Bağlanma Kuramı: Bebek ile Anne Arasındaki Bağ, Gelecekteki İlişkilerimizi Nasıl Etkiliyor?
Sağlıklı İlişkiler Kuramıyor ve İlişkilerimizi Yürütemiyor Olmamızın Nedeni, Çocukluğumuzda Yaşadıklarımız Olabilir mi?
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Günlük hayatımızda kendimiz ve çevremizdekilerin ebeveynlerle olan bağını çok sık görürüz. Hepimiz annesinin yemeğinin tarifini veren ya da lezzetini anlatan biriyle ya da Instagram profilinde "#aile" etiketiyle paylaşılan onlarca fotoğrafa tanık olmuşuzdur. Kendi ayakları üzerinde duran bireyler de olsak, bu bağın bir çoğumuz için devam ettiği ve hayatımızın her döneminde kişiliğimiz üzerinde bir rolü olduğu aşikardır.
Peki hiç düşündünüz mü: Sağlıklı ve mutlu bir ilişki yaşamak neden bu denli zordur? Koltuğa uzanıp çocukluğumuzun derinliklerine inmemizi gerektirecek kadar önemli bir konu mudur? Kökenleri sahiden de çocukluğumuza iniyor olabilir mi? Bağlanma dediğimiz olgu, her zaman olumsuz sonuçlar mı doğurur? Gelin bunları Bağlanma Kuramı çerçevesinde inceleyelim.
Bu yazımızda işleyeceğimiz Bağlanma Kuramı (veya Bağlanma Teorisi), bu bağın temelini ve davranışlarımız, kişiliğimiz ve belki de en çarpıcı olanı; diğer insanlarla olan ilişkilerimiz üzerindeki etkilerine dair temel hususları ortaya koymaktadır. Bağlanma teorisinin temel ilkeleri İngiliz psikoanalist John Bowlby (1907-1990) tarafından konmuş ve teori Mary Ainsworth (1913-1999) tarafından geliştirilmiştir.
Bağlanma Teorisi Nedir?
John Bowlby, 1907 yılında İngiltere’de doğmuş ve yüksek sınıfa mensup bir çocukluk geçirmiştir. Her ne kadar yüksek sınıf mensubu olsa da ailesi ile pek vakit geçirememiş hatta dört yaşına kadar ailesi yerine dadısı tarafından yetiştirilmiştir. Ne var ki dadısı Bowlby’yi tam dört yaşındayken terk etmiştir. Yedi yaşında yatılı okula gönderilmiştir. Okulu o kadar sevmiyordur ki “Yedi yaşındaki bir köpeği bile yatılı okula göndermezdim” şeklinde bir konuşma yaptığı bilinmektedir. Her ne kadar okulu sevmiyor olsa da başarılı bir tıp öğrencisi ve araştırmacı olmuştur.
Bowlby, bir bebeğin ebeveynlerinden uzaklaştırıldığından verdiği ağlama, tutunma, çaresizlik tepkilerini incelerken, bunların diğer memeli yavrularının tepkileri ile benzer olduğunu ve bu tepkilerin evrimsel bir amaca hizmet ediyor olabileceğini fark etmiştir.
İnsan Bebeklerinin Aciziyeti
İnsan yavrusu diğer canlılara göre çok daha yoğun ve çok daha fazla uzun sürecek bakıma muhtaç bir şekilde dünyaya gelir. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığı zaman insan yavrusu hayatta kalamaz. Bu yüzden her zaman kendisinin ihtiyaçlarını karşılayacak bir figüre ihtiyaç duyar. Bu figür genellikle annedir. Anne ve yavru arasındaki ilişki veya bağ doğada karşılaşabileceğimiz en muazzam durumlardan biridir. İşte Psikanalitik Kuram bu bağlanmaya Dolap Teorisi olarak da ifade edilen "Çocukların anneye bağlanmasının sebebi, annenin besin ihtiyacını karşılıyor olmasıdır." şeklinde bakıyordu.
Sonraki dönemlerde psikanalitik gelenekte eğitim almış John Bowlby, psikanalitik kuramın bu konuya bakışını eksik ve yetersiz bulmaya başladı. Çünkü yapığı çalışmalar, bu bakışın eksik ve yetersiz olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyordu. Bu çalışmalar erken yaşta annelerinden ayrılan erkek çocukların, temel bakım ve besin ihtiyaçları karşılanmış olmasına rağmen hem genç ergenlik dönemlerinde hem de yetişkinlik dönemlerinde (annelerinden ayrılmayan çocuklara göre) yüksek suçluluk oranlarına sahip olduğunu, fiziksel ve ruhsal hastalıklara daha fazla yakalandıklarını gösteriyordu.
Bowlby bu boşluğu doldurmak için Bağlanma Kuramını (İng: "Attachment Theory") geliştirdi. Bebeklik dönemine dayanan sosyal davranışlarımızın temeli, anne (birincil bağlanma objesi, bakıcı) ve bebek arasındaki bağlanmadır diyen bu kuram, bebeklikte yaşadığımız bağlanma tarzımızın duygusal ve sosyal gelişimimizi etkilediğini ve yetişkinlikte kurduğumuz duygusal bağlarla çok yakın bir ilişkisi olduğunu söylüyordu. Ayrıca Bowlby'e göre yavruların sadece besin ihtiyacını karşılamak bağlanma tarzlarımızın, psikolojik ve fiziksel sağlığımızın olumlu olmasını sağlamıyordu.
Bowlby bebeğin ayrılık durumunda gösterdiği bu tepkilerinin ilk bağlanma figürüne yani bebeğe bakım ve koruma sağlayan birincil figür olan anneye karşı "bağlılık davranışları" olduğunu, zira insanların da diğer memeli yavruları gibi karınlarını kendi kendilerine doyuramadıkları ve kendilerini korumaktan aciz oldukları için kendilerinden daha üstün ve yaşça büyük bireylerin bakım ve korumasına muhtaç olduklarını, evrimsel tarih incelendiğinde bağlanma figürüne yakın kalmayı başaran bireylerin hayatta kalma ve üreme yaşına erişme olasılıklarının daha yüksek olduğunu belirtmiştir. Bowly'nin "bağlanma davranış sistemi" olarak tanımladığı bu sistem, "bağlanma figürüne yakınlık" üzerinden doğal seçilim yoluyla ortaya çıkmıştır.[1]
Yani bir bebek, kendini besleyebilecek ve koruyabilecek yaşa erişene kadar kendisine ilk bakım veren figüre ne kadar yakınsa, üreme yaşına gelebilme ihtimali o kadar yüksek olmaktadır. Bu da, bakım verene yakın yavrular için bir doğal seçilim baskısı oluşturmaktadır.
Bağlanma sistemi uyarınca bir çocuk, bağlanma figürüne yakınsa ve bu figürden yeterince bakım, ilgi alabiliyorsa ya da sevildiğini ve güvende olduğunu hissediyorsa çevresine karşı daha ilgili ve sosyal davranışlar geliştirir ve başkalarına güven duyar. Bunun tam aksi durumda ise kaygı geliştirir ve bağlanma davranışı farklı şekillerde gelişir, güvende olma ve sakinleşme duyguları sekteye uğrar.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bowlby, teorisini çalıştığı kliniklerde gözlemlediği suça eğilimli çocuklar üzerinde yaptığı çalışmalar ile birlikte evrimsel biyoloji, davranış bilimleri, gelişim psikolojisi, bilişsel bilim ve kontrol sistem teorilerinin yeni anlayış biçimlerinden de faydalanmıştır. Bowlby, 40'lı yaşlarında Dünya Sağlık Örgütü’nde çalışırken, Maternal Care and Mental Health (Tr: "Annelik Bakımı ve Zihinsel Sağlık") adlı bir makale yayımlamıştır. Bu çalışmada, bebek ile anne arasındaki bağ ile ilgili olarak yaygın kabul gören anlayışa saldırmış ve şefkat duygusunun çocuğu şımartmayacağını ortaya koyan şu cümleyi sarf etmiştir:
Kemik gelişimi için D vitamini ne kadar gerekliyse doğru bir kişilik gelişimi için de anne bakımı gereklidir.
Bowlby'nin bu kuramından sonra pek çok bilim insanı birincil bağlanma objesi ile bebek arasındaki bu ilişkiyi son derece ilgi çekici bulmuş ve araştırmıştır. Bu cümle ve ardında yatan fikir, psikoloji dünyasında büyük bir devrim yaratmıştır: Eskiden hastanelerin yeni doğanlar için uyguladığı, bebeklerin yalnızca ziyaret edilebildiği hatta onlara temasın bile yasak olduğu ziyaret kuralları büyük ölçüde değiştirilmiştir. Artık ebeveynler, çocuklarıyla birlikte kalabilmeye başladı!
Peki bu fikrin altını dolduran deneyler hangileriydi?
Bağlanma Teorisi'nin Kalbindeki Deneyler
Bowlby'nin bağlanma teorisi destekleyen bir çok deney ve gözlem mevcuttur. Bunlara kısaca bakış atalım.
Harlow'un Bağlanma Deneyleri
Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan pek çok deney bu kurama katkı sağlamıştır. Bunlardan en çok bilineni Harry Harlow'un maymunlar üzerinde yaptığı deneydir. Bunlardan biri, al yanaklı maymunlar ile gerçekleştirilmiştir. 1950'li yıllarda Harry Harlow, sevgi ve ilişkilere dair araştırmalar ve özellikle de maymun ebeveyn ve onların çocukları üzerinde çalışmalar yapmaktaydı. Yaptığı iki deney neticesinde, anne sevgisinin fizyolojik değil, duygusal temelli olduğunu ve çocukluk dönemindeki deneyimlere dayandığını ve bu sevme kapasitesinin sonradan değişmediğini keşfetmiştir.[2]
Harlow, iki çalışmasında da denek olarak kullandığı yavru maymunları, anne maymun doğum yapar yapmaz anneden ayırarak bir kafese yerleştirmiştir. Bu kafesler maymunların rahat edebilecekleri konforda hazırlanmış ve yavru maymunlar burada büyümüşlerdir. Kafeslere tahta ve telden yapılmış silindir şeklinde yapay iki anne maymun monte edilmiştir. Annelerden birinin kafası tahtadan, vücudu ise telden yapılmış ve süt verebilmesi için göğsüne biberon yerleştirilmiştir. Ayrıca yavru maymun ona temas ettiğinde arkasındaki ampul sayesinde sıcaklık verebilmektedir. Diğer yapay anne maymun ise aynı şekilde tahta bir kafa ve tel silindir bir gövdeden yapılmış, temas halinde sıcaklık verebilmesi için arkasına bir ampul yerleştirilmiştir. Fakat bu yapay anne maymuna, diğerinden farklı olarak kahverengi yumuşak bir havlu sarılmış ve göğsüne biberon yerleştirilmediği için süt verememiştir.
Araştırmacılar yavru maymunları izlemeye başladıklarında acıkan yavru maymunların beklendiği gibi süt veren tel yapay anneyi seçtiklerini görmüşlerdir. Sadece besin ihtiyaçları olduğunda o yapay anneyi giden maymunlar, araştırmacıların kafese onların korkabilecekleri nesneler koyduklarında, doğruca kahverengi havluyla sarılan yapay anneye koşmuşlar ve ona sarılarak rahatlamaya çalışmışlardır. Kaygı, korku ve anksiyetik durumlarda havluyla sarılan yapay anneye sarılmışlardır. Ayrıca yavru maymunlar uyumak istediklerinde de yine havluyla sarılmış yapay anneye sarılarak uyumaya çalışmışlardır.
Bu çalışmadan çıkan en önemli sonuç, bebek ve anne arasındaki bağlanma sisteminin doğrudan besin ihtiyacı gibi fizyolojik ihtiyaçların karşılanmasıyla oluşmadığını göstermesidir. Yani birincil bağlanma objesi ve yavru arasındaki bağlanmanın oluşması için besin ihtiyacının karşılanması tek başına yeterli değildir. Bu çalışma psikanalitik kuramın iddia ettiği "Çocuk ve anne arasındaki temel bağlanma besin ihtiyacından ileri gelir." iddiasını deneysel olarak çürütmüş ve Bowlby'nin görüşlerini yine deneysel olarak desteklemiştir.
Harlow'un deneylerinden çıkan bir diğer ilginç sonuç ise deneyde kullanılan yavru maymunların, gerçek bir anne-yavru ilişkisi yaşayamadığından, yani gerçek bir bağlanma gerçekleşmediğinden bu yavruların yetişkinlik dönemlerinde ciddi sosyal sorunlarla karşılaşmış olmalarıdır.
Bu yavrulardan erkek olanlar, yetişkinlikte çiftleşme sorunları yaşamışlar, bazıları çifteleşmede zorlanırken, bazıları hiç çiftleşememişlerdir. Dişi maymunlar ise kendi yavrularıyla sağlıklı ilişkiler kuramamış, onlara ciddi cezalar ve yaptırımlar uygulamışlardır. Bazılarının, yavrularını öldürdüklerine dair iddialar da olmuştur. Sosyal ve duygusal anlamda erkek maymunlar da dişi maymunlar da son derece ciddi sorunlarla karşılaşmışlardır.
Harlow'un deneyleriyle ilgili daha fazla bilgiyi buradaki analizimizden alabilirsiniz.
Psikososyal Gelişim Kuramı
Erik Erikson'un Psikososyal Gelişim Kuramı da Bağlanma Teorisini desteklemektedir. Erikson, insan gelişimini sekiz evrede tanımlamaktadır: İlk evre psikoanalitik dönemde oral evreye karşılık gelen yaşamın ilk senesidir ve Erikson'a göre bu dönemde ortaya çıkan sosyal etkileşim "güven" ve "güvensizliktir". Çocuğun özgüven, diğer insanlara karşı güven duyma hissi bu donemde aldığı bakim ve sevgiye bağlıdır. Bu dönemde eksik şefkat ve bakım gören çocuk, yaşamın ileri evrelerinde diğer kişilere karşı güvensiz olacak ve korku, kuşkulu bir tutum edinecektir.[3]
Ainsworth'ün Çocuklar Üzerindeki Çalışmaları
1953 senesinde Mary Mary Ainsworth ve arkadaşlarının Uganda'da yürüttükleri çalışma sayesinde, Bağlanma Teorisi'ne dair çocuklar uzerinde ilk somut deneysel çalışma gerçekleştirilmiştir. Ainsworth, yaşları 1 ila 24 ay arası değişen bebekleri olan 26 aileyi, 2 haftada bir ve her görüşme 2 saat olacak şekilde, toplamda 9 ay boyunca gözlemlemiştir. Bu gözlem, ailelerin kendi evlerinde yapılmış ve Ainsworth, anne-çocuk arasındaki yakınlık ve bakım seviyesini doğrudan izleyebilmiştir. Bu araştırmanın neticesi olarak Ainsworth bağlanma teorisini güvenli ve güvensiz ("kaygılı-dirençli", "kaçınan" ve "yönelim sorunlu") olarak sınıflandırmıştır.[4] Ainsworth de çocuklarda güvenli bağlanma gelişimi için annenin hassasiyetinin ciddi rol oynadığı sonucuna varmıştır.
Bağlanmaya Evrimsel Perspektiften Bakış
Bowlby'nin, çocukları ve anneyi birbirine bağlayan bilişsel, duygusal ve davranışsal bağlara duyduğu ilgi, zekice gözlemleriyle başladı. Neredeyse bütün dünya kültürlerinde, hayvanlarda ve özellikle bazı primat türlerinde, anne ve yavru arasında çok benzer ilişkiler vardı. Neredeyse bu türlerin hepsinde genç ve savunmasız yavrular bakıcılarından (birincil bakım objesi, anne) ayrıldıklarında özel bir sıra ile aynı reaksiyonları gösteriyorlar. Ayrılıktan hemen sonra yavrular şiddetli bir şekilde protesto edip ağlamaya ve çığlık atmaya başlıyorlar. Bakıcılarını ararken öfke patlamaları yaşıyorlar. Daha sonra bakıcı geri dönmezse, ikinci aşamada bu yavruların motor aktiviteleri yavaşlıyor ve derin bir sessizliğe gömülüyorlar. Bakıcı hala ortalıkta yoksa yavrular üçüncü ve son aşamaya geçiyorlar. Bu aşamada yavru, bakıcının yokluğunda normal aktivitesine devam etmeye başlıyor. Yüksek derecede bağımsızlık ve kendine güven davranışları sergilemeye başlıyor.
Ayrılıktan sonraki ilk adım ya da ilk strateji, Bowlby'e göre hayatta kalmak adına çok iyi bir stratejidir. Özellikle henüz gelişimini tamamlayamamış ve yüksek derecede bağımlılığa sahip yavrular, evrimsel tarih boyunca çok kısa bir zaman için bile doğada bakıcılarından ayrıldıklarında, yırtıcı hayvanların saldırılarına uğrayıp, onlara yem olma ihtimalleri yüksek canlılardır. Bu yüzden ayrılıktan hemen sonraki protestolar hayatta kalmak için çok önemlidir. Bu şekilde yoğun bir protesto genellikle bakıcıları yavrularına geri getirir.
Eğer yavru bu gürültülü, çığlıklı ağlama olan ilk aşamada bakıcıyı kendine geri getirmede başarısız olursa ikinci strateji olan umutsuzluk ve sessizlik aşamasına geçer.
Motor aktivitelerin son derece yavaşladığı ve yavruların derin bir sessizliğe gömüldüğü bu aşama, Bowlby'e göre evrimsel açıdan hayati öneme sahipti. Çünkü eğer bu aşmada motor aktiviteler yavaşlamazsa, doğa tehlikeli şartlarla dolu olduğu için yavru, anneyi ararken yaralanabilir veya zarar görebilir. Eğer yavru, ikinci aşamaya geçmeyip sessizliğe gömülmezse, birinci aşamadaki çığlıklar ve ağlamalar uzun süreli devam eder, doğadaki vahşi hayvanları kendine çekebilir ve onlara yem olabilir. Böylece yavru, ilk stratejide başarısız olursa hayatta kalması ve yaralanmaya sebep olabilecek risklerden ve yırtıcılardan korunmak için en iyi yol olan ikinci stratejiye geçer.
Bowlby, bu sessizlik ve umutsuzluk aşamasından sonra da bakıcılarıyla bir araya gelemeyen yavruların üçüncü ve son aşamalarının da hayati öneme sahip olduğunu biliyordu. Bu aşamada bakıcının yokluğunda normal aktivitesine devam eden yavrunun yüksek derecede bağımsızlık ve kendine güven davranışları sergilemesi, artık bakıcı geri dönmeyeceği için yeni potansiyel bakıcılar araması açısından önemlidir. Yavru, yeni sevgisel bağlar arar, eski bağlarını keser ve kaynaklarını ihtiyacı olan bir yavruya vermeye hazır olan yeni bakıcılar bulmaya çalışır. Eğer bu aşama olmazsa, henüz gelişimini tamamlamamış yavrular, doğanın tehlikeleriyle yalnız kalacak, ömürleri çok uzun süreli olmayacaktı. Bu yüzden bu üç aşama da anne ve çocuk arasındaki bağlanma ve yavrunun hayatta kalması için çok kritik aşamalardır.
Bağlanma Sistemi, özellikle gelişim yıllarının en savunmasız zamanlarında, yavruyu hayatta tutan, sağlıklı fiziksel, psikolojik ve sosyal gelişimlerini sağlayan, evrimsel süreçte tehlikelere karşı durmamızı sağlayan, harika bir evrimsel mekanizma olarak bizde gelişen ve zaman içinde yerleşen bir sistem olduğunu bu aşamalardan çok kolay anlayabiliyoruz.
Bağlanma Teorisi Neden Önemlidir?
Bu araştırmalar, sonuçlarının elde edildiği dönemde çocuğa dokunma ve ilgi göstermenin, çocuk gelişimi üzerinde olumsuz etki yaratacağına dair yaygın kanının çürütülmesi, ebeveyn ve çocuk arasında gereken bağın kurulması, çocuğun sağlıklı bağ kurabilmesi ve yetişkin dönem davranışlarının da sağlıklı olabilmesi açısından hayati öneme sahiptir. Zira o dönemde bazı psikologlar, anne sevgisinin çocuğu şımartacağını, eğitimine engel olacağını ve hatta tehlikeli olduğunu bile öne sürmekteydi.[5]
Bağlılık teorisinden önce, çocuğun kişilik gelişiminde, çevreden ziyade içsel çatışmanın rol oynadığına dair Psikoanalitik Teori kabul edilmekteydi. Bu ise bilimsel deneylerden ziyade, felsefi bir iddiaya dayanmaktaydı. Bowlby, ilk kez çocuğa yalnızca fiziki bakim sağlamanın yeterli olmadığı ve çocuğun şefkat, sevgi ve güvende hissetmeye, fiziki bakımdan daha bile fazla ihtiyaç duyduğunu ortaya koymuştur. Çocuğun ileride çevresi ile bağlanma şeklini, zorluklarla başa çıkabilme kapasitesini de bu ilk ilişki belirlemektedir.
1950'de Dünya Sağlık Örgütü için yazdığı raporda Bowly, çocuğa verilecek anne bakımının, kemiklerin D vitaminine olan ihtiyacı kadar elzem olduğunu belirtmiş, bu raporu neticesinde bakim evlerindeki ziyaret sıklık ve usulünün dahi değişmesini sağlamıştır. Rapor sayesinde ziyarete gelen kişilerin çocuklarla temas kurabilmesine olanak sağlanmıştır.
Yukarıda belirttiğimiz bağlanma teorileri incelendiğinde, bireylerin yakın ilişkilerinde, ebeveynlik tarzlarında, romantik ilişkilerinde ve hatta boşanma- ayrılık süreçlerinde bile çocukluk dönemi bağlarının ya da bağ yoksunluğunun etkileri çarpıcı biçimde görülmektedir. Bu teori, yetişkinlik ilişkilerimize de ışık tutmakta, insan psikolojisi ve davranışlarını aydınlatmaktadır.
Yetişkinlerde Bağlanma Tipleri ve Bazı Çocuklarda Görülen Ayrılma Kaygısı
1959 yılında yayınlanan Separation Anxiety (Tr: "Ayrılma Kaygısı") adlı kitabında Bowlby, yeterli ebeveyn bakımının olmadığı koşulları ve etkilerini incelemiş ve ebeveynlerinden ayrılan çocukların davranışlarını gözlemlemiştir. Bu çocuklar, eğer uzun süre uzak kalmışlar ise, hala ailelerinin sevgisine ve ilgisine ihtiyaç duymakla birlikte, sevdikleri her şeyin bir anda kaybolacağını düşünmeye başlamaktadırlar. Kendilerini güvende hissetmek isterler ve güven ortamı sağlayamadıkları durumlarda kolaylıkla üzülmektedirler. Çok çabuk değişen ruh haline bürünebilirler. Bir anda cesaretlenirken bir anda ağlamaya başlayabilmektedirler yani savunmasız, kırılgan duygulara sahiptirler. Bu gördüğünüz sahne Bowlby’nin Kaygılı Bağlanma (İng. "Anxious Attachment") olarak adlandırdığı terimin bir örneğidir.
Ebeveynlerden ayrılmanın derecesi bizleri farklı problemlere götürebilmektedir. Çocuk o kadar çaresiz hissedebilir ki Bowlby’nin "kopuk, soğuk, bağlanmamış" (İng: "detached") dediği hale gelebilmektedir. Kendilerini korumak için, tıpkı bir kaplumbağa misali, kabuklarına çekilir ve iç dünyalarına gizlenirler. Çocuk, artık eskisinden uzak ve soğuk olmaya başlamaktadır. Artık yeni bir terime doğru yelken almaktadırlar: Kaçınan Bağlanma (İng: "Avoidant Attachment"). Bu terimin güzergâhında sevgi, şefkat gibi ılımlı duyguların uğrak alanları yoktur. Daha açık ifade etmek gerekirse bu tür çocuklar artık tüm olumlu duygulardan kaçma eğilimine girmişlerdir. Aslında çaresizce bir güven duygusu ararlar ama bu duygu onlar için kaçınılması gereken, tehlikeli bir alan haline gelmiştir.
Bowlby’nin bir diğer odağı, güven bağlarını kurmak üzereyken çok fazla zorlukla karşılaşan çocuğa neler olduğu hakkındadır. Bu süreçte, başlangıçtaki sorulardan birine cevap bulabiliyoruz: Çocuklukta yaşanan bu durum sadece 8-10 yaşlarındaki bireyleri değil, tüm hayatı etkilemekte ve şekillendirmektedir. Bağlanma biçimlerimiz, erken yaşantılarımızdan beslenmektedir. Bunu, bizim tiyatro sahnemizde haberimiz olmadan yazılan bir "devam oyunu" gibi düşünebiliriz. Yetişkinlik dönemlerimizde olacaklar, artık senaryo geçmişimizle belirlenmiştir; biz farkında olsak da olmasak da...
Bowlby’den yola çıkarak çocukluğumuzun ışığında yetişkinliğimizdeki bağlanma biçimlerini üç temel sınıfta inceleyebiliriz:
1. Güvenli Bağlanma
Güvenli Bağlanma (İng: "Secure Attachment"), diğerlerine kıyasla nadir bulunan bir bağlanmadır. Karşımızdaki insanın zayıflıklarına karşı dehşete düşmeyiz. Aksine, bir problem olduğunda bunu halledebiliriz. Partnerinizin can sıkıcı olmaya başladığı ya da moral olarak çökmüş olduğu durumlarda paniğe kapılmaz,kendi işlerimize de zaman ayırabilecek biçimde ona da yardımcı olabiliriz - ki bu çok nadir bir denge olarak bilinmektedir. Partnerimizin bu haline karşı kızgın tepkiler vermez, o bize kırıcı cümleler sarf etse dahi sakince konuşabiliriz. Davranışını yorumlarken hak verme eğilimindeyizdir. Açıklamalarımız uzlaşmacı ve genellikle daha doğrudur.
2. Kaygılı/Kararsız Bağlanma
Kaygılı bağlanma (İng: "Anxious Attachment"), bir bağdan daha ziyade bağımlılık gibi kendini göstermektedir. Kaygılı bağlanma sürecinde karşı tarafa bağımlıyızdır. Günümüzde çok sık karşılaştığımız, partnerin nerede olduğunu sormak için bile her an aramak şeklinde kendini gösterebilen bir durumdur. Terk edilmediğimizden emin olmak istercesine telefonda kendisinden haber bekleriz. Sanki o olmadan hayatımıza devam edemeyeceğimiz hissiyatına kapılırız.
Kaygılı bağlanan insanlar zorlayıcı ve zahmetli olurlar ve partnerlerinin ihtiyaçlarından ziyade ben merkezlidirler ve kendi isteklerine odaklanırlar. Aynı zamanda kaygılı bağlanma çok yüksek düzeyde öfkeye yol açar çünkü kaygılı bağlanmış kişi kelimeler konusunda o kadar hassas ve seçicidir ki öylesine bir anda ağızdan dökülen sözleri dahi tehdit olarak algılamaya müsaittirler. İlişkinin hemen biteceği korkusuna kapılırlar. Bu durumdaki düşünce şekillerine, "Yaptığım sürprizi beğenmedin", "Benden ayrılmak istiyorsun" ya da "Bu sabah bana günaydın mesajı atmadın, beni artık eskisi gibi sevmiyorsun" gibi örnekler verilebilir.
3. Kaçınmacı/Kaçınan Bağlanma
Kaçınan bağlanmada (İng: "Avoidant Attachment") birey kaçmayı ve geri çekilmeyi türlü iletişimlere tercih etmektedir. Ortada bulunan problemi konuşmayı istemez aksine böyle bir iletişim ortamında karşısındaki insana ihtiyacı olmadığını düşünmektedir. Kaçınan bağlanmış bireyler genellikle partner olarak kaygılı bağlanmış kişileri seçerler ve bu çok riskli, daha net ifade etmek gerekirse, toksik bir kombinasyondur. Bir taraf kaçmak istiyorken diğer taraf sorularla onun peşini bırakmamaktadır ve kaygılı bağlanmış kişiler, kaçınanın hassas mahremiyetini işgal eder. Kaçınan ise kaygılı bağlanmış partnere destek vermez; aksine kaçtığı için onu yalnız bırakır.
Maalesef ülkemizde yakından tanık olduğumuz kadın cinayetleri de sorunlu bağlanma modellerine örnek teşkil etmektedir. Yine toplum içinde sıkça karşılaştığımız sorunlu "ıssız adamlar", fiilen çoktan sona ermiş ilişkilerini bitirmekte zorlanan çiftler, Bowlby'nin teorisine örnek teşkil edebilecektir.
Sonuç
Büyük çoğunluğumuz tatmin edici ve uzun süreli ilişkilere sahip olmak isterken, çevremizde her gün, sona eren ya da mutsuz şekilde devam eden ilişkilere daha fazla tanıklık etmekteyiz. Evliliklerin ya da ilişkilerin bu kadar zor olmasının sebebi, yanlış bağ kurmamız olabilir mi?
Aslında kimse tamamen kaçınan ya da tamamen kaygılı bağlanmaz. Bowlby’nin çalışmaları, partnerimizin soğuk tavırlarının, ilgisizliğinin bizden nefret ettiği anlamına değil çok uzun zaman önce bir ilişkide muhtemelen incindikleri anlamına gelmekte olduğunu göstermektedir. Bowlby’nin çalışmaları yalnızca hastanelerde değil aynı zamanda kişisel hayatımızda da reformlara sebep olmaktadır. Kendimizi daha iyi tanımamızı sağlayan bu çalışmalar sayesinde benliğimizin ve kendi tuhaf davranışlarımızın farkına varıp içsel reformlarımızı başlatabiliriz. Son araştırmalara göre Birleşik Krallık nüfusunun %56’sı güvenli bağlanmış, %24’ü kaçınan bağlanmış ve %20’si kaygılı bağlanmıştır.
Bu yazıyı okurken, "Acaba bende de sağlıksız bir bağlanma var mıdır?" diye soruyor olabilirsiniz. Feeny, Noller ve Hanrahan, 1987 senesinde yetişkinlerin bağlanma şekillerini test edebilmek için üç kategorili bir test oluşturdular. Eğer kendinizi sınamak istiyorsanız, bu teste göz atabilirsiniz. Buna ilaveten, Bartholomew ve Horowitz’in geliştirdiği bir "ilişki testi" ve Fraley, Waller, ve Brennan’ın Yakın İlişkilerde Deneyimler Testleri'ni de deneyebilirsiniz.[1]
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 23
- 12
- 10
- 7
- 7
- 6
- 2
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ a b C. Fraley, et al. Adult Attachment Theory And Research. (1 Ocak 1000). Alındığı Tarih: 18 Ocak 2021. Alındığı Yer: University of Illinois | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Elkind. Erik Erikson: İnsanda Gelişimin Sekiz Evresi. (18 Ocak 2021). Alındığı Tarih: 18 Ocak 2021. Alındığı Yer: Dergipark Org | Arşiv Bağlantısı
- ^ T. Sener, et al. Bağlanma. (18 Ocak 2021). Alındığı Tarih: 18 Ocak 2021. Alındığı Yer: Acikders Ankara Edu | Arşiv Bağlantısı
- ^ A. D. Botton, et al. Psycotheraphy - John Bowlby. (18 Ocak 2021). Alındığı Tarih: 18 Ocak 2021. Alındığı Yer: School Of Life | Arşiv Bağlantısı
- ^ C. Hazan, et al. Original Attachment Three Category Measure. (18 Ocak 2021). Alındığı Tarih: 18 Ocak 2021. Alındığı Yer: Fetzer | Arşiv Bağlantısı
- C. E. Ackerman. What Is Attachment Theory? Bowlby's 4 Stages Explained. (18 Ocak 2021). Alındığı Tarih: 18 Ocak 2021. Alındığı Yer: Positive Psychology | Arşiv Bağlantısı
- S. Woodhouse, et al. (2015). The Relationship Between Adult Attachment Style And Post-Traumatic Stress Symptoms: A Meta-Analysis. Journal of Anxiety Disorders, sf: 103-117. doi: 10.1016/j.janxdis.2015.07.002. | Arşiv Bağlantısı
- J. Cassidy. (2002). Handbook Of Attachment: Theory, Research, And Clinical Applications. ISBN: 9781572308268. Yayınevi: The Guilford Press.
- J. A. Simpson. (2008). Attachment Theory In Modern Evolutionary Perspective: Theory, Research, And Clinical Applications. Yayınevi: University of Minnesota.
- A. Ş. Soysalı. (2005). Bebeklik Dönemindeki Bağlanma Sürecine Genel Bir Bakış. Journal of Clinical Psychiatry, sf: 88-99. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Gerrig. (2016). Psikoloji Ve Yaşam. ISBN: 9786051332260. Yayınevi: Nobel Akademik Yayıncılık.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/12/2024 05:29:45 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/5101
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.