererek kendisinden önceki 2500 senelik felsefe ve diğer bilgi türlerini sarsmıştır. Kavramlarımızın yetersizliği, gösteren (İng: "signifier") ile gösterilen (İng: "signified") arasında bir dayanağın olmaması ve ayrıca kelimelerin bir oyun gibi sürekli değişmesi mekân okumasını da etkilemiştir. Yazı içerisinde bahsetmiş olduğumuz bazı düalisttik kavramlar örn; ilerici gerici, modern, ilkel dikatomilerini yapı bozumuna (İng: "deconstruction") uğrattığımız için mekân okuması da sorunsallaştırılmıştır. İlerici olmanın tam olarak hangi bağlamda kullanıldığı ve nereye gönderme yapıldığı belirsizdir (Sarup, 2004). Çünkü kavramlar sürekli değişim içendedirler. Dilin oynaklığı ve kavramların birbirleriyle sonsuzca ilişkiselliği mutlaklığı, ilerlemeyi, stabilliği ve homojenliği zora sokmaktadır. Bu sebeple yeri geldiğinde zarar veren bu söylemler bağlamına göre karmaşayı önleyici bir özellik gösterirler. Bu durum anlaşıldığında tarih süreci içerisinde kurtuluş öğretilerinin ve büyük anlatıların niçin mekânın çoğulculuğunu kısıtladığı da ortaya çıkmaktadır. Bu durum olumludur, çünkü karmaşayı önler; olumsuzdur, çünkü diğer unsurları silikleştirir.
Dilsel (İng: "sign") göstergenin bir yasası bulunmamaktadır. Diğer bir tanımla sağlam, stabil ve değişmeyen bir yapı bulunmamaktadır. Dilin ise kavramları ve daha genel olarak bizi şekillendiren söylemleri oluşturduğu esas alındığında dil, bizim için ortak uzlaşım yoluyla ulaşmaya çalıştığımız en önemli ve zorunlu aracımız olmaktadır. Söylemler Faucoult için herhangi bir sosyal yapıya işaret etmektedir. Örneğin bilimsel söylemler, dini söylemler, ekonomik söylemler vb. bu sonsuza kadar uzatılabilir. Önermelerimiz ile gönderme yaptığımız gerçekler arasında net ve kusursuz bir karşılama (İng: "correspondence") bulunmamaktadır. Bu nedenle söylemlerin bizi özgürce ve hiç dış baskıya bağımlı olmadan şekillendirmesi mümkün olmadığı gibi bu yazıyı da özetleyecek olan şu ifadeleri kullanabiliriz: Söylemler ile kurulan dünyada oluşturulan dikatomik yapılar liminal mekanlar için bir tehdit, liminal mekanlar ise dikatomiler için bir kaçış noktasıdır.
Klasik okullarda oluşturulan coğrafi algı ile buradaki yazı arasında zıtlıklar görülebilir. Bu konuların coğrafya bilimi ile ilişkisini kurmak bazıları için zor olmaktadır. Günümüzün ünlü coğrafyacıları, özelde ise beşerî coğrafyacılarına bakıldığında birçok mekân çalışması sonucu bu kavramları sosyal bilimlere kazandıranlar coğrafyacılar olmaktadır. Harwey, Soja, McDowell, Creswell ve burada adını sayamadığımız birçok coğrafyacı maalesef ülkemizde diğer sosyal bilimciler tarafından daha fazla çalışılmaktadır. Çünkü ülkemizde en azından daha yaygın ve genel kabul olduğu için bunlar coğrafya çalışmaları olarak görülmemektedir. Coğrafya artık etkisini yitirmiş bölgeselcilik, çevresel determinizm ve pozitivizmden tam anlamıyla çıkamadığı için gelişim de gösterememektedir. Bu nedenden ötürü coğrafyacılar ve ilgi duyanlar başta çevresinden olmak üzere mekâna daha farklı bakabilmek için güncel mekân okumaları yapması bir zorunluluktur.
Heraklitos’un ifade ettiği gibi “değişmeyen tek şey değişimin kendisidir” tıpkı maddenin, biyolojinin sürekli değişimi gibi insanlar ve oluşturulan mekanlarda sürekli bir oluş halindedir. Evrimsel biyolojide canlılığın nasıl bir yöne doğru evrimleşeceğini tam olarak bilemediğimiz gibi bu, mekânın geleceği için de aynıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 9
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- T. Victor. (1974). Liminal To Liminoid In Play, Flow, And Ritual: An Essay In Comparative Symbology. Rice University Studies, sf: 53–92.. | Arşiv Bağlantısı
- A. van Gennep. (London, 1977). The Rites Of Passage. Not: s. 21-22.
- V. W. Turner. (Penguin, 1969). The Ritual Process. Not: s. 155-156.
- A. Hazel, et al. (2015). Liminality. International Encyclopedia of the Social & Behavioral Sciences, sf: 131-137. | Arşiv Bağlantısı
- J. Graham. Victor Turner And Contemporary Cultural Performance. ISBN: 9780857450371. Yayınevi: Berghahn Books.
- A. G. Murphy. (2008). Organizational Politics Of Place And Space: The Perpetual Liminoid Performance Of Commercial Flight. Text and Performance Quarterly., sf: 297-316. | Arşiv Bağlantısı
- L. Festinger. (1961). The Psychological Effects Of Insufficient Rewards. American Psychologist, sf: 1-11. | Arşiv Bağlantısı
- C. F. Keating, et al. (2005). Going To College And Unpacking Hazing: A Functional Approach To Decrypting Initiation Practices Among Undergraduates. Theory, Research, and Practice, sf: 104 –126. | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Liminality. (19 Nisan 2020). Alındığı Tarih: 2 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- N. Takiguchi. (1990). Liminal Experiences Of Miyako Shamans: Reading A Shaman's Diary. Asian Folklore Studies, sf: 1-38. | Arşiv Bağlantısı
- P. Jesse. Intra Limen: An Examination Of Liminality In Apuleius' Metamorphoses And Giulio Romano ' S Sala Di Amore E Psiche. (1 Ocak 2014). Alındığı Tarih: 2 Mayıs 2020. Alındığı Yer: This collection is part of the Digital Commons Network | Arşiv Bağlantısı
- Liminal Space. What Is A Liminal Space?. (2 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 2 Mayıs 2020. Alındığı Yer: In a Liminal Space | Arşiv Bağlantısı
- M. Bilgili. (2019). Coğrafyada Mekân Felsefesi Üzerine Yaklaşımlar. International Journal of Geography and Geography Education, sf: 88-102. | Arşiv Bağlantısı
- Wikipedia. Rite Of Passage. (3 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 3 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- C. Barron. Creativity And The Liminal Space. (4 Haziran 2013). Alındığı Tarih: 4 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Psychology Today | Arşiv Bağlantısı
- M. Sarup. Post-Yapısalcılık Ve Postmodernizm. ISBN: 975-7298-51-4. Yayınevi: Bilim ve Sanat.
- B. Anderson. (1983). Imagined Communities: On The Origins And Spread Of Nationalism. Not: London: Verso.
- Wikipedia. Postcolonialism. (8 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 5 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- M. C. Fourny. (2013). The Border As Liminal Space. A Proposal For Analyzing The Emergence Of A Concept Of The Mobile Border In The Context Of The Alps. Not: Translation: Brian Keogh, Journal of Alpine Research.
- A. Szary. (2015, 2020). Boundaries And Borders. Virginie: Handbook Of Political Geography. Not: Wiley-Blackwell.
- A. P. Yurdadön, et al. (2019). Edward Said’in “Mekânsal Dönüş”E Katkısı. Posseible Düşünme Dergisi, sf: 114-135. | Arşiv Bağlantısı
- M. Duffy. (Oxford: Elsevier, 2009). Festivals And Spectacle. Not: In R. Kitchin & N. Thrift (eds) International encyclopedia of human geography.
- H. Bhabha. (1994). The Location Of Culture. Not: London: Routledge.
- S. Çalışkan. (2019). Gülsün Karamustafa'nın Eserlerinde Köyden Kente Göç Ve Kimlik Olgusu. Kırklareli Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sf: 97-106. | Arşiv Bağlantısı
- A. Özkaya. Bölgesel Coğrafya Nedir? Neye Göre Belirlenir?. (9 Ekim 2019). Alındığı Tarih: 7 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Evrim Ağacı | Arşiv Bağlantısı
- A. Özkaya. Çoklu Mekan Anlayışı: Mekanın Post-Pozitivist Yönüne Ve Gündelik Kavramlara Bilimsel Bir Bakış.... (15 Kasım 2020). Alındığı Tarih: 7 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Evrim Ağacı | Arşiv Bağlantısı
- C. Papoulias. (2011). Homi K. Bhabha. In Hubbard, P. & Kitchin, R. (Eds.), Key Thinkers On Space And Place.. Not: London: SAGE.
- D. K. I. Downey, et al. (2018). Introduction: Locating Liminality: Space, Place, And The In-Between. In Downe, D, Kinane, L, & Parker, E.(Eds.), Landscapes Of Liminality: Between Space And Place. Not: London: Rowman and Littlefield International.
- M. Faucoult. Kelimeler Ve Şeyler. ISBN: 9789755330754. Yayınevi: İmge Kitabevi.
- C. Drew. What Is Liminal Space? | 4 Key Features Of Liminality (2020). (10 Mayıs 2020). Alındığı Tarih: 10 Mayıs 2020. Alındığı Yer: Helpfull Professor | Arşiv Bağlantısı
- H. Shortt. (2015). Liminality, Space And The Importance Of ‘Transitory Dwelling Places’ At Work. Sage Publications, sf: 633-658. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 17/11/2024 18:32:31 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8695
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.