Kaçınılmaz olana hazır olmak gerekmektedir, birçok felsefesi okumamda ölümden sonra bir şeylerin en azından sezgisel boyutta var olacağı geçmektedir. Bu konuyla alakalı uzun süredir bende kaynak araştırması yapıyorum ama her şey öyle ince bir ipin üzerine gerilmiş ki, her fikir aynı derecede doğru ve aynı derecede yanlış.
Onlarca kurdalenin ucu size bağlanmışta nereye giderseniz gidin kurdaleler çözülmeye başlayacak gibi hissediyorum. Hayır hayır insanlar ölmekten korkmuyor, yalnızca varlıklarının ölmesinden korkuyorlar, semavi dinlerin dediği gibi ruhsal alemlerde gönlümüzz hoş var olmaya devam mı edeceğiz? Yoksa anne rahmimizde ki gibi, tıpkı her gece başımızı yastığa koyduğumuzdaki gibi bilinç sonsuza denk uçup gidecek mi? Ölüm anımımızda hromonlarımızın sonsuz cümbüşünde hayatımız gözümüzün önünden akarken, o film şeridinde ki atom altı saniyelere -neredeyse sonsuza dek- sıkışıp kalacak mıyız?
Belki de ruhumuz gökyüzüne süzülür tüm dünyanın derdi ve zırıltısını bir kenara bırakır ve yeni bir rahme düşecek olan sperm ile birleşir. Belki de insan başlı başına tanrısal bir varlıktır, ölmek onun içindeki ebediyeti ortaya dökecektir. Kim bilir belki de gözlerimizi gelişmiş bir matrix sisteminin aygıtları arasında yada bir ameliyathane masasında bulacağız.
Tüm bu düşünceler arasında eğer yaşayabilirsek 30-40 yıl sonra en yakınımızdaki aile büyüklerimizin, evcil hayvanlarımızın ölüp gitmelerine tanık olmak, ne acı şey...
Evren'in sınırlarını insan organizması algılayamaz diye düşünmekteyim, ama en azından elementlerden yaşamı oluşturan ve katrilyonlarca partikülden gök cisimlerini ve fizik yasalarını oluşturan bu evren. Salt insan ruhu içinde bir şeyler hazırlamıştır, hazırlamış mıdır? Bilmiyorum ama ölüm sonrası için umutlu olmak ile umutsuz olmak eşit derece doğru ve yanlış. Ben olmasını dilerim gerçeği yaşayıp pardon ölüp göreceğiz.