Bakteri Hakları? Umursamazca Katlettiğimiz Canlıların Gözünden Dünya...
Uzun ve heyecanlı bir bilim kurgu yolculuğuna çıkmaya hazır mısınız? Bilimsel gerçeklerle harmanlayıp fantastik heyecan katacağımız canlılarsa, “bakteriler”!
Evet, bakteriler. Yani üstünkörü ve kaba bir şekilde tanımladığımız gibi “mikroplar”. Sanki hormon üretiminde, atık su havuzlarında hiçbir sosyal güvenceleri olmadan köle misali çalıştırdığımız yetmiyormuş gibi, işimiz bitince UV ışınlara, zehirli gazlara, yüksek sıcaklıklara maruz bırakarak yakıp yok ettiğimiz “mikroplar”... Dünya Savaşları sırasında yüz milyonlarla ifade edilen türdaşımız bir hiç uğruna yitip, toprağa karıştığında, var güçleriyle bizi ayrıştırıp doğanın düzenini korumaya çalışmış bakteriler... Kendilerinden istemediğimiz halde yoğurdumuzu, peynirimizi yapan, bağırsaklarımızın karanlık ve pis kokan köşelerinde sırf bizim için vitaminler üreten, gerektiğinde bizi bizim yerimize hayatta tutan bu hizmetkârlarımızı “mikrop” diye kestirip atmak tür ayrımcılığı değil de nedir? Bir köpeğin canını, bir bakteriden kıymetli kılan nedir?
Sağladıkları hizmet karşılığında, atıklarımızdan başka bir şey vermediğimiz bu olmazsa olmaz dostlarımızı hiç olmazsa hak ettikleri isimlerle anabiliriz diye düşünüyoruz. Her ne kadar sağladıkları faydaya ve görünümlerine göre bizim verdiğimiz isimler farklı farklı olsa da kendileri bize isimlerini bahşedene kadar onlara Lactobacillus brevis, Bifidobacterium longum, Pedicoccus pentosaceus, vb. diyebiliriz.
Bitti mi peki? Özgürlüklerini, yaşam haklarını kamçılarından (eh, bakterilerin elleri yoktur) aldıktan sonra, sırf onlara hakaret etmeme zorunluluğumuzu yerine getirdik diye onlara kendimizi affettirebilir miyiz? Probiyotik haplarda milyarlarcasını hapsedip, sindirim sistemimizi geliştirmeleri için onları köle gibi çalıştırmak amacıyla alıp sattıktan sonra, onlara hakaret etmesek ne yazar? Bu en büyük hakaret değil midir?
Peki ya yaşam hakkını almak? Sadece istemeden de olsa yemek yaparken sitoplazmalarını kaynattığımız, banyo zeminine boca ettiğimiz çamaşır suyuyla zehirlediğimiz veya yüzey aktif maddelerle elimizi yıkarken etraflarında alkali tuzlarıyla kanalizasyonun karanlık ve korku dolu borularına gönderdiğimiz dostlarımızın değil; kendi hür ve kötücül irademizle "deney" adı altında hapsedip, türlü eziyetler çektirdikten sonra özel hayatın gizliliğini hiçe sayarak "mikroskop" adında aletlerle yemek yerken, hareket ederken ve üreme yaparken gözlemlediğimiz, işimiz bitince de "biyolojik atık kutularında" taşıyıp, ölüm makinelerinde yaktıktan sonra toplu mezarlara gömdüğümüz dostlarımızın da yaşam haklarını hiçe sayıyoruz.
Ama onlar, ne zehirli maddeler metabolik enzimlerini inhibe edip kendilerini öldürürken ne de yüksek sıcaklıkta hücre duvarları eriyip membranları yırtılırken ve organelleri, sitoplazmaları dışarıya akarken bizden intikam almayı düşünüyorlar... "Sanki nükleuslarından zerre kötülük geçmiyor!" demek isterdik ama... Bakterilerin hepsi aynı kalıptan çıkmış değil.
Her bakteri, diğerleri kadar uysal ve iyi huylu değildir. Binlerce yıldır bakteriler nedeniyle kaybettiğimiz türdaşlarımıza bakarsak, en azından bazı kötü huylularının bizim canımızı alma gücünü hücre çekirdeklerinde barındırdığı aşikar. Bizden "intikam" mı alıyor, bilinmez. Ama öyle olmadığını umalım. Aksi halde şu anda sistemlerimize sızmış olan dostlarımız, yıllar sonra bize karşı isyan bayrağını çekecek olursa bu, türümüz için geri dönülemez, ağır ve utanç verici bir yenilgi olurdu.
Öyleyse bakterilerle olan güncel savaşımızdaki son noktaya bir bakış atalım: Bakteriler arasında kötü nükleuslu olan düşmanlarımız; genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden yıllarca bizi öldürerek savaşta türümüze ağır yaralar açtılar. Bizse, vücudumuzunun içindeki savunma sistemine ait hücrelerimizin haberimiz bile olmadan yaptığı kahramanca savunmalarla onlara karşı koyduk.
Ancak biz, bakterilerin aksine, sadece doğal yollarla evrimleşmiş silahlara muhtaç değiliz. Beynimiz sayesinde çok özel bir şey yapabiliyoruz: Bilim! Ve bilim sayesinde, teknoloji üretebiliyoruz. İşte geliştirdiğimiz teknolojilerden biri, bakterilerle verdiğimiz savaşta işleri değiştirecekti: Aşılar.
Aslında aşı dediğimiz şey, esir aldığımız zayıf düşmanlarımızı idman tahtasına oturtup, bağışıklık hücrelerimizin onları tanımasını sağlamaktan ibarettir. Böylece savunma ordumuzu, gerçek bir savaşta onlara ve taktiklerine karşı hazırlıklı tutabilmekteyiz.
Hoş, aşıları daha ziyade bakteriler için değil de, onların bir benzeri olan; ama aslında kendileri de bakterilerle amansız bir savaş içinde olan virüsler için geliştirdik. Yani bu savaşın tek bir cephesi yok. Virüsler, bakterileri esir alıp, onların çekirdekleri içindeki genlerini zorla kullanarak kendi kopyalarını üretebilen; aslında tüm bunları yapabilmelerine rağmen "canlı" bile olmayan, tuhaf varlıklardır. Tıpkı bizim bakterilere karşı savunmaya sahip olmamız gibi, bakteriler de virüslere karşı savunmaya sahiptir. İlginçtir; bu savunma sistemini daha iyi tanıdığımızda, insanlık tarihinin geliştirdiği gelmiş geçmiş en üstün gen kesme biçme yöntemini keşfetmiş olduk. Ancak bu ayrı bir hikayenin konusu...
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Aşılar diyorduk. Aşıları, virüslere karşı geliştirmiş olsak da, bakteriler için de büyük oranda işe yaradığını keşfetmemiz çok sürmedi. Farklı bakteriler için farklı aşılar ürettik ve kendimizi korumaya almaya başladık. Ama bu yöntem, yani düşmanı esir alıp da idman tahtası olarak kullanmak, belki de biz insanlığın bu savaşta işlediği ilk savaş suçuydu.
Burada durduk mu? Elbette hayır. Sonra, antibiyotiği keşfettik ve bakterilerle olan savaşımızda yepyeni bir devir başladı. İsmi bile ürpertici: Antibiyotik. "Yaşama karşı olan madde". Bunlar, bakterileri doğrudan öldüren kimyasal çorbalardı. Bir nevi biyolojik silah! Bu biyolojik silahlar sayesinde birçok düşmanımızın kökünü kazıdık. Evet, şaka değil, bizi artık hasta edebilecek sayıda bakteriyi sağ koymadık!
Ama bunu yaparken, bizim faydamıza çalışan bakterilerden de sayısız bireyi katlettik; deneylerimizde heba oldular. Hatta bakterilere karşı savunma hatlarımızı kurabilmek için mantarlar gibi bazı diğer canlıları da saflarımıza çektik. Örneğin meşhur "penisilin" isimli antibiyotiği, köleleştirdiğimiz Penicillium gibi mantarlardan elde ettik! Onlar kendilerini, kendi savaşlarındaki bakterilerden korumak için antibiyotikler üretiyorlardı, biz onlardan bu ürettiklerini çalarak kendimizi iyileştirmeyi hedefliyorduk. Nasıl bir türüz?!
Üstelik bazı antibiyotiklerimiz çok iyi hazırlanmamıştı; bize çalışan bakterileri de öldürüyordu. Daha da fenası, bazı insanlar bu biyolojik silahın kullanım kılavuzunu düzgün takip etmedikleri için dozları yarıda kesiyor ve kötücül bakterilerin yeterli olmayan doz sayesinde hayatta kalmasına, bunu yaparken de antibiyotiğin doğasına adapte olarak güç kazanmalarına sebep oluyorlardı. Bir silahı düzgün kullanmayı bilmezseniz, kısa sürede kendi ayağınıza sıkmanız kaçınılmazdır.
İşlediğimiz savaş suçları bakterileri esir alıp onları denek olarak kullanmak veya biyolojik silah kullanımıyla da sınırlı değil! Tahlil yapmak için hapsedip, türünü öğrendikten sonra yine toplu mezarlara gömdüğümüz düşmanlarımız da utanç kaynağımız.
Peki, nedir bu savaşların sebebi? İki tarafın da (özellikle bizim) bu kadar çirkinleşmesine ne sebep oldu?
Bir an için düşünün. Çok değil, birazcık empati yapın: Atık sularda yaşayan bir Vibrio cholerae bakterisisiniz. Tüm gün pis kokular içinde, bir miligram glikoz peşinde yüzüp duruyorsunuz. Yüz binlerce bireyi olan, dolayısıyla besin için an bean mücadele vermek zorunda olan bir koloninin ufacık bir parçasısınız. Bir yandan türlü düşmanlara karşı durup, hayatta kalmaya çalışırken, bir yandan da durmaksızın değişen çevre koşullarıyla boğuşuyorsunuz.
Ve bir gün reseptörlerinizden birine bir sinyal geliyor: Devasa bir organizmayla karşılaşıyorsunuz. Size sunabileceği fırsatlar adeta bir rüya gibi: Normalde yaşadığınız dünyanın aksine, stabil ortam koşulları. Stabil sıcaklık, stabil ph, stabil basınç, stabil oksijen basıncı... Günün her saatinde damar denilen devasa borulardan besin akıyor. Siz olsanız ne yapardınız? Böylesi güvenli bir bölgeye ulaşmak için var gücünüzle saldırmaz mıydınız?
Öyleyse ne diye onlara karşı her türlü savunmayı yapma hakkını kendimizde buluyoruz? Hepimiz "Atasal Prokaryot"un torunları değil miyiz? Hepimiz onun genlerinden bir parça olsun bulundurmuyor muyuz? Türler arasına barış, herhangi bir zamanda gelecek mi?
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 22
- 15
- 10
- 8
- 4
- 3
- 3
- 3
- 3
- 1
- 1
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 20:23:06 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/633
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.