Homo sapiens psikolojik hastasıdır normal şartlarda elenmesi gerekir ama aldığı ilaçlarla hayatına devam eder sonra ürer , şizofreni geni aktarılır.
Aslında herkesi doğaya saldığımızda bile bütün hastalıklardan kurtulacağız diye bir şart yok. Bazı hastalıklar üreme çağından sonra ortaya çıkıyor, bazıları çekinik olarak taşınıyor, dolayısı ile elenmeme olasılığı da olan hastalıklar var. İşin başka bir yönü de biz sosyal bir türüz. Aynı hastalıklar sizin de başınıza gelebileceği için kimse böyle olmayı istemez. (En azından çoğunluk istemez.)
Ayrıca biz oldukça zeki bir türüz. Hastalıklarla doğal veya yapay seçilim haricinde de mücadele edebiliyoruz. En bilinen örneği aşılar:
Her hastalığın patojeniyle (hastalık yapıcı faktörüyle), o hastalığa neden olan unsurla bizzat yüzleşerek tanışmak aşırı risklidir. Zaten bu nedenle atalarımızın yavrularının neredeyse hepsi ilk 5 yıl içinde ölüyordu. Bu yaşı aşabilenlerin çoğu da 30-40 yaşına kadar anca yaşayabiliyordu. Hem patojenler, hem de vahşi yaşam, onları tabiri yerindeyse "keklik gibi avlıyordu". Bu, evrimsel açıdan faydalı bir seçilim süreci olsa da, modern çağda artık bu şekilde bir bağışıklık edinimine ihtiyacımız yok.
Başka bir örnek ise yeni yöntemlerle genlerimizi değiştirmek de mümkün olabiliyor. CRISPR-Cas9 yöntemi ile yapılan bir çalışma, daha doğmamış çocuğa olumlu bir mutasyon uygulayarak hayatı boyunca çocuğun AIDS'e yakalanmasını önledi.
Bunun gibi daha birçok yöntem ile işi doğal seçilime bırakmadan evrimin başka bir ürünü olan zekamız sayesinde kurtuluyoruz birçok hastalıktan. Hatta "kökünü bile kazıyabiliriz." Muhakkak ki gelecekte de çok daha iyi, daha etkili yöntemler de bulacağız.
Yani üstesinden gelinemeyecek bir problem değil. Doğayı her geçen gün daha iyi anlıyoruz. Buradaki sorun bilimi kötü amaçlarla kullanmak veya bilimin önünü kapatmak olabilir. Etik sorunlar oluşabilir. Bunlar yüzünden kendimizi yok edebiliriz. Bunlar da sizin bahsettiğiniz sorundan ayrı bir konu. Kısacası bahsettiğiniz konu bir sorun oluşturabilir evet ama bilimi kötüye kullanmadığımız takdirde, önünü kesmediğimiz sürece üstesinden gelemeyeceğimiz bir sorun değil.
Evrim anlaşılması gerçekten zor bir mekanizmadır. Evrimin bu özelliği bizim için (göreceli) çok fazla sayılabilecek yılları gerektirmesinden gelir. Bir olayın olma olasılığını küçük gördüğümüzde, o olasılığın gerçekleşemeyeceğini varsayarız. Aslında çokta haksız sayılmayız çünkü bazı olasılıklar o kadar küçüktür ki gerçekleşmesinin mümkün olabileceği zaman aralığı yaşam süremizi epeyce aşmaktadır. Hatta bu durum bize, mümkün olan olasılıklara karşı ön yargıyla duvar örer. İki kurşunun havada çarpışması olasılığı düşük gelir mesela. Fakat yine de gerçeklik bizi şaşırtır ve olmaz dediklerimiz olur hale gelir. Çünkü anlamsız gördüğümüz küçük değişiklikler(rüzgarın hızı vs.) büyük garipliklere sebep olabilir. Şimdi bu önyargıdan kurtulduğumuza göre durumu izah etmek için küçük bir seçilim olayını düşünelim.
Zürafanın atası olan kısa boylu bir polülasyon hayal edelim. Bu popülasyonda bildiğimiz üzere evrim olması için bir seçilim baskısı gerekmekte. Bu seçilim baskısı yiyeceğe ulaşmak. Yiyecek kıtlığında popülasyondaki uzun bireyler hayatta kalacaktır ancak sadece uzun oldukları için mi hayatta kalacaklardır? Bu canlılar sadece uzun boya erişmekle kalmadılar çünkü. Uzun olmak bir problemdi fakat bu seçilim baskısı pat diye birden olsaydı muhtemelen pek işe yaramayabilirdi. Uzun olmanın bazı problemler getireceği aşikardır. Beyin denen masraflı ama bir o kadar da önemli organ uzun olunca pek iyi beslenemez. Kalbin gücü pek yeterli gelmez bu vücudu işletmeye. Boyun uzamasıyla birlikte bazı başka özellikler de gerekir. Bu başka özelliklerin ayrıntılarında boğulmadan bu özellikleri de aynı anda nasıl kazandıklarını şu şekilde açıklayabiliriz;
İlk başta kısa ve seçilim baskısı olmayan popülasyonda baskı olmasa da çeşitlilik vardır. Bu çeşitliliklerin arasında biraz uzun olanlar, biraz kısa olanlar ve ilk başta pek bir faydası olmayan özellikler de var. Bu faydasız görünen özelliklerin içinde uzun olunduğu zaman faydalı olabilecek o ayrıntı dediğim kalbin fazla kuvvetli çalışması da var. Kalbin büyük olması aslında zararlıdır. Beyin kanamalarına sebebiyet verebilir. Bu sebeple zaten popülasyonda sayıları pek fazla değildir. Sonra gün gelir devran döner ve uzun olmaları için bir seçilim baskısı gelir. Burada uzun olanlar daha fazla hayatta kalır ama kısa olupta bu genleri taşıyanlar da az da olsa yaşarlar. Bu iki biyoçeşitliliğe sahip canlılar çiftleştiğinde hem uzun hem de kalbi buna uygun olanlar, uzun olupta kalbi yetersiz olanlara göre avantajlı olacaktır. Yani ilk başta faydası yok gibi görünen genler ileride çok işeyarar hale gelecektir.
Şu an insanlık için büyük bir seçilim baskısı olmadığını biliyoruz. Bu nedenle henüz bir yönlü seçilime veye bozucu seçilime maruz kalmadık. Bu durum evrim için aslında iyidir çünkü ne kadar çok faydasız görünen rastgele özelliği barındırırsak, ileride bir seçilim baskısı olduğunda, o kadar hızlı ve iyi evrim geçirebileceğiz. Yani şu an bir baskı yok diye evrim geçirmeyeceğiz diyemeyiz.
Şimdilik şizofreninin ne gibi bir getirisi olabileceğini öngörmek çok güç ancak o kadar çok şizofren var ki ve o kadar çok şimdiki durumda hastalıklı insan yaşıyor ki ileride muhtemelen bazıları ummadığız avantajları sağlayacaktır. Unutmayın, mermiler er yada geç çarpışır, siz yeter ki osmanlıya kafa tutun.
Tedavi ile sorunlu genlerin sonraki nesillere aktarılması evrimi tersine çeviren bir uygulama aslinda. Birey temel alındığı için kitle olumsuz etkilenmekte.
Diğer yandan otizm ya da tek gen hastalıkları eşcinsellik gibi bize göre sorun olan durumlar, genetik çeşitliliği beslediği için asla azalmadı. Evrim, olası bir küresel felakete karşı, zengin genetik bireyleri koruyor yaşamın devamını öncülleyerek .
Bir otör, herkesin HIV + olduğu bir senaryo düşünelim, böyle bir durumda hiv e karsi genetik direnci olan bir kisim zenci nin yasamina devam edecegini, geri kalan insanların öleceğini söylemekte. Yani ne kadar kötü senaryolar olursa olsun yaşamın devamı için bu gerekli.
Bizim akraba evliliği, biyolojiye uygun olmayan yaşam şekli, sistemikhastalıklarda uzun süreli tedavi gibi yaklaşımlarımız evrimsel olarak sorun aktarımı demek oluyor.
Ne yapalım tedavi olmayalım mı.
Yasam şeklini değiştirmek, bireyin tedavi yoluyla hastalığına rağmen yaşamda kalmasından daha kalıcı bir çözüm. Epigenetik nedeniyle, doğru yaşam şekli sorunları hem bireyde hem populasyonda azaltarak yeni nesli korumaya alır.
Bu arada neden insanın yaşamda kalmasını temel alıyoruz o apayri bir konu.
Hayır. En başta doğa, ormanlar çayır çimen değil. TDK 1. anlamını sitesinde şöyle vermiş, ''Kendi kuralları çerçevesinde sürekli gelişen, değişen canlı ve cansız varlıkların hepsi, tabiat, natür''. Kelimenin insanlara çağrışımı ise gördüğüm kadarıyla ''İnsan eliyle büyük değişikliğe uğramamış, doğal yapısını koruyan çevre, tabiat.'' TDK'da ki ikinci anlamı. Ne demeye getiriyorum? İsteyerek bile doğadan, doğal olandan(ilk anlamdaki) çıkmamız aykırı hareket etmemiz mümkün değil. Doğal seçilimde kastedilen doğa da çayır çimen değildir. Canlı ve cansız varlıkların tâbi olduğu yasalardır. Yapay seçilim ise bir yöntemdir.
Devam edelim, doğal seçilimde ''zayıfların elenmesi'' diye bir şey yoktur. Zayıf-güçlü, iyi-kötü insan yakıştırmasıdır. Doğal seçilim, kendini kopyalayarak bilgisi kalıcı hale gelen genomun veya genler kalıcılığını sürdürür, bunu başaramayanlar sürdüremez demektir. Toplumca kabul ettiğimiz kıstaslara göre müthiş başarılı bir insan olan Atatürk'ün çocuğu olmadı. Çağdaşı olan, toplumca kabul ettiğimiz kıstaslara göre çok çok daha başarısız pek çok insanın ondan fazla çocuğu oldu. Kim güçlü? Kim zayıf? Doğal seçilim ''güçlüler ayakta kalır, zayıflar ölür'' değildir. Doğada işleyen bir süreçtir. Levhalar hareket eder, havaya karışan nem yağmura dönüşür, bazı canlıların nesli tükenir, bazılarının nesilleri farklılaşarak devam eder... Bu kadar. Bu anlamları atfedenler genellikle ya doğayı anlayamayan ya da şahsi menfaati veya ideolojik görüşleri sebebi ile bunları çarpıtan kişilerdir. ''Güçlüleri ayakta tutalım zayıflardan kurtulalım'' düşüncesi bizim hayvanlara ve bitkilere verimleri artsın yada bizim daha çok hoşumuza gitsin diye uyguladığımız yapay seçilimi insana uygulamak anlamına geliyor. İnsanlığı ne duruma düşürmüş oluyoruz? Yarış atları, bulldoglar, arpalar :D Yani tam tersi soruda ifade edilen görüş yapay seçilimi insana uygulamaktır. Doğal seçilim zaten işlemeye devam eder.
Her tür doğal seçilime tabidir. Bazıları sabit bir yönde bazıları değil ama bu süreç devam ediyor. Farklı bir bakış açısı sunayım, böyle öjeni fikrini kabullenmemiz için bir takım vicdani duygulardan mahrum kalmamız gerekmekte. Bu evrimsel sürecimizi nasıl etkiler? Bizler toplumsal dayanışma ile bu noktaya gelebilmiş bir türüz. Bundan sonra ''düşeni yemek kurtluğun kanunudur'' diye mi hareket etmeliyiz? Sizce torunlarımıza bu anlayışı bırakmamız daha büyük haksızlık değil mi? Bu anlayış ile bir toplumun ayakta kalması mümkün mü?