Sınırsız Tolerans Paradoksu: Hoşgörüsüz Olanlara Hoşgörü Göstermeli miyiz?
Hoşgörü paradoksu, tolerans (hoşgörü) konusunda sınırsız olan bir toplumun hoşgörülü olma niteliğinin, bir süre sonra hoşgörüsüz kişiler tarafından elimine edileceğini öngören sosyal bir paradokstur. Bir diğer deyişle bu paradoks, diğerlerini baskılamaya meyilli faşizm gibi akımların durdurulabilmesi için belli bir sınır aşıldıktan sonra hoşgörüden feragat edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Paradoksun temelinde, insanların daha hoşgörülü bir dünyada yaşama arzusu yatar. Ancak her toplumda hoşgörüye daha açık ve daha kapalı insanlar vardır. Hoşgörülü olanlar, argümanları gereği, kendilerine karşı hoşgörüsüz olanlara da hoşgörü göstermek zorundadırlar; ancak hoşgörüsüz bireyler, yine tanım gereği, hoşgörülü bireylere karşı hoşgörülü olmak zorunda değildirler. Buna bağlı olarak, hoşgörülü bir toplum yaratmak isteyenler ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, hoşgörüsüz düşünce akımları, kendilerine gösterilen hoşgörüyü kötüye kullanacak ve kendi hoşgörüsüz fikirlerinin etkisini arttırmaya çalışacaklardır. Bu akımlar güç kazandıkça, tanım gereği, kendilerine hoşgörülü olanları da baskılamaya başlayacaklardır. Buna bağlı olarak hoşgörülü bir dünya isteyen insanlar, kendilerinin baskılandığı bir dünyayla karşılaşacaklardır. Ne var ki bu gidişatı önlemek için hoşgörüsüz olanlara hoşgörü göstermemeyi seçerlerse, bu sefer de hoşgörülü bir dünya yaratma arzusuyla ters düşüyor gibi gözüken bir davranış sergilemiş olacaklardır. İşte bu davranışsal çelişki, bir paradoksa işaret etmektedir.
Karl Popper ve İyilikçi Despotizm
Karl Popper, 1945 tarihli Açık Toplum ve Düşmanları başlıklı kitabında bu paradoksu Plato'nun iyilikçi despotizm fikrine atfederek şöyle açıklar:[1]
Daha az bilinen bir paradoks ise hoşgörü paradoksudur: Sınırsız hoşgörü, hoşgörünün yok olmasıyla sonuçlanmak zorundadır. Eğer hoşgörünün kapsamını hoşgörüsüzleri de kapsayacak biçimde genişletirsek, eğer hoşgörülü bir toplumu hoşgörüsüzlerin şiddetli saldırılarından korumaya hazır olmazsak; o zaman hoşgörülüler ve onlarla birlikte de hoşgörü davranışı, hoşgörüsüzler tarafından yok edilecektir.
Ancak bu dediklerimle, hoşgörüsüzlere hiçbir zaman hoşgörüsüz felsefelerini açıklama ve anlatma olanağı verilmemesi gerektiğini söylemeye çalışmıyorum. Onları mantık temelli tartışmalar ve kamuoyu yoluyla hizada tutabildiğimiz sürece doğrudan baskı uygulamak akıllıca olmayacaktır; ancak taraftarlarına, bizimle uygar bir tartışmaya girmenin bile yanlış olduğunu, anlattıklarımızın aldatmacadan ibaret olduğunu söylemeye başladıklarını ve bizimle mantık zemininde buluşmayı değil de argümanlarımıza silahları ve yumruklarıyla karşılık vermeyi düşündüklerini fark edersek -gerekirse şiddet kullanarak- onları baskılama hakkımızı saklı tutmalıyız. Hoşgörünün selameti adına, hoşgörüsüzleri hoşgörmeme hakkımızı saklı tutmalıyız. Hoşgörüsüzlüğü savunan veya öven her hareketin yasadışı olduğunu söylemeli ve hoşgörüsüzlüğe ya da ayrımcılığa başvurmayı da tıpkı cinayet, insan kaçırmak ve köle ticareti yapmak gibi bir suç kabul etmeliyiz.
Burada dikkat edilmesi gereken 2 önemli nokta vardır: İlk olarak, yaygın kanının aksine Karl Popper, hoşgörüsüz fikirlerin mutlak bir şekilde bastırılması gerektiğini savunmamaktadır; hatta yukarıdaki metin dikkatli okunacak olursa, bunun tam tersine kötü bir etkiye sahip olacağını ve öncelikle her zaman rasyonel tartışma yolunun denenmesi gerektiğini söylemektedir. Elbette karşı tarafın rasyonel bir tartışmayı sürdürmek istemediği ve size fiziksel zarar verebilecek bir davranışa girmesi hâlinde, kişiler ve kurumlar da kendilerini savunma hakkını (ve gerekirse bu sırada karşı tarafı baskılama hakkını) saklı tutmalıdırlar.
İkincisi, Popper'in yukarıdaki paragrafa Açık Toplum ve Düşmanları kitabının ana metninde yer vermediğine dikkat edilmelidir. Yukarıda alıntıladığımız metin, kitabın 7. Bölümü'ne eklenen notlar kısmında yer almaktadır ve bu bölüm okunacak olursa, Popper'in Plato'nun iyilikçi despotizm fikrine karşı çıktığı görülür. Plato, mutlak hoşgörünün toleranssız bir topluma sebep olacağını, dolayısıyla aydınlanmış bir Felsefeci-Kral'ın otokratik hükmünün, demokratik bir çoğunluk hükmüne yeğlenmesi gerektiğini savunmaktadıır. Popper ise bölüm boyunca bu fikre karşı çıkmakta, liberal demokrasilerdeki politik kurumların Plato'nun despot fikirlerine yeğlenir olduğunu savunmaktadır. Ne var ki bu notun yazım biçiminden ve bağlamdan yola çıkarak, belli şartlar altında ve diğer tüm yollar tükendiğinde Popper'in de baskıcı fikirlere karşı direnilmesi gerektiğini, ancak bunun liberal demokrasi temelinde olması gerektiğini düşündüğünü söylenebilir.
1971 yılında filozof John Rawls da Adalet Teorisi başlıklı kitabında Popper'e katılıyor gibi gözükmektedir:[2] Ona göre toplum, toleranssız görüşlere karşı da hoşgörülü olmalıdır, çünkü aksi takdirde toplumun kendisi hoşgörüsüz olmak zorunda kalacaktır ve bu da adaletsizliği doğuracaktır. Ancak Rawls da, eğer ki anayasal kontrol noktaları hoşgörülü bireyleri koruma noktasında yetersiz kalacak olursa ve yapılacak başka hiçbir şey kalmazsa, hoşgörülü bireylerin özgürlüklerini korumak adına şiddete başvurulabileceğini ve bu kişilerin kendilerini koruma hakkı olduğunu söylemektedir. Rawls, bu baskılamanın sadece adaleti geri sağlama amacıyla olması gerektiğini, bu sağlandıktan sonra daha öteye gidilmemesi gerektiğini de vurgulamaktadır:
Her ne kadar hoşgörüsüz bir grubun hoşgörüsüzlükten yakınma hakkı olmasa da, bu grubun özgürlükleri, sadece ve sadece hoşgörülü gruplar samimiyetle ve rasyonel sınırlar dahilinde kendi güvenliklerinin ve özgürlüğü garanti altına alan kurumların tehdit altında olduğunu düşünecek olduklarında sınırlandırılmalıdır.
Hoşgörünün Sınırları
Elbette kâğıt üzerinde (teoride) bu tür fikirler makul olsa da, pratiğe dönüştüğünde sınırların nerede başlayıp nerede bittiğini belirlemek zor olabilir.
Şöyle bir senaryo hayal edelim: Almanya'da yükselişe geçen bir politik parti, "Tüm Almanlar yok edilmelidir." mottosuyla yola çıktıysa ama henüz bu yönde bir harekete geçmiyorsa, o partinin bunu demesine engel olmalı mıyız? Kitleler hâlinde insanlar, Almanların öldürülmesini savunan bu partiye oy vermeye başlarsa, partiyi kısıtlamalı mıyız? Parti, önce birkaç bin kişinin, sonra birkaç on bin kişinin, sonra birkaç yüz bin kişinin katıldığı mitingler düzenleyip, bu mitinglerde Almanlar'dan neden kurtulmak gerektiğini anlatırsa, herhangi bir sınır getirmeli miyiz? Almanya'da bireysel silahlanma hakkının olduğunu varsayarsak, bu parti açık açık silahlanmaya başlarlarsa, herhangi bir sınır getirmeli miyiz? Bu parti, belli bir partiyi destekleyen Almanları vurmaya başlayacaklarını söylerlerse, ama henüz hiçbir ölümlü saldırı yaşanmazsa, herhangi bir sınır getirmeli miyiz? Hangi noktada hoşgörüye son verip, hoşgörüsüz davranmalıyız? Ve tabii, "Almanlar" sözcüğü yerine "Türkler", "kadınlar", "sakatlar", "azınlıklar" gibi şeyler getirilerek, örnek daha da kişisel bir hâle getirilebilir.
İşte yukarıdaki alıntıya bakacak olursak bu sınır, "rasyonel tartışmanın yapılamadığı noktaya" çekilmelidir. Ama bu kadar gevşek bir kriterin sorunlu olduğu birçok durum yaratılabilir. Örneğin 2. Dünya Savaşı öncesinde Adolf Hitler'in yükselişi ve açık açık giriştiği katliamlara Fransa ve İngiltere gibi ülkeler çok daha erken müdahale etselerdi ve "suya sabuna karışmamayı" seçmeselerdi, acaba 2. Dünya Savaşı yaşanır mıydı? Veya bu şekilde yaşanır mıydı?
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Elbette tarihi baştan yazıp, neler olacağını izleyemeyiz. Ancak hoşgörü paradoksu gibi kavramlar, ifade özgürlüğü gibi daha temel kavramların sınırlarının belirlenmesi için üzerinde düşünülmesi gereken problemlerden biridir. Örneğin Popper ve benzeri düşünürler, açıkça ifade etmeseler de sınırı büyük oranda fiziksel şiddet başlangıcı noktasına çekmektedirler. Ancak bir insana zarar veren tek şey fiziksel saldırı değildir; çünkü insan, sadece fiziksel bir nesne değildir. İş ve ev yaşantısında da bol bol örneklerinin görüleceği üzere, psikolojik ve cinsel şiddet gibi doğrudan fiziksel olmayan saldırılar da bir kişinin sağlığını olumsuz etkileyip, onların özgürlüklerini kısıtlayabilir. Örneğin sürekli olarak baskılanma ve ölüm tehdidi altında olan bir azınlık grubun, böyle bir tehdit yokmuş gibi davranmasını beklemek ve psikolojsinin buna göre şekillenmeyeceğini ummak tamamen hatalı olacaktır.
Bu durumda, fiziksel şiddete çektiğimiz sınırı, psikolojik şiddete kaydırmalı mıyız? Fiziksel şiddet çok daha belirgin ve sınırları tespit edileiblir olduğu için, bu sınırın psikolojik şiddete kaydırılması hâlinde, gücü elinde bulunduran zümrenin hoşgörüsüz ve adaletsiz bir toplum yaratmayacağından emin olabilir miyiz?
Burada, Batı Avrupa ile ABD demokrasileri arasında bir fark ortaya çıkmaktadır: Batı Avrupa'da aşırı hoşgörüsüz veya sınır düzeydeki politik görüşlere yasal yaptırımlar uygulamak daha yaygındır. Örneğin bu yazının yazıldığı gün itibariyle Rusya da dâhil 16 Avrupa ülkesinde ve İsrail'de Yahudi Soykırımı'nı reddetmek yasadışıdır.[3]
Bu ülkeler, belli bir görüşün "bahsedilemez" olduğuna ve bunun aksini yapanların cezalandırılması gerektiğini kanaat getirmiştir. Burada siyasi motivasyonları bir kenara bırakacak olursak ana endişe, bu fikri dile getirenlerin işi daha uç noktalara götürecek olması ve potansiyel olarak 2. Dünya Savaşı'nın yaralarını derinleştirecek olmalarıdır.
Burada ilginç bir diğer ikilem daha karşımıza çıkmaktadır: Katı yasalar nedeniyle hakkında örgütlenmenin hayal dâhi edilemeyeceği durumlar, insanların bu yasaları absürt bulmasıyla sonuçlanabilir. Bunun ana nedeni, yasalar dolayısıyla endişe edilen sonuçların görülmüyor olmasıdır. Ancak belki de o yasalar olmasa, gerçekten de yasa koyucuların korktuğu felaketler yaşanacaktı (bunun garantisi olmasa bile). Bu, biraz aşıların absürt başarısına benzemektedir: Aşılar öyle iyi çalışır ki, onların korudukları hastalıkları ve felaketleri tanımayan nesiller büyür ve bu nesiller, aşıların gerekliliğini sorgulamaya başlarlar; halbuki o aşılar olmasaydı, aşıların geçerliliğini sorgulayan gençlerin büyük bir kısmı ölü olacaktı.
Burada Sosyal Kimlik Teorisi'nin de etkisi görülebilmektedir: Yapılan çalışmalarda, aynı gruptan olan (iç grup) kişiler, kendi gruplarındaki bireyler diğer gruplara karşı hoşgörülü ise, onları dışlamaya meyilli olmaktadır. Benzer şekilde, gruplardaki toleranssız kişiler, diğer gruplara karşı olan hoşgörüsüzlüğü ödüllendirmeye meyillidir.[4]
Oyun Teorisi Açısından Hoşgörü Paradoksu
Oyun Teorisi, hangi durumlarda hoşgörünün avantajlı olabileceğine dair bize fikir verebilir. Eğer Oyun Teorisi'nin nasıl çalıştığını merak ediyorsanız, öncelikle buradaki yazı dizimizi okumanızı öneririz. Aşağıdaki anlatım, Dharmendra Chauan'ın analizine dayanmaktadır.[5]
Bir siyaset bilimci olan Robert Axelrod, 1980 yılında; oyun teorisyenlerini, psikologları, sosyologları, siyaset bilimcileri ve ekonomistleri bir Tekrarlı Mahkum İkilemi oyununa davet etti.[6] Oyunda amaç, diğer rakiplere karşı kazanabilmekti. İlk tura 14 yarışmacı katıldı ve bir strateji bariz bir şekilde üstün geldi: "Tit for Tat" veya kısaca "TFT" olarak da bilinen, kısasa kısas stratejisi. Bu stratejide bir kişi, bir rakiple ilk sefer karşılaştığında, onunla işbirliği yapmayı seçiyordu. Eğer rakibi de işbirliği yaparsa, sonraki karşılaşmalarında işbirliğine devam ediyordu. Eğer rakip kendisini satarsa, bir sonraki oyunda kişi de rakibini satıyordu. İkinci tura katılan 62 katılımcı, kısasa kısas stratejisinin avantajını bilerek oynadılar; ancak sonuç değişmedi. Kısasa kısas, yine en iyi stratejiydi. Bundan yola çıkarak Axelrod, başarılı olabilmek için 3 kriter belirledi:
- İyilik: Kazanan strateji, "iyiliğe" dayalı olmalıydı; yani rakip kendisini satmadan, rakibi satmaya çalışmamalıydı.
- İntikam: İyi olması gerekmesine rağmen en başarılı strateji kör bir optimizme sahip de olmamalıdır. Kimi zaman intikam almayı bilmelidir. Örneğin her zaman, koşulsuz şartsız dayanışmayı seçen stratejiler, diğer stratejistler tarafından manipüle edilmeye açıktır.
- Bağışlayıcılık: Kazanan stratejiler aynı zamanda bağışlayıcı da olmalıdır. Her ne kadar gerektiğinde intikam alınması gerekse de, karşı taraf iyiliğe döndüğü anda kişi de iyiliğe geri dönmeli, yani önceden yapılan satışı affedebilmelidir.
- Kıskanç Olmayış: Başarılı bir strateji, rakibine üstün gelip daha çok puan toplamayı hedeflememeli, grubun başarısını öncelikli görmelidir.
Bu çerçevede farklı stratejileri hayvan popülasyonları ile modelleyecek olursak, hangi durumlarda hangi stratejilerin daha üstün olduğunu kestirebiliriz.
Örneğin yukarıdaki Durum 1'de, başlangıçta kırmızı renkle gösterilen Asla İşbirliği Yapma ("AİY", İng: "Never Cooperate") stratejisini seçenler ile yeşil renkle gösterilen Kısasa Kısas ("KK", İng: "Tit for Tat") stratejisini seçenler eşit sayıdadır. Ancak popülasyonda bol miktarda Her Zaman İşbirliği Yap ("HZİY", İng: "Always Cooperate") stratejisini seçen birey bulunmaktadır ve bunlar maviyle gösterilmektedir. Böyle bir durumda nesiller geçtikçe, HZİY stratejisi hızla yok olmaktadır ve agresif AİY stratejisi baskın hâle gelmektedir. KK stratejisi ise önemsenmeyecek kadar az miktarda kalsa bile varlığını sürdürebilmektedir (en azından 11 nesil boyunca). Bir başka durumu inceleyelim:
Durum 2'de başlangıçta hiçbir strateji diğerine üstün değildir. Bu başlangıç koşulları nesiller boyunca takip edildiğinde, Kısasa Kısas stratejisinin ezici üstünlüğü ortaya çıkmaktadır. Optimist bir strateji olan HZİY stratejisi de varlığını sürdürebilmektedir; ancak agresif AİY stratejisi yok olup gitmektedir.
Benzer şekilde, Durum 3'te Kısasa Kısas stratejisi diğer stratejilere çok baskınken de varlığını sürdürebilmekte ve üstün strateji olarak yoluna devam edebilmektedir. Ancak agresif AİY stratejisi yine elenmektedir; buna karşılık, çok azınlıkta olan HZİY stratejisi halen varlığını koruyabilmektedir.
Tüm bunlardan bazı bariz sonuçlar çıkarabiliriz: Kör bir şekilde her zaman işbirliği yapmak, avantajlı bir yöntem değildir. Tersine, karşı tarafın davranışlarına bağlı olarak davranışları ayarlamak son derece uygun bir strateji gibi gözükmektedir. Bu değişken strateji, HZİY gibi optimist bir stratejiyle bir arada barınabilmektedir; ancak ortamda hoşgörüsüz AİY stratejisi baskın hale gelecek olursa, HZİY stratejisi elenmeye yüz tutmaktadır.
Ancak Oyun Teorisi'nin bir soyutlama olduğu, dolayısıyla olduğu gibi gerçek dünyaya uyarlanamayacağı her zaman hatırlanmalıdır. Örneğin insanlar, çok karmaşık ve değişken sorunlarda, farklı fedakarlıklar yaparak anlaşmaya varabilmektedir. Dolayısıyla tek boyutlu bir "işbirliği yap" veya "işbirliği yapma" yaklaşımı, gerçekçi insan etkileşimlerini modelleyememektedir. Yine de Oyun Teorisi'nin, Popper'in ve diğerlerinin endişelerini yansıtan sonuçlar verdiği söylenebilir: Belki hoşgörüsüz fikirler yok olma noktasına dek baskılanmamalıdır; ancak bunların hoşgörülü bireylerle etkileşimi artmaya başlayacak olursa, onlara karşı hoşgörüsüzlüğün de artmaya başlaması beklenmelidir.
Sonuç
Burada kapsayıcı veya nihai olmayan bir derleme yapmayı hedefledik. Elbette burada anlattıklarımız, gerçek dünyada olan biteni bir bütün olarak kapsayamamaktadır; benzer şekilde, gerçek dünyada ne yapılması gerektiği konusunda genel geçer bir yargıya varmak için yeterli değildir. Örneğin hoşgörüsüz görüşlerin ne tür süreçlerden geçerek gücü ellerine geçirdikleri, her coğrafya ve zaman diliminde aynı olmayabilir. Her ülkenin ve toplumun şartları, kendi içinde değerlendirilmelidir. Yine de burada gördüklerimiz, üzerine düşünmeye değer olabilecek bazı noktalara değinmektedir ve bunlara kafa yormak, bunları görmezden gelmekten daha avantajlıdır.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 12
- 10
- 7
- 3
- 2
- 2
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- ^ K. Popper. (2012). The Open Society And Its Enemies. ISBN: 9781136700323. Yayınevi: Routledge.
- ^ J. Rawls. (2019). A Theory Of Justice. ISBN: 9780674000780. Yayınevi: Belknap Press of Harvard University Press.
- ^ Wikipedia. Legality Of Holocaust Denial. (29 Temmuz 2007). Alındığı Tarih: 27 Eylül 2021. Alındığı Yer: Wikipedia | Arşiv Bağlantısı
- ^ F. Aguiar, et al. (2013). Tolerating The Intolerant: Homophily, Intolerance, And Segregation In Social Balanced Networks. Journal of Conflict Resolution, sf: 29-50. doi: 10.1177/0022002713498708. | Arşiv Bağlantısı
- ^ D. Chauhan. Tolerance Of Intolerance And The Game Theory - Dharmendra Chauhan - Medium. (23 Mart 2018). Alındığı Tarih: 27 Eylül 2021. Alındığı Yer: Medium | Arşiv Bağlantısı
- ^ R. Axelrod, et al. (2006). The Evolution Of Cooperation. ISBN: 9780465005642. Yayınevi: Basic Books.
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 22/12/2024 05:05:55 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11031
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.