Depresif Realizm: Depresyon Gerçeklik Algımızı Nasıl Etkiliyor?
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Sabah gün daha tam ağarmadan uyanmışsınız. Yağan yağmuru görüp hayıflanıyor, ne giymeniz gerektiğine karar vermeye çalışıyorsunuz. Geçici bir süreliğine girdiğinizi düşündüğünüz işte 5. yılınızı doldurmuşsunuz. Evden çıkmaya hazır hale geldiğiniz on beş dakika içinde aynı rutinler, aynı beğenmediğiniz sistem, aynı sıkıcı ve boş günlük yaşam meşgaleleri zihninize boca oluyor. Zaten kahvaltı yapmıyorsunuz. Giderken bir simit alır, iş yerinde de bir hazır kahve içersiniz olur biter. Esasında kahvaltıyı seviyorsunuz ama bu şekilde değil. Hafta sonundaki geç ve uzun kahvaltılara bayılıyorsunuz. Zaten düşündüğünüzde, yapmaktan zevk aldığınız hemen her şeyi hafta sonu yapıyorsunuz. O bile tam değil, çünkü pazar günü öğleden sonra başlayan pazartesi sendromu, o gününüzün de yarısını götürüyor.
“Bir buçuk gün” diye düşünüyorsunuz, “tüm hafta yaptığım her şey, katlandığım her şey, her sıkıntı bir buçuk günümü kazanmak için.”
*
Psikolojide psikolojik sağlığı yerinde olan insanların gerçeği olduğu gibi algıladığı kabul edilir. Mutlu ve doyurucu bir yaşamın ön koşulu, hayatı, kendimizi ve çevremizi olduğu gibi algılamaktır. Bu noktadan hareketle psikolojik sağlığı bozulmuş insanların ise gerçekliği çarpık biçimde algıladığı öngörülür. Buna göre bir insan gerçekliği ne ölçüde çarpık biçimde algılıyorsa, o insanın ruh sağlığında da o ölçüde bozukluk vardır demektir.
Günümüz terapilerinde çok yaygın olarak benimsenen bilişsel paradigmanın odağı da budur. Paradigmanın kurucusu olan Beck’e göre depresyon, bireylerin bilgi işleme süreçlerindeki olumsuz yöndeki çarpıtmalar ile yakından ilişkilidir. Depresif bireyler gerçekliği düzgün bir şekilde algılayamaz, bu yüzden temel amaç bireyin bu “çarpık” düşünce ve yorumlamalarını tespit edip bunları değiştirmektir (Beck ve ark. 1979).
*
Nihayetinde hazırlanıp evden çıktınız. Hava soğuk ve yağmurlu, yerler çamurlu, herkesin suratı asık.
Otobüs ise alıştığınız gibi sıkış sıkış, tek yapabildiğiniz kendinize ayakta göreli rahat bir yer bulup, şoförün hoyrat frenlerinde düşmeyeceğiniz bir yer tutabilmek. Bu sıkışıklıkta ineceğiniz yere kadar vakit geçirebilmek için telefonunuzu elinize alabileceğiniz kadar bile konforunuz yok. Canınız sıkılıyor, bunalıyorsunuz. Sevmediğiniz işinize, istemediğiniz bir şekilde gitmeye çalışıyorsunuz.
*
Psikolojinin mutluluk ve gerçeklik arasındaki bu geleneksel varsayımı, 1970’lerde başlayıp günümüze kadar gelen birçok çalışmada çıkan bir bulgu ile sarsılmıştır. Birçok araştırmada, sağlıklı kabul edilen bireylerin gerçekliği değerlendirmesinde beklenmedik bir eğilim bulunmuştur. Bu araştırmalardan bazılarına bakalım.
Bir araştırmada deneklere tamamen kurgusal adli senaryolar okundu. Senaryolarda bir mağdura karşı suç işleniyor ve mağdur yaralanıyordu. Yaralanmanın ölçüsü kurgulara göre değişikti; ancak tüm senaryolarda mağdur, olay yerinde tesadüfen bulunan ve suçtan bağımsız insanlar olarak yapılandırılmıştı. Yine de senaryoların okunduğu insanlar yaralanma ne kadar ciddiyse, mağduru da o kadar sorumlu görmüştü (Hendrick ve Ugwuegbu, 1974).
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bir başka araştırmada insanlara rastgele zar attırılarak, ne kadar yüksek atabildiklerine göre kendilerine sonuçta bir “başarı” puanı verildi. Daha sonra deneklere bu sözde başarının nedenine ilişkin ne düşündükleri soruldu. Tamamen şansa dayalı bu durumda düşük başarılı insanlar bunu şansa, yüksek başarılı insanlar ise kendilerinin “iyi bir performans” göstermelerine atfediyordu. Dahası var: Deney modifiye edilip zarı denek değil de başka bir insanın atması sağlandı ve deneğe bu başarının nedeni soruldu. Bu durumda ise denekler başarılı senaryoların nedeni olarak zarı atanın şanslı olmasını, başarısız senaryoların nedeni olarak ise zarı atanın performansının düşüklüğünü gösteriyordu. Yani insanların şansa dayalı bir olayı yorumlama şekilleri, olayın kendi başlarına mı, yoksa başkalarının başına mı geldiğine göre tamamen değişiyor. Kendi başımızdan geçen ve tamamen rastlantılı olaylar bizim lehimize sonuçlanırsa sonucu kendi olumlu niteliklerimize atfetme, aleyhimize sonuçlanırsa şansa atfetme eğiliminde oluruz. Eğer aynı şansa dayalı olay bir başkasının başına gelirse algılamamız tersine döner (Langer ve Roth, 1975).
Şans değil de gerçek hayattaki başarılar konusunda da paralel bir eğilimimiz vardır. İnsanlar başarıyı açıklarken, başarının kime ait olduğuna göre yorum yapar. Kendileri başarılıysa bunu kendi kişilik özelliklerine, tutumlarına, alışkanlıklarına bağlarlar. Diğer insanların başarılarının nedenini ise, onların uygun ortamlarda olmalarına, geniş çevrelerinin olmasına, yani o insanların dışındaki faktörlere bağlarlar (Miller ve Ross, 1975).
Bunlar öncül çalışmalardır. Bu şekilde benzer sonuçlara sahip, burada yer veremeyeceğimiz sayıda birçok araştırma vardır. Zaman içinde yapılan çalışmalar da büyük oranda aynı sonuçlara ulaşınca, psikolojide “Kontrol Yanılsaması”, “Kendini Kayırma Eğilimi”, “Temel Atıf Hatası” olarak adlandırılan kavramlar ortaya çıkmış ve kabul edilmiştir.
Taylor ve Brown (1988) bu bulguları güzel biçimde özetlemiştir:
- İnsanlar kendilerini gerçekçi olmaktan çok iyimser bir bakış açısıyla değerlendirmektedir.
- İnsanlar olaylar üzerindeki kontrol güçlerini gerçekte olduğundan daha fazla olarak algılamaktadır.
- İnsanlar gelecekte başlarına gelebilecek muhtemel kötü olayların gerçekleşme ihtimalini, kendileri için ortaya konan istatistiksel verilerden daha düşük olarak tahmin etmektedir.
Yani toparlarsak, sağduyunun aksine psikolojik olarak sağlıklı kabul ettiğimiz bireyler gerçekliği doğru bir şekilde algılıyor olmaktan ziyade, gerçekliği kendilerini kayıracak, daha mutlu kılacak şekilde çarpıtma eğilimindedir. Brown’a göre bu durum her insanda ortak, temel ve evrensel bir eğilimdir (Brown 1986).
*
Otobüste giderken, bu gibi toplu taşıma araçlarının olmazsa olmazı rahatsız edici biçimde yüksek sesle bir konuyu tartışan iki yaşlı insanın sohbetine, ister istemez kulak kabartıyorsunuz. Biri diğerine diyor ki:
“Benim yeğen depresyona girmiş. Doktora götürmüşler, ilaç vermiş. Evden çıkmıyormuş. Hiçbir şeyden zevk almıyormuş. İşe de gitmek istemiyormuş. Hayatını anlamsız buluyormuş. Eltime sordum, birkaç aya geçer, dedi.”
Diğeri:
“Çok yaygınlaştı artık. Bizim zamanımızda yoktu böyle şeyler. Hayat aslında ne kadar güzel. Gençler kıymetini bilmiyor. İnsan isterse her şeyi başarır, her zorluğun üstesinden gelir. Yeter ki insan zevk almasını bilsin. Bu kadar karamsarlık da hastalık artık!” diyor.
Kendi durumunuzu düşünüyorsunuz. İki aydır devam ettiğiniz psikoterapi seanslarını, yaşama tutunmanızda bir süredir en büyük yardımcınız olan haplarınızı düşünüyorsunuz.
Hayatınız gerçekten anlamlı mı? Siz de hasta mısınız acaba?
*
Alloy ve Abramson’ın 1979 yılında yaptığı bir araştırmada çok enteresan bir durumla karşılaşıldı. Araştırmacılar bu bilişsel çarpıklıkları test etmek için bir deney düzeneği hazırlamışlardı. Düzenekte, deneklerin karşısına konulmuş, yanıp sönen bir yeşil ışık ve önlerinde bir düğme vardı. Deneklerden istenen önlerindeki düğmeye basarak karşılarındaki ışığın mümkün olduğunca sık yanmasını sağlamaktı. Aslında yeşil ışık onların düğmeye basmasından bağımsız olarak, önceden kararlaştırılmış sabit bir oranda yanıyordu. Yani deneklerin düğmeye basmasının ışığın yanıp sönmesi üzerinde hiçbir etkisi yoktu. Deney sonucunda katılımcıların çoğu ışığı kendilerinin kontrol ettiği yönünde bildirimde bulundu. Yani önceki sonuçlarla tutarlı bir sonuç çıkmıştı. Araştırmacılar bu sonucun çıkmadığı, yani ışık üzerinde herhangi bir kontrollerinin olmadığını söyleyen (gerçekçi olabilen) denekleri incelemeye karar verdiler. Bu deneklerin öz yaşam incelemesi sonucu ortaya çıkan en önemli ortak bulgu, bunların ya geçmişte ya da halihazırda bir depresyon süreci yaşadıkları idi. Bu iki araştırmacı kontrol yanılsamasını başka araştırma düzenekleri ile test ettiklerinde de şaşırtıcı şekilde paralel sonuçlara ulaştılar: Depresif bireylerde kontrol yanılsaması daha azdı. Yani olan biteni gerçeğe daha yakın bir ölçüde değerlendirebiliyorlardı.
Bu araştırmacıların bulguları heyecan yarattı ve doğal olarak başka çalışmalar tarafından da sınandı.
Bir araştırmada deneklerin karşısına başka bir kişi (araştırma ekibinden) yerleştirildi ve onlarla belirli bir süre sohbet etmeleri istendi. Bu sohbet boyunca onları gözlemleyen bir grup rastgele insan vardı. Sürecin sonunda bu izleyicilerden deneğin kişilik özelliklerini değerlendirmeleri istendi. Ayrıca deneklerden kendilerinin bu insanlar tarafından nasıl değerlendirildiklerini tahmin etmeleri istendi. Sonuçta “sağlıklı” bireyler grubun kendilerini olduklarından daha olumlu değerlendirdiklerini tahmin ettiler. Yani diğer insanların kendilerini beğenmelerini abartıyorlardı. Depresif bireylerde ise böyle bir abartma görülmemiştir; yani grubun kendilerini nasıl değerlendirdiklerini daha isabetli tahmin etmişlerdir (Lewinsohn, Mischel, Chaplin ve Barton, 1980).
Bir başka araştırmada deneklere bir zar verilerek “zihin güçleriyle” zarın belirli bir yüzünün üste gelmesini sağlayacak şekilde zar atmaları (!) istendi. Atışlar bitince deneklere zihin güçlerinin sonuçlar üzerinde ne kadar etkili olduğu soruldu. Depresif olanlar etkili olmadığı şeklinde, olmayanlar ise etkili olduğu şeklinde değerlendirme yapma eğilimindeydi (Presson ve Benassi, 2003).
Lovejoy 1991’de yaptığı araştırmada doğum sonrası depresyon (postnatal depresyon) yaşayan ve yaşamayan anneleri karşılaştırdı. Depresyon yaşayan annelerin, çocuklarının olumsuz davranışlarını da olumlular kadar iyi hatırladıkları sonucuna ulaştı.
Başka bir durumda üniversite öğrencilerine olumlu ve olumsuz kişilik özellikleri listesi verilerek kendilerinin bu niteliklerden hangilerine sahip olup olmadıkları soruldu. “Normal” öğrenciler kendilerini olumlu niteliklere sahip ve olumsuz niteliklere sahip değil olarak değerlendirme eğilimindeyken, depresif grubun kendilerini değerlendirmeleri gerçeğe, yani nesnel bir ortalamaya daha yakın bulundu (Tabachnik ve ark. 1983).
Bu ve bu türden birçok araştırmada benzer sonuçlara ulaşıldı. Depresyon sürecindeki insanlar (hatta bir ölçüde geçmişte depresif süreçler geçirmiş insanlar) kendilerini, dünyayı, geçmişi ve geleceği sağlıklı kabul edilen insanlara göre daha gerçekçi biçimde değerlendiriyordu.
Mischel bu olguyu “Depresif Realizm” olarak adlandırır (1979).
Depresif Realizm alanda büyük tartışmalara neden olmuştur. Çünkü psikolojinin temel öngörülerine ve terapi süreçlerinin ön koşullarına doğrudan ters düşer.
Bu yüzden, doğal olarak, konu ile ilgili birçok araştırma yapılmıştır. Kimi araştırmacılar Depresif Realizm kavramının bir mit olduğunu ileri sürmüştür. Kimi araştırmalarda ise çelişkili sonuçlara ulaşılmıştır.
Ancak Ackerman ve DeRubeis (1991) ve ayrıca Moore ve Fresco (2007) tarafından konu ile ilgili yapılan yüzü aşkın araştırma -bir metaanaliz çalışmasıyla- incelenmiş, araştırmaların çoğunda depresif realizm hipotezinin doğrulandığı bulunmuştur. Bunun yansımaları nelerdir?
Depresif realizm, mutluluk kavramına örtük bir göndermede bulunmaktadır: Mutluluk bir yanılsamadır. Depresyon açıkça mutlulukla çelişir. Eğer depresif bireyler daha gerçekçi ise bunun doğal sonucu, mutluluğun gerçekçilikle çelişmesidir. Bu durumda mutluluğun temel niteliklerinden ya da nedenlerinden birisi bilişsel çarpıtmalardır. İnsanın kendisine, çevresindeki insanlara, olaylara, geçmişe ve geleceğe, kısaca tüm hayata kendisini, kendi bakış açısını, kendi konumunu kayıracak şekilde bakması hayatını anlamlı ve doyurucu kılabilir.
Bu durumda belki de mutluluk ve dolayısıyla bilgelik gerçeği doğru okuyabilmekle ilgili değil, onu, ondan zevk alacak şekilde nasıl okuyacağımızla ilgilidir.
*
Teyzeler konuyu yeğenin depresyonundan kısır yapmanın inceliklerine geçirirken “hayır, hasta değilim” diye düşünüyorsunuz. Terapistinizin söylediklerini hatırlıyorsunuz. Bakış açınızı düzeltmelisiniz.
Düzeltiyorsunuz.
Sabahın köründe başınıza yağan yağmurun, üstünüzdekileri ıslatıp çamur içinde bırakan, soğuk ve yapışkan bir doğa olayı değil; romantik bir ambiyansın olmazsa olmazı, pıt pıt sesleriyle kulaklarınızı şenlendiren bir doğa harikası olduğunu düşünüyorsunuz.
Beş yıldır aynı sıkıcı işi haftada bir buçuk gün için yapmanıza neden olan şeyin kendi korkularınız, motivasyon eksikliğiniz, güvensizliğiniz değil; azimli olmanız, kararlı ve disiplinli olmanız, hemen yılmamanız olduğunu düşünüyorsunuz. Elbette ileride kariyer yapacak, çok para kazanacak, mutlu olacak ve bugünleri sevimli bir tebessümle anacaksınız.
Zaten bu karamsar düşüncelerinizin nedeni de içinde bulunduğunuz bu ana odaklanmamaktan kaynaklanıyor.
Otobüste başkalarını rahatsız edeceğini düşünmeden neredeyse bağırarak konuşan insanlar düşüncesizliğin ve saygısızlığın göstergeleri değil; sosyal hayatınızın ne kadar renkli ve canlı, insanlarınızın ne kadar samimi olduğunun somut örneğidir.
Çünkü insanlar özünde iyi, çalışkan, özverili, ufak şeylerden bile koca mutluluklar çıkarabilen varlıklar.
Çünkü dünya, evrende özel ve önemli bir yer teşkil eden en güzel yaşam yeri.
Çünkü yaşadığınız ülke, dünyanın en güzel, en yaşanılır, en ferah ülkesi.
Çünkü siz aslında önemli, değerli, özel bir insansınız.
Çünkü hayat, mutsuz olamayacak kadar kısadır.
*
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 49
- 43
- 25
- 18
- 17
- 13
- 13
- 11
- 10
- 5
- 3
- 2
- R. Ackerman, et al. (1991). Is Depressive Realism Real?. Clinical Psychology Review, sf: 565-584. | Arşiv Bağlantısı
- L. B. Alloy, et al. (1979). Judgment Of Contingency In Depressed And Nondepressed Students: Sadder But Wiser?. Journal of Experimental Psychology: General, sf: 441-485. | Arşiv Bağlantısı
- A. T. Beck, et al. (1979). Cognitive Therapy Of Depression. ISBN: 9780898629194. Yayınevi: Guilford Press.
- R. W. Brown. (1986). Social Psychology. ISBN: 978-0743253406. Yayınevi: The Free Press.
- C. Hendrick. (1974). Personal Causality And Attribution Of Responsibility. Behavior and Personality: An International Journal, sf: 76-86. | Arşiv Bağlantısı
- E. J. Langer, et al. (1975). Heads I Win, Tails It’s Chance: The Illusion Of Control As A Function Of The Sequence Of Outcomes In A Purely Chance Task. Journal of Personality and Social Psychology, sf: 951-955. | Arşiv Bağlantısı
- P. M. Lewinsohn, et al. (1980). Social Competence And Depression: The Role Of Illusory Self-Perceptions. Journal of Abnormal Psychology, sf: 203-212. | Arşiv Bağlantısı
- M. C. Lovejoy, et al. (1991). Maternal Depression: Effects On Social Cognition And Behavior In Parent-Child Interactions. Journal of Abnormal Child Psychology, sf: 693-706. | Arşiv Bağlantısı
- D. T. Miller, et al. (1975). Sell-Serving Biases In The Attribution Of Causality: Fact Or Fiction?. Psychological Bulletin, sf: 213-225. | Arşiv Bağlantısı
- W. Mischel, et al. (1979). On The Interface Of Cognition And Personality: Beyond The Person-Situation Debate. American Psychologist, sf: 74-754. | Arşiv Bağlantısı
- M. T. Moore. (Poster, 2007). Depressive Realism: A Meta-Analytic Review. Not: A poster presented at 41th Congress of Association for Behavioral and Cognitive Therapies. November 15–18, Philadelphia..
- P. K. Presson, et al. (2003). Are Depressive Symptoms Positively Or Negatively Associated With The Illusion Of Control?. Social Behavior and Personality, sf: 483-495. | Arşiv Bağlantısı
- N. Tabachnik, et al. (1983). Depression, Social Comparison And The False Consensus Effect. Journal of Personality and Social Psychology, sf: 688-699. | Arşiv Bağlantısı
- S. E. Taylor, et al. (1988). Illusion And Well-Being: A Social Psychological Perspective On Mental Health. Psychological Bulletin, sf: 193-210. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 07/12/2024 20:32:04 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/7482
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.