Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
NASA’nın Perseverance Mars gezgini, Jezero Krateri’ndeki eski kurumuş bir nehir yatağından alınan bir numunenin antik mikrobiyal yaşama dair kanıtlarını koruyor olabileceğini öne sürüyor. Geçen yıl, “Cheyava Falls” adlı kayadan alınan numuneye “Sapphire Canyon” adı verildi ve Nature dergisinde Çarşamba günü yayımlanan bir makaleye göre potansiyel biyoimzalar içeriyor.
Potansiyel biyoimza, biyolojik bir kökeni olabileceği düşünülen ancak yaşamın varlığı ya da yokluğu konusunda kesin sonuca ulaşmak için daha fazla veri ya da çalışma gereken bir madde ya da yapıdır.
İnsanların deri rengi, siyaha yakın bir kahverengiden beyaza yakın renklere kadar geniş bir yelpazede değişebilmektedir. İnsanlar arasındaki bu deri rengi (veya ten rengi) farklılığının yakın nedeni genetik faktörler ve/veya Güneş'e maruziyettir; ancak yaş, cinsiyet, hastalıklar, hormonlar, duygudurum gibi diğer faktörler de deri rengini kalıcı veya geçici olarak etkileyebilmektedir. İnsan popülasyonları arasındaki deri rengi farklılıklarının nihai sebebiyse, insan toplumlarının Dünya üzerinde farklı yaşam alanlarında yaşaması ve bu sırada deri altına ulaşabilen zararlı ultraviyole ışınlarının miktarının değişmesi nedeniyle, doğal seçilim yoluyla meydana gelen biyokimyasal bir adaptasyondur (evrimdir).[1]
İnsan derisinin farklı renklerine etki eden birçok etmen vardır. Bu faktörlerin bir kısmı kalıtsal ve kalıcı etkilere sahiptir (yani evrimsel nedenlerdir); diğerleriyse gelişimsel etkilere sahiptir ve duruma bağlı olarak kalıcı veya geçici etkilere sahip olabilirler. Aşağıda, bu faktörlerin bir listesini bulabilirsiniz.
Ben, Heybeliada'yı çok seviyorum, İstanbul stresinden kaçmak için ara ara gidiyorum kendi deneyimlediğim ve beğendiğim yerleri bloguma ekledim faydalanmak isterseniz link bırakıyorum>
Kimya, maddenin temel yapı taşlarını, bileşimini, özelliklerini ve uğradığı dönüşümleri inceleyen temel bir bilim dalıdır. Atomların ve moleküllerin davranışlarını, aralarındaki etkileşimleri ve bu etkileşimlerin makroskopik dünyaya yansımalarını sistematik olarak araştırır.
Kimyanın temel odağı, maddenin mikroskobik düzeydeki organizasyonu ile makroskobik özellikleri arasındaki ilişkiyi anlamaktır. Örneğin bir metalin elektriği neden ilettiği, suyun neden belirli bir sıcaklıkta kaynadığı veya ilaç moleküllerinin vücutta nasıl etki gösterdiği gibi sorulara yanıt arar. Bu bağlamda kimya, doğal dünyayı anlamamızı sağlayan ve teknolojik ilerlemelerin temelini oluşturan kritik bir disiplindir.
Penis, yapı ve görevi itibariyle tüm zamanların en ilgi çeken organları arasında yer almaktadır. Kültürel bir tabu haline getirilmiş olmasından ötürü, dalak ya da pankreas hakkında konuşurken kimsenin yüzü kızarmasa da, penis hakkında konuşurken kıkırdamalar, utanıp bozarmalar ve benzeri duygu ve davranışlar oldukça yaygındır. Halbuki, ortalama bir insan söz konusu olduğunda, vücudumuzun kütlece binde 2'sini, yani %0.2'sini oluşturan, kemiksiz, sıklıkla kanla dolarak şişen, damar ve sinir yığını olan bu organ hakkında bahsederken de, en az saçlarımız ya da parmaklarımız ile ilgili konuşurken olduğu kadar rahat olabilmeliyiz.
Dahası, merak etmiyoruz da değil! Bize en sık gelen sorular, cinsellik ve üreme organlarıyla ilgili sorular oluyor. Bu da çok normal; çünkü var oluşumuzu bu organlara ve sistemlere borçluyuz. Örneğin vajina ile ilgili bilmeniz gereken her şeye buradaki yazımızda yer vermiştik. Bu yazıda da penise bir bakış atalım.
Karaya vurmuş yunus ve balinalar, yüzebileceklerinden daha sığ sulara veya doğrudan karaya ulaşarak, normal yaşam alanlarına dönemeyen denizel memelilerdir....
Uzun yıllar boyunca, araştırmacılar kuşların görsel belirteçler aracılığıyla yollarını bulduğuna inanıyorlardı. Bununla birlikte, bugün ornitologlara göre, görsel işaretler, özel sesler, farklı kokular ve hatta sosyal ipuçları kuşların yollarını bulmalarına yardım etmede rol oynamaktadır.
Kuşların göç yollarının zihinsel bir haritasını oluşturduklarına ve yaşam boyu (yeryüzü şekilleri çok hızlı değişmediği için) etkili bir şekilde kullanabildiklerine inanılmaktadır. Genç kuşların, bu zihinsel haritayı, anne-baba ya da diğer yetişkin kuşlarla yolculuk ederek, sosyal öğrenme ile edindikleri düşünülmektedir. Fakat yeryüzü şekillerinin görülemediği örneğin gece uçuşu sırasında da kuşlar yolunu bulabilirler. Çünkü gökyüzü belirteçleri de göçmen kuşlara yol gösterebilir. Bazı göçmen kuş türlerinin, yollarını tıpkı eski denizciler gibi Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara bakarak bulduklarını kanıtlayan gözlemler yapılmıştır.
Tüm Reklamları Kapat
Genel kabule göre aslında kuşların nasıl yön buldukları halen gizemini korumaktadır. Bu özellikle tek başına seyahat eden yani herhangi bir işaret olmadan gidecekleri yeri bulmak zorunda olan kuşlar için geçerlidir. En saygın görüşe göre kuşlar yön bulmak için “tüm hislerini” kullanırlar.
Bunlar, örneğin:
Görsel coğrafi işaretler
Güneş ve yıldızların konumu
Koku (bazı türler için geçerli, özellikle deniz kuşları için geçerli)
Elbet zifiri karanlıkta kararlı ve temiz uçuşlar yapan kuşların varlığı, yön bulma konusunda akıllara “başka bir şeyler de olmalı” düşüncesini getiriyor ki bu düşünce boş bir kuruntu değil, aksine onlarca yıl öncesinde keşfedilmiş bir “yön bulma” yeteneğine dayanıyor. Bu yeteneğe göre bazı canlılar gezegenimizin manyetik alan çizgilerini hissedebiliyor yada görebiliyorlar.
Yapılan çalışmalarda, bazı kuşların gaga ve boyun kısımlarında ferromanyetik tanecikler olduğunun görülmesi, göçmen kuşların yollarını nasıl buldukları sorusu ile ilgili yeni bir keşfin yapılmasını sağlamıştır. Ferromanyetik tanecikler, kuşun Dünyanın manyetik alanının kuvvet çizgilerine göre yönlerini tayin edebilmelerine imkân vermektedir.
Tüm Reklamları Kapat
Bu tezin doğruluğunu sınamak için yapılan deneyde kuşların vücuduna, ferromanyetik tanecikleri etkisiz kılacak güçlü bir mıknatıs bağlanır ve yön bulma kabiliyetlerinin sürüp sürmediği gözlemlenir. Mıknatıs bağlanan kuşlar yönlerini bulamazlar. Bir başka deneyde ise yapay güney manyetik dalgası yaratılmış ve kuşların bu manyetik dalgaya göre hareket yönlerini belirledikleri gözlemlenmiştir.
Ancak ferromanyetik tanecikler sayesinde elde edilen bilgiler, tek başına kuşun yolunu bulmasına yetmez. Bu bilgiler kuşun gözlerindeki foto reseptörlerden gelen bilgilerle birleştirerek adeta doğal bir pusulaya dönüşür.
Doğal pusulaya benzettiğimiz bu özellik manyetik alan algılayıcısının kuşun retinasındaki hücrelerde nasıl bulunabildiği ve nasıl bir mekanizma ile çalıştığı konusundaki araştırmalar devam etmektedir. Hatta bu alan kuantum biyolojisinin de yeni alanlarından biridir.
Şimdi bu çalışmaya yönelik bazı detaylara inelim:
Yukarıda bahsettiğimiz yön bulma yeteneğine imkân sağlayan moleküler mekanizma aslında kuşlardaki magnetoreception, yani "manyetoreseptör" olarak tanımlanmış manyetik alan algılama yeteneğidir.
Bu çalışmalarda gözlemlenen manyetit kristaller yön bulmada önemli rol oynar. Bir çok türde olduğu gibi ötleğenlerin ve kızılgerdan kuşlarının üst gagasında demir oksit formunda manyetitler bulunduğu bilinmektedir. Bu manyetitlerin, manyetik algılamada önemli rol üstlendiği bulgulanmıştır. Bir çok türde olduğu gibi ötleğenlerin ve kızılgerdan kuşlarının üst gagasında demir oksit formunda manyetitler bulunduğu bilinmektedir.
Umut verici çalışmalardan biri ise bir balıktan gelmiştir. 2012 yılında, Ludwig Maximilian Üniversitesinden Michael Winklhofer, gök kuşağı alabalığının burnundan manyetik kümeler içeren hücreler almış ve bunlara mikroskop altında yapay bir manyetik alan uygulamış ve gözlenmiştir ki manyetik alan yönü değiştirildiğinde hücrelerde bu yönde dönmüşler ve beklenenden çok daha yüksek hassasiyetle bu olay gerçekleştirmişlerdir. Ancak bu hücrelerin beyne nasıl sinyal gönderdiği henüz bilinmemektedir.
Öte yandan, yakın zamanlarda yayınlanan yeni makalelerin çalışmaları - biri kızılgerdan kuşlarını inceliyor, diğeri zebra ispinozlarını- konuyla ilgili ciddi bir atılım gerçekleştirmiş görünüyor: Manyetik pusula sağlayan gagalarındaki demir değil, gözlerinde, Dünya'nın manyetik alanlarını "görmelerini" sağlayan yeni keşfedilen bir proteindir.
Süslü göz proteinine Cry4 adı verilir ve hem bitkilerde hem de hayvanlarda bulunan mavi ışığa duyarlı fotoreseptörler olan kriptokromlar adı verilen bir protein sınıfının bir parçasıdır. Bu proteinler sirkadiyen ritimlerin düzenlenmesinde rol oynar.
Son yıllarda, kuşlarda, gözlerindeki kriptokromların, manyetik alan algılayarak, kendilerini yönlendirme yeteneklerinden sorumlu olduklarına dair kanıtlar vardı ki manyetoreseptörolarak tanılanmış bulunuyor.
Tüm Reklamları Kapat
Kuşların manyetik alanları yalnızca belirli dalga boylarında ışık varsa algılayabildiğini biliyoruz; özellikle, araştırmalar yön algısının mavi ışığa bağlı göründüğünü göstermiştir. Bu, kuantum tutarlılığı nedeniyle, alanları tespit edebilecek mekanizmanın, kriptokromlara dayanan görsel bir mekanizma olduğunu doğrulamaktadır.
Bu kriptokromlar hakkında daha fazla ipucu bulmak için iki biyolog ekibi çalışmaya başladı. İsveç'teki Lund Üniversitesi'nden araştırmacılar, zebra ispinozları; Almanya'daki Carl von Ossietzky Üniversitesi Oldenburg'dan araştırmacılar, kızılgerdan üzerinde çalıştı.
Lund ekibi, zebra ispinozlarının beyinleri, kasları ve gözlerinde üç kriptokrom olan Cry1, Cry2 ve Cry4'ün gen ekspresyonunu ölçtü. Hipotezleri, manyetorekepsiyonla ilişkili kriptokromların sirkadiyen gün boyunca sürekli alım yapması gerektiği yönündedir.
Tüm Reklamları Kapat
Sirkadiyen saat genleri için beklendiği gibi, Cry1 ve Cry2'nin günlük dalgalanma gösterdiğini buldular; ancak Cry4 sabit seviyelerde ifade etti ve onu manyetoreseptör için en muhtemel aday yaptı.
Bu bulgu, aynı şeyi bulan kızılgerdan çalışması ile desteklenmiştir.
Araştırmacılar, "Ayrıca Cry1a, Cry1b ve Cry2 mRNA'nın sağlam sirkadiyen salınım desenleri gösterdiğini, oysa Cry4'ün zayıf bir sirkadiyen salınımını gösterdiğini bulduk." diye yazıyor.
Bununla beraber, başka bir kaç ilginç bulgu da yaptılar:
Tüm Reklamları Kapat
Bunlardan ilki; Cry4'ün, çok fazla ışık alan retina bölgesinde kümelenmiş olması ki bu ışığa bağlı manyetoreseptör için anlamlıdır.
Bir diğeri ise kızılgerdanların göçmen olmayan tavuklara kıyasla, göç mevsiminde Cry4 faaliyetinin arttırdığı yönündedir.
Her iki araştırmacı grubu da, Cry4'ün manyetoreseptörden sorumlu proteini tanımlayabilmesi için daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğuna dikkat çekmektedir.
Kanıtlar oldukça güçlü; ancak kesin değil. Hem Cry1 hem de Cry2, aynı zamanda ilkin ötleğen kuşlarında, ikinci olarak meyve sineklerinde de manyetoreseptör olarak yer almıştır.
Cry4'e sahip kuşları gözlemlemek, oynadığı rolün doğrulanmasına yardımcı olabilirken, cry1'in rolünü ayarlamak için başka çalışmalara ihtiyaç duyulacaktır.
Peki, bir kuş aslında ne görüyor? Dünyanın başka bir türün gözünden nasıl göründüğünü bilemeyiz, ama çok güçlü bir tahminde bulunabiliriz.
Urbana-Champaign'deki Illinois Üniversitesi'ndeki Teorik ve Hesaplamalı Biyofizik grubundaki araştırmacılar - araştırmacılardan Klaus Schulten, ilk kez 1978'de manyetoreseptör kriptokromları öngören kişidir- yukarıdaki resimdeki gibi kuşun görüş alanı üzerinde manyetik bir alan "filtre" sağlayabildiler.
Görüldüğü üzere, bazı bilim insanları manyatik alanı "hissetme" yeteneğinin altında demir minareli bazlı manyetitleri; kimileri ise retinada kriptokrom denilen özelleşmiş bir proteini baz alıyor.
1992'de Pasadena'daki California Teknoloji Enstitüsü'nden Joe Kirschvink'in rapor ettiği gibi, kuş gagası, balık burunları ve hatta insan beyninde bile manyetit ortaya çıktı ki bunlar manyetik alanlara karşı oldukça hassastır. Sonuç olarak, Kirschvink ve diğer taraftarlar, bir hayvana sadece hangi yöne gittiğini (pusula duygusu) değil, nerede olduğunu da söyleyebileceğini söylüyor.
Tüm Reklamları Kapat
“Bir pusula, deniz kaplumbağasının okyanusun her yerine nasıl göç edebildiğini ve başladığı aynı özel kumsala dönebileceğini açıklayamıyor” diyor Kuzey Carolina Üniversitesi'nden nörobiyolog Chapel Hill. Bir hayvanın manyetik alan çizgilerinin eğimindeki değişikliklere (ekvatorda düz, kutuplarda toprağa salınan) bağlı olarak enlemini bulması için bir pusula duygusu yeterlidir. "Fakat boylam, alan gücündeki ince değişikliklerin yerden yere tespit edilmesini gerektirir: manyetitin sağlayabileceği ekstra bir harita veya tabela hissi" diyor Lohmann.
Bununla birlikte, bakteriler dışında, hiç kimse manyetik bir sensör olarak hizmet eden manyetit kristallerini görmemiştir. Kristaller başka bir şey olabilir; örneğin demir metabolizmasının atık ürünleri veya vücudun, kanserojen ağır metalleri sekestre etmenin bir yolu olabilir. 2000'li yılların başlarında, bilim adamları güvercin gagasında manyetit taşıyan hücreler buldular. Ancak bir takip çalışması, sözde manyetoreseptörlerin aslında sinir sistemi ile ilgisi olmayan temizleyici bağışıklık hücreleri olduğunu buldu. Manyetit için benzersiz bir iz veya işaretleyici olmadığından, yanlış izlenimlere kapılmak kolaydır.
Hepsini anlamlandırmak adına:
Manyetoreseptörleri inceleyen bilim adamları, iki olası mekanizmayı ön plana çıkarıyor: manyetik mineral manyetitine dayalı bir mekanik sensör ve protein kriptokromunu temel alan bir biyokimyasal sensör.
Bu protein tüm göç eden hayvanların gözlerinde bulunur. Buradaki ana fikir, manyetik alanların, kripto-krom molekülleri içerisindeki elektronlarda spin olarak adlandırılan bir kuantum özelliğini değiştirmesine dayanır. Bu özellik molekülleri iki farklı durum arasında geri ve ileri doğru döndürmektedir. Bu da, bu moleküllerin kimyasal davranışlarını değiştirir. Bu sayede kuşların görüşüne dünyanın manyetik alan görüntüsü bindirilmiş olur.
Yani; kısa dalga boyunda ışık çarptığında, kimyagerlerin “radikal çift” dediği şey ortaya çıkar: dönüşleri aynı hizada olsun veya olmasın iki eşleşmemiş elektron içeren bir molekül. Manyetik bir alan, spinleri hizalı ve hizalanmamış durumlar arasında ileri ve geri çevirerek molekülün kimyasal davranışını değiştirebilir.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere, 1978'de, Urbana-Champaign, Illinois Üniversitesi'nden bir fizikçi olan Klaus Schulten, hayvanların magnetoreception için radikal çift reaksiyonları kullanabileceğini öne sürmüştü. Ancak, araştırmacıların memeli retinalarında ışık sensörü olarak hizmet veren kriptokromu keşfettiği 1990'ların sonlarına kadar bu reaksiyonları destekleyebilecek bir molekülü yoktu. Araştırmacıların çoğu kriptokromun sirkadiyen saatler üzerindeki kontrolüne odaklandı, ancak Schulten molekülün radikal bir çift oluşturabileceğini biliyordu.
Schulten, “Bu benim günümdü” diyor. “Sonunda gerçekten iyi bir adayım oldu.” 2000 yılında, manyetik alanların kuşların görsel alanlarında açık ve koyu lekeler oluşturmak için kriptokrom reaksiyonlarını nasıl etkileyebileceğini gösteren bir çalışma yayınladı.
Tüm Reklamları Kapat
Bir retinal kriptokrom sensörü, mavi veya yeşil ışığın kuşların pusulalarını neden aktif hale getirdiğini ama kırmızı ışığın bu pusulayı "sıkıştırdığını" açıklayabilir veya kuşların neden manyetik alanı doğrudan okumak yerine, alanın eğimindeki değişiklikleri ölçerek kuzeyden güneye geliyor gibi göründüğünü açıklayabilir (Kripto-krom manyetik polariteyi “hissedemez”)…
Peki kim haklı? Doğanın iki farklı magnetoreceptör sistemi geliştirdiği fikrini seven Birleşik Krallık'taki Oxford Üniversitesi'nden fiziksel bir kimyager olan Peter Hore'a göre o yada bu olması gerekmiyor. “Harita duygusu manyetit olabilir, pusula duygusu radikal çiftler olabilir” diyor. Sonuç olarak her iki dünyanın da en iyisi olacaktı - ya da en azından bu yolda ilerlemenin en iyi yolu.
Anlaşıldığı üzere, araştırmaların hâlâ sürdüğü bu konuda somut deliller olduğu kadar boşluklar da araştırılmaya devam ediyor.
1,292 görüntülenme
Kaynaklar
Yazar Yok. Sciencemag. (11 Ağustos 2019). Alındığı Tarih: 11 Ağustos 2019. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı
Yazar Yok. Nature. (11 Ağustos 2019). Alındığı Tarih: 11 Ağustos 2019. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı
Yazar Yok. Pnas. (11 Ağustos 2019). Alındığı Tarih: 11 Ağustos 2019. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı
Yazar Yok. Resonance Science Foundation. (11 Ağustos 2019). Alındığı Tarih: 11 Ağustos 2019. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı
Yazar Yok. Science Alert. (11 Ağustos 2019). Alındığı Tarih: 11 Ağustos 2019. Alındığı Yer: Bağlantı
| Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı üyeliği tamamen ücretsiz ve sitemizi çok daha etkili, interaktif ve keyifli bir şekilde kullanmanızı sağlayacak. Üye değilseniz, birkaç saniyede üyelik oluşturabilirsiniz! Üyeyseniz de giriş yapmanızı tavsiye ederiz.
22 Temmuz 1995 gecesi, Phoenix, Arizona'ya yeni taşınmış bir fabrika işçisi, şehrindeki amatör astronomların kurduğu Kuzey Phoenix Alternatif Astronomi Cemiyeti ile birlikte Arizona çölüne gitmişti. Thomas Bopp isimli bu amatör astronomun hayali, bir kuyruklu yıldız gözlemekti; ancak o zamana kadar bir türlü başaramamıştı.
Bopp, yakın arkadaşı Jim Stevens'ın 17.5 inçlik ev yapımıteleskobu ile gökyüzüne bakıyordu. Yanlarında 6 kişi daha vardı. Galaksilere bakmaya karar verdiler ve Yay takımyıldızı içindeki M70 galaksisine odaklandılar. Saatler akşam 11'i biraz geçiyordu ki Bopp, ufak ve bulanık bir parlaklık gördü. Daha önceden bilmedikleri bir galaksi olduğunu düşünerek Stevens'a "Şu diğer cisim de neyin nesi?" diye sordu. Stevens baktığında, büyük bir şeyin eşiğinde olduklarını hissetmişti: "Tom, bir şey bulmuş olabilirsin." dedi...
1997 Lolita'sından sonra bir film daha Adrian Lyne ilerlemek istedim. Sanırım karanlık ilişki gerilimlerine odaklanmayı seven birisiydi. Deep Water filmi de meşhur. Ama bu Ölümcül Cazibe film ismini çok daha fazla duymuşuzdur. 1987 yapımı 2 saat uzunluğunda psikolojik ve erotik gerilim filmi. 6 Oscar adaylığı almış. Yönetmenin de tek Oscar adaylığı bu filmle gelmiş.
Baş karakterimiz evli ve çekici bir adam. Feminen karısı ve küçük kızıyla mutlu bir evliliği var. Belli bir yaşa gelmiş, kariyeri olan ama ilişkisi olmayan ve muhtemelen kişilik bozukluğu geliştirmiş bir kadınla tanışıp hızlıca tek gecelik bir ilişki yaşıyor. Sonrasında bu kişinin takıntısıyla uğraşıyor. Yine eğitici olabilecek bir konusu var. Parça parça izlememe rağmen bir noktadan sonra gerilimi ziyadesiyle hissettirdi. Shining'in dişi versiyonunu izliyorum gibi düşündüm. 8 Oscar adaylığı bulunan ve farklı bir yüze sahip Glenn Close rolü kaldırabilmiş. 2 Oscar sahibi Michael Douglas da diğer başrolümüz. İzlenir.
Çağımızın hastalığı olarak da bilinen kanser, Türkiye’de ve dünyada her gün pek çok insanı etkiliyor. Kanserin türüne ve yayılma derecesine göre de değişmekle beraber, en yaygın tedavi yöntemleri tümörün ameliyatla alınması, kemoterapi ve radyoterapi. Bu yöntemler tedaviyi daha etkin kılmak için genellikle tek başına değil kombinasyonlar halinde kullanılıyor. Örneğin bölgesel bir tümör ameliyatla çıkarıldıktan sonra vücutta kanser hücrelerinin kalmadığından emin olmak için hastalar sıklıkla radyoterapi görüyor. Ancak, kanser ortaya çıktığı bölgeden çevre lenf bezlerine ve vücudun diğer bölgelerine yayıldıysa, yani metastaz yaptıysa, ameliyat pek mümkün olmuyor. Kemoterapi ve radyoterapinin ortak noktası kanser hücrelerine dış etkenlerle hasar vererek bu hücrelerin öldürülmesini amaçlamalarıdır. Fakat bu tedavi yöntemleri yalnızca kanser hücrelerine spesifik değiller, yani vücuttaki sağlıklı hücreleri de etkiliyorlar ve bu da kanser tedavisi gören hastalarda pek çok yan etki olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca, bu yöntemler tedaviye direnç kazanan kanserlere karşı yetersiz kalabiliyor.[1]
Peki kanserden kurtulmamızın başka bir yolu yok mu? Cevap, evet. Örneğin kanserle daha etkili şekilde savaşabilmek için CAR-T hücre terapisi, tümör infiltran lenfosit terapisi gibi vücudun kendi bağışıklık sistemini kanserle savaşmak için yeniden programlamaya dayalı hücresel tedavi yöntemleri geliştiriliyor. Son yirmi yılda özellikle bu yönde çalışmalar ivme kazanmakta ve başarılı sonuçlar elde edilebiliyor, ancak bu yöntemlerin de kendilerine özgü sınırlılıkları var. Örnek vermek gerekirse, bu tedaviler hastanın bağışıklık sisteminin istenmeyen düzeyde aktifleşmesine neden olabiliyor ve bu da hastanın ölümüne kadar varan ciddi sonuçlar doğurabiliyor.[2] Bu yazımızda kansere karşı mücadelemizde daha farklı bir yaklaşımı ele alacağız: Kanseri aç bırakmak!
Evcilleştirme terimi normalde Homo sapiens pirinci evcilleştirdi (yahut) koyunları evcilleştirdi cümlelerinde olduğu gibi çeşitli ve etken bir fiil olarak anlaşılır. Bu kullanım evcilleştirilen varlıkların etkin birer fail olduklarını göz ardı etmektedir. Örneğin bizim köpeği ne derece evcilleştirdiğimiz yahut köpeğin bizi ne ölçüde evcilleştirdiği çok net değildir. Ayrıca ortamı ve gıdaları uygun buldukları için çağrılmasalar bile yeniden yerleşim kapına davetsiz birer misafir olarak giren ortakçılara (serçeler, fareler, ekin kurtları, keneler, tahtakuruları) ne demeli? Ya baş evcilleştirici Homo sapiens? En sevdikleri tahıllar için ve güttükleri hayvanların gündelik ihtiyaçlarıyla uğraşmak adına toprağı sürmeye, bitki ekmeye, ot ayıklamaya, hasat toplamaya, havan dövmeye, öğütmeye mahkûm kalmış insanlar da evcilleşmemiş midir? En azından yemek vakti gelinceye dek kimin kime hizmet ettiği neredeyse metafizik bir sorudur.
Alıntı cenneti, felsefe ve psikoloji bataryası, antidepresan (opsiyonel,) akıl oyunları… Evrim Ağacı üyeliği ile beraber okunulması zorunlu tutulması gereken bir kitap.
Bu yöntem, 1887 yılında Alman kimyager Sigmund Gabriel tarafından keşfedilmiştir. Sadece birincil amin yapımında kullanılabildiği için kısıtlı kullanımı olmakla birlikte, tarihsel olarak önemi büyüktür. Birincil amin, bir alkil grubuna bağlı azot atomu ve iki hidrojenden oluşan, dört yüzlü geometride bulunan bir moleküldür. R harfinin alkil grubunu temsil ettiği kimyasal notasyonla, birincil aminleri RNH2 olarak gösterebiliriz. Bu yöntemi detaylıca incelemeden önce, neden bu tarz bir yönteme ihtiyacımız olduğuna bakalım.
Alkilleme tepkimesi, basit bir SN2 tepkimesidir. Amonyak ve alkil halojenür tepkimeye girerek alkillenmiş amin oluşturur. Bu tepkime azotun sahip olduğu ortaklanmamış elektron çifti sayesinde gerçekleşir. Alkilleme tepkimesinin mekanizmasını aşağıdaki şekilde gösterebiliriz.
Evrim Ağacı'nı sosyal medya hesaplarından takip etmeyi unutmayın! Yeni paylaşımlarımızı
görmek için bizi aşağıdaki sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz.
Iguana cinsi, uzun kuyrukları ve güçlü bacakları ile bilinen büyük kertenkeleleri içerir. Tropikal ormanlarda yaşayan türleri hem ağaçlara tırmanabilir hem de yerde beslenebilir. Genellikle otçuldur ve parlak yeşil renkleriyle tanınır.
Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim
Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç
katın.
Evrim Ağacı'nın bilim iletişimine katkı sağlamanın en kolay yolu: Evrim Ağacı Premium!
Bu yıl sayfamızda gezdiniz.
Bu iş reklamlarla olmaz! Türkiye'de bilimin sesini yükselteceksek, sizlerin ufak da olsa desteklerinize ihtiyacımız var. Evrim Ağacı Kreosus destekçilerine katılarak hem gücümüze güç katabilir, hem de Reklamsız Deneyim gibi Evrim Ağacı Premium ayrıcalıklarından faydalanabilirsiniz. Tek seferlik destek olun veya daha iyisi, aylık destekçilerimiz
arasına şimdi katılın.
“Mantığın bir gün popüler olacağı hayaline aldanmayalım. Tutkular ve duygular popüler olabilir; mantıksa her zaman azınlığın malı olacaktır.” Goethe
Bilim İçin 30 Saniyeniz Var mı?
Evrim Ağacı, tamamen okur ve izleyen
desteğiyle sürdürülen, bağımsız bir bilim oluşumu.
Ücretsiz bir Evrim Ağacı üyeliği oluşturmanın çok sayıda
avantajından
biri, sitedeki reklamları %50 oranında azaltmak (destekçilerimiz arasına katılarak
reklamların %100'ünü kapatabilirsiniz). Evrim Ağacı'nda geçirdiğiniz zamanı
zenginleştirmek için, sadece 30 saniyenizi ayırarak üye olun (üyeyseniz, giriş
yapmanızı tavsiye ederiz).