"Ah, aç ayıyı oynamaktan alı koyan şu fakirliğin gözü kör olsun!"
Hani bazı şeyler için “karnı tokların işi” derler ya, işte sanat da ne yazık ki öyle.
Bizler her şeyden önce canlıyız ve genetik kodlara sahibiz. Bu genetik kodlar varlığımızı sürdürebilmemizin yegane şifrelerini içerir.
İlk iki şifre hayatta kal ve üre şeklindedir. Haliyle hayatta kalmak enerji transferi dediğimiz beslenme ile olur ve sağlıklı üreyebilmek de sağlıklı beslenebilen bir bünyeye ihtiyaç duyar.
Bu yüzden insanlar, diğer tüm canlılar gibi beslenmek ve soyunu sürdürebilmek için de sağlıklı bünyeye sahip olup çoğalmak (üremek) zorundadır.
Ancak bizlerin diğer canlılardan farkı, besini salt doğadan karşılamakla yetinmeyip organize bir şekilde kendimizin üretmesidir. Buna ekonomi adı verilir ve toplumsal alt yapı olarak tanımlanır.
Bir diğer farkımız, bu toplumsal alt yapı neticesinde karnımız doyduktan (beslenme) , geleceği garanti altına aldıktan (üreme) ve güvenliğimizi sağladıktan sonra (güvenlik) bunun üzerine tercihli olarak yeni ve farklı şeyler inşa etmemizdir.
İşte bu aşamadan sonraki üretimlerimiz; iç barışımıza, toplumsal yapımızın sağlıklı işleyişine, sağlıklı iletişime, kendimizi gerçekleştirmeye ve keyfe dair tercihli üretimler olarak karşımıza çıkar ve toplumsal üst yapı adını alır. (bakınız; Maslow/İhtiyaçlar Hiyerarşisi)
Bu hiyerarşinin tek cümle ile özeti şudur: Aç Ayı (beslenme, ekonomik alt yapı olmadan ) oynamaz ( kültürel üst yapı inşa edilemez).
Yoksa mesele insanımızın gelişmiş ülke insanlarından daha geri oluşu, bu alanlara ilgi duymayışı veya ilkelliği değil.
Henüz “hayatta kal ve üre” şeklindeki en temel genetik kodlarının dahi alt yapısını inşa edemeyen, sadece bunu inşa edebilmek için ömrünü tüketmek zorunda kalan ve başka hiçbir şeye zaman bulamayan bireylerden oluşan bir toplumda sadece sanat değil ne yazık ki bilim de ilk on sıralamasına girmez.
Ancak ülkemiz hep böyleydi diyemeyiz. Cumhuriyetin ilk yıllarından serbest piyasa ekonomisine girdiğimiz ve ülkemizi uluslar arası sermayenin azgın piyasasına entegre ettiğimiz 1950’li yıllara kadar, ülkemiz hem kendi kendine yetebilen hem de her alanda üst düzey üretim yapabilen bir ülke idi.
Şöyle tarihin sayfalarını geriye dönük karıştırdığımızda, o dönemlerde dünya çapında ses getiren ve insanlığa mal olmuş sayısız bilim insanı, sanatçı, yazar, şair, edebiyatçı, düşünür, müzisyen vb. görürüz. Yani genetiğimizde var ve coğrafyamız tarihin her aşamasında, bu alanlarda muazzam bereketli. Ah, aç ayıyı oynamaktan alı koyan şu fakirliğin gözü kör olsun!
Kaynaklar
- Karl Marx. (2005). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. ISBN: 975-7399-26-4. Yayınevi: Sol yayınları. sf: 292.