Ayrımcılığın Kaçınılmazlığı: Vatkalı Ceket Analizi
Ayrımcılık keyfi bir kötülük mü insan beyninin kaçınılmaz bir ürünü mü?
Avengers filminin en epik sahnelerinden birinde dünyayı korumaya yeminli süper kahramanlarımız tüm kurtulma çabalarına rağmen kendilerini kötülüğün vücut bulmuş hali olan Thanos’un karşısında bulurlar ve Thanos kahramanlarımızın şaşkın yüzlerine bakarak o çarpıcı cümleyi kurar; “I am inevitable!” (Ben kaçınılmazım!). Kötülük gerçekten kaçınılmaz mıdır? Eğer gerçekten öyleyse onunla mücadele etmek boşuna mıdır? Bu yazıda psikologların uzun yıllardır kötülükle neredeyse eş anlamlı kullandığı ayrımcılık kavramını Gibi dizisinin Vatkalı Ceket bölümü üzerinden tartışarak sorularımıza cevap arayacağız. Dolayısıyla yazının devamı bölüme ilişkin çokça bilgi içerecek. Bu bilgilere maruz kalmak istemeyenlerin yazıyı bırakabileceği son istasyon burası!
Dizinin söz konusu bölümü televizyon karşısında oturan üç arkadaştan birisinin “yetti bu seksenler, gördükçe elim ayağım uyuşuyor!” cümlesiyle başlıyor. Dizinin baş kahramanı Yılmaz karakteri de “niye öyle bir şey dedin?” itirazıyla başlayıp seksenler dönemine ilişkin hatırlamaktan keyif aldığı şeyler olduğunu anlatıyor ve bu ikili arasında giderek dozu yükselen bir tartışma izliyoruz. Kahramanlarımız birbirini manipülatörlükle, cinsiyetçilikle, dışlayıcılıkla hatta “dönem faşisti” olmakla suçluyor ve tartışma hızla karşılıklı damgalama sürecine evriliyor. İzleyici için oldukça absürt bir sahne. Aslında seksenler dönemini seven ve sevmeyen iki insanın bu denli yüksek tartışması, incir çekirdeğini doldurmayacak bir konuda bu denli keskin görüşleri olması ve hatta taraflardan birinin bu yüzden diğerini evden kovacak noktaya gelmesi insanlık halinin hoş bir karikatürizasyonu çünkü ayrımcılık tam da orada başlıyor; insanın aklından şüphe etmediği yerde!
Bölümün devamında Yılmaz karakterini bir terzide seksenler döneminin sembollerinden olan vatkalı ceket siparişi verirken izliyoruz. Seksenler dönemini sevdiği için yargılanan ve ötekileştirilen Yılmaz, kimliğinin bu parçasını vatkalı ceket giyerek görünür kılmak istiyor. İnsanlar ötekileştirilme süreçlerinde maruz kaldıkları damgaya ilişkin farklı stratejiler izleyebilir. Damga görünür değilse (Alevilik, eşcinsellik vb.) bunu gizlemeyi tercih edebilirler, damga kaçınılmaz olarak görünürse (siyahilik, fiziksel engellilik) damgaya statü kazandırma yolunu seçebilirler[1]. Burada her ne kadar seksenler hayranlığı görünür bir damga değilse de bir kez giriştiği tartışmada kimliğinin bu parçası hedef alınan karakterimiz artık damgasını görünür kıldığı için geri adım atmak yerine seksenler seviyor olmayı kabul edilebilir hale getirme mücadelesine girişiyor. Bu noktada karakterimizin terziyle kurduğu ilişkide terzi elinde cetvel ve mezura gibi ölçüm aletleriyle bilimi temsil ediyor. Karakterimizi normalden çok daha alçak bir tabureye oturtarak ona yukarıdan bakıyor. Burada bilimin azınlıklara parmak sallayan büyüklenmeci tavrının bir paradosini izliyoruz. Terzi vatkalı ceket giyme kararını tarihsel açıklamalarla eleştiriyor ve bu kararın risklerini anlatıyor. Her ne kadar bölümün sonunda “ben demiştim” haklılığının gururuyla olan bitene kafasını sallayarak bakacak olsa da o an için karakterimize tek hissettirdiği anlaşılmamışlık oluyor. Nihayetinde vatkalı ceketler dikiliyor ve karakterimiz ceketini giyerek, kimliğinin yargılanan parçasını görünür kılarak, toplumun içine çıkıyor. O artık toplumsal normların dışına çıkmış birisi, o artık bir öteki, o artık bir azınlık oluyor!
Vatkalı ceket bir kez giyildikten sonra Yılmaz karakteri yadırgayan bakışların, kınayan fısıltıların ve bıyık altından gülüşlerin hedefi haline geliyor. Arkadaşları ısrarla bu yoldan vazgeçmesi için baskı yapıyor. Ancak bu baskının işe yaramadığı bir noktada bıkkın düşen bir arkadaş “Bizlik bir şey yok, öyle olsun istiyorsun giy madem” deyince, Yılmaz dizinin en vurucu cümlelerinden birini kuruyor; “Ben senin yılgın bir hoşgörü ile beni benimsemene mi kaldım?”. Bu cümle sadece sinematografik açıdan değil sosyal psikolojik açıdan da oldukça vurucudur çünkü sosyal psikoloji hoşgörünün bir hiyerarşi içerdiğini, ayrımcılıkla gerçekten mücadele edebilmek için hoşgörünün değil eşitliğin hedeflenmesi gerektiğini göstermektedir[1]. Karakterimiz de tam olarak bunu, arkadaşları tarafında eşit bir şekilde kabul edilmeyi talep etmektedir. Vatkalı bir şekilde topluma karışan Yılmaz karakterinin ayrımcılık süreçlerine dair bize gösterdiği bir diğer örnek ise özcü inançlarla ilgili oluyor. Yılmaz’la tartışan bir başka arkadaşı kendisine “Ben şu an seninle iletişim kuramıyorum. Neden? Bu vatkalar yüzünden! Vatka seni fevri yaptı!” diyor. Ayrımcılığı besleyen özcü inançlar, insan davranışlarını bireysel bağlamda ele almak yerine, damgalanan özelliğe atfeder[2]. Burada da fevrilik vatkalı ceketlilere yönelik özcü bir inanç olarak karşımıza çıkıyor.
Dizide ayrımcılığın boyutu giderek artar. Sözlü kınamalar önce kafede çay vermemeye, sonra fiziksel şiddete dönüşür. Ayrımcılık gerçek hayatta da böyle bir spektrum üzerinde yer alır. Nefret söylemi olarak ortaya çıkabileceği gibi cam tavan etkisiyle kaynak paylaşımına da etki eder ya da soykırım gibi çok daha büyük yıkımlara yol açabilir.
Dizinin sonunda gördüğü muameleden perişan hale düşmüş olan Yılmaz’ı annesinin evine sığınmış olarak görürüz. Annesi önüne bir tas çorba ve bolca şefkat koymuştur. Bu sosyal psikolojinin ayrımcılık literatürü merceği ile yorumlaması zor bir sahnedir. Belki cevabı psikanaliz sularında bulmak daha kolaydır. Karakterimiz neden annesine dönmüştür? Annesi onu tüm kıyafetlerden -bölüm bağlamında düşünürsek damgalardan- ari görmüş ilk ve belki de tek kişidir. Annesi onu kıyafetleri olmadan da sevmiş, kabul etmiş ilk ve tek kişidir. Annesi hayatın mutlak iyi ve mutlak kötü olarak yalnızca ikiye bölündüğü, her şeyin net ve belirgin olduğu, tartışmalı zevklerin olmadığı bir zamana aittir. Psikanaliz, insanın algıladığı tehdit arttığı zaman gerileme yaşadığını söyler. Kişi ne kadar olgun olursa olsun tehditle karşılaştığında bebeklik döneminin arkaik zihinsel süreçlerine dönebilir ve anneliğin güvenli limanında tehdidi savuşturmayı umabilir[3].
Vatkalı ceket aslında hem kutsal yaratılışın hem de milyonlarca yıllık evrimin muhteşem zirvesi olarak kabul edilen insan beynine yönelik ince bir hicvin metaforu oluyor. İnsan beyni çok fazla uyarana maruz kalıyor ve bunların hepsini tek tek işlemek yerine birbirine benzer olanları kategorize ederek toplu şekilde değerlendiriyor. Böylece bilişsel tasarruf sağlıyor. Ancak bu tasarrufun bir bedeli var. Etrafımızdaki şeyleri kategorilere ayırıp gruplandırma özelliğimiz elbette insanları da kapsıyor. İnsan dediğimiz canlı da öyle uzayda kendi halinde salınan bir şey değil. Bizler toplumun içinde pek çok kimlikle beraber varolabiliyoruz. Irkımız, dinimiz, cinsiyetimiz, politik görüşümüz, sevdiklerimiz ve sevmediklerimiz, göz rengimiz ya da vatkalı ceketimiz… Hepsi bizi bir gruba ait kılıyor ya da başka gruplardan ayrıştırıyor. Burada elmalarla armutları birbirinden ayrıştırmak kadar masum bir süreçten bahsetmiyoruz. İnsanı bir kere kategorize ettiğimizde artık üyesi olduğumuz bir iç grup ve üyesi olmadığımız bir dış grup yaratmış oluyoruz ve sosyal psikolojinin en temel kuramları gösteriyor ki insanlar kendi iç gruplarını dış gruplardan hiyerarşik olarak daha üstte algılama eğiliminde oluyor[4] [5]. İnsan bir yerden sonra bu grupların kendisi tarafından inşa edilmiş yapay kategoriler olduğunu unutarak bunları varoluşlarının doğal parçaları gibi kabul ediyor. Oysa bu grupların oluşması için kullanılan damgaların ne olduğu hiç de önemli olmuyor. Yapılan çalışmalar insanları göz renklerine göre bile ayırmanın gruplar arası hiyerarşinin oluşması için yeterli olduğunu gösteriyor[6]. İnsanın en mükemmel organı, tabir-i caizse, aptalca bir hata yapıyor ve söz konusu dizi, vatkalı ceket absürtlüğü ile tam da bu aptallığa gülüyor.
Başa dönecek olursak, ayrımcılık beynin evrimsel gelişiminin bir sonucuysa ve vatkalı ceket gibi en absürt kimlikler bile insanların ayrımcı davranışlarını tetikliyorsa sanırım onun kaçınılmazlığını kabul etmek gerekiyor. Ancak buradan bir umutsuzluk çıkarma lüksümüz yok. Ayrımcılıkla mücadele etmeye devam etmek zorundayız. Neden mi? Son sorumuza da cevabı Harry Potter versin; “Savaşmak, gene savaşmak önemlidir, demişti Dumbledore, ve savaşmaya devam etmek, çünkü ancak o zaman kötülüğü uzakta tutabilirsin, asla tamamen silemesen de...”
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ a b K. Çayır. (2012). Gruplararası Ilişkiler Bağlamında Ayrımcılık. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar. | Arşiv Bağlantısı
- ^ N. Haslam, et al. (2024). Are Essentialist Beliefs Associated With Prejudice?. British Journal Of Social Psychology. doi: 10.1348/014466602165072. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. Paker. (2012). Önyargı Ve Ayrımcılığa Ilişkisel Psikanalitik Bir Bakış.. Ayrımcılık Çok Boyutlu Yaklaşımlar.. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. R. Anderson. (1991). The Adaptive Nature Of Human Categorization. Psychological Review. doi: 10.1037/0033-295X.98.3.409. | Arşiv Bağlantısı
- ^ H. Tajfel, et al. (2004). Political Psychology. Yayınevi: Psychology Press.
- ^ W. Peters. (1987). A Class Divided: Then And Now. Yayınevi: Yale University Press..
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 12:47:26 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17735
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.