Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat

Özgürlük Yanılsaması Üzerine

Özgürlüğün ne olduğu/olmadığı üzerine

Özgürlük Yanılsaması Üzerine
14 dakika
3
  • Blog Yazısı
Blog Yazısı
Tüm Reklamları Kapat
Özgürlük neydi?
Özgürlük neydi?
Julia Kuzenkov

Kitap, 1980'lerin sonunda ilkgençliğini yaşamış olanlara selam niteliğinde U2'dan bir şarkıyı epigraf olarak kullanarak başlıyor. O. Pamuk’un Kara Kitap’ta Adil’den alıntılayarak belirttiği, epigraf kullanmanın kitaptaki esrarı azalttığı yönündeki uyarısı Özgürlük Yanılsama’sında heyecanı daha da artırıyor. Zira yazarın, klişe tabirle, bir derdi var. 80'lerin boğucu, iç karartıcı toplumsal ortamında yaşamını anlamlandırmaya başlayan yazar bilinçli bir biçimde felsefede yüksek lisans ve doktora yaparak belki de yaşamının en önemli kararını veriyor. Böylece ortaya bu eser çıkmış oluyor. Yazarın birinci bölümde belirttiği durumları yaşayarak deneyimleyememiş olsam da, okuduklarım ve henüz bir çocukken imgelemimde kalan bikaç küçük hatıra, günümüzdeki distopik durumun bi benzerinin o yıllarda da yaşandığını anımsattı bana.

Özgürlük Yanılsaması derdini anlatmaya, Neil Postman’ın artık klasikleşmiş ‘Televizyon Öldüren Eğlence’ adlı eserinden bi alıntıyla başlıyor. G. Orwell tarafından oluşturulan(Y. Zamyatin’in “Biz” adlı distopyasını da anmalı burada) distopik dünya mı günümüz gerçekliğine daha yakın yoksa A. Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı mı? Anahtar sözcükler hangisi? Bencillik ve pasiflik mi yoksa Bilgisizlik mi? Umursamazlık mı yoksa Hakikatin bizden gizlenmesi mi? Bu açıdan bakıldığında Biz, Cesur Yeni Dünya ve 1984 gibi distopyalarda iktidar-hakikat ilişkisine rastlarız. Zira sapkının distopyası egemen gücün yani iktidarın ütopyasıdır; [ve bu ütopyalar] toplumun en iyi ne şekilde düzenleneceğine dair asla tartışılmayacak, sorgulanmayacak bir doğruluk iddiasından yola çıkar(Cogito sayı:90, Aslı Çalkıvik). Asıl yapılmak istenen, bireylerin düşünmelerini engellemektir. Böylece herkes mutlu olacaktır, sistemde bikaç sapkının ortaya çıkması durumunda [bu sapkınlar] tez elden cezalandırılır ve infaz edilir. Buna karşın, her distopik sistemde sapkınlar vardır. Zira toplumların ileriye doğru gitmeleri de egemen güçler tarafından sapkın olarak görülenler tarafından gerçekleştirilir. Bu açıdan, distopyalar okuyanlarını sona değil yola davet eder. Eleştirinin, sorgulamanın ve tartışmanın olmadığı her yerin muktedirlerin ütopyası olduğu ve böyle durumlar için yeni direniş formları yaratmanın zorunluluğudur bir bakıma distopyaların bize verdiği mesaj(Cogito sayı:90, Onur Ağkaya).

Üniversitede öğrenimime devam ederken İstatistiğe Giriş dersinde, “istatistikle nasıl yalan söylenir” tartışması geçmişti sınıfta. Aslında kitabı okurken anlıyoruz ki, pek tabii ekonomik verileri ve ekonomik göstergeleri kullanarak da bir ülkede yaşayanlar için büyük ve korkunç yalanlar söylenebilmekte, bu ekonomik göstergelerle bireylerin umutsuzluğunu ve yoksulluğunu bir sayıya indirgeyerek onu sıradanlaştırmakta ve veri olarak kayda geçmekte. Bu sıradanlaştırma, yok sayma ve verileştirme bireyin ruhunda onulmaz yaralar açmaktadır. İngiliz kültür teorisyeni ve eleştirmen M. Fisher’e göre, insan hayatının temel amacı olan hazzın yokluğu, depresyon “hastalığından” mustarip öznenin kuruntusu değil, neoliberal hayatın esas hakikatidir. Bireyin bütün başarısızlıklarının ve mutsuzluğunun esas sorumlusu olduğuna inanıp depresyonu bir anomali olarak deneyimlemesi, neoliberal ideolojinin büyük başarılarından biridir(Cogito, sayı:91, Şeyda Öztürk). Maddi ve manevi biçok savunma aracından yoksun bırakılan birey, neoliberal ideolojik süreç içinde adeta birer otomata dönüşmekte, ve işin daha vahimi bu durumun ayrımına varamamaktadır. A. Rossi’nin (Cogito, Sayı:91) Neoliberal Ruhlar adlı makalesinde de değindiği gibi, neoliberal düzende toplum diye bir şey yoktur; ekonomik özneler olarak şeyleşmiş ve öznesini yitirmiş bireyler vardır. Neoliberalizmin ilk işleticilerinden R. Reagan’ın ‘Devlet çözüm değil sorundur.’(Şiddetsiz Direniş, Todd May)ifadesi özelleştirmeyi ve bireyin kendi-yabancılaşmasını ve şeyleşmesini hızlandırmıştır. Aynı minvalde M. Thatcher’ın(pek tabii T. Blair’in önderliğindeki ‘Yeni Sol’un) kollektivist toplumdan duyduğu rahatsızlık ile kalbi ve ruhu değiştirme amaçlı kişisel toplum güzellemesi de bu anlamda düşünülebilir.

Tüm Reklamları Kapat

ÖY’nin üçüncü bölümü Özgürlük Üzerine Bir Diyalog oldukça keyifli bi okuma yaptırttı bana. Özellikle Smith, Rousseau ve Marx’ın karşılıklı dile gelen atışmaları hem bilgi yüklü hem de düşündürücüydü.

Kitabın dördüncü bölümünde Yazar, Rousseau’nun özgürlük kavramına nasıl baktığını irdeliyor. Hemen bölüm başında Rousseau’dan şu alıntıya yer veriyor: “İnsan özgür doğar, oysa her yerde zincire vurulmuştur.” Rousseau’nun özgürlük kavramı demişken aklıma hemen Hegel’in özgürlüğe nasıl baktığı geldi. Andreas Arndt Geschichte und Freiheitsbewusstsein’da Hegel’in felsefesi özgürlüğün felsefesidir diye yazar (age, s. 17) ve Rousseau’nun ünlü cümlesini ekledikten sonra Hegel’in özgürlük tanımını yapar. Hegel’e göre insan, ancak uygun ve geçerli hak ve politik ilişkiler içinde doğarsa özgür doğmuş olur. Özgürlük tarihsel sonuçtur; doğal bi durum içinde tarihin bir varsayımı değildir(age, s.19). Rousseau Hegel’in tersine uygarlığın özgürlüğümüzü elimizden almışlığından dem vurur. İnsanlığın kurtuluşunun ‘doğal durum’a dönmek olduğunu ifade eder. Rousseau, çağdaşı olan Aydınlanma düşünürlerinden önemli bir noktada ayrılır: Akla mutlak değer yüklemez; aklın sınırları olduğunu belirtir ve akıl yürütmenin karşısına “vicdanın sesi” olarak nitelendirdiği erdemi koyar. Uygarlığın eşitsizliğe yol açtığını böylece kıskançlık duygusunun insana zarar vererek toplumsallaşma sürecini baltaladığını ifade eder. Bu düşüncesine uygun biçimde, özel mülkiyetin ortaya çıkmasını da toplumsallaşma sürecindeki çeşitli kötülüklerden biri olarak görür(Batı’da Siyasal Düşünceler, s.468 vd) Buna karşın, Rousseau Fransız Devrimi’ne de ilham olan eşitlik, kardeşlik ve özgürlük ilkelerinin katılımcı demokrasiyle yönetilen bir dizgede birleştirilebileceğini öne sürer. Böyle bir politik dizgenin varlığı için gerekli önkoşullardan biri özgürlüktür. Yukarıda da belirttiğim üzere, Rousseau ile Hegel’in özgürlük kavramına bakışları farklıdır. Hegel’e göre, hak özgürlüğü sınırlandırmaz, belki özgürlükle çakışır. Zira hak, özgürlüğün varlığıdır. Bunun toplumsal bağlamdaki temeli-bireyin özgürlüğünü bencilce yaşaması değil-, Hegel’in Dünya Tini çalışmasında anlamlandırdığı, tüzel ve devlet yapılarının ortaya çıkması ve bu yapılar aracılığıyla ilk olarak özgürlük alanlarının kurulması ve kurumsallaşmasıdır. Zira bireysel özgürlük hukuk devleti olmadan var olamaz; çünkü özgürlük, hukuk devletinin ve modernitenin ürünü ve ırasıdır ve bu süreç, Hegel tarafından özgürlük tarihi olarak tanımlanmıştır(Arndt, S.21).

Rousseau, yaşadığı toplumu yoz olarak tanımlamış ve kendi dizgesindeki ideal devletle arasında büyük bir uçurum olduğunu vurgulamıştır. O, bu yoz toplumda yaşayan ve özgür olmayan bireylerin kendilerini özgürleştirebileceklerine inanmaz. Yazar bu aşamada, Marx’ın Rousseau’ya getirdiği eleştirileri sıralayarak başka bir yaşam mümkün demektedir.

Öte yandan, ÖY’de de belirtildiği üzere, Rousseau’nun kadına bakışının sorunlu olduğuna değinmeden geçemeyeceğim. Zira Rousseau, toplum sözleşmesini yapanların, yani yurttaşların, sadece ergin erkekler olduğunu kabul eder. Bu görüşünün temelinde, bir eşitlik düşünürü olarak algılanan Rousseau’nun paradoksal bir biçimde kadın-erkek eşitsizliğini benimsemesi yatmaktadır. Rouseau için temel sorun yoz toplumdan ideal devlete nasıl ulaşacağımızdır. Rousseau gibi, kadına bakışı sorunlu olan bir diğer düşünür Hegel’dir. Zeynep Direk Cinsel Farkın İnşası’nda yaptığı Hegel okumasında kadın-devlet ilişkisi için şunları kaydeder; devlet ayakta kalmak için aileye muhtaç olsa dahi, devletin ideali aile değildir, ailenin ideali devlettir. Sorunu doğuran şey, annelik veya kadınlıktır. Hegel’e göre yurttaş olmak demek, aile bağlarını kısmen reddetmektir. Eril yurttaş ailenin içinde vücuda gelir. O içinden çıktığı şeyi, akrabalığı aşarak yurttaş olur. Ama işte, kadın Antigone(Tinin ataerkilliğinin momenti, dişinin ötekileştirilmesi) gibi, evlenmeyi ve doğurmayı reddebilir, doğurduğu çocukları askere göndermeyi reddedebilir ya da devletin bir askeri olan genç erkekte bir denk, bir yaşıt, bir sevgili görebilir. Kadın cemaatin ebedi ironsidir, çünkü kadın tüm bunları yapabilir ve böylece devleti ciddiye almadığını ortaya koymuş olur. Devlet ancak ailenin, kadının mutluluğuna müdahale ederek, onu kesintiye uğratmak suretiyle var olabilir. İşte tam da bu yüzden kendisine ebedi bir düşman edinir: kadın cinsi. Hegel’de olduğu gibi Rousseau’daki kadın korkusu zannımca kadının üretme ve dünyaya bir canlı getirebilme gücünden ve kadınların devlet tarafından yurttaşlıktan dışlanmışlığı ölçüsünde özbilinç özgürlüğünden ileri gelmektedir. Egemen söylem, kadınları kamusal alandan kişi olarak değil, arzu nesnesi, cinsiyetli, erotik beden olarak dışlamaktadır. Buradaki asıl mesele, egemen söylem tarafından cinsiyet farklılığının toplumsal ve tarihsel olarak nasıl üretildiği ve anlamlandırıldığıdır(Direk, s.182). Bu açıdan, Rousseau ve Hegel’in, zira her düşünür yaşadığı çağın çocuğudur, kendi dönemlerindeki egemen söylemin kadın ile ilgili hem toplumsal hem de tarihsel anlamda üretilen ataerkil dizgeye teslim olduklarını söyleyebiliriz.

Tüm Reklamları Kapat

Ve nihayet Marx’a geldik. Diğer bir deyişle itaatsizliğin erdemine, eleştirinin zorunluluğuna. Bu kısımda, eleştirinin önemi üzerinde durmak istiyorum.Bu bağlamda, felsefenin gerçekliğe direnişi, onun eleştirel olma özelliğinden kaynaklanır. Felsefeninin eleştirisi insanların eylemlerinin ve amaçlarının, kör zorunluluklarının ürünü olmadıkları düşüncesinden beslenir. Ne bilimsel kavramlar ne de toplumsal yaşam biçimleri, ne egemen düşünme biçimleri ne de egemen ahlak, gelenek, görenek ve töreler alışkanlıkla alınmamalı, eleştirmeden uygulanmamalıdır. Anlama ve yorumlama, teslimiyetçi faaliyetler değil aksine dönüştürücü ve kurucu faaliyetlerdir. Çünkü eleştirmek dönüştürmektir. Bir felsefi bakışın eleştirel olabilmesinin temel koşulu, toplumsal olmasıdır. Toplumsal felsefenin nihai amacı, insan yazgısındaki değişimlerin felsefi açıdan eleştirel bir şekilde yorumlanmasıdır(K. Gülenç, Frankfurt Okulu, s.16–17). Marx da yaşadığı dünyadaki toplumsal, politik ve ekonomik dizgeyi eleştirmiş; bu eleştirilerini temellendiren ve daha iyi bir gelecek yapısı sunan eserler vermiştir. Bunun için yabancılaşmanın aşılabileceği bir toplum kurma hayali ve idealiyle herkesin yoklukta değil, bollukta eşit olduğu, özel mülkiyetin olmadığı Komünizmi tasarlamıştır. M. Heinrich Kritik der politischen Ökonomie’de, Marx’ın politik hedefinin Kapitalizmin-anamalcılığın aşılması olduğunu, ve ideal olarak Komünizmin yaşandığı bi toplumda; insanların birbirlerini sömürmemeleri ve baskı yapmamaları, insanların maddi-özdeksel üstünlüklerin peşinden koşmamaları, karşılıklı dayanışma ve yardım sergilemeleri gibi etik nedenlerden dolayı kabul edilmesi gerektiğini belirtir. Yazarın da belirttiği gibi, Marx hiçbir zaman pastoral bi yaşamı idealize etmedi, anamalcılığın yaşamdaki çeşitliliği ve seçenekleri artırmasını, teknolojiyi-bi dereceye kadar tabii ki- övdü. Zira o, insanların bollukta eşitliğini ve insanlığın getireceği dizgenin bir önceki sistemden daha iyi olacağını/olması gerektiğini savunuyordu. H. Marcuse Us ve Devrim’de, Marx’ın kuramının temel kavramlarını Hegel’in Tinin Görüngübilimi’nin eleştirel bir çözümlemesi yoluyla keskinleştirdiğini ve emeğin yabancılaşmasını Hegel’in efendi ve köle tartışmasının terimlerinde betimleyerek Hegel’in çözümlemesinin eleştirel gücünü kavradığını yazar(age, s.99) Yazar da Springborg’un Hegel yorumuyla, insanın gerçekle temel ilişkisinde arzunun kişinin ilk ve en acil deneyimi olduğunu kaydeder. Hegel’e göre, arzu ve emek verme, insanın özgürlüğünün ve öz-bilincinin gelişmesinin ön koşullarıdır. Marx da Hegel’in emek için söylediklerini emeğin ya da üretimin nesneleştirilmesi sürecine uygular. Marx’a göre, maddi hayatın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır. Bu açıdan, egemenler öncelikle işçi sınıfı sömürürken, M. Heinrich’in de belirttiği üzere, işçi sınıfının-egemenler dışında kalan herkesin- içinde bulunduğu durumu manipüle ederek ve bunun için de basını, kiliseyi ve okulu kullanarak sömürünün üstünü örter. Bundan dolayı bir düşüncenin altında yatan “edimsel ilgiler-çıkarlar” ortaya serilmelidir.(age, s.180) Marx ve Engels Alman İdeolojisi’nde şunu kaydederler: Her dönemin egemen düşüncesi, egemen sınıfın düşüncesidir, e.d., toplumun egemen özdeksel gücüne sahip olan sınıf, aynı zamanda onun egemen tinsel erkidir.(Kritik der politischen Ökonomie, 54 no.lu dipnot) Marx, Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’nın önsözünde, varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu kendi iradelerine bağlı olmayan ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesiyle örtüşür. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun iktisat yapısını, belirli toplum bilinç biçimleriyle örtüşen bir hukuki ve siyasal üstyapısının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur,(Frankfurt Okulu 48 No.lu dipnot) diye belirtir.

Kapitalist-anamalcı dizgenin birey tarafından sahiplenilen en güçlü tarafı, bireye hiç durmadan boş bi hayal pompalamasıdır. “Sıra sende, sen de başarabilirsin, sen de alabilirsin vb.” gibi boş umutlarla oyalanan birey sonunda, kendi gönencini sağlamak adına almaya, tüketmeye başlıyor. Böylece anamalcı dizge her gün yeniden biçok toplumda kendini en baştan tasarımlıyor. Tüketemeyen birey ise bu durumu kişisel tatminsizlik olarak görerek emzik verilmediğinde ağlayan bebek misali ağlamasa da, tüketememe depresyonuna giriyor ve ancak fetişleştirdiği metayı tüketerek ona sahip olarak mutlu olabiliyor-tabii yeni bir tüketim nesnesine kadar. Sosyal medyadaki ajanlar tarafından her bireye adeta enjekte edilen bir iletişimsel kapitalizm modeli sayesinde, içi boşaltılmış toplum sersemletici bir büyülenmeye teslim edilerek neoliberalizmin nihilist çekirdeğini gizlemeye yarayan önemli bir meta haline gelecektir(Cogito, sayı: 91, s.49). Yazar M. Shelley’nin ünlü Frankenstein romanıyla analoji kurarak yabancılaşmayı açıklar. Ve ekler: Yabancılaşmanın en temel tanımı, yaratılanların, yaratıcılara hükmetmeye başlamasıdır. Bu durumun en açık örneklerinden biri, artık çoklarının yaşamının bi parçası haline gelen cep telefonu. Toplu taşıma kullanan her yurttaşın gözlemleyebileceği bir gerçeklik haline gelen cep telefonu ile birey arasındaki yakın ilişkinin vehameti. İnsanlar eline cep telefonlarını alır almaz artık içinde bulundukları dünya ile iletişimlerini kesmekte. Almanya’da yapılan bir araştırmaya göre, her denek günde ortalama 60 kez telefonuna bakmakta iken, deneklerin yüzde on ikisi günde 96 kez bakmaktadır. Bunun anlamı, deneklerin her on dakikada bir kez telefonlarına baktıklarıdır(SZ-Magazin Nr.43/2014).

Marx ilk eserlerinde(1844 El Yazmaları gibi), bireyin metaya bağımlılığı için yabancılaşmayı (Entfremdung) kullanırken, sonraki eserlerinde (Das Kapital gibi) meta fetişizmini(Warenfetischismus) kullanmıştır. Marcuse bu konuda şunları kaydeder: Nesnesinden ayrılmış emek, son çözümlemede, ‘insanın insandan bir yabancılaşmasıdır [Entfremdung]’; bireyler birbirinden yalıtılır ve birbirlerinin karşısına koyulurlar. Birbirleri ile ‘benlik’lerinde olmaktan çok, değiştikleri metalarda bağlanırlar. İnsanın kendisinden yabancılaşması aynı zamanda başka insanlardan da yabancılaşmasıdır. Marx, şeyleşme sürecini (Verdinglichung), e.d., anamalcı toplumun insanlar arasındaki tüm kişisel ilişkilere, şeyler arasındaki ilişkiler biçimini verme sürecini, Kapital’de ‘Metaların Fetişizmi’ olarak açımlar. Bireyler toplumsal sürece yalnızca meta iyeleri olarak katılırlar. Karşılıklı ilişkileri metalarının ilişkileridir. Anamalcı meta üretiminin gizemselleştirici bir sonucu vardır, öyle ki bireylerin toplumsal ilişkilerini ‘şeylerin kendilerinin … özelliklerine [metalar] ve daha belirgin bir anlatımla üretim ilişkilerinin kendilerini bir şeye [para] dönüştürür. Meta-dünyasının bu fetiş-ırası … metayı üreten emeğin kendine özgü toplumsal karakterinden kaynaklanır(Us ve Devrim, s.225). Kapitalist ideoloji öyleyse, bireyin-ve üreticinin kendine ve topluma yabancılaşması ve bunun sonucunda, şeyleşme süreciyle beraber meta fetişizmine düşmesidir.

Özgürlük, bireyselleşme ve kendini gerçekleştirme, kapitalizmde yaygın olarak hissedilen ama sistemin içinde kaldıkça herkesin elde edemeyeceği radikal ihtiyaçlardandır. Zira, üretici olan işçinin kendisi ürettiği metanın çokluğu oranında değersizleşir. Değersizleşen üreticinin-bireyin, kendini gerçekleştirme idealinden, estetik anlayışından ve entelektüel bakışından artık bahsedemeyiz. Anamalcı dizge, bireyi çarklar arasında sıktıkça sıkmış, bireyden tinsel ihtiyaçlarını harekete geçirecek olan bağımsız ve özgür tini çekip almıştır. Üretici artık kendini tüketene kadar üretecek, bireyse tükettikçe tükenecektir.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Marcuse Us ve Devrim’in sonsözünde, “Faşizmin ve Nasyonal Sosyalizmin yenilişi totaliter rejim yönündeki eğilimi durdurmamıştır. Özgürlük gerilemektedir-toplum alanında olduğu gibi düşünce alanında da.”(age, s.347), diye yazar. Bu açıdan, birey, tüketim-dışı özgürlük talep etmedikçe ve bunun için de çabalamadıkça, insanlığın günbegün daha da kötüye gitmesi kaçınılmaz görünmektedir. Ancak Adorno bu bağlamda şunları kaydeder: “Zararsız hiçbir şey kalmadı. Küçük zevkler, düşünme yükümlülüğünden vareste tutulduğunu sandığımız bütün o yaşam belirtileri, artık yalnız dik kafalı bir bönlüğü, inatçı bir körlüğü yansıtmakla kalmıyor, kendi karşıtlarına da hizmet ediyorlar. Çiçeklerin üzerine düşen dehşet gölgesi algılanmadığı anda bahar dalı bile yalana dönüşür; ‘ne kadar hoş!’ gibi masum bir ünlem bile mide bulandıracak kadar nahoş bir varoluşun mazereti olur. Artık güzellik ve avunu yoktur — korkunç olanı gören, ona dayanabilen ve olumsuzluğun avunusuz bilinci içinde yine de daha iyi bir dünya olasılığına bağlı kalan bakıştan başka”(Minimia Moralia, çev. O.Koçak-A.Doğukan, s.25–26).

ÖY’nin sonunda Yazarın da belirttiği üzere, başka bir dünya mümkün! Yeter ki, çabalamaktan, eleştirmekten ve düşünmekten vazgeçmeyelim…

Okundu Olarak İşaretle
0
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Raporla
Mantık Hatası Bildir
Yukarı Zıpla
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 1
  • Muhteşem! 0
  • Tebrikler! 0
  • Bilim Budur! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 03/05/2024 05:08:50 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/12364

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Nükleer
Hayvanlar
Yok Oluş
Diş Hekimliği
Olumsuz
Şizofreni
Sürüngen
Genom
Karanlık Enerji
Tardigrad
Asit
Tohum
Dinozorlar
Demir
Tercih
Yaşam
Samanyolu Galaksisi
Uluslararası Uzay İstasyonu
Yüz
Maske
Evrim Kuramı
Çocuk
Güç
Hindistan
Güneş Sistemi
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
ve seni takip ediyor

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close