Güzel soru. İdealizm(dış dünyadaki nesnelerin zihnimizin dışında var olabildiğine şüphe ile yaklaşan görüş) ve ondan türeyen veya cevap bulmaya çalışan solipsizm ve transandantal idealizm gibi felsefi görüşler ve akımlar bahsettiğin soruya cevap niteliğinde olmasa da bir tepki niteliğinde ortaya çıkmıştır. Aşkınsal(transandantal, gerçekliği algılamaya giden yolda zihnin kendiliğinden sahip olduğu biçimlendirme yapıları incelenirken ortaya çıkan kavram, "Transcendent(Aşkın)"den türemiştir, bu kavram ise numenonlar'ı da içeren insanın bilgisi ile kesin bir biçimde ispatlanamayan ve ayrıca Tanrı, ruh gibi varlıkları ifade eder) idealizmin kurucusu Kant'a göre dış dünyayı nasıl olduğunu anlayamadığımız "a priori" denilen zihinsel bir işleyiş süreci vasıtasıyla algılarız ve dış dünyada algıladığımız ve zihnimizde şekillenen nesnelerin asıl tezahürleri numenonlar(Zihninin algılayabildiği ve aynı zamanda dış dünyada gerçek olan nesneler)lar Kant için bilinmezlikten öteye geçemez. Bu arada Kant, aşkınlık (transcendental) kavramını doğrudan Tanrı ile bağdaştırmamıştır, ancak onun felsefesinde aşkınlık kavramı bir şekilde Tanrı'nın varlığıyla ilişkilendirilebilecek bazı yönlere sahiptir. Kant'ın felsefesinde, aşkınlık ve Tanrı arasında doğrudan bir ilişki kurmaktan ziyade, Tanrı'ya dair daha dolaylı bir yaklaşım bulunmaktadır.
Solipsizm, kesin bir kişi tarafından tek başına ortaya atılmamış bir felsefi görüştür, ancak tarihsel olarak birkaç farklı düşünürün bu konuda katkıları olmuştur. Solipsizm, idealizmin daha radikal bir halidir, bir nevi agnostisizm ve ateizm gibi düşünülebilir, bu durumda solipsizm tamamen bir reddediş halinde olmasa da sonuca ulaşmış yargılar barındırdığı için bir nevi ateizm gibi, idealizm de agnostisizm gibi denilebilir. Dış dünyayı açıkça reddetmese de bunun ispatlanamayacağını vurgular, Descartes, "Cogito, ergo sum" diyerek, bilincin reddedilemez olduğunu çünkü öznenin kendisi olduğunu vurgular, yani reddedebilme kabiliyetine sahip özne kendi kendini reddedemez bu mantıksızdır. Solipsizmin bir diğer özelliği ise bazı felsefi görüşler gibi birileri tarafından spontane bir şekilde ortaya atılmak yerine ortak bir zeminde ortaya çıkmasıdır, ortak bir zeminde ortaya çıkan görüşler ise ortak aklın bir sonucudur ve kendi içinde daha rasyonal ve sağduyuludur ancak bir filozof tarafından ortaya atılan görüşler tutarlı olabilse de daha uçarı görünebilir.
Soruya gelecek olursak "Hakikat nedir?". Bu soruya cevabım ise: Hakikat ispatlanamaz, bunu uzatmayı, eklemlendirmeyi ve parantezlerine açmayı bir çok filozof "denemiştir" ancak bu evrenin sonunda ne olabileceğini tartışmaya benzer, iyi bir beyin egzersizi olsa da akıl yürüterek ispatlanamaz. Aslında bunu idealizmin daha katı hali olan solipsizm noktasından başlayarak dışa doğru şöyle irdeleyebiliriz; dış dünyanın bu bağlamda sadece zihnin içerisinde var olduğunu düşünecek olursak; neden şaşırabiliyorsun? Neden her istediğin şey gözünün önünde oluşmaya başlamıyor? Zihin süreçlerinde bilinç ve bilinç-altı şeklinde iki farklı katman olduğunu düşünürsek, o halde bu gerçeklikleri bilinç-altı tarafından meydana getiriliyor olması gerekir ve bu noktada bilinç altının böyle olmasını sağlayan ve ona müdahale eden başka bir varlık olması gerekir, bu noktada belki Descartes gibi düşünebiliriz, "Dış dünyanın gerçekliğinden şüphe ediyorum ve Tanrıyı düşünüyorum zihnimde doğuştan (a priori) bulunan bir fikirdir, benden üstün, sonsuz ve kusursuz bir varlık düşüncesidir, bu fikrin kaynağı ben olamayacağım için, gerçek bir Tanrı’nın varlığı gerekir, Tanrı’nın varlığı, bilgimizin temelini güvence altına alır: hem aklımızın, hem dış dünyanın güvenilirliğini. Ben sonlu ve kusurlu bir varlık olduğuma göre, sonsuz ve kusursuz bir varlık fikrini kendim yaratamam. O halde bu fikir, benden daha yüksek bir varlıktan gelmiş olmalı. Yani Tanrı'nın varlığı, onun zihnimde bıraktığı ide ile ispatlanabilir." Şüphe → (sadece kendimden eminim) → Tanrı fikri → Tanrı'nın varlığı → Dış dünyanın varlığı"
Ayrıca bu tür gerçekliği sorgulayan görüşlere intisap etmek veya alakasız olarak nihilist yaklaşımlara sahip olmak aslında bir tür geçiş sürecidir. Aslında burada bahsedilenlerin herkes bir ölçüde farkında ama hayata karşı bir aksiyon almak gerekiyor, bu durumdan çıkıp hayatın içine yaklaştıkça daha pratik gündemler ile uğraşırsın. Bu tür konuları aslında herkes irdelemez, çoğu insan neredeyse 12 yaşına dek öğrendikleri kadarıyla düşünsel bir derinliğe sahip, insanlar hayatın bu yönlerini pek sorgulamıyorlar, doğdukları anda çevrelerinde olan dine mensup olup bununla ömürlerinin sonuna kadar yaşıyorlar. Bunları düşünenler dahi ayıplanabiliyor, bu tür gaib konuları düşünmek insanın ne işine yarar bilmiyorum, belki sadece felsefi açıdan parlak bir beynin göstergesi olabilir.