Küresel iklim değişikliği, aslında adından da anlaşılabileceği gibi, Dünya çapındaki iklimin, küresel bir boyutta değişmesi demek.
Bu ismi vermemizin 2 nedeni var: İlki, küresel ve yerel ayrımı. İklim, belli bir yerel bölgede, örneğin Güney Amerika kıtasında değişiyor olsaydı; bu, "küresel" bir iklim değişikliği olmazdı. Bilim insanları tarafından insanlık tarihinin en büyük sorunu olarak gösterilen Küresel İklim Değişikliği ise, Dünya'nın tamamını etkiliyor.
İkinci neden ise, "iklim" ile "hava durumu" arasındaki farkı vurgulamak. Hava durumu, bizim günlük veya haftalık olarak deneyimlediğimiz, kısa vadeli hava olaylarına verilen isim. "Bugün Ankara'da hava yağmurlu." ya da "Bu hafta İzmir çok sıcak olacak." dediğimizde iklimden değil, hava durumundan söz ederiz.
İklim, hem daha kapsamlı bir sözcük, hem de daha uzun vadeli bir sözcük. İklim, hava durumuna göre daha kapsamlı bir kavram, çünkü her hava durumu, iklimin bir parçasıdır; ancak her iklimsel değişim, hava durumunun bir parçası olmak zorunda değildir. Ayrıca iklim daha uzun vadeli bir kavram, çünkü iklimsel değişimleri gözlemek için günlük değişimlere bakmak yeterli değil. Kimi zaman aylara ve yıllara, kimi zamansa yüz binlerce yıla yayılan süreçleri incelemek gerekiyor. Örneğin aşağıdaki grafik, 1850-2016 yılları arası sıcaklıkların aydan aya değişimini gösteriyor. Çizgilerin merkezden uzaklaşması, ortalama sıcaklığın artması anlamına geliyor.
Belirli aylarda soğuma yaşanmış olabilir; belki bir yer çok sıcakken bazı yerler çok soğuk olabilir. Ancak genel gidişatın ısınma yönünde olduğu açıktır.
İşte bu nedenle havanın yerel bir noktada, herhangi bir zamanda soğuk olması, hatta normalden soğuk olması iklim değişimi açısından tamamen anlamsızdır. Çünkü bunu söylediğimizde, hava durumu ile iklimi birbirine karıştırmış oluruz. Spesifik bir günde olanlar, iklim için doğrudan anlamlı olmayabilir. Bunun yerine, daha geniş zaman aralıklarına bakmak gerekir. Üstelik bir yerin ortalamanın altında olması, küresel olarak Dünya'nın aynı durumda olduğunu göstermez. Örneğin 2021 Temmuz ayı, son 142 yılın en sıcak ay rekorunu kırmıştı. Eğer ABD'nin Texas eyaletine bakacak olursanız, ortalamanın altında bir temmuz ayı geçirdiğini görürsünüz (mavi renk bunu gösteriyor).
Ancak bu, ABD genelinin veya Dünya genelinin iklim değişimini yansıtmamaktadır; çünkü genele baktığımızda ortalamanın çok üstünde sıcaklıklar olduğunu görmekteyiz (kırmızı renk bunu gösteriyor):
Cevaba Gitİklim, değişir. İklim, her zaman değişir. İnsanlar olsa da değişir, olmasa da değişir. Hatta canlılık olsa veya olmasa da değişir. Eğer bir gezegende jeolojik ve atmosferik faaliyet varsa, o gezegen bir çeşit iklime sahip olacaktır ve o iklim, jeolojik altyapı ile atmosferik olaylar değiştikçe, değişecektir. Gezegenimizin atmosferinin dinamiklerinin bir sonucu olarak oluşan iklim, atmosferin niteliklerinin değişmesine bağlı olarak durmaksızın değişmektedir. Yani iklim değişimi, tıpkı canlıların değişimi, okyanusların değişimi, yaşam alanlarının değişimi veya gezegenin herhangi bir diğer parçasının değişimi gibi, doğal ve normal bir süreçtir.
Ancak insanlar gibi çevrelerini sıra dışı bir düzeyde değiştirme kapasitesi olan türler, tıpkı nehirlerin yataklarını değiştirmeleri, sahil kenarlarını doldurarak dönüştürmeleri gibi, saçtıkları sera gazlarıyla iklimi de değiştirebilmektedir. Dolayısıyla Homo sapiens türünün 300.000 yıl önceki evriminden, özellikle de Endüstri Devrimi'nin yaşandığı 19. yüzyıl sonlarından itibaren olan iklim değişiminin ana itici faktörü insanlar ve endüstrilerinin bir parçası olarak saçtıkları sera gazlarıdır.
Bir yandan doğal iklim değişimi de devam etmektedir; ancak bunun etkisi, insanların etkisi yanında önemsenmeyecek kadar azdır. Tıpkı insanlar kıyı şeritlerine oteller inşa edip, sahilleri yabancı kum ile doldurarak dönüştürmeleri, ancak onlar bunu yaparken deniz veya okyanus dalgalarından kaynaklı doğal erozyonun ve sahil biçimlendirmesinin de devam etmesi ama bunun etkisinin insan etkisi yanında önemsenmeyecek kadar az kalması gibi...
Yapılan bütün analizler, şu anda gözlediğimiz küresel iklim değişiminin sadece doğal mekanizmalarla izah edilemeyeceğini, insan faktörünün tartışmasız bir şekilde ana itici olduğunu göstermektedir. Aşağıdaki grafikte sağ panelde yeşil çizgi, insan etkisi olmasaydı, Dünya'nın sıcaklığını küresel ölçekte etkileyen Güneş ve volkanizma olaylarına bağlı olarak ortalama sıcaklıkların nasıl değişmesini beklediğimizi görmekteyiz.
Yeşil taralı alan, bunun üzerindeki hata payını gösteriyor; yani o yeşil alan içindeki herhangi bir yönde de ilerleyebilirdi; ancak yeşil alanın dışına çıkma ihtimali yok denecek kadar azdır. Kahverengi çizgi doğal faktörlere ek olarak insan faaliyetinin sebep olduğu faktörlerin teorik olarak ne tür bir sıcaklık değişimine neden olmasını beklediğimizi göstermektedir. Yine kahverengi taralı alan, hata payı aralığını göstermektedir. Siyah çizgi ise, sahada gözlenen gerçek veridir.
Görülebileceği gibi siyah çizgi, yeşil çizgiyle değil, kahverengi çizgiyle örtüşmektedir. Yani gerçekte gözlediğimiz olayları (siyah çizgi) izah edebilen en iyi modeller, insan faktörlerini ve doğal faktörleri bir arada değerlendiren modellerdir (kahverengi çizgi). Doğal nedenler (yeşil çizgi), tek başlarına gözlenen değişimi (siyah çizgi) izah edemez.
Cevaba Gitİklim değişiminin en önemli parçalarından birisi gezegenin ortalama yüzey sıcaklığıdır. Bu sıcaklık, zaman içinde 3 rota takip edebilir: Artabilir, değişmeyebilir ve azalabilir. Artması hâlinde buna küresel ısınma, azalması hâlinde buna küresel soğuma adı verilir.
Gezegenimiz, Endüstri Devrimi'nden beri 1,1°C civarında ısınmıştır. Dolayısıyla Dünya, son 1.5-2 asırdır, insan etkisiyle gelişen bir küresel ısınma süreci içindedir.
Cevaba Gitİklimbilimciler, son 120 yıla yayılmış sıcaklık ve bu sıcaklığa etki eden tüm faktörlere ait verileri analiz ederek, her bir faktörün sıcaklığı nasıl değiştirdiğini belirleyebiliyorlar. Bu faktörler insanın etkisi olan faktörler ve insanın etkisi olmayan faktörler olarak ikiye ayrılıyor.
İnsanın doğaya etkisi genellikle 4 ana başlıkta toplanıyor:
İnsanın etkisi olmayan doğal olaylar ise 5 başlıkta toplanıyor:
Bunlardan hangisinin şu anda daha etkin olduğunu anlamak için, aşağıdaki görsele bakabilirsiniz.
Görselde siyah çizgi, küresel sıcaklıkların değişimine yönelik yaptığımız doğrudan gözlem. Yani sıcaklığın değişimi gerçekte o şekilde olmakta... Yeşil alan, eğer ki insanın sebep olduğu faktörleri göz ardı edecek olursak, sıcaklığın nasıl değişmesi gerektiğini gösteriyor. Görebileceğiniz gibi, eğer ki sadece o alandan gelen etkilere bakacak olursak, 1970'lerin sonundan sonra bir soğuma, en azından kabaca bir sabit kalma eğilimi görmemiz gerekirdi. Halbuki böyle bir şeyi görmüyoruz (siyah çizgi tam tersi yöne gidiyor). Ancak ne zaman ki doğal etmenler üzerine, insanın neden olduğu etkileri de ekliyoruz, işte o zaman görseldeki mavi alanı elde ediyoruz. Mavi alan, direkt gözlemlerimizi gösteren siyah çizgiye oturuyor!
Yani Küresel İklim Değişikliği'ne gerçekten de aslen insanlar neden oluyorlar. Bunun akademik ve bilimsel anlamda tartışmalı herhangi bir tarafı bulunmuyor.
Cevaba GitBattaniye analojisi, insanlar ve faaliyetleri nedeniyle saçılan sera gazlarının Dünya'nın ısınmasına nasıl sebep olduğunu anlatan bir benzetimdir. Benzetim, şu şekildedir:
Üşüdüğümüzde, üzerimize bir battaniye alırız değil mi? Battaniye sıcak mı, değdiğinizde elinizi yakıyor mu mesela? Hayır. E nasıl ısınıyoruz o zaman? Vücudumuzun ısısını odaya saçmak yerine, derimizle battaniye arasında hapsediyoruz. Bu da, o aradaki havanın ısınmasını sağlıyor. Böylece derimiz ve alttaki diğer tabakalar ısınıyor ve üşümemiz azalıyor.
İşte sera gazları da, Dünya üzerine tek taraflı bir battaniye sermek gibi. Bu battaniye, kendi üzerinize aldığınızdan farklı olarak, Güneş'ten gelen kısa dalga boyuna sahip, yüksek enerjili ışınları geçiriyor ve yüzeye ulaşmalarını sağlıyor. Ama o dalgalar, buzullar veya okyanuslar gibi nesnelerle etkileşip ve yansıyıp, enerjilerini biraz kaybedip, uzun dalga boylarına erişip, Dünya'yı terk etmeye çalıştıklarında, bu sera gazları onları içeride tutuyor. Yani sürekli battaniyenin içine bir saç kurutma makinasıyla sıcak hava üflediğinizi düşünün.
Daha fenası, bu sera gazlarını saçmaya devam ettikçe, Dünya üzerine battaniye üstüne battaniye örtmüş oluyoruz. Böylece gezegenin ortalama sıcaklığı giderek artıyor. Daha çok battaniye, daha fazla ve daha hızlı ısınma demek. İşte Küresel Isınma'nın en büyük tehlikesi de bu. Dünya'mız ve bu gezegen üzerindeki canlılar, bu kadar hızlı sıcaklık artışına uyum sağlayamayabilirler.
Bu nedenle atmosferik karbondioksit oranı gibi ölçütler, iklimbilimde çok önemli; çünkü bunlar sera gazlarının eriştiği durumu takip etmemizi sağlıyor. Burada kritik görülen bir sınır, milyon parçacık başına 400 karbondioksit molekülü sınırıydı. Bu sınırı 2016-2017 yıllarında kalıcı olarak aştık. Bu da, battaniyenin artık kabul edilemez bir kalınlığa eriştiği anlamına geliyor.
Cevaba GitKarbondioksit (CO2) ve metan (CH4) en tehlikeli sera gazları. Karbondioksit, özellikle aşırı salınımı dolayısıyla en risklisi. Ama tek sera gazları bun ikisi değil. Nitröz Oksit (N2O), Diklorodiflorometan (CFC12), Trikloroflorometan (CFC11) ve 15 adet diğer bilinen sera gazı var. Bu gazların her birinin "sera etkisi" var ("battaniye etkisi" gibi de düşünülebilir). Buna bilimde "radyatif zorlama" ya da "radyatif güç" adı veriliyor. Isıyı hapsetme gücü olarak düşünebilirsiniz. Şu grafikte, bu gücün yıldan yıla değişimini görüyoruz:
Bu artışın nedeni, atmosferik karbondioksit oranlarındaki artış. Yoksa karbondioksitin yapısı değişmedi; gaz aynı gaz. Miktar olarak atmosfer içerisinde giderek artıyor. Ne kadar artıyor? Hemen bir diğer grafik ile gösterelim:
Bu sözü edilen "ppm", İngilizcedeki "parts per million", yani "milyon parçacık içerisindeki oran" olarak düşünülebilir. Havada 1 milyon parçacık aldığımızı düşünün. Bunlardan kaç tanesinin karbondioksit molekülü olduğunu belirtmek için bu "ppm" birimini kullanırız. Yani şu anda havadaki her 1 milyon parçacıktan 400 tanesi karbondioksit. Son 400.000 yılda ise bu oran hiçbir zaman 300'ün üzerine çıkmadı.
Bu ne demek? Neden önemli? Çünkü karbondioksit en tehlikeli sera gazı. Bu oranın artması, Küresel Isınma'nın hızlanması demek. Vaziyet çok kötü yani. Bu da, 2011'den beri, aydan aya atmosferik karbondioksit oranlarının değişimini gösteren bir diğer grafik:
400 ppm değeri de şu yüzden önemli. Yapılan modellemeler, Dünya için "güvenli" olan karbondioksit seviyesinin 350 ppm düzeyinde olduğunu gösteriyor. 400 ppm, "riskli" bölge. Ve biz, muhtemelen geri dönülemez bir şekilde "riskli" sınırı da geçtik ve hızla artışa devam ediyoruz. Bir nevi "kontrol noktası" idi bizim için 400 ppm. Artık "sıradan gerçeklik" halini aldı.
Cevaba GitKüresel atmosferik hava sıcaklığı ortalaması artınca, atmosferde 2 basit şey oluyor: Atmosferin nem tutma kapasitesi artıyor ve atmosferik enerji miktarları artıyor. Sıcak hava hem daha fazla nem (su) tutabilir, hem de daha yüksek enerjiye sahiptir. Yerel bir alanda bu olsa, çok büyük sıkıntı olmazdı belki. Ancak Dünya'nın atmosferinin tamamı böyle ısınınca, korkunç bir şey oluyor: Atmosferde biriken su artıyor ve bu su, çok daha şiddetli bir şekilde yağıyor. Ülkemizde bu, aşırı şiddetli yağışlar olarak gözleniyor. Tropik iklimlerde ise her geçen yıl daha da güçlenen ve daha sık gerçekleşen kasırgalar görüyoruz.
Isınmaya bağlı olarak atmosferik enerjinin artmasının bir diğer sorunu, belirsiz hava olayları oluyor. Durup dururken değişen hava sıcaklıkları, sıcakların aşırı sıcak geçmesi, soğukların aşırı soğuk geçmesi, mevsimlerin birbirine karışıyor gibi gözükmesi hep bundan kaynaklanıyor.
Küresel olarak ısınan gezegenin bir diğer sıkıntısı, karasal buzulların erimesi. Antarktika ve Grönland gibi yerler buz kütlesinden ibaret değildir. Bu devasa kara parçalarının üzerinde aşırı miktarda buz bulunur. Ancak ortalama sıcaklıklar artınca, bu buzlar da giderek artan bir şekilde eriyor. Bu buzlardan gelen sular, okyanuslara karışıyor ve okyanuslar ile denizlerin seviyesini arttırıyor. Bu da, kıyı şeritlerinin giderek suya gömülmesine neden oluyor. Örneğin eğer ki Dünya'daki tüm buzullar eriyecek olursa (ki böylesine yıkıcı bir erime şu etapta, yakın vadede pek olası bir senaryo olarak gözükmüyor), İstanbul şöyle gözükürdü:
Tabii ki atmosferdeki sera gazlarının, özellikle de karbondioksit gibi asidik etkiye sahip bir gazın birikmesinin çok kritik başka bir etkisi daha var: Okyanuslar. Sorun, sadece su seviyesinin artması değil. Okyanuslar, bu artan karbondioksit gazını tutan bir etkiye sahip. Ancak okyanuslardaki CO2 oranları artınca, asidite oranları da artıyor. Yani sular, asitleniyor. Buna bağlı olarak mercan kayalıkları ölüyor. Mercan kayalıkları, besin zincirinin en altındaki binlerce türe ev sahipliği yapan biyolojik alanlar. Bu canlılar yaşam alanı bulamayınca ölmeye başlıyorlar. Onlarla birlikte, onları avlayan avcılar da ölüyor. Böylece besin zincirinin alt üst olması riskiyle karşılaşıyoruz. Bu işin şakası yok. Sırf bu bile, insanın yakın gelecekte yok olmasıyla sonuçlanabilecek kadar katastrofik ve öngörülemez bir olay. Doğanın milyarlarca yılda evrim yoluyla kurulmuş dengelerini bu kadar kolay görmezden gelemeyiz.
Son etki ise, ekstrem hava olayları. Sıcaklar daha sıcak, soğuklar daha soğuk oluyor. Bundan sadece 20-30 sene önce yazın 35-40 derece olan hava sıcaklıkları "flaş haber" olarak verilirdi. Şimdi bunlar normal sıcaklıklar oldu, 40-45'ler bu şekilde veriliyor. Böyle giderse, 40-45 derecelere de alışacağız. Bu normal değil. Çünkü değişim o kadar hızlı yaşanıyor ki, türlerin, hele ki insan gibi artık yavaş evrimleşen bir türün buna adapte olması imkansız. Bu, tüm türümüzü tehdit ediyor. Bizimle birlikte, binlerce diğer türü de...
Cevaba GitDünya'nın ısınabileceği en yüksek sıcaklığın teorik bir limiti bulunmasa da, güncel iklim senaryoları çerçevesinde Dünya'nın yüzey sıcaklığının 2100 yılına kadar en az 0.4°C daha, en çok 4°C daha ısınması beklenmektedir. Bu sayılar, 1900'lü yıllardan beri yaşanan 1.1°C'lik ısınmaya ek olarak yaşanacak sıcaklık artışlarıdır. Gerekli önlemler alınmazsa, 2100'den sonra da sıcaklık artışları devam edecektir.
Bu senaryolardan hangisinin gerçekleşeceği, Dünya ülkelerinin ne düzeyde önlem alacağına bağlıdır. Aşağıda, farklı senaryolar altında önümüzdeki yıllarda sıcaklıkların nasıl artacağı (a) panelinde gösterilmektedir.
Bu sıcaklık artışlarının ortalamada olduğu hatırlanmalıdır. Yani Dünya'da ortalama sıcaklığın 2 derece yükselmesi, bazı bölgelerdeki ekstrem sıcaklıkların 15-20 derece artmasına neden olabilir. Benzer şekilde, ekstrem soğuklar da daha soğuk olacaktır; fakat sıcakların ekstremleşmesi kadar olmayacaktır. Bu net fark, ortalamada bir sıcaklık artışına ("küresel ısınma"ya) sebep olmaktadır.
Cevaba GitSu seviyesini yükselten buzullar, hâlihazırda suyun içinde yüzmeyen buzullardır. Eğer bir buzul suyun içinde yüzüyorsa, eridiği zaman su seviyesini yükseltmez. Çünkü yüzen bir buz, yoğunluğuna bağlı olarak su yüzeyinde dengede bulunur ve kütlesiyle eşit miktarda suyu yükseltir.
Bir diğer deyişle, su içinde yüzen bir buzul, o suyun içine düştüğü anda zaten suyu yükseltmiştir. Sonrasında eriyip tekrar donup tekrar eridiğinde bu su seviyesine etki edemez. İşte Arktik Buzulları, bu şekilde su içinde yüzen buzullardır ve bu nedenle eridiklerinde su seviyesini yükseltemezler; fakat iklim krizinin derinleşmesine farklı şekillerde neden olurlar.
Öte yandan, eğer bir buzul hâlihazırda suyun içinde değilse, yani okyanusların içinden geçerek yükselen kara parçaları üzerinde bulunuyorlarsa, henüz deniz/okyanus ile etkileşmemiş oldukları için, eriyerek suya dönüşüp okyanuslara katıldıklarında suyun seviyesini yükseltirler. Örneğin Antarktika kıtası, eğer buzla kaplı olmasaydı, tıpkı Asya gibi bir kara parçası olacaktı. Yani Antraktika'daki buzullar, karaların üzerindeki buzullardır. Aynı şey, İzlanda ve Grönland gibi ülkeler için de geçerlidir. Bu bölgelerdeki dağların veya diğer karaların üzerinde bulunan buzullar eridikçe, okyanus seviyeleri de yükselir.
Cevaba GitArktik Buzulları olarak da bilinen Arktik Okyanusu'ndaki deniz buzulları, gezegenimizin iklim dengesi için çok büyük bir öneme sahiptir. Deniz buzullarının yüzeyleri son derece parlak olduğu için, üzerine düşen Güneş ışınlarının %80'i uzaya geri yansıtılır. Yazın bu buzullar eridiğindeyse, yerlerini bıraktıkları okyanus karanlık olduğu için, okyanus suları gelen tüm ışınların %90'ını emer. Görebileceğiniz gibi sırf buzulların erimesi, %80'lik bir yansıtma oranından, %90'lık bir emme oranına kadar devasa bir değişime neden olur! Yansıtmadan emmeye olan bu geçiş, gezegenimizin yüksek miktarda ısı tutmasına neden oluyor.
Burada yaygın yapılan bir hata, Arktik Buzulları'nın erimesinin, ortalama deniz seviyesini de yükselttiği yönündeki hatalı algıdır. Arktik Buzulları su içinde yüzen buzullar oldukları için, eridiklerinde, fizik yasaları gereği içinde yüzdükleri sıvının (yani deniz ve okyanusların) seviyesini yükseltemezler. Bu konunun detaylarını buradan öğrenebilirsiniz. Dolayısıyla asıl yıkıcı etkileri, yok olmaları sonucu yitirdiğimiz yansıtıcılıkları ile ilişkilidir.
Kutuplardaki çok ufak sıcaklık değişimleri bile uzun vadede çok ciddi küresel iklim değişikliklerine neden olabilmektedir. Bu nedenle kutup bölgeleri, Dünya'daki iklim değişikliği için en hassas olan bölgelerdir. Ne yazık ki aşağıdaki grafikten de görülebileceği gibi, bu buzulların hem kalınlığı, hem de genişliği yıldan yıla hızla azalmaktadır.
Eğer bunun önüne geçemezsek, gezegenimiz çok daha sıcak bir gezegen haline gelecek ve bu, biz de dahil olmak üzere Dünya üzerindeki bütün yaşamı tehdit edecek.
Burada sık yapılan bir hata, Arktdeniz seviyelerini yükselten bu
Cevaba GitAntarktika kıtasındaki bütün buzulların erimesi sonucu yaşanabilecek su seviyesi yükselmesinin teorik sınırı 62 metre civarındadır. Grönland ve İzlanda gibi bölgelerdeki buzların erimesi de buna eklenerek birkaç metre daha katabilir. Bunun yaklaşık olarak nasıl hesaplandığını buradan öğrenebilirsiniz.
Fakat bu, teorik üst sınırdır. Bu düzeyde bir erime yakın gelecekte beklenmemektedir. 2100 ve 2300 yılına kadar, yani jeolojik ölçekte "yakın vadede" sayılabilecek ve iklim modellerimizin anlamlı ve isabetli sonuçlar verdiği süre zarflarında, ısınmaya bağlı olarak buzulların ne düzeyde eriyeceği hesaplanmakta ve su seviyelerindeki artış buna göre belirlenmektedir.
Buna bağlı olarak, IPCC tarafından (ve Dünya genelindeki iklimbilimciler tarafından) kullanılan 5 farklı iklim senaryosuna göre, 2100 yılına kadar deniz seviyesinde 50 santimetre ila 1 metre arasında yükselme beklenmektedir. 2300 yılına kadar bu yükselme, en yüksek riskli ve en az iklim mücadelesi içeren senaryo dahilinde 7 metreyi bulabilir; hatta 15 metreye ulaşma riski de bulunmaktadır. Bu, aşağıdaki grafikte (d) ve (e) panellerinde gösterilmektedir.
Cevaba Gitİnsan popülasyonunun önemli bir bölümü deniz kenarında yaşamaktadır ve bu nedenle yükselen deniz seviyeleri, bu kişilerin yaşam alanlarını doğrudan tehdit etmektedir:
Bunun günümüzde yaşanan bir örneğini Endonezya'nın başkaneti Jakarta'da görebiliyoruz. 9 milyondan fazla insana ev sahipliği yapan Jakarta’nın %40’ı deniz seviyesinin altında bulunmaktadır. İklim değişikliğine bağlı olarak deniz seviyelerinin yükselmesi ve yeraltı su kaynaklarının kontrolsüz kullanımı sonucu büyük bir alanda toprak tabakasının da göçmesiyle başkentin yılda 20-25 cm kadar battığı belirtilmiştir. Bu sebeplerle, Endonezya hükümet yetkilileri ve meclis tarafından alınan ortak kararla başkent Jakarta'nın, Kuzey Penajam Paser ve Kutai Kertangera bölgesindeki alana taşınmasına karar verilmiştir. Bu, hem masraflıdır hem de birçok sosyoekonomik problemi beraberinde getirmektedir.
Bir maddenin asit/baz durumunu ölçen pH skalası, 0 ile 14 arasında değişen bir sayıdır. 7-14 arasındaki değerler bazik, 0-7 arası değerler asidik olarak bilinir. 7 ve civarı ise nötr bölge olarak görülür. Örneğin tuzlar, çoğunlukla bu bölge civarında yer alırlar. pH değeri düştükçe, asitlenme artar.
Okyanusların asitlenmesinin 1 numaralı sorumlusu karbondioksit gazıdır. Karbondioksit, deniz suyu içinde doğal olarak çözünür. Su ve karbondioksit tepkimeye girerek karbonik asit (H2CO3) oluşturur. Bu zayıf asit, bir süre sonra hidrojen (H+) ve bikarbonat (HCO3-) iyonlarına bozunur. Bir ortamda H+ iyonlarının artması, o ortamın pH seviyesini düşürür ve ortamı asitlendirir. İnsan faaliyetine bağlı olarak atmosferik karbondioksit seviyeleri görülmemiş düzeylere ulaştıkça, okyanus asitlenmesi de giderek hızlanan bir probleme dönüşmektedir.
Dünya okyanusları genel olarak alkali ("bazik") yapıdadır ve pH seviyesi 8.0 civarındadır. Ancak son 200 küsür yılda bu seviye 0.1 civarında azalarak 8.0'a düşmüştür; yani okyanuslarımız asitlenmiştir. Bu 0.1'lik düşüş kulağa çok az gelse de, pH skalasının lineer değil, logaritmik olduğu hatırlanmalıdır: 8.1'den 8.0'a düşüş, kulağa geldiği gibi sadece %1.2'lik bir azalmaya değil, %30'luk bir asitlenmeye karşılık gelmektedir!
IPCC ve iklimbilimciler tarafından kullanılan farklı iklim senaryoları altında 2100 yılına kadar okyanus asitlenmesi artmaya devam edecektir. Ancak en katı önlemlerin alındığı durumda asitlenme, bir süre daha arttıktan sonra, azalmaya başlayarak günümüzden biraz daha asidik bir seviyede sabitlenebilir. En kötü senaryo altındaysa okyanuslarımız 2100 yılına kadar 7.6-7.7 pH seviyesine kadar asitlenecektir. Bu senaryolar, aşağıdaki grafikte (c) panosunda gösterilmektedir.
Okyanusların asitlenmesi; denizlerdeki bütün kabuklu hayvanların kabuklarının çözünmeye başlamasıyla, bazı balıkların doğru üreme alanlarını tespit edememesiyle, alg ve deniz otlarının kitleler halinde ölmesiyle, resiflerin yok olmasıyla ve buna bağlı olarak çok temel besin zincirlerinin çökmesiyle sonuçlanmaktadır. Atmosferik oksijenin %70 kadarını deniz bitkileri ve fitoplanktonlar ürettiği için ve bu canlılar asitlenmeye bağlı olarak öldükleri için, okyanus asitlenmesi, kara yaşamını doğrudan tehdit eden bir problemdir.
Cevaba GitEvet, iklimbilimciler arasında insan kaynaklı iklim değişimi konusunda net bir görüş birliği bulunmaktadır ve sahada yayınlanmış on binlerce makalenin %97'sinden fazlası, iklim değişimini ve insan kaynaklı etkilerini göstermektedir.[1][2][3] Geriye kalan %3'ü, metodolojik hatalara ve yorum hatalarına sahiptir.[4] Bu konuda daha fazla bilgiyi buradaki yazımızdan alabilirsiniz.
Farklı kurumların verileri de birebir aynı sonuçları göstermektedir. Aşağıda 4 farklı uzay ve araştırma üssünün 1880'lerden bu yana Dünya'nın sıcaklığıyla ilgili aldığı verilerin üst üste gösterimidir. Kırmızı grafik NASA Goddard Uzay Çalışmaları Enstitüsü'nün, mavi grafik Met Office Hardley Merkezi İklim Araştırmaları Birimi'nin, yeşil grafik NOAA Ulusal İklimsel Veri Merkezi'nin, mor grafik ise Japon Meteoroloji Ajansı'nın verilerinden elde edilerek çizilmiştir.