Yaşam Sancısı: İnsanlar Kendilerine Neden Zarar Veriyorlar? Kendine Zarar Verme Davranışını Nasıl Önleyebiliriz?
Dünyaya gözlerimizi iki temel dürtünün ışığında açarız, tüm insanlık olarak içimizde yaşamın ve ölümün varlığını taşırız. Freud’a göre, yaşam dürtüsü; libidodan kuvvet alarak üretmeye, insanlarla duygusal bağ kurmaya, çoğalmaya ve canlılığı sürdürmeye çalışırken madalyonun diğer yüzünde bulunan ölüm dürtüsü ise saldırganlıktan kuvvet alarak parçalamaya, kurulan bağları koparmaya ve kendini yok ederek inorganik bir hale dönmeye çalışır.[1] Yani, aşkın tanrısı Eros ile ölümün tanrısı Thanatos sırt sırta eşlik ederler insana hayat boyunca. Hangisinin öne geçeceği ise, biraz genetik yatkınlıklarımıza ve mizacımıza biraz da benliğimizin oluştuğu erken dönem ilişkilerimize bağlıdır.
Doğumla birlikte, güvenli alanından dünyaya gözlerini açan bir bebek için yaşam ve ölüm arasındaki bu mücadele oldukça yoğun bir kaygı yaratır. Doğumla birlikte anne ile kurduğu güvenli birlik halini kaybederek ilk kaybını yaşayan bebeği, dünyaya uyumlanma gibi zorlu bir yolculuk da beklemektedir. Klein'a göre, bebek bu zorlu yolculukta açlık, libidinal arzular ve bu mücadelenin yarattığı yoğun kaygı ile onu besleyen bir memeye yönelir.[2] Bebek, önce memenin, sonra da annenin kendisindeki yıkıcı ölüm dürtüsünü yatıştırmasını arzulayarak, yaşam dürtüsüne yatırım yapar. Anne ve bebek arasında kurulan bu ilişkide hangi dürtünün baskın olacağı, tabii ki doğum deneyiminin travmatik geçip geçmemesine, annenin bebeğe bakmak isteyip istememesine, bebeğin mizacına ve sütü zevkle kabul etme yeteneğine de bağlıdır.
Winnicott'a göre, "bebek yoktur", çünkü anne olmadan küçük bir çocuğun fiziksel ve ruhsal olarak hayatta kalması mümkün değildir.[3] Bu nedenle annenin rolü oldukça önemlidir. "Birincil annelik tasasına" sahip bir anne, içgüdüsel olarak bebeği ile özdeşim kurar, fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarını karşılar. Ancak, bu ihtiyaçlar bebeğin gelişim evrelerine bağlı olarak değişkenlik gösterir. Annenin aynı zamanda “yeterince iyi anne” olarak bebeğin ihtiyaç duyduğu şekilde, onu ilkel kaygılardan koruması, bebeğin kapasitesini dikkate alarak yavaşça dış gerçekliğe, yani gerçek hayata alıştırması gerekmektedir. Annenin yüzüne baktıkça kendini gören bebek zamanla hem kendi varlığının hem de ötekilerin bilincine varmaya başlar. Winnicott, bir bebeğin ağzından annenin bu "ayna rolünü" şöyle tanımlar:[4] "Baktığımda görülüyorum, demek ki varım."
Bu işlevler bebeğin dünyaya uyumlanma yolculuğunu kolaylaştırması açısından oldukça önemlidir. Ayrıca, "yeterince iyi anne" kavramının ahlaki yargılardan ve mükemmeliyetçi bir tutumdan ziyade, öncelikle bebeğin ihtiyaçlarını temel alarak, zamanla kendi bireysel ihtiyaçlarına da yönelen ve bunun dengesini kurabilen bir annelik tutumu olduğunu vurgulamak faydalı olacaktır. Ayrıca, bu annelik tutumu her zaman bebeğin biyolojik annesi (ve hatta her durumda bir dişi) tarafından verilemeyebilir. Bebeğin bulunduğu döneme bağlı olarak, ihtiyaç duyduğu ruhsal ve fiziksel bakım düzenli "bakım-veren" bir birey tarafından da karşılanabilir.[17]
Son olarak, düşünme kapasitesinin gelişmesi de bu ilkel kaygılar karşısında sağlıklı bir psikolojik gelişim için oldukça önemlidir. Bebek bedeninde ve ruhunda henüz anlam veremediği çiğ, şiddetli ve agresif duyumsamalar hisseder, ölüm dürtüsü oradadır. Bion bu duyumsamalara "beta elementi" adını vermiştir.[5] Bu duyumsamaları, anlama, üzerine düşünme ve söze dökme kapasitesi gelişmemiş bebeğin bunları anlatabileceği tek yol ağlamak ve anneye bilinçdışı bir şekilde yansıtmaktır. Anne, bu yansıtılan duygulanımı alıp bir süre taşıyarak ve bir anlam vererek bunu bebeğin sindirebileceği "alfa elementlerine" dönüştürür. Zamanla annenin bu kapasitesini içselleştirerek öğrenen bir bebek, duyumlarına ve hislerine düşünerek bir anlam vermeye başlayabilir.
Aslında, günlük hayatta henüz konuşamayan bir bebek ve "yeterince iyi annesi" arasında bu betadan alfaya dönüşümü sıklıkla gözlemleyebiliriz. Ağlayan bebeğinin yanına giden anne, bebeği önce sakinleştirmeye çalışır, bir yandan ise düşünmeye ve söze dökmeye başlar: "Karnın mı acıktı? Korktun mu sen? Yoksa gazın mı var?" gibi sorularla, bebek için anlamsız ve korkunç olanı, anlamlı ve düşünülebilir hale getirmeye çalışır. Böylece, bir çocuk karnı acıktığında, korktuğunda sadece çığlık çığlığa ağlamak ya da vurup kırmak yerine "karnım acıktı" ya da "korktum" diyebilir; yani bu duyumlarını söze dökebilir.
Anne-Bebek ikilisi arasında erken dönemde gelişen bu hayati bağ, beyin görüntüleme çalışmalarıyla da desteklenmeye devam etmektedir. Profesör Rebacca Saxe, bebeğini tutar ve öperken, bebekte oksitosin hormonunun seviyesinin arttığını tespit etmiştir. Oksitosin hormonunun çiftler arasındaki bağlanmayı, başkalarının duygularını anlamayı, göz teması kurma gibi sosyal davranışları arttırdığı ve stresin azalmasında etkili olduğu bulunmuştur.
Swain, bebeğinin ağlamasını duyan annede bilinçli düşünmeden sorumlu frontal korteks ile duygusal hafızanın oluşumunda önemli bir role sahip amigdalada artan nöral aktivite tespit etmiştir.[6] Aynı zamanda, bebeğinin ağlamasını duyan babada duyguların ve duygusal davranışların düzenlenmesinde etkili anterior singulat korteks, göz retinasından gelen bilgileri alıp yorumlayan görsel korteks ile öğrenme ve bellek becerileriyle ilişkili limbik sistemin bir parçası olan parahipokampal girusta artan nöral aktivite tespit etmiştir. Bu bulguları ise, Winnicott’un "birincil annelik tasası" ile ilişkilendirmiştir.
Peki ya bu süreçler herhangi bir nedenden ötürü sekteye uğrarsa ne olur? Bir bebek tüm bu şiddetli duyumları düşünecek, söze dökecek kapasiteyi geliştiremezse ve bu duyumlar "adsız dehşetler" olarak kalırsa, "yeterince iyi bir anneye" sahip olamaz ya da bir türlü gerçekliğe uyum sağlayamazsa, kaygılarını yatıştıracak sağlıklı bir “anne-bebek ilişkisi” kuramazsa ve çok erken dönemde travmatik deneyimler yaşarsa ne olur?
Bu sorular, yani genetik yatkınlıkların üzerine eklenen tüm bu travmatik deneyimler, bizi farklı ve ortak yönleri olan çeşitli ruhsal hastalıklara ulaştırabilir. Sanıyoruz hepsini ortak bir noktada toparlamaya çalışırsak da libidodan ziyade saldırganlığın, yaşamdan ziyade ölüm dürtüsünün baskın olduğu kişinin bilinçli ya da bilinçsizce kendine zarar verdiği davranışlara ulaşırız. Günümüzde gittikçe artan, kendine zarar verme davranışına ve ayrıca intihara bu temel çerçeveden yola çıkarak, birlikte biraz daha yakından bakabiliriz.
Kendine Zarar Verme Davranışı
Her eylem ve her düşünce, geçmişte kendisinden önce gelen şeylerin yankısı veya gelecekte sersemletinceye kadar kendisini tekrarlayacak şeylerin sadık habercisidir.[7] - Jorge Luis Borges
Kendine zarar verme davranışının ruh sağlığı literatüründe çok farklı tanımları yapılmıştır. Genel olarak kişinin kendisine fiziksel ve psikolojik olarak zarar verici davranışlarda bulunması olarak tanımlanabilir. Aynı zamanda, kendine zarar verme davranışı "tekrarlayıcı, kişinin ölüm isteği olmadan, doku hasarı ile sonuçlanan kendi bedenine yönelik girişimidir".[8] Bu davranışlar, kendini kesmek ve yakmak gibi doğrudan olabildiği gibi, aşırı ya da az yemek, aşırı sigara ya da uyuşturucu madde kullanmak, hatta ihtiyaç duymasına rağmen ilaç tedavisini kesmek gibi dolaylı da olabilir. Kendine zarar verme davranışı genel olarak dört ana gruba ayrılmıştır;[9]
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
- Tipik kendine zarar verme davranışları: başını vurmak, kendine vurmak, tırnak yemek, dudak ısırmak, saç yolmak, bedenini tırmalamak.
- Psikotik kendine zarar verme davranışları: organları kesmek, beden uzuvlarını kesmek, göz çıkarmak.
- Kompulsif kendine zarar verme davranışları: saç yolmak, deriyi çimdiklemek, tırnak yemek.
- Dürtüsel kendine zarar verme davranışları: kendini kesmek, kendini yakmak ve kendine vurmak.
Tekrarlayan kendine zarar verme davranışında kendini kesme %72, kendini yakma %35, kendine vurma %30 ve yaraların iyileşmesine izin vermeme %22 en sık kullanılan yöntemlerdir. Vücutta en sık zarar verilen bölgeler kollar (%74), bacaklar (%44), karın (%25) ve %23 ile kafadır.[10]
Tüm bu kendine zarar verme davranışlarında öncelikli niyet yaşamını sonlandırmak olmamasına rağmen kimi zaman ölümle sonuçlanabilir. Bu nedenle, kişiye ve boyutlarına bağlı olarak kendine zarar verme davranışları yaklaşan intihar teşebbüsünün ilk adımları olarak da değerlendirilebilir.
Yapılan yaygınlık çalışmalarına göre, toplumda her 600 kişiden birinin tedaviye ihtiyaç duyacak biçimde kendine zarar verdiği belirlenmiştir.[8] Genellikle, kendine zarar verme davranışının ergenlik döneminde ve genç yetişkinlikte daha yoğun olduğu da tespit edilen veriler arasındadır. [11] Ancak bu yaygınlık oranlarının, kendine zarar verme davranışının ruh sağlığı literatüründe farklı tanımları bulunduğu için istatistiksel anlamda yeterince güvenilir olmayabileceği akılda tutulmalıdır. Literatürdeki bu karmaşayı düzenlemek ve tedavi çalışmalarını yoğunlaştırmak amacıyla Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (DSM-5)[12] 'nın son versiyonunda, "intihar niyeti taşımayan kendine zarar verme davranışı" ve "intihar" ayrı ayrı iki tanı olarak verilmiştir.
Kendine Zarar Verme (DSM-5)
DSM-5’e göre; intihar niyeti taşımayan kendine zarar verme davranışın tanısal kriterleri şu şekilde belirlenmiştir:
A. Kişinin son bir yıl içinde, beş̧ veya daha fazla günde, kendi bedeni üzerinde ağrı, kanama veya bereye yol açacak şekilde istemli olarak hasar oluşturması (örn., kesme, yakma, bıçaklama, vurma, aşırı miktarda ovalama) ve bunu sosyal amaçlı (küpe, dövme vb.) değil, sadece hafif veya orta düzeyde bir fiziksel zarara yol açma beklentisiyle yapması. Ölüm niyeti olmadığı ya hasta tarafından bildirilir, ya da hastanın deneyimlerinden, ölüme yol açma potansiyeli olmadığını bildiği yöntemleri kullanmasından anlaşılır (Eğer emin olunamıyorsa, başka türlü adlandırılamayan (BTA) Tip 2 ile kodlanır). Bu davranış sık görülen ve önemsiz bir nitelikte olmamalıdır, örneğin yara yolma veya tırnak yeme gibi.
B. İstemli yapılan bu yaralama aşağıdakilerden en az ikisi ile ilintili olmalıdır:
- Kendine zarar verme eyleminin hemen öncesinde depresyon, kaygı, gerginlik, öfke ve genel bir huzursuzluk hali veya özeleştiri gibi olumsuz duygu ve düşüncelerin ortaya çıkması.
- Bu eylemde bulunmadan önce kişinin bir süre yapmak istenen ve karşı konması güç olan bu davranışla meşgul olması.
- Her seferinde kendine zarar verme eyleminin ortaya konmasına neden olmasa da, kendini yaralama itkisinin sık olarak hissedilmesi.
- Bu eylem bir amaç için yapılır: olumsuz bir duygu/biliş durumunu veya kişiler arası oluşan bir zorluğu giderebilmek veya olumlu bir duygudurumu başlatabilmek için. Hasta bunları ya kendine zarar verdiği sırada veya hemen sonrasında elde edebilmek için yapar.
C. Bu davranış ve bu davranışın sonuçları kişiler arası, akademik veya diğer önemli işlevsellik alanlarında belirgin düzeyde sıkıntı veya bozulma yaratır.
D. Bu davranış özellikle psikoz, deliryum veya entoksikasyon durumlarında ortaya çıkmamalıdır. Gelişimsel bozukluğu olan kişilerde bu davranış, tekrarlayıcı stereotipi örüntüsünün bir parçası olmamalıdır. Bu davranış, diğer akıl hastalıkları veya tıbbi bozukluklardan dolayı ortaya çıkmamalıdır. (psikotik bozukluk, YGB, zihinsel yetersizlik, Lesch-Nyhan Sendromu)
* Potansiyel BTA Kategorileri:
- Tip 1, Eşik-altı: Son 12 ay içinde 5’ten daha az sayıda kendine zarar verir.
- Tip 2: Niyet belirsizdir; özkıyıma da eğilimlidir.
İntihar niyeti taşımayan kendine zarar verme davranışı, pek çok ruh sağlığı problemiyle birlikte görülmektedir. Yapılan araştırmalara göre, psikotik bozukluklar, depresyon, cinsel kimlik bozukluğu, yeme bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu ve sınır durum kişilik bozukluğu olan bireylerde kendine zarar verme davranışının daha sık görüldüğü tespit edilmiştir. [11] Ayrıca, çocukluk döneminde istismara uğrayan bireylerde kendine zarar verme davranışına daha sık rastlandığı belirlenmiştir.
Kendine Zarar Verme Davranışı Nedenleri: İstismar, İhmal ve Kendine Zarar Verme Davranışı
Çocuk İhmal ve İstismarı
Çocuk istismarı; çocuğun fiziksel ve psikolojik gelişimini olumsuz etkileyen, sağlıklarına zarar veren, fiziksel, duygusal, cinsel ve zihinsel gelişimlerinde derin yaralar bırakan tutum ve davranışlardır. Çocuk istismarı, fiziksel, cinsel ve duygusal istismar olarak üç ana gruba ayrılmıştır. Fiziksel istismar, çocuğun beden bütünlüğüne zarar veren davranışların tümüdür. Cinsel istismar, çocuğun bir yetişkin ya da kendisinden yaşça büyük bir çocuk tarafından cinsel tatmin için kullanılmasıdır. Duygusal istismar ise, alay etme, zorbalık yapma, aşırı eleştirel tutumlarda bulunma gibi çocuğun zihinsel, duygusal ve sosyal gelişimini olumsuz etkileyen tutumlardır.
Çocuk ihmali ise, 18 yaşın altındaki tüm çocukların ve ergenlerin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarının bakım vermekle yükümlü yetişkinlerce karşılanmamasıdır. Çocuğun fiziksel olarak barınma, beslenme, hijyen ihtiyaçlarının karşılanmaması gibi duygusal olarak ihtiyaç duyduğu sevgi ve şefkatin verilmemesi çocuk ihmaline örnek olan tutumlardır.
Yapılan araştırmalar, kendine zarar verme davranışında bulunan bireylerin %60’ının erken çocukluk döneminde fiziksel ve/veya cinsel travmaya, ihmale maruz kaldığını tespit etmiştir.[8] Yani bu bireyler, erken çocukluk döneminden itibaren ölüm dürtüsünün kapsanamadığı bir çevrede büyümüşlerdir. Ancak, unutulmamalıdır ki onları hayata bağlayan yaşam arzusu da varlığı korumaktadır ve uygun koşullar oluşturulduğunda tekrar öne geçmek için hazırdır.
Kendine Zarar Verme Davranışının Nedenleri
En sık rastlanan intihar niyeti taşımayan kendine zarar verme davranışı olan kendini kesme davranışının nedenleri araştıran nörobiyolojik çalışmalar kendine zarar verme davranışının opiyat, dopamin ve serotonin seviyelerindeki düzensizliklerle alakalı olabileceğini tespit etmişlerdir. Özellikle, serotonin miktarının azalması öfke ve depresyon duygulanımlarının artmasına neden olduğu tespit edilmiştir. Kendini kesen kişilerin öfkeli, dürtüsel, kaygılı ve agresif olmalarını beyindeki serotonin seviyesindeki düşüşe bağlı bulmuşlardır. [13] Ruhsal nedenlere yoğunlaştığımızda[14] ise şu nedenler ortaya çıkmaktadır;
- Depresyon ve Boşluk Hissi: Kendine zarar veren bireyler, hislerini “donuk ya da ölü” olarak tanımlıyor. Ruhsal olarak ise, boşluk içinde olduklarını belirten bireyler için yaşadıklarını hissetmenin, hislerini canlandırmanın bir yolu olarak bedenini yaralama ortaya çıkabiliyor. Bütünüyle cansız hissederken gördükleri kanayan bir beden ölmediklerinin kanıtı haline gelebiliyor.
- Duygusal Acıları Bastırmaya Çalışmak: Yoğun duygusal acıyı ruhsal olarak işlemekte ve sindirmekte zorlanan bireyler, bu acıyı somutlaştırarak bedenine yönlendirebiliyor. Ağrıyan bir ruhun yerini alan beden daha anlaşılır hale gelebiliyor.
- Rahatlamak: Ruhsal acıyı bedene aktararak somutlaştıran bireyler, birkaç dakika boyunca fiziksel ve ruhsal olarak rahatlayabiliyor. Ruhsal olarak yaşadıkları zorlukların, bedenlerinden atıldığını hissedebiliyor. Ancak, bu his zamanla yerini kaygı ve utanca bırakabiliyor.
- Kendilerini Cezalandırmak: Özellikle, ihmal ve istismara uğrayan kişiler sıklıkla başlarına gelen travmatik olaylardan kendilerini sorumlu tutarak, yoğun suçluluk ve utanç yaşayabilirler. Bu travmatik olayları hak ettiğini düşünen kişiler, bir süre sonra tekrar tekrar bedenlerine zarar vererek kendilerini cezalandırıyor.
- Kontrolü Ele Almak: Özellikle, ihmal ve istismara uğrayan kişilerin en sık yaşadıkları duygulardan biri bedensel ve ruhsal olarak kontrolü kaybetme hissi. Kendine bedensel olarak zarar vermek ise, bedenlerine ne yapacaklarına kendilerinin karar verdiğini, ruhsal olarak canlarını yakmanın kendi kontrollerinde olduğunu hissettirebiliyor.
- İntikam Almak: Özellikle, ihmale uğrayan kişilerin yakınlarına karşı yaşadıkları yoğun duygular bir süre sonra kendisine yönelebilir ve yaşadıklarının intikamını almak, yakınlarını cezalandırmak için kişi kendi bedenini kesebilir.
- Öfke: Kontrol edilmesi en zor duygulardan biri olan agresyonun yoğunlaşması ve kendine yönelmesi ile kişi kendini kesebilir.
Öncelikle, kendine zarar verme davranışı ölüm dürtüsünün öne geçmeye başladığının işaretlerinden biridir. Erken çocukluk döneminde, anne ve/veya bebekten kaynaklı nedenlerle sağlıklı bir anne-bebek ilişkisi kuramayan kişilerde bu nedenlere daha sık rastlanır. Annenin "ayna rolü" sayesinde kendinin bilincine varmaya başlayan bir bebekte bu süreç sekteye uğrarsa, baktıkça görüldüğünü hissetmezse benlik gelişimi sekteye uğrayarak boşluk hissetmeye başlayabilir. Henüz anlam veremediği çiğ, şiddetli ve agresif duyumları yumuşatacak bir anne figürü olmazsa ya da bebek bu duyumları yumuşatılıp verildiği zaman almakta zorlanırsa, hissettikleri üzerine düşünme ve söze dökme kapasitesi yeterince gelişemez. O zaman ise karşımıza dürtüsellik ve eyleme dökmek çıkar. Duygusal acılarına bir anlam veremeyen kişiler, bu acılarını eyleme dökerek dürtüsel bir şekilde kendi bedenlerine zarar verebilirler. Kesilen bir vücut bölgesinin ağrı ve acısı daha az kafa karıştırıcı, geçici de olsa rahatlatıcı hale gelir. Aynı zamanda, öfkelerini dile getirerek rahatlama sağlamakta zorlanır ve eyleme dökerek bir şey yapmak isterler. Bu yoğun agresyon bazen eşyalara, bazen yakınlarında bulunan kişilere bazen ise kendi bedenlerine yönlendirilebilir.
Bir yandan ise, erken çocukluk döneminde ihmal ve istismara uğrayan kişiler için bu deneyimlerin tümü oldukça travmatiktir. Hem deneyimin kendisini hem maruz bırakan kişiyi hem de uyandırdığı duyguları küçük bir çocuk anlamak ve sindirmekte oldukça zorlanır. Örneğin, erken çocukluk döneminde ebeveynleri tarafından şiddete uğrayan bir çocuk için bu durum oldukça travmatiktir. Şiddeti ve cezalandırılmayı hak ettiğini düşünebilir, kendini suçlayabilir. Ne zaman şiddet göreceğini kestiremediği ve bedenini koruyamadığı için kontrolünü kaybettiğini hissedebilir. Bedenine zarar vermek ise, hem hak ettiğini düşündüğü gibi kendini cezalandırmanın hem de kontrolü ele almanın bir yolu haline gelebilir. Ayrıca, duygusal bakım alabileceği kişilerle şiddet üzerinden ilişki kurmayı öğrenir, şiddet normalleşir ve kimi zaman bir sevgi göstergesi haline gelebilir. Ebeveynlerinin kendisini "sevdiğini, korumaya çalıştığını, ona doğru yolu göstermek için dövdüğünü" düşünebilir. Rasmussen'in[15] çalışmasında yer almış bir yetişkinin sözleri buna örnek olabilir:
…Keşke şimdi de kırbaçlanabilseydim; çünkü kırbaçlanmak, insanların daha sonra dinlemesini ve bilmelerini sağlamanın bir yoludur. Eğer beni yine kırbaçlayacak bir annem olabilseydi, ben de hayatıma bir düzen verebilirdim. (s.223)
Bu travmatik deneyimler beden ve şiddete maruz kalınan ilişkiler üzerinden figürler farklı olsa da tekrar tekrar sahnelenmeye başlar. Freud yaşanan bu travmatik deneyimlerin, rüyalar ve eyleme dökmelerle tekrar tekrar sahnelenmesine "yineleme zorlantısı" demiştir.[16] Yapılan bu davranışlar ve seçimlerde amaç tekrarlayan sahneyi değiştirmek olsa da sonuç genellikle travmanın tekrarı haline gelir. Tekrarlayan bu travmatik deneyimler ise, kişinin ruhsal tahammülünü, çevresiyle kurduğu bağları, hayata yatırım yapma arzusunu aşındırarak ölüm dürtüsünün öne geçmesine ve kişinin intiharın eşiğine gelmesine neden olabilir. Yine de tüm bu sebepler, yaşam arzusunun tamamen yok olduğu anlamını taşımamaktadır. Tüm bu zorlu duyguların yoğunluğuyla karanlıkta kalan yaşam arzusu farklı bir ilişkisel deneyim yaşayabilme, bedenine zarar verme haricinde yollar bulabilme umuduyla beklemeye devam etmektedir.
Yazımızın ilk kısmı burada sona erdi. İkinci kısımda hep birlikte, yaşam ve ölüm dürtüsü arasındaki dengeyi koruyarak, intiharın karanlığı üzerine düşünmeye devam edebiliriz.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 44
- 17
- 16
- 9
- 8
- 5
- 4
- 3
- 2
- 2
- 1
- 0
- ^ S. Freud. (2001). Haz İlkesinin Ötesinde. Yayınevi: Metis Yayınevi.
- ^ M. Klein. (2014). Haset Ve Şükran. Yayınevi: Metis Yayınları.
- ^ D. W. Winnicott. (1975). “Primary Maternal Preoccupation”, Through Paediatrics To Psycho- Analysis. International Psychoanalytical Library, sf: 300-306. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. W. Winnicott. (2014). Oyun Ve Gerçeklik. Yayınevi: Metis Yayınları.
- ^ W. R. Bion. (2017). Tereddütlü Düşünceler Psikanaliz Üzerine Seçilmiş Makaleler. Yayınevi: Metis Yayınları.
- ^ J. E. Swain. (2008). Baby Stimuli And The Parent Brain: Functional Neuroimaging Of The Neural Substrates Of Parent-Infant Attachment. Pschiatry Edgmont, sf: 28-36. | Arşiv Bağlantısı
- ^ J. L. Borges. (2019). Alef. Yayınevi: İletişim Yayınları.
- ^ a b c A. Aksoy, et al. (2003). Kendine Zarar Verme. Anadolu Psikiyatri Dergisi, sf: 226-236. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Sieman. (2001). Self-Injury Behavior: Assessment And Treatment. Yayınevi: American Psychiatric Publishing.
- ^ A.R. Favazza. (1992). Repetitive Self-Mutilation. Psychiatric Annal, sf: 60-63. | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b A. Cipriano, et al. (2017). Nonsuicidal Self-Injury: A Systematic Review. Frontiers in Psychology, sf: https://doi.org/10.3389/fpsyg.2017.01946. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A.P.A.. (2013). The Diagnostic And Statistical Manual Of Mental Disorders, Fifth Edition. Yayınevi: American Psychiatric Association.
- ^ B. Van der Kolk, et al. (1991). Childhood Origins Of Self-Destructive Behavior. Am J Psychiatry, sf: 1665-1671. | Arşiv Bağlantısı
- ^ A.R. Favazza. (1996). Bodies Under Siege. Yayınevi: John Hopkins University Press.
- ^ A. Rasmussen. (Doktora Tezi, 1988). Chronically And Severely Battered Women: A Psychodiagnostic Investigation.
- ^ S. Freud. Moses And Monotheism: Three Essays. (21 Kasım 1939). Alındığı Tarih: 19 Ekim 2020. Alındığı Yer: | Arşiv Bağlantısı
- ^ N. F. P. Gilfoyle, et al. Application For Leave To File Brief Amici Curiae In Support Of Parties Challenging The Marriage Exclusion. Alındığı Tarih: 28 Ekim 2020. Alındığı Yer: American Psychological Association | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 15:18:03 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9453
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.