Münzevi Mektupları
KAPATMAK CEZALI EVİ AÇMAK?

- Blog Yazısı
Bazen aklıma öyle şeyler geliyor ki, oturup bir bardak çay koyasım, sonra da uzun uzun düşünmeye dalasım geliyor.
Mesela geçen gün, “Davul zurna ve törenle cezaevi açılışı yapılması.” diye bir haber geçti televizyondan.
Gülüp geçtim önce, ama sonra durdum, “Niye olmasın ki?” dedim kendi kendime.
Hani şu her fırsatta bir şeyleri şenlik havasında açmaya bayıldığımız memlekette, bu fikir kulağa çok mu absürt geliyor?
Belki de asıl absürt olan, neyi neden kutladığımızı pek sorgulamadan geçip gitmemiz.
Şimdi, cezaevi açılışı dediğinizde insanın içi bir tuhaf oluyor, kabul.
Upuzun duvarlar, demir kapılar, tel örgüler…
Ama bir yandan da düşünüyorum, madem her şeye davul zurna yakıştırıyoruz, buna niye yakıştırmayalım?
Sonuçta bir bina yapılmış, bir “hizmet” sunulmuş, e kutlasak ya?
Hani okul açarız, hastane açarız, köprü açarız, hepsine coşkuyla gideriz ya…
Cezaevi de bir yapı nihayetinde.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Belki de mesele, o yapının neyi temsil ettiğiyle yüzleşmek istemememizde yatıyor.
Çayımı aldım elime, pencereden dışarı bakıyorum, bu düşünceler bir bir sıralanıyor kafamda.
Haberlerde izlediğimde çok garibime gitti ve bir hayli düşünme fırsatım oldu
Ne demek davul zurna ile cezaevi açmak?
Sorarım size bu ülkenin cezaevi açılmasına mı, yoksa o insanları cezaevinden, kötü alışkanlıklardan uzak tutacak, ülkeleri toplumları için faydalı olabilecek birer uygar insan olmaları için okul kütüphane yada sosyal tesislere mi ihtiyaçları var?
Davul zurna ile cezaevi açarsan otuz kişilik koğuşlarda seksen kişi bulundurursan, cezaevleri dolu, istinaf da tonlarca dosya var diye şartlı salı verirsen olacağı bu.
Cinayet uyuşturucu vb. olaylarda direk idam verilmesi şart olmuştur kanaatimce.
Davul zurna ile cezaevi açılışının yapılması, toplumun nasıl bir noktaya geldiğini, ne kadar ilginç bir dönemden geçtiğimizi gösteren ironik bir durum.
Bir cezaevinin açılışı, toplumun adalet ve ceza sistemine dair derin tartışmaları beraberinde getirmesi gereken bir olayken, bu tür etkinliklerin eğlenceli bir şölene dönüştürülmesi, bambaşka bir tartışmayı da gündeme getiriyor.
Davul zurna ve tören kelimeleri bir araya geldiğinde, akla gelen ilk şey belki de bir düğün veya bayram sevinci, ama işin gerçeği, bu açılışın arka planında yatan derin sorunlar ve toplumun ruh hali çok daha karanlık.
Toplumun dinamiklerini ve düzenini bozacak davranışlar sergileyenlerin varlığına son vermek gerekliliği doğmuştur artık.
Dolandırıcılık, vergi kaçakçılığı gibi suçlardan cezaevine girip çıkmışların ıslah olmuşluğu vardır ama psikolojik ve ruhsal problemlerin belirtisi ve sonucu olan cinayet, gasp, terörizm faaliyetleri vb suçlarda ıslah olma oranları çok düşüktür.
İşte bu yüzden varlıklarına son verilmesi gerekir diyorum.
Hepimiz biliyoruz ki, cezaevleri yalnızca mahkumların tutulduğu yerler değil, aynı zamanda toplumun genel sağlığının bir yansıması.
Eğer cezaevleri bu kadar sık açılıyorsa, demek ki toplumda bir sorun var.
İnsanların suç işleme eğilimi artmış, adalet mekanizması ise işlevini kaybetmiş.
Ama gelin görün ki, bu tür açılışlar, sanki bir bayram kutlamasıymış gibi yapılıyor.
Gülücükler, eğlenceler, müzikler…
Neyin gizemi bu?
Ne saklıyoruz arkadaşlar?
Neyin üzerini örtüyoruz?
Tüm bunlar, gerçekleri gizlemek için bir perde gibi kullanılıyor.
Bu durumun ironikliği ise, cezaevinin kapısından çıkan her bir mahkumun, aslında toplumumuzun unuttuğu birer birey olduğunu göz ardı etmemizden kaynaklanıyor.
Bizim memlekette açılış işleri bir başka zaten.
Herkes toplanır, bir kurdele kesilir, bir alkış kopar, sonra dağılırız.
Ama ben bazen şunu merak ediyorum: Bu kadar açılışa koşturacağımıza, biraz da kapanış yapsak nasıl olur?
Mesela, bir gün birileri çıksa, “Yoksulluğu kapattık!” dese, davulu zurnayı oraya koştursak? Ya da “Eşitsizlik bitti, haydi şenlik yapalım!” diye bir haber duysak?
Ama yok, bizde kapanış pek olmaz. Açılışlar olur, binalar yükselir, sonra o binalar dolar. Cezaevleri de öyle. Yeni bir tane açılır, içi hemen doluverir.
Niye doluyor, kimler doluyor, bunları konuşmak yerine “Bakın, ne güzel tesis yaptık!” demek daha kolay galiba.
Birey ailenin, aile toplumun, toplumda milletin en küçük parçası ise bu tip olaylar ülkenin varlığına ve devamına vurulmuş darbedir .
Bireyin yok edilmesi ailenin devamına, ailenin devamında toplumun ve sonunda milletin yok edilmesi demektir.
Ve bu dediğim adı geçen eylem evladır.
Gördüğüm kadarı ile cezaevleri ıslah ve topluma tutundurma çalışmaları dışında bir çeşit uzman olduğu konuda kendini daha da profesyonelleştirme yönünde geliştirmeye, aşama katetmeye yönlendiriyor mahkumları.
Oysaki güzel ülkemin güzelim topraklarına okullar, üniversiteler, bilimsel konularda ar-ge çalışmaları için gerekli kalifiye beyni yetiştirecek kurumların açılması daha mantıklı ve yerinde bir karar olmaz mıydı diye düşünüyor insan.
Medeni yönden ilerlemek, teknolojiyi takip etmek ve gelişmiş ülkeler arasında yer almak için bilime sarılmanın gerekliliği yadsınamaz bir gerçektir.
Nereden gelip nereye gittiğinin ve gelecekte nerede ve nasıl olacağımızın asıl sorusunun cevabıdır bu.
Bırakın binaları kaldırımlar bile bir ülkenin gelişmişlik seviyesinin belirtisi değil mi?
Neyin açılışı bu o zaman?
Gerçi hastayı müşteri zihniyeti ile gören, bir yılda ne kadar müşteri geleceğini garanti vererek hastane açılışı yapmanın da bundan bir farkı yok sanırım.
Demem o ki davul zurna ile hapishane açılışı yaparsak, yapabileceğimiz en mutluluk verici şey, bize bile ait olmayan, geçmişte kalmış ve başka kültürlerin içinden çıkmış bilim ve teknoloji yani medeniyet adına yaptıkları çalışmalar ve başarılarla gurur duyar dururuz.
Sadece izleriz başka ülkelerden çıkan bilim adamlarını.
Yolda sokakta, kahvede toplantılarda işte bilmem hangi ülkeden bir bilim adamı kanserin çözümünü bulmuş denildiğinde,
‘‘O da bir şey mi yavrum! Bizim Turabimiz var, adam engellerden bir sekiyor görsen nazlı nazlı salınışından ceylan sanırsın hey yavrum hey’’ deyişleri yükselir.
Hem üretmeyen toplumlar üretenlerin egemenliği altına girmeye mahkum değil midir?
Sayın abiler biz davul zurnayı 23 Nisan’da çocuklar yöresel halk oyunları oynarken severek dinleriz…
Çayım bitmiş, bir bardak daha koyayım da devam edeyim.
Bu arada, çay demlemek de bir mesele bence.
Suyu kaynatırken sabredeceksin, çayı fazla kaçırmayacaksın, ateşi iyi ayarlayacaksın.
Bizim memlekette bu sabır işi biraz eksik gibi geliyor bana.
Her şey acele, her şey hemen olsun istiyoruz.
Cezaevi mi lazım? Hemen yapalım, hemen açalım.
Ama o cezaevine giden yolları kapatmak için sabır göstermek, düşünmek, uğraşmak…
O biraz zor.
Hani derler ya, “Acele işe şeytan karışır,” diye.
Şeytan mı karışıyor, yoksa biz mi şeytana teslim oluyoruz, orasını bilemiyorum!
Geçen gün markette bir arkadaşla karşılaştım, sohbet ederken konu yumurta fiyatlarına geldi.
“Bir koli yumurta 80 lira olmuş!” dedi,
“Tavuklar mı pahalı yumurtluyor, yoksa biz mi pahalı yiyoruz?”
Gülüştük, ama içimden dedim ki, “Her şey uçtu gitti, ama biz hâlâ davul zurna çalıyoruz.”
Belki de başka çalacak bir şey bulamıyoruzdur, kim bilir?
Marketteki kasiyer de lafa karıştı,
“Abi, yumurtadan anlamam ama hayat pahalı!” dedi.
Haklı çocuk.
Hayat pahalı, ama biz pahalılığı konuşmak yerine açılışlarla oyalanıyoruz sanki.
Bir de şu var, bu tören işleri hep bir gövde gösterisine dönüyor gibi. Sanki birileri bir şeyleri ispat etme peşinde.
“Bakın, ne kadar çok şey yapıyoruz!” der gibi bir hava.
E güzel, yapın tabii.
Ama bir yandan da düşünüyorum, bu kadar bina dikeceğinize, bir şeyleri yıkmayı deneseniz?
Mesela umutsuzluğu yıksanız, mesela adaletsizliği yıksanız?
Ama yok, o duvarlar yıkılmaz, aksine daha da yükselir.
Sonra da biz o duvarların ardına insanları koyarız, üstüne bir de tören yaparız.
Davul zurna burada devreye giriyor işte, sesi yükselsin de başka sesleri duymayalım diye.
Şimdi, bu yazıyı okuyanlar diyecek ki, “E kardeşim, sen neyi kastediyorsun, açık açık söyle!”
Ama ben açık konuşmayı pek sevmem.
Çayımı yudumlarken böyle dolambaçlı yollara girmek daha keyifli.
Hem zaten memlekette her şey o kadar açık ki, biraz üstü kapalı konuşmak da bana kalsın.
Mesela, geçenlerde bir haber gördüm, bir yerlerde yol yapmışlar, ama yolun ortasında elektrik direği unutulmuş!
Gülüp geçtim, ama sonra dedim ki, “Bizim yaptığımız işler biraz böyle galiba.”
Yol yapıyoruz, ama direği unutuyoruz.
Cezaevi açıyoruz, ama o cezaevini dolduran sebepleri unutuyoruz.
Davul zurna çalarken her şeyi unutuyoruz.
Neyse, konuyu çok dağıtmayayım.
Asıl mesele şu: Biz neyi kutluyoruz, neyi kutlamalıyız?
Cezaevi açmak bir başarı mı, yoksa bir başarısızlık mı?
O binalar dolmasın diye ne yapıyoruz, asıl ona bakalım.
Davul zurna çalmak kolay, sesi herkes duyar. Ama o sesin altında yatanları duymak, konuşmak, çözmek…
İşte o biraz cesaret ister.
Cesaret dedim de, nerede bulacağız o cesareti, onu da bilmiyorum.
Belki bir gün birileri çıkar, “Yahu, bu gidişat böyle gitmez,” der, hepimizi uyandırır.
O güne kadar ben çayımı içeyim, siz de bir bardak alın, oturup düşünelim.
Kendi yaşamımızda da benzer bir durum var.
Günlük hayatımızda karşılaştığımız birçok mesele, aslında üzerinde düşünmeden geçiştirdiğimiz, göz ardı ettiğimiz sorunlar.
Bugün belki de en büyük sorunlarımızdan biri, bireyselliğimizi unutmamız.
Herkesin kendi derdine düştüğü, başkalarının sorunlarını umursamadığı bir dönemde yaşıyoruz.
Oysa ki, toplumsal dayanışma ve empati, sağlıklı bir toplumun temel taşlarıdır.
Cezaevlerinin açılışını kutlamak yerine, bu durumu sorgulamak ve toplum olarak neyin yanlış gittiğini düşünmek çok daha önemli.
Bir taraftan devletin cezaevlerini artırması, diğer taraftan sosyal yardımların kısıtlanması, eğitim sisteminin aksaması ve işsizlik oranlarının artması gibi birçok sorun, toplumun sosyal yapısını tehdit ediyor.
Tüm bu sorunların yanında, cezaevleri açılışlarının bir kutlama havasında geçmesi, sanki bu meseleleri yok saymak gibi bir duruma dönüşüyor.
İronik bir şekilde, bu durumun bir parçası olarak, halkın gözünden kaçan birçok gerçek var.
Toplumun bireyleri olarak, bu sorunları görmezden gelmek, aslında kendi geleceğimizi de karartmak demektir.
Bir başka ilginç nokta ise, bu açılışların medyada nasıl yer bulduğu.
Gazeteler ve televizyonlar, bu tür etkinlikleri büyük bir coşkuyla haber yaparken, aslında toplumun gerçek sorunlarına dair derinlemesine bir analiz yapmaktan kaçınıyorlar.
Sanki bu tür açılışlar, güzel bir fotoğraf karesi, bir başarı hikayesi gibi sunuluyor.
Oysa ki, her yeni açılan cezaevi, aslında toplumda daha fazla acı, daha fazla çaresizlik demektir.
Medyanın bu durumu göz ardı etmesi, toplumun üzerinde durması gereken konuları unutturuyor.
Bu noktada, toplumsal hafızamızın ne kadar zayıfladığını da sorgulamak gerekiyor.
Geçmişte yaşananları unutarak, gelecekte de benzer hataları tekrarlama riskini taşıyoruz.
Cezaevlerinin açılışlarını kutlamak yerine, bu durumu sorgulamak, toplum olarak nerede yanlış yaptığımızı değerlendirmek çok daha önemli.
Ancak bu şekilde, gerçek bir değişim yaratabiliriz.
Bu tür olayların arkasında yatan sebepleri anlamadan, sadece yüzeysel bir kutlama yapmak, aslında sorunları daha da derinleştiriyor.
Sonuç olarak, davul zurna ile yapılan cezaevi açılışları, belki de toplumun içinde bulunduğu durumu anlamamız için bir fırsat.
Ama bu fırsatı değerlendirmek yerine, sadece eğlenceye odaklanmak, sorunların üstünü örtmekten başka bir işe yaramıyor.
Biz bireyler olarak, bu durumu sorgulamak ve toplumsal sorunlara duyarlılık göstermek zorundayız.
Ancak o zaman, gerçek bir değişim yaratabilir, adalet ve eşitlik duygusunu yeniden canlandırabiliriz.
Unutmayalım ki, sağlıklı bir toplum, bireylerin duyarlılığı ve dayanışması ile inşa edilir.
Sonuçta, davul zurna ve törenle cezaevi açsak da, mesele o gürültünün neyi bastırdığı.
Gürültü bittiğinde geriye ne kalıyor, ona bakalım.
Benim aklımda bu sorular var, sizin aklınızda neler var, bilemem.
Ama şunu biliyorum: Bu memlekette davul da susmaz, zurna da.
Biz de o sesle yaşamaya devam ederiz, ta ki bir gün başka bir ses duymaya karar verene kadar.
Sizlere Gelecekte Görüşmek üzerine Meydan Okuyorum. Orada Görüşelim…
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Şafak GENÇ. Kapatmak Cezali Evi Açmak? – Mersin Gazetesi. (4 Nisan 2025). Alındığı Tarih: 4 Nisan 2025. Alındığı Yer: mersingazetesi | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 27/04/2025 16:48:46 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/20257
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.