Sirkadyan Döngü/Ritm (Circadian Rhytm), bir canlının yaklaşık olarak 24 saat içerisinde geçirdiği ve temel olarak ışık ve karanlıktan etkilenen; biyokimyasal, fizyolojik ve davranışsal süreçlerinin tümüne verilen genel isimdir.
Canlılar gece-gündüzün birbiriyle ardışık yaşandığı bir gezegende evrimleştikleri için, bu "sabit değişimleri" takip edebilmek adına bu biyolojik ritmi, Sirkadyan Döngü'yü geliştirmişlerdir; daha doğrusu buna sahip olanlar ve koruyabilenler, günlük ve mevsimlik değişimleri takip edemeyenlere göre avantajlı konuma gelerek seçilmişlerdir. (Hatta sirkadyan döngü 23,5 saatlik ve 24,65 olarak iki farklı süreye sahiptir.
Üçüncü gözün temel görevi, gündüz ile gecenin ayırt edilmesi sayesinde hücrelerin sadece gece bölünmesini sağlayarak güneş ışınlarının yüksek morötesi ışınlarından DNA'yı korumaktır. Bu, ilkin hücre yapıları için çok önemlidir, çünkü DNA'larında, günümüzdeki kadar güçlü koruma, düzeltme ve hata ayıklama mekanizmaları henüz evrimleşmemiştir. Bu yüzden Güneş'ten gelen ışınlar, DNA için ölümcül olabilmektedir.
Üçüncü Göz, omurgalıların ilkin atalarında Sirkadyan Döngü'yü ayarlamaktadır. Ancak evrimsel süreçte, beynin gelişmesiyle birlikte beynin içerisine gömülmüş ve farklılaşarak bir bez haline gelmiştir.
Üçüncü Göz'ün bulunduğu yer (soket), halen omurgalılarda bir damga gibi taşınmaktadır. (...) bir memeli türü olan insanda, atalarından kalan bu yapı hala bulunmaktadır ve bebeklerde görülür. Halk arasında bıngıldak denen ve doğumdan sonra 2-3 ay boyunca sertleşmeyen yumuşak bölge, Üçüncü Göz'ün, daha doğrusu parietal organın kalıntısıdır.
İşte bu yapı ve onun evrimi sayesinde günümüzde neredeyse milyarlarca yıl önce yaşamış atalarımızın yaptığı işi, Güneş'in konumuna göre biyolojik saatimizi ayarlama işini yapabiliyoruz.
Yani üçüncü göz, sanıldığı gibi mistik bir organ olmamakla birlikte atalarımızdan miras kalan tabiri caizse gece-gündüze "ayak uydurmamızı" sağlayan sirkadyan döngüyü ayarlayan bir körelmiş ogandır.[1]
"Kalp gözü" meselesine gelirsem bir alıntı ile devam edeceğim:
"Unutmamak gerekir ki en "kutsal" hislerden biri olarak görülen aşk da, belirli hormonlar ve diğer kimyasalların beyinde yarattıkları biyokimyasal reaksiyonlara verilen tepkiden başka bir şey değildir. Temel olarak, tüm duygular gibi bir yanılgıdır. Ancak Doğal Seçilim tarafından, cinselliğe katkı sağladığı için desteklenmiştir. Hepimiz biliriz ki, aşık olduğumuzda, aşık olduğumuz kişinin etrafından ayrılmak istemeyiz ya da ona yakın olmak isteriz. Bu yakınlığın cinsel birleşme ile sonuçlanması çok muhtemeldir. İşte bu sebeple Doğal Seçilim, aşkın evrimleşmesini desteklemiştir."
Yani duygu dediğimiz olay sadece bir çeşit kimyasal reaksiyonlar dizisidir. Elbette hissizleşme gibi bir durum yaşansa bile bu durum, hissizleşme yaşayan insanın duyguları olmadığı anlamına gelmez. Hissizleşmek "Duyguları bastırmak ya da duygulardan kaçınmak" demektir. Yani bu durumu yaşayan insanın bile duyguları vardır.[2] Örneğin siz birine "taş kalpli" derseniz bu, onun duyguları olmadığı anlamına gelmez.
Kısaca, "Kalp gözü"nden kastınız "olayı duygularla değerlendirebilme yetisi" ise bu -zihinsel sorunları olan bireyler dışında- tüm homo sapiens türünün yapabildiği bir özelliktir.
Her ne kadar "duygu dediğimiz olay sadece bir çeşit kimyasal reaksiyonlar dizisi" olsa da bir hormonu değiştirip tüm duyguları kontrol edebilmemiz mümkün gözükmüyor. Çünkü hormonlar ve duygular çok karmaşık bir ilişki ağına sahiptir, bir hormonunun seviyesini değiştirirsek o hormon başka organlarda zarar verici etki yapabilir.[3]
Ayrıca kalp ile "görmek"ten kasıt kalp aracılığı ile düşünüp duygular üretmek ise kalbin görevi sadece kan pompalamaktır. Düşünme beyinde gerçekleşir. Kalbin duygularda hiçbir rolü bulunmamaktadır. Kalpteki sinirlerin sayısının beyne göre son derece kısıtlı olması da onu kolayca incelenebilir kılıyor (beyindeki 100 milyar civarı nörona karşılık kalpte sadece birkaç on bin nöron bulunur). Bu nöronların tüm işlevleri ve bağlantıları çözüleli 30 yılı aşkın bir süre olmaktadır.
Aşık olan bir beyin, vücudu cinsel birleşme için hazırlar ve bu sırada salgılanan hormonlar, kalbin çalışmasını da etkiler (örneğin noradrenalin, kalbi hızlandırır ve insan, beyninden çıkan sinyalleri değil de, bir sonuç olan kalp atımı hızlanışını fark etmesi, sanki aşık olanın kalbi olduğu yanılgısını doğurur)
Kalp beyinden bağımsız olarak "düşünemez". Hatta açıkça belirtmek gerekirse, beyin haricindeki hiçbir organ düşünemez, duygular üretemez! Nasıl ki beyin, karaciğerin fonksiyonu olan alkol süzme işini göremiyorsa, böbreklerin su emilimi görevini yerine getiremiyorsa, penisin ve vajinanın üreme işlevini yerine getiremiyorsa, diğer hiçbir organ da düşünme, algılama, duyguları yaratma gibi işlevleri yerine getiremez![4]
1,275 görüntülenme