Gurbetçi Şaban Filminde Göçmen Kimliğinin İşlenişi ve Analizi

- Blog Yazısı

Gurbetçi Şaban filmi; Kartal Tibet yönetmenliğinde başrollerini Kemal Sunal, Reha Yurdakul, Müge Akyamaç ve Yavuzer Çetinkaya'nın paylaştığı ve 1985 yılında yayımlanmış olan Türk sinema sektörünün önemli eserlerinden birisidir. Filmde Şaban isimli bir Türk’ün çalışmak için Almanya’ya gitmesi konusu işlenir. Filmin ana konusu Şaban’ın Almanya’daki hayatında yaşadığı entegrasyon problemleri ve iş koşulları sıkıntılarıdır. Film boyunca patron-işçi ilişkisi, Türkiye’den Almanya’ya göçen Türklerin ağır şartlar ve baskılar altında çalışması ve iş kurup geçinme çabaları anlatılmaktadır. Olayların anlatım şekli hiciv içerir, yani izleyiciyi üzerken güldürür. Filmin olay akışında genellikle göçmen Türk işçilerin yaşadığı zorluklara değinilse de yer yer zamanın Türk hükümetine de eleştirel göndermeler yapılır.
Gurbetçi Şaban: Sınır Ötesine Geçen Bir Türk
Türkiye’den Almanya’ya zengin olma hayali ile iş için göçen bir birey olarak Şaban diğer milletlerden göçmenlerin de bulunduğu bir “Heim”da yaşamaya başlar. Orada film boyunca yol arkadaşı olacak olan Bahar isimli bir diğer Türk göçmen ile tanışmıştır. Bu sırada deyim yerindeyse zenginlik hayalleri ile gittiği Almanya’daki iş arayışı sırasında diğer Türkler gibi kendisini bir “Matrix” içinde bulur. Zaten önceden göçmenler için hazırlanmış olan bir sistemin içinde bir başka çark olarak dönmeye başlar. Bir parkta tanıştığı Fritz isimli bir aracı sayesinde, filmin devamında eşi olacak olan Bahar isimli kadın ile aynı fabrikada çalışmaya başlar. Bu sırada ekonomik zorluklar, patron baskıları, kötü iş koşulları ve yabancılık hissiyatı baş göstermektedir. Bu durumdan muzdarip olan sadece Şaban’ın kendisi değil aynı zamanda da iş arkadaşlarıdır. Şaban sadece iş ortamında değil sosyal yaşamda da yabancılarla etkileşimde problemlerle karşı karşıya kalır. Basit gündelik etkileşimlerde Almanca’ya henüz hakim olmadığı için iletişim sıkıntısı çeker. Ne polislerle ne de sivil vatandaşlarla sağlıklı bir iletişim kurabilir. Polisleri gördüğünde nedenini bilmeden kaçmaya başlar. Kendisi için gelen yardım elini bir cop olarak görür. Tüm bunlar sadece Türkiye’den göçen bir bireyin karşı kültürü tanımadığı için gerçekleşen olaylar değil aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun onu ötekileştirmesine de bağlı olarak ortaya çıkan durumlardır. Gurbetçi Şaban, Türk göçmenlerin bir temsili olarak onların iş ve sosyal hayatını anlatan kolektif kimliğin bir sembolüdür. Bu film sadece göçmen Türklerin hayatını ve bakış açısını anlatmakla kalmaz aynı zamanda Alman toplumunun göçmenlere karşı olan tutumlarını da hiciv ve mizah yoluyla gözler önüne serer.
İş Değil, Umut Göçü: 60’lar portresi
60’lı yıllar hem Alman hem de Türk devleti için adeta bir “ekonomi anlaşması” zamanlarıydı. Alman hükümeti ikinci dünya savaşından sonra başlayan ve uzun bir süre devam eden iktisadi yükselişine iş gücü sağlamaya çalışırken, Türk hükümeti yapılan anlaşmayla kendi ekonomisine katkı sağlamayı istiyordu.
Takvimler 30 Ekim 1961’i gösterdiğinde taraflar arasında bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma yoluyla Türk işçiler Almanya’da çalışma ve kendi ailelerine döviz getirme fırsatı elde etti. Bu fırsat sadece Türk ailelerine değil aynı zamanda devlete de iktisadi katkı sağlayacaktı ve öyle de oldu. Türk devleti hem gelen dövizlerle hem de yurt dışından dönüp yatırım yapan insanlar sayesinde ekonomi refahını sağladı. Bu sırada anlaşmanın diğer tarafı olan sanayi devi Almanya ikinci dünya savaşından sonraki ekonomik büyümesine göçmen Türk işçiler yoluyla devam edecekti. İlk yıllarda göçmen Türk işçilerin geçici bir süreliğine çalışıp geri ülkelerine dönmeleri planlanırken, zaman geçtikçe hem şirketler kendi iş gücünün büyük bir bölümünü Türk işçilerle sağladığı için hem de Türk işçileri ülkelerine geri göndermek maliyetli olduğu için onların süresiz olarak yaşamalarına karar verildi. Bahsi edilen karar 60’lı yıllarda başlayan ve günümüze kadar süren bir araştırma ve çalışma konusunu ortaya çıkarmıştı: Türk göçmenlerin Almanya’daki yaşamı. Sözü edilen anlaşma sayesinde Almanya’ya göçen ve orada yaşayan Türkler zamanla farklı problemlerle karşı karşıya gelmeye başladılar. Alman hükümeti tarafından çeşitli sağlık ve mesleki yeterlilik testlerine tabi tutuldular. İlk başta kalıcı olmayacakları planlandığı için dil bilmeleri onlar için bir zorunluluk olarak görülmedi ama zaman geçtikçe ve kalıcı olmalarına karar verildikten sonra Alman hükümeti Türk bireylerden basit seviye Almanca dil becerisi edinmelerini de istedi.
Tüm bu süreç boyunca Türkler Almanya’nın farklı şehirlerinde yaşamaya başladı. Bu şehirlerden Türk nüfusu fazla olanlar; Köln, Düsseldorf, Frankfurt, Berlin gibi iş gücüne ihtiyaç duyan ve nüfusu fazla olan bölgelerdir. Zamanla yerelleşen ve vatandaşlık edinen göçmen Türkler yoğunlukla bu bölgelerde yaşadıklarından bölgeden bölgeye paralel toplum yapıları ortaya çıktı. Bu yapıların ortaya çıkmasındaki nedenlerin başında hem kültürel hem yaşam tarzındaki farklılıklar etkin olurken hem de yürütülen entegrasyon politikaları da etkili olmaktadır. Yürütülen çalışmalara ve verilere göre Almanya’da bulunan ikinci ve üçüncü nesil ilk nesilden daha iyi bir entegrasyon süreci gerçekleştirmiştir. Eğitim seviyesi, öncü kültürün diline hakimlik, bireyin kendisini içinde yaşanılan kültüre ait hissetmesi ve iş gücüne katılım gibi entegrasyon sürecinde önemli rol oynayan faktörler nesilden nesile artış göstermiştir.
Şaban Bize Ne Anlatmaya Çalıştı?
Bahsettiğimiz gibi kollektif kimliğin bir sembolü olan Şaban, izleyiciye film boyunca göçmen yaşamının hem iş hayatındaki hem de sosyal hayatındaki zorluklarını gözler önüne seriyor. Bu zorlukların başında dile hakimiyet eksikliği, ekonomik problemlerin baş göstermesi, iş hayatındaki baskılar ve yaşam tarzındaki farklılık ve kültürel yabancılaşma geliyor. Bu bağlamda, filmin farklı sahnelerinde karşımıza çıkan entegrasyon sorunlarını ve göçmen kimliğinin şekillenişini başlıklar halinde ele alacağız.
Onların Dilinden Anlamamak
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Dil bariyeri olgusu göçmenlerin karşı kültürle iletişim kuramamasındaki en büyük sebeplerden birisidir. Bu olgunun sebebi sadece karşı kültürün diline hakim olmamak değil aynı zamanda onların iletişim tarzlarına da hakim olmamaktan kaynaklanır. Bu problem sosyal hayatta ve iş hayatında bireyin toplum içinde yabancılaşmasına ve ötekileşmesine sebebiyet verir. Özellikle Gurbetçi Şaban filmi bağlamında bu konu sadece basit bir dil farklılığı olarak değil aynı zamanda kültürel kodların ortak olmayışı ve doğu-batı zıtlığının da bir yansıması olarak ele alınmalıdır. Edward Hall’un high- low context yaklaşımı konuya açıklık kazandırabilir ancak yazımızda teorik yaklaşımdan çok açıklayıcı ve sade bir yaklaşımı tercih ediyoruz.
Filmin ilk sahnelerinde Şaban, Heim’a gitmesinin ardından bir insan kalabalığıyla karşılaşır. Nuri adında birini bulmaya çalıştığı için bir Cezayirli ve bir Yunandan bilgi almaya çalışır. Dil farklılığı nedeniyle ikisiyle de iletişim kuramayınca „Burada herkes başka dilden konuşuyor. Birleşmiş milletler mi burası ya?“ şeklinde bir tepki verir. Sahnenin devamında bir çocuk Şaban’ı tanır ve onu Nuri’ye götürür. Bu sahne Almanya’nın geçmiş zamanlardaki çok kültürlü yapısını dil bariyeri olgusuyla gözler önüne serer. Şaban’ın iletişim kurmaya çalıştığı Cezayirli ve Yunan kadınlar, Almanya’da her ne kadar Türk göçmen nüfusu fazla olsa da başka milletlerden insanların da oradaki varlığını izleyiciye hatırlatır. Bu da demektir ki Türkler sadece Almanlarla değil aynı zamanda birçok farklı kültürden insanlarla da iletişim kurmakta ve anlaşmakta zorlanmaktadır. Bu çok kültürlülük durumu beraberinde paralel toplum yapısı, yerelsellik ve heterojen toplum gibi kavramları ortaya çıkarır.
Bir diğer sahnede ise Şaban bir dükkana gidip çalışandan sandviç ister. Şaban’ın Türk olduğunu anlayan çalışan 1 marklık sandviçi Şaban’a pahalıdan satmaya çalışır. Bunun üzerine Şaban „Almanlara bir mark Türklere gelince iki mark“ şeklinde cevap verir. Sandviçi almadan giderken Alman satıcı arkasından „Tschüss“ şeklinde bağırır ancak bunu da anlamayan Şaban „asıl sana çüş“ şeklinde tepki gösterir. Alman satıcının Şaban’ın Türk olduğunu anladıktan sonra sandviçi olduğundan daha pahalıya satma çabası Türklerin sadece iş hayatında değil aynı zamanda sosyal hayatta da ayrımcılığa ve yabancılaşmaya uğradığının bir göstergesidir. Birinci kuşak Türklerin bu tür dışlanmalara ve ötekileştirmelere maruz kalmaları ve entegrasyon problemleri onların mental sıkıntılarla karşı karşıya kalmalarına hatta bazı bireylerin intihara sürüklenmesine sebep olmuştur.[3]
İlerleyen sahnelerde artık Şaban’ın hayatına Bahar isimli kadın girmiş ve Şaban işe başlamıştır. Çocuk parası için döndüğü köyünden Bahar’a bir mektup yollar. Mektup tamamen Türkçe bir şekilde ilerlerken mektubun sonunda veda cümlesi olarak „ Groß gut, tschüss“ ifadesi kullanılır. Filmin başlarında en ufak Almanca veda kalıbını bile anlamayan Şaban artık toplumda yer edindikçe Almanca’yı tam olarak sökmüş olmasa da basit kalıpları anlamaya ve kullanmaya başlamıştır. İstatistik ve verilere baktığımızda iş gücüne katılım, dil öğrenimi ve karşı kültürle uyum içinde yaşamak gibi faktörler birbiriyle bağlantılı olarak karşımıza çıkar.[4] Bu da demektir ki Şaban’ın sosyal hayatta ve iş hayatında rol alması zaman içinde onun Alman dili üzerindeki hakimiyetini de arttırmıştır. Nesilden nesile Türklerin iş hayatındaki aktif katılımı ve dil öğrenim oranlarının paralel olarak artış göstermesi bu sahneyi açıklar niteliktedir.[1] Entegrasyon süreci sadece birkaç faktöre bağlı olarak değil, tümüyle bireyin günlük yaşamındaki fazla sayıda önemli unsurların bir araya gelmesiyle gelişir.
Dil hakimiyeti ve göçmen bireyin öncü kültürle olan iletişimi topluma uyum sağlama sürecinde önemli bir rol oynamaktadır. Öncü kültürün dünyayı ele alış şeklini ve batı dünyasının sahip olduğu oksidental bakış açısını anlamanın en önemli yollarından biri o kültürün diline hakim olmaktır. Geçmişten günümüze yapılan dil-düşünce çalışmaları bu iki kavramın birbirinden ayrılmaz bir bütün olduğunu ve karşılıklı etkileşim içinde bulunduklarını gözler önüne sermiştir. Sonuç olarak entegrasyon sürecinin en önemli parçalarından birisi içinde bulunulan toplumun penceresinden dünyaya bakabilmek; yani diline hakim olmaktır.
Gurbetçi Kesesi: Varlık İçinde Yokluk
Entegrasyon sürecinin bir diğer önemli parçası da bireyin sahip olduğu ekonomik sermayedir. Ekonomik sermayenin varlığı göçmen bir bireyin toplum tarafından daha kolay kabul edilmesinde önemli bir rol oynar. Sahip olduğu sermaye ile birey hem sosyal aktivitelere katılarak hem de kendisi için çeşitli yatırımlar yaparak kendisini toplum içinde ifade etme fırsatı bulur ve zamanla topluma uyum sağlayarak onun bir parçası haline gelir. Bu deneyim her bireyde farklı şekilde gerçekleşir. Kişinin önceki tecrübeleri, ilgi alanları ve içinde bulunduğu sosyal ortam kendini gerçekleştirme şeklini belirler. Bu süreçte sermaye bir araç entegrasyon ise amaç halindedir. Sermayenin miktarı kadar bireyin sermayeye erişme fırsatı da entegrasyon için önemli bir unsurdur. Toplum içindeki fırsat eşitsizliği veya yapısal engeller sermaye erişiminin önündeki engellerdendir.
Gurbetçi Şaban filminde de Şaban’ın filmin ilk kısmında ekonomik zorluk çektiğini ve Almanya’ya giderken zengin olma hayali kurduğunu görüyoruz. Almanya’ya giderken „mark milyoneri“ olma hayali kuran Şaban oraya vardığında çoğu Türk göçmenin karşılaştığı bir durumla karşılaşır: iş bulma sıkıntısı. 60’lı yılların başlarında yapılan anlaşmanın ardından Almanya’ya göçen ilk nesil halihazıra var olan iş gücü ihtiyacını büyük oranda karşıladı ama daha sonra 70’li yıllarda sonradan Almanya’ya göç eden insanlar çoktan anlaşmayla doldurulmuş olan iş gücü eksiğinden yararlanamayıp iş bulma konusunda güçlükler çekti. Şaban da bu durumdan muzdarip olan göçmenlerden birisidir. Çoktan işçi göçü anlaşmasıyla kendine Almanya’da iş edinmiş Türk toplumunun yanında kendisi iş bulma sıkıntısıyla hayat kurmaya çalışan bir göçmen haline gelir.
Göçmenlerin sermaye beklentisini ele alan ilk sahne Şaban’ın Köln’e gitmek için bindiği otobüs sahnesidir. Yanındaki Türk de Şaban gibi İstanbul’dan Köln’e gitmek için otobüse binmiştir. Şaban ile sohbet etmeye başlar. Sohbet esnasında Şaban „ ben de kölüne gidiyorum, çalışıp mark milyoneri olacam“ der. Bu cümle her ne kadar basit bir ifade olarak görünse de tarihsel ve sosyolojik olarak ele alındığında o zamanki göçmen Türklerin düşlerini yansıtan bir belirtidir. Hali hazırda ülkelerinde ekonomik sıkıntı çeken Türkler, Almanya göçleri esnasında doğal olarak sermaye edinmeyi planlamışlardır. Bu süreçte toplumun ekonomik durumunun etkisi olduğu kadar dönemin Batı‘ya duyulan merağının ve yüceltişinin etkisi bulunmaktadır. Maalesef ki göç sürecinden sonra göçmen işçiler beklediklerini tam olarak bulamamış ekonomik problemlerin yanında ötekileştirme, ayrımcılık ve entegrasyon problemleriyle de karşı karşıya kalmışlardır.
Filmin ileriki bir sahnesinde Şaban artık „Heim“ denilen konaklarden birine yerleşmiş ve amca oğlunun yanında konaklamaya başlamıştır. Odalarında yemek yedikleri sırada konu iş bulmaya gelir ve Şaban turist pasaportuyla Almanya’ya geldiği için iş bulma konusunda sıkıntı çekmektedir. Kuzeni ona oturma izninin olmadığını ve iş bulmasının çok zor olduğunu söyler. Bu sahne işçi göçünden sonra Almanya’ya giden kesmin iş bulma sıkıntısını yansıtan sahnelerden birisidir. Oraya bu zaman diliminde turist vizesiyle göç eden göçmenler sadece yabancılaşmanın stresini çekmezler aynı zamanda turist kimliğinde kaçak ve izinsiz şekilde Almanya’ya iltica edip orada çalışmanın ve yaşam kurmanın da baskısı altında kalırlar. Aile ve toplum tarafından onlara yönetlilen sessiz ama yoğun kendini gerçekleştirme ve toplumsal rol edinme beklentileri de bu baskılardan bazılarıdır.
Filmde yer verilen bir diğer konu ise çocuk parası (Kindergeld) konusudur. Almanya’da ekonomik sıkıntılar çeken göçmenler için çocuk parası bir ek gelir kaynağı olmuştur. Özellikle maddi durumu iyi olmayan ve gelir bakımından düşük ücretler karşılığında çalışan aileler için çocuk parası sadece çocuğun gereksinimleri için değil aynı zamanda ailenin geçimi için de önemi bir rol oynamıştır. Şaban da bu durumdan yararlanması gerektiğinin farkında olmayarak polisler tarafından bu sosyal yardımdan faydalanması için resmi kuruma götürülür. Sonradan işi kurnazlığa vuran Şaban kendi köyünden soy adları kendisiyle uyuşan çocukları kendi çocuklarıymış gibi göstererek bu yardım uygulamasından olabildiğince istifade etmeye çalışır. Bu durum sosyolojik açıdan bize göçmenlerin yasa dışı eylemleri gerçekleştirmesinin arkasındaki perdeyi aralayarak buna bir sebep sunar. Geçim sıkıntısı çeken göçmenler sistemin açığını bularak kendi refahlarını sağlamak için bu tür yollara başvurmuşlardır.
Almanya’ya göçen işçi Türkler genel anlamıyla ekonomik olarak sıkıntı çekmişler ve bu sıkıntıyla farklı şekillerde başa çıkmaya çalışmışlardır. Bireyin kendini toplum içinde gerçekleştirmesi yolunda önemli olan bu konu, yıllar boyunca işçi insanların sahip olduğu ana sıkıntılardan birisi olarak kendini göstermiştir. Sosyolojik açıdan bu durumların incelenip ortaya konması göç psikolojisi ve entegrasyon konusu bakımından büyük önem taşımaktadır.
Görünmeyen Emek, Duyulmayan Ses

Dil sıkıntısı ve ekonomik zorluklarla karşı karşıya kalan Şaban’ın en büyük problemlerinden birisi de sosyal hayattaki ve iş hayatındaki baskılarla mücadele etmektir. Göçmen işçi kimliğinde Almanya’da kaçak bir birey olarak yaşamaya çalışan Şaban Almanların göçmenlere karşı olan tavırlarını sosyal hayatta da iş hayatında da bizzat deneyimler.
Filmde bu bağlamda karşımıza çıkan ilk sahne Şaban’ın tren garında 3 Türk tarafından uyarılmasıyla başlar. Şaban’ın oturma izninin olmadığını anlayan Türkler polis gördüğünde saklanmasını söylerler. Bunun üzerine Şaban artık sokaklarda endişeli bir şekilde dolaşmaya başlar. Filmin ileriki bir sahnesinde polisler Şaban’ı gördüğünde onu yakalamaya çalışır ve bunun üzerine bir kovalamaca başlar. Sınır dışı edilme korkusuyla sonunda polislerin eline düşen Şaban, onlar tarafından „Familienkasse“ (aile kasası) denilen bir devlet kurumuna götürülür. Orada Şaban‘ın iki çocuk için 240 mark alacağını bildirirler. Daha sonra Bahar isimli kadın, Adı ve soy adı Şaban ile aynı olan ve vefat eden başka bir kişinin iki çocuğunun parasının ona verildiğini söyler. Şaban da bu vesileyle çocuk paralarını vefat eden kişinin annesine gönderecektir. Bu sahne izleyicilere hem göçmen Türklerin Almanya’da altında kaldığı baskı ve endişe durumunu gözler önüne serer hem de oradaki Türk diasporasının nasıl bir dayanışma içinde olduğunu gösterir. Bu dayanışma kültürü Türk toplumunun göçtüğü ülkedeki zorluklarla ve baskılarla mücadelesinin bir sonucudur. Aynı kültürden gelen ve benzer yaşam savaşları veren insanların sistemle başa çıkmasındaki en büyük yardımcılardan birisidir.
Göçmen baskısı hakkında bize bilgi veren bir diğer sahne de Şaban’ın çalışacağı fabrikaya gittiği ilk andır. Fritz isimli aracı Şaban’ı fabrikaya götürür. Karşımıza Türk işçilerin ağır zincir taşırken oradaki görevli tarafından „çabuk, çabuk. Schnell, schnell. Tembel Türk“ diye seslenildikleri sahne çıkar. Daha sonra fabrikatör Hans’ın görevliye „çalışıyorlar mı?“ sorusu üzerine, görevlinin „nefes almak yok, canlar çıkıyor“ dediği sahne karşımıza çıkar. Sahnenin devamında çalışan Türklerin yok yere yevmiyeleri kesilir ve „pis Türkler“ diye seslenilir. Ardından Şaban’ın işe başlayıp düşük ücret karşılığında çalışma izninin olmamasından dolayı tehdit edilerek zorla çalıştırıldığı sahne önümüze gelir. Artık Şaban göçmen işçiler gibi sistemin bir parçası haline gelmiştir. Bu adaletsiz sistemde iş hayatında diğer Türkler gibi mobbing ve emek hırsızlığından muzdariptir. Sahnenin devamında işçiler yemek molasındadır. Yemekhaneye giden Şaban bozuk yemeği görünce yemek istemez ama başka çaresi de yoktur. Devamındaki sahnede patronunun evine çalışmaya giden Şaban orada da Alman ailesi tarafından bir birey olarak değil sadece bir işçi olarak muamele görür. Evde maruz kaldığı muamele ve söylemler ırkçı, aşağılayıcı ve ötekileştiricidir. Sonraki sahneden tekrardan yemekhane karşımıza çıkar ve bu sefer bir Türk işçi bozuk yemekten zehirlenmiştir. Almanya’ya göçen Türklerin kötü şartlar altında düşük ücretlerle çalıştırılması filme bu şekilde yansıyan konulardan birisidir. Türklere karşı oluşturulan kalıp algılar ve onların zayıflıklarından istifade edilerek adaletsiz ve haksız şartlarda patron baskıları altında çalıştırılmaları filmde yer edinen konulardan olmuştur.
Şaban zamanla para kazanıp kendi şirketini kurduktan sonra eskiden kötü şartlar altında çalıştığı fabrikaya ortak olur ve oraya dönerek Türk işçilerin çalışma refahını sağlar. Onlara patron olarak hem sağlıklı yemek sunar hem de çalışma izni çıkarır. Bu sahneler Türklerin yurt dışındaki kollektif birliğinin filme yansımasından ibarettir. Onların karşılaştığı ayrımcılık, ötekileştirme ve yabancılık gibi problemler Almanya’daki Türk göçmenleri bu tür bir dayanışma içine itmiştir. Bu dayanışma Türklerin gurbette sadece iş ve sosyal sıkıntılarla değil aynı zamanda karşılaştıkları mental zorluklarla baş etmelerinde de yardımcı olmuştur. İki kültür arasında sıkışan ve kimlik çatışması yaşayan bu işçi bireyler kendi topraklarının ruhlarını oluşturduğu bu sosyal ağlarla sağlar. Bu ihtiyacın, dayanışmanın ve kimlik çatışmasının ilk nesilden sonraki nesilleri izleyen süreçte azaldığı ve entegre olan sonraki nesillerin ilk jenerasyona nazaran daha refah bir hayat geçirdiği bir gerçektir.
Anadoluluktan Avrupalılığa Çift Kimlik
Yazımızın bu başlığına kadar filmde izleyiciye yansıtılmaya çalışılan entegrasyon sıkıntıları, dil bariyeri, yabancılaşma, ötekileştirme gibi durumlardan, sosyal hayatta ve iş hayatındaki baskılar ve ekonomik problemlerden bahsettik. Tüm bu sosyolojik unsurlar her ne kadar filmde yoğun olarak verilse de bi onun kadar da film ilerledikçe Şaban’ın bir birey olarak nasıl entegre olmaya başladığını görüyoruz. Almanya’ya geldiğinde bir kelime Almanca bilmeyen, işçi bile olamayan, ekonomik problemler çeken ve anadolu usulü kıyafetlerle ekrana yansıyan Şaban filmin sonlarında karşı kültürün yaşamına ve sistemine daha entegre bir profille karşımıza çıkıyor.
Filmin ilk sahnelerinde Şaban’ı ceket ve kasketle otobüse binerken görüyoruz. Bu klasik Anadolu tarzını yansıtan giyim filmin ilk başlarında çokça karşımıza çıkar. Daha sonra Şaban polislerden saklanırken bir „Alman“ gibi görünmek için kasket yerine kafasına fötr şapka takar. Bu her ne kadar basit bir sahne olsa bile bireyin toplum içinde dikkat çeken bir farklılık olarak görünmesinden bir kurtulma çabasıdır. Şaban böylece asıl sahip olduğu sosyal çevrenin giyim tarzından vazgeçerek entegre olmak istediği çevrenin tarzına uyum sağlamaya çalışır. Filmin sonuna kadar Şaban girdiği çeşitli sosyal çevrelerde bu şapkayla görünür. İleriki sahnelerde filmin sonu yaklaşırken Şaban’ı artık fabrikasının ofisinde hem fötr şapkayla hem de yelekle görürüz. En başta kasket ve ceketle sahneye çıkan karakterimiz yaşadığı içsel ve kültürel yolculuktan sonra yaşamı kadar giyim tarzını da değiştirmiştir. Bir kültüre ait olmak ve hissetmek sadece onlar gibi konulup anlaşmak değil aynı zamanda onlar gibi görünüp davranmak anlamında gelir. Entegrasyon her ne kadar başlıklar altında incelense de bu süreç birkaç başlıkta anlatılamayacak kadar derin ve ayrıntılıdır.
Filmin bi bölümünde Şaban daha fazla çocuk parası alabilmek için köyüne gider ve isim ve soy isim benzerliği olan çocukları bulmaya çalışır. Bu sırada Bahar’a bir mektup gönderir. Mektup tamamen Türkçe’den oluşur ama veda kısmında „grüß Gott, Tschüss“ ifadesi yer alır. Filmin başlarında sandviç satın almaya çalıştığı çalışan ona „Tschüss“ diye seslendiğinde anlamayıp tepki gösteren Şaban artık bir Alman gibi vedalaşmaya başlamıştır. Almanya’da yaşayan Türklerin zaman içinde Almanca öğrenip iki dili birbiriyle harmanlayıp günlük hayatta kullandığı bir gerçektir. „Kanak Sprak“ adı verilen sosyolekt, göçmen işçi Türkler tarafından Almanca, Türkçe ve birkaç balkan dilinin özelliklerinin karşımından oluşur. Çift kültürlülük durumu beraberinde kültürlerin karışmasını getireceğinden göçmen kültüründe bu tür sosyolektlerle karşılaşmak mümkündür. Her ne kadar filmde „Kanak Sprak“ denilen sosyolekte dair bir şey görünmese de Şaban’ın Türkçe yazıp Almanca bitirdiği mektup sahnesi bize çift kültürlülüğün dile nasıl yansıdığını anlatır.
Filmin devam sahnelerinin birinde Bahar bir doğum yapar. Bunun üzerine Şaban yanına gelir ve çocuğunun adını ne koyacağını sorar. Bahar da „Koyuldar bile, Monica“ diye karşılık verir. Şaban da diğer çocuğunun adının Türkçe olmasını ister. İsim bilim açısından bakıldığında bu sahne göçmen yaşamı hakkında bize ipuçları verir. Doktorların bebeğe bu ismi koymasının en büyük göstergesi kültürel çatışmadır. Bunun yanında Almanya’ya giden göçmen Türklerin isim koyma konusunda bazı motivasyonları ön plana çıkar. İlk nesil diğerlerine göre daha az entegre olduğu için çocuklarına daha geleneksel isimler koydukları gerçektir. Jenerasyon ilerledikçe doğan yeni çocuklara koyulan isimler daha modern ve hatta bazıları Almanca’dır. Bunun sebebi ailelerin doğan çocuklarının sosyal ortama daha kolay adapte olmalarını sağlamak istemesi ve karşı kültürü biraz daha fazla benimsemiş olmalarıdır.
Sonuç
Bu yazıda Gurbetçi Şaban filmi bağlamında 60’lı yıllarda Almanya’ya işçi sözleşmesi yoluyla giden göçmen Türklerin karşılaştığı zorlukların bir kısmından bahsedilmektedir. Olgular ve olaylar sahne bazlı ele alınıp; tarih, sosyoloji, dilbilim, göçmen psikolojisi gibi alanlar açısından analiz edilmiştir. Göçmen Türklerin yurt dışında yaşadığı zorlukları konu edinen böylesine bilgilendirici ve yaygın bilinen bir film ulaştığı kitleye bu sürecin ne denli zorlu olduğunu mizah yoluyla sade bir şekilde aktarma işlevi görür. Bu tür eserlerin sosyal bilimler bağlamında incelenip yorumlanması toplumun bu tür sosyal duyarlılık gerektiren olaylar hakkında bilgilenmesini sağlar. Filmde görülen ve bu yazıda bahsedilen göçmenlerin sahip olduğu sosyal problemler sadece halk tarafından değil aynı zamanda toplumun kurumları tarafından da önemle takip edilip entegrasyon gibi süreçleri daha da kolaylaştırmak adına kültür çalışmaları yapılmalıdır. Çok kültürlülük ve entegre olamama durumu bireyin iç dünyasını büyük ölçüde etkilediği gibi toplumun dinamiğini ve uyumunu da oldukça etkisi altına alır. Toplum ve birey refahını sağlamak adına bu tür çalışmalar ve incelemeler hem insanları bilgilendirecek hem de uygun bir yol haritası çıkarma sürecinde yardımcı olacaktır.
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ Susanne Schührer. (Resmi Kurumsal Çevrimiçi Yayın, 2018). Türkeistämmige Personen In Deutschland Erkenntnisse Aus Der Repräsentativuntersuchung „Ausgewählte Migrantengruppen In Deutschland 2015“ (Ram).
- E. Acar. (2023). 1960-1965 Döneminde Türkiye’den Almanya’ya İşçi Göçleri.. International Journal of Social Sciences, sf: 38 - 69. | Arşiv Bağlantısı
- ^ M. E. Beutel, et al. (2016). Depression, Anxiety And Suicidal Ideation Among 1St And 2Nd Generation Migrants - Results From The Gutenberg Health Study. BMC Psychiatry, sf: 1-10. doi: 10.1186/s12888-016-0995-2. | Arşiv Bağlantısı
- ^ B. Sakın. (2018). Almanya Türklerinin Dil Tutumları Üzerine Toplumdilbilimsel Bir Araştırma. Current Research in Social Sciences, sf: 1-17. doi: 10.30613/curesosc.337804. | Arşiv Bağlantısı
- Stefan Luft. Die Anwerbung Türkischer Arbeitnehmer Und Ihre Folgen. (5 Ağustos 2014). Alındığı Tarih: 14 Temmuz 2025. Alındığı Yer: bpb.de | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 16/07/2025 12:51:39 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/21049
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.