Bu soru, "nedensellik", "inanç" ve "eğitim müfredatı" kavramlarını öylesine alakasız bir şekilde bir araya getirerek öylesine yüklü bir soruya (dolayısıyla bir safsataya) çeviriyor ki, cevaba geçmeden önce onları ayıklamak şart:
İnanç?
Nedensellik, yani bir nedenin bir sonucu doğurabilmesi, epistemolojinin temellerinde yer alan, hatta bilimi bile yönlendirebilmiş olan bir mantıksal varsayım (örneğin ışık hızını aşamayışımızı Evren'deki toplam enerjiyle izah edebiliyoruz ama aynı zamanda ışık hızının aşılmasının nedenselliği bozacak olması da Evren'deki hızlanabilirliğe mantıksal bir sınır koyuyor). Buna bir "inanç" da diyebiliriz; ancak bunu dediğimiz anda, "belief in" tarzı inanç ile "belief that" tarzı, yani Türkçedeki karşılıklarıyla "inanç" ve "iman" arasındaki farkı vurgulamamız gerekir - çünkü her inanç aynı türden değildir.
Mesela saf sodyum metalini bir kez daha suya attığımda şiddetli bir tepkimeyle tekrar patlayacağına da "inanabilirim", sizin gerçekte bir insan değil de Koca Ayak olduğunuzu ve ABD'nin kuzey eyaletlerinden birindeki bir ormandan, bir uzaylı teknolojisini kullanarak bu soruyu sorduğunuza da "inanabilirim". Bunların ikisinin aynı olmadığı açıktır. İlki, kanıt varlığında veya beklenmedik durumları oluşturması halinde değiştirilebilecek bir inançtır (bilimde bunlara hipotez, bilim felsefesinde "belief that tarzı inanç" veya kısaca "temel varsayım" deriz). Örneğin "bir ilacın, COVID-19 hastalığını bir diğer ilaca göre daha başarılı bir şekilde tedavi edebildiğine inanmak", bu konudaki akademik verileri inceledikten sonra bu sonuca varmak anlamına gelmektedir. Bilim insanlarının bu inançlarına karşı duygusal bir bağları yoktur ve bilim cemiyeti, veri ışığında bu inançlarını hızlı bir şekilde değiştirebilir.
İkincisi ise zaten kanıt aramaksızın inanılan ve birçok durumda bu türden bir arayışa gerek duyulmayan, yani değiştirilmemek üzere bağlanılan bir inançtır (buna biz Türkçede "iman" diyoruz ama aslında "belief in tarzı inanç" deniyor, "iman" sözcüğü yüklü bir sözcükse, "var oluşsal iddia" veya "var oluşsal inanç" denebilir). Örneğin çeşitli enstitü ve kurumlara yönelik inançlarımız, bu kategoridendir: "Devlete inanıyorum." dediğinizde veya bir firma "Bekleme sürelerine inanmıyoruz." dediğinde de söz edilen, bu türden bir inançtır. Bunlar, kanıt arama ihtiyacı duyulmayan, belirli kanıtlar ışığında bile savunulmaya devam edilecek türden inançlardır. Bu konuda daha fazla bilgi burada ve burada.
Nedenselliğe İtirazlar
Nedensellik, bunlardan ilkidir. Dolayısıyla, sorunuzda ima ettiğiniz türden bir inanç değildir. Bugüne kadar nedenselliğe karşı getirilmiş iddialar olmuştur; ancak bunlar nedenselliği absürt bir inanca dönüştürmemiş, sadece kendi takipçilerini yaratmıştır. Bu konuda detaylı bir incelemeyi burada bulabilirsiniz. Şu anda bu alternatif yorumları ciddiye alan kimse yok, çünkü ana akım yorumdan daha faydalı, işlevsel ve gerçekçi olduğunu gösterebilmiş kimse yok. Ama başka yorumları takip etmek isteyenlere engel olan da kimse yok (ama bunları takip edip de etmeyenlerden daha anlamlı ve başarılı sonuçlara ulaşabilmiş de kimse yok).
Ayrıca nedensellik bu alanda tek değil: Bilimin ilerleyebilmesini sağlayan diğer varsayımlarla ilgili tartışmalar da var (mesela Simülasyon Teorisi, bilimin bir diğer mantıksal varsayımı olan "gerçeğin gerçek olduğu" iddiasına meydan okuyor, benzer şekilde, bilim felsefesi tarihi boyunca birçokları, duyu organlarımızın gerçeklikten bilgi alabileceği varsayımına meydan okumuştur). Bu tartışmaların olması, o tartışmaların taraflarının eşit olarak haklı veya başarılı olduğu anlamına gelmiyor. Sadece belli konularda belli kişilerin hemfikir olmadığını gösteriyor. Mesela evrimin biyologlar arasında kabul oranı %99.9 civarında; ancak gidip de %0.1'in iddialarını ele almıyoruz, çünkü bu iddiaları ele almayı gerektirecek bir argüman veya veri ileri süremiyorlar. Ama varlar yani.
Eğitim Sistemi
Bunların neden "eğitim sisteminde okutulmadığı" iddiası oldukça tuhaf bir iddia, çünkü eğitim sisteminin ne olduğunun anlaşılmadığını gösteriyor. Her şeyden önce, yaşadığımız ülkenin Türkiye olduğu ve ülkemizde eğitimin şahsi inançlarla ne düzeyde bezendiğini anlatmıyorum bile, artık abesle iştigal olur. Dolayısıyla ülkede bilime karşı şüpheci ve mesafeli insanlar yetiştirmek konusunda eksiğimiz olduğuna inanıyorsanız... Bu, ikinci türden bir inanç demektir.
Ama onun ötesinde, kusursuz bir eğitim sisteminde de felsefi bir tartışma bütün bilim sahalarında anlatılmazdı, çünkü eğitimin amacı bu değil. Eğitimin amacı, halihazırda kategorize edilmiş (biyoloji, fizik, felsefe, beden eğitimi, matematik, vs.) insanın entelektüel birikimini çocuklarımıza bu kategorik alanlarda yapılmış atılımlar ve gelinen modern nokta ışığında aktarabilmek, böylece hem onları onların var olmadığı süre boyunca edindiğimiz bilgi birikimimizden haberdar edebilmek, hem ilgi alanlarını belirleyebilmeleri için farklı tatlar tattırmak, hem de hayatta karar vermelerini kolaylaştırabilecek araçlar sağlamak. Bunların ne kadar iyi yapılabildiği ayrı tartışma konusu; ama sandığınız kadar önemli olmayan bir tartışmayı bilimin her alanında söylemiyor olmak (veya söylenmesi gerektiği iddiası), o tartışmanın parçalarından biri değil.
Nedensellik veya bir diğer mantıksal varsayımla ilgili bir tartışmayı biyolojide, kimyada, fizikte tartışamazsınız. Bunların alanı bu değildir ve o tartışmadan doğrudan etkilenmezler de zaten. Nedenselliğin öyle değil de böyle olması, biyolojideki gerçekleri değiştirmez. Bu tartışmalar felsefe derslerine dahil edilebilir - ki zaten felsefeyi "felsefe tarihi"nden çıkarıp, gerçek ve modern felsefeye dönüştürme çabamız ve görülen felsefe derslerinin kapsam ve derinliğini arttırma arzumuz da bundan. Bu dersler doğru düzgün okutulursa, nedenselliği diğerlerinden ayıklayıp ona saldırmayı hedefleyenlerin aslında hangi felsefenin propagandasını yapmaya çalıştıkları veya bazı kafası karışıkların ve manipülatörlerin Yüklü Soru Safsatası örneğinde olduğu gibi ne yöntemlerle, insanları nasıl zokaya düşürdükleri gibi birçok detayı çocuklarımıza öğretmek mümkün olacak. Böylece sadece daha çok sorgulayan değil, daha doğru sorgulayan gençler yetiştirebileceğiz. Solipsizm ile skeptisizm arasındaki farkı, paranoya ile şüphecilik arasındaki farkı, veri analiziyle komplo teorisi arasındaki farkı öğretebileceğiz.
Yani modern eğitim sisteminde sıkıntı olduğu kesin - ama o sıkıntı, bütün bilim derslerinde bilimin çeşitli varsayımlarla veya "inançlarla" hareket ettiğinin öğretilmemesi konusunda değil, çünkü insanın kendisi ve dolayısıyla bütün entelektüel birikimi belli varsayımlarla hareket etmek zorunda. Önemli olan, o varsayımların mantıksal değeri ne, o varsayımı doğru kabul etmekteki motivasyon ne ve bu varsayım setiyle neler üretebiliyoruz? Bilimin varsayım kümesinin başarısını daha fazla ispat etmek zorunda olduğunu düşünmüyorum (ama ben düşünmesem de her gün ispat etmeye devam ediyor), dolayısıyla eğitim sisteminde bu, eğer bir "eksik" ise, ufacık bir eksik.
Daha da önemlisi, sonucu değiştiren bir "eksik" değil. Çünkü nedensellik ne olursa olsun, biz nedensellikle ilgili neye inanıyor olursak olalım, bilim aynı şekilde başarıyla işlemeye devam edecek, çünkü bugüne kadar işledi ve bundan sonra işlemeyeceğini düşünmek için bir neden yok. Bununla ilgili bilgiyi de buradan alabilirsiniz. (Bunu şöyle düşünün: Örneğin "Özgür irade yoksa, suçluları nasıl hapse atabiliriz ki?" gibi bir soru var. Özgür irade var mı yok mu önemli değil şu anda ama bu, sonucu değiştirmezdi; çünkü hukuk sistemi bugüne kadar özgür iradenin metafiziği konusunda kesin bir yargıya varamadığımız şartlar altında işledi, ondan sonra da işler: Mesela yargıç, "Senin o suçu işlerken özgür iraden yoktu ama benim de bu cezayı keserken özgür iradem yok." diyebilir. Nedenselliğin metafiziğinin bilime etkisi de özünde böyle.)
Objektiflik konusunu ise Ufuk güzelce anlatmış. Burada detaylar var. Bilim, var olan en objektif bilgi türü ama kusursuz bir objektiflikte olmadığını zaten biliyoruz ve bu, hemen her bilim tartışmasında en başlarda söyleniyor: "Bilim, kusursuz değildir ve bilimin söyledikleri mutlak gerçekler değildir." ama "eğer orada bir yerde bir gerçek varsa, bu gerçeğe olabildiğince objektif olarak ulaşmayı başarabilen en güçlü araç bilimdir." Bilimin ne olduğunu ve ne olmadığını ilgili yazılarımızdan okuyabilirsiniz. Her akademik makalede ve bilimle ilgili her konuda "Ha bu arada bilim kusursuz değil." denmesini bekliyorsanız, gerçeklikle ilgili algınızı gözden geçirmenizi öneririm. Zira herhangi bir sistemden böyle bir şeyi bekliyorsanız (mesela dinle ilgili konularda "Ha bu arada Tanrı'nın varlığını şu ana kadar kimse ispatlayamadı." demelerini beklemek gibi), o sistemin ne olduğunu anlamak veya gerçeğe ulaşmaya çalışmak yerine, a priori olarak seçtiğiniz bir fikrin propagandasını yapıyor olma ihtimaliniz çok yüksek.