Nikolas Kopernik Kimdir? Ne Yapmıştır? Kendi Ağzından Yaşam Öyküsü...
- İndir
- Dış Sitelerde Paylaş
Ben Nikolas Kopernik, veya Niklas Koppernigk ya da Lehçe söylersek Mikolaj Kopernik, Almancaya ne dersiniz? Nikolaus Copernikus… Size biraz garip mi geldi? 1473 yılında Prusya krallığında doğduğum için bu isim karmaşası… O zamanlarda pek tuhaf sayılacak bir durum değildi. Polonya sınırları içinde kalan ama Almanca konuşulan Thorn kentinde, oldukça varlıklı ve dört çocuklu bir ailenin en küçüğü idim.
Babam Nikolas, bakır işiyle uğraşan varlıklı bir tüccardı. Aynı zamanda aktif olarak güncel siyasetle uğraşıyordu ve kutsal amaçlarından saparak ülkemize ait şehirlere saldıran Töton şövalyelerine karşı Polonya’yı destekleyen Krakov’lu bir yurtseverdi. Babam öldüğünde 10 yaşındaydım. Onun hikâyelerini annem Barbara ve dayım Lucas Watzenrode’dan dinleyerek büyüdüm. Dayım, babam öldükten sonra bana sahip çıktı ve bilimsel çalışmalarım sonucunda Dünya ve Güneş ile ilgili tespit ettiklerimi duysa, bana fena halde kızabilirdi. O, neredeyse tüm yaşamımı planlayan kişiydi.
Bütün sülalemiz asilzadelerden, din adamlarından ve kent yönetiminde söz sahibi zengin insanlardan oluşuyordu. Kız kardeşimin eşi Thorn kenti valisiydi ve o, erken yaşlarda ölünce, geride bıraktığı beş çocuğuna ben baktım. Belki bu sebepten, belki de dayım Lucas’ın planladığı yoğun eğitim hayatım ve bana yüklediği sorumluklardan ötürü, hiç evlenmedim. Dayım ve koruyucum Lucas Watzenrode, üç dönem boyunca Lehistan, yani Polonya hükümdarlarının arkadaşı ve danışmanıydı. Warmia bölgesindeki en güçlü adamdı. Onun zenginliği ve bağlantıları sayesinde, eğitim hayatım ve Frombork Katedralinde dini liderliğe ulaşan kariyerim güvence altına alınmış oldu.
Orta Çağ’da konforlu bir hayat sürmek, yüksek mevkilere gelmek ayrıcalıklı bir durumdu. Söyleyeceklerim, insanların savaşlarda kolayca öldüğü, halkların hastalıktan kırıldığı bir çağda şımarıkça gelebilir size. Ama bu siyasi ve dini kariyer planları yüzünden, astronomi ve matematik öğrenmeye olan heveslerinizi ertelemek zorunda kalsanız, neden rahatsız olduğumu anlardınız. Ya da inançlarınız nedeniyle bulduklarınızı özgürce dile getirememek mesela, iyi bir keşfin insanların yüzünde yarattığı aydınlanmayı görememek, ne acı… 4 yıl boyunca eğitimime devam ettiğim Krakow Üniversitesi’nden işte bu siyasi kariyer planları nedeniyle, diplomamı alamadan ayrılmak zorunda kaldım. Hayal edebiliyor musunuz? 4 yıl okuyorsunuz ve son senenizde diplomanızı almadan okulu terk etmek zorunda kalıyorsunuz. İyice kafanız karışmadan biraz bahsedeyim dilerseniz…
18 yaşındayken Krakow Üniversitesi’nde Orta Çağ skolastik eğitim sistemiyle uyumlu olarak, birazdan ayrıntılarını anlatacağım “yedi özgür sanat” alanında eğitimime başladım. Skolastik eğitimin amacı, felsefeyi dinin ya da aklı inancın alanına uygulayarak, dünyaya ilişkin olguları anlaşılabilir hale getirmekti. İnsanların akıl yürütme yoluyla özelikle de inanca ve Tanrı’nın sözlerine ettikleri itirazlara yanıtlar vermeye çalışıyorduk. Yeni bir şeyler bulmak ya da düşünceler üretmek değildi niyetimiz; akıl ve bilimi bir araya getirmekten doğan, dinimizce uygun olmayan görüşleri çürütmek çabasındaydık. İşte ben tam olarak bu bakış açısının terk edilmeye başlandığı bir dönemde eğitimime başladım. Özellikle Aquinalı Thomas’ın öğretileri sonrasında, artık akıl ve inancın birleştirilmesi, din bilgisi ile doğa bilimlerinin uzlaştırılma çabası biraz olsun değişmeye başlamıştı. İnanmak için, bilmek gerekiyordu. Ben de kendimi bilmeye adadım.
Krakow’daki astronomi ve matematik okulunun en parlak döneminde, çalışmalarıma özgür sanatlar bölümünde başladım. Yedi başlık altında dersler görüyorduk; dil bilimi, mantık, retorik (yani güzel konuşma sanatı), aritmetik, geometri, müzik ve astronomi (yani gök bilimleri). Krakow’daki çalışmalarım, bana kusursuz bir temel sağladı. İyi bir felsefe eğitimi ile Aristoteles’in doğa bilimleri öğretileri ve metafizik hakkında bilgiler edindim. Eleştirel düşünme becerimin gelişmesi, astronominin o ana kadar bilinen teorilerindeki mantıksal çelişkileri ortaya çıkarmama önayak oldu. Aristoteles’in eş merkezli küreler teorisi ile Ptolemy’in dış merkezliler ve dış çemberler mekanizmasını inceleyerek, sonrasında kendi gözlem ve hesaplamalarımla elde ettiklerimi karşılaştırdım. Evrenin yapısına dair kendi görüşlerim oluşmaya başlamıştı. Öğrenme merakımı artıran, beni doğa ve evrenle tanıştırarak hayata bağlayan bu okulda büyük bir hevesle okudum.
Doğayı ve insanı tanımak, ailemden gelen seçkin sınıfa ait tavrımı değiştirmeme, daha olgun ve insancıl tutum almama yol açtı. Oldukça fazla kitap okudum ve ilk bilimsel notlarımı da bu dönemde, yani yirmili yaşlarımda yazdım. Notlarımı, Krakow’da astronomi üzerine büyük bir kütüphanede toplamaya başladım. Yıllar sonra, 1650’de, bu kütüphane, İsveçliler tarafından “savaş ganimeti” olarak Uppsala Üniversitesi kütüphanesine götürülmüş. Bunca yıldır halen korunuyor olması ne güzel…
İşte bu kadar coşkuyla sürdürdüğüm Krakow’daki eğitim hayatım, sürpriz bir gelişme nedeniyle daha mezun olamadan bitiverdi. Yani 4 yıl okuduğum okulumdan, henüz diplomamı alamamışken ayrılmak zorunda kaldım.
1495 yılında, Warmia bölgesi başpiskoposu ölmüştü. Dayım Lucas Watzenrode, yerine beni geçirmeyi amaçladığı için okulumdan ayrıldım. Ancak işler pek istediğimiz gibi gitmedi ve bazı dini önderlerin itirazı nedeniyle atamam yapılmadı. Bu gelişme üzerine dayım, beni kilise hukuku okumak üzere İtalya’ya gönderdi. O zaman itiraz edecek cesaretim yoktu, ama rahiplik kariyerini ilerletmek için 3 yıl boyunca Bologna’da kalmak beni fazlaca üzmedi. Neden mi? Çünkü ünlü astronom Domenico Maria Novara da Ferrara ile tanıştım ve onun asistanı oldum. Bu süre içinde 2 yıl tıp eğitimi de aldım. İnsan bedenindeki değişikliklerin astronomik olaylarla ilintilerini aradım. Pek bir şey bulamadım ama, bu sırada verdiğim çaba sayesinde gökyüzüne ilişkin bilgileri arttı. Özellikle Padua’dayken antik astronomi, kozmoloji ve takvim sistemleri hakkında tarihi bilgi toplamaya fırsat buldum. İtalya’daki çalışmalarımı tamamladıktan sonra 30 yaşındayken hayatımın geri kalanını geçireceğim Warmia bölgesine başpiskopos olarak geri döndüm ve Frombork şehrine ait kalede bir kule satın alarak, orada yaşamaya başladım.
İdari, ekonomik ve dini görevlerin üstesinden gelmem gereken, zor bir dönem geçiriyorduk. Töton tarikatı şövalyelerinin saldırıları ve yaptığı kuşatma nedeniyle Polonya güçleriyle birlikte Olsztyn ve Warmia bölgelerinin savunmasını yönettim. Ardından, barış görüşmelerinde Polonya tarafını temsil ettim. Hem bilim insanı, hem din adamı, hem komutan, hem de siyasetçi… Zor bir hayat değil mi?
Siyasi ve ekonomik karışıklıkların artık bitmesini istiyordum. Bir an önce iletki, gönye, pergel ve halkalı küre gibi, size oldukça ilkel gelecek, aletleri kullanarak yaptığım hesaplamalarıma dönmek arzusundaydım. Başpiskoposluk görevlerim yoğun gözlemler yapmaktan beni alıkoymuyordu. Bütün bu kargaşa esnasında bulduğum her fırsatta kendimi kuleme kapatıyordum. Mars, Satürn döngülerini ve kavuşmalarını hesaplıyordum. Gezegenlerin yörüngeleri bazen geride kalıyor, hatta dünyaya göre ters yöne doğru ilerliyordu. Bunda bir gariplik seziyordum. Ay ve Güneş tutulmalarını gözlemleyerek, bulgularımın sağlamasını yaptım. Her gezegenin büyüklük ve hızının, sabit duran Güneş’e olan uzaklıklarına bağlı olarak değiştiğine inanıyordum. Kabul gören sisteme göre baktığımda gezegenlerin oldukça karmaşık bu hareketlerinin, eğer Güneş’i merkeze koyarsam ve yerkürenin onun etrafında hareket ettiğini varsayarsam, düzenli ve izah edilebilir olacağını hesaplamıştım.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Üstat Aristotales’in neden yerküreyi merkeze koyduğunu anlamaya çalıştım. Ona göre dört ana element arasında en ağır olan toprak, yani yerküre idi. Temel mantığı “ağır cisimler merkezde ve durağan olarak bulunurlar” kuralına dayanıyordu. Ptolemy ise, Dünya gibi ağır ve büyük bir kütlenin hareket etmesinin imkânsız olduğunu, hareket etmesi halinde parçalanacağını, üzerindeki her şeyin çevreye saçılacağını öngörüyordu. Oysa Güneş ve tüm Evren, Dünya ile kıyaslanamayacak kadar kocaman olduğu halde hareket etmekte ve parçalanmamaktaydı. Bu bir çelişki değil miydi? Hareketi büyük olana, yani sınırı bilinmeyen Evren’e değil de, küçük olana yani Yerküre’ye vermek daha mantıklı ve gerçekçi olmaz mı? Sınırı bilinmeyen ve bilinemeyecek olan tüm Evren’in hareket ediyor olması yerine, Dünya’nın hareket ettiğini kabul etme cesaretini neden gösteremiyoruz? Hatta koca gökyüzünün kendisinden son derece küçük bir parçasının, yani Dünya’nın çevresinde hem de sadece 24 saat içinde dönebiliyor olması şaşırtıcı ve saçma değil mi yani?
İşte bu nedenlerle, tüm gezegenlerin ortasında Güneş’in durduğunu iddia ettim. Antik çağlardan beri kimileri ona evrenin ışığı, kimileri Evren’in aklı, kimileri ise Evren’in yöneticisi adını verdi... Gerçekten de Güneş, sanki bir kral tahtında oturur gibi, çevresinde dolaşan yıldız ailesini yönetiyordu. Ben ne dersem diyeyim, Dünya’nın Evren’in merkezinde hareketsiz durduğu konusunda düşünürler arasında öyle bir uzlaşma var ki, aksini savunmak gülünç olmaktan öte, düşünülemezdi bile. Oysa bunu öne süren ilk insan ben değilim ki! Hiçbir zaman bu fikri keşfettiğimi de iddia etmedim. Güneş Merkezli Evren görüşünü benden 1700 yıl önce Aristarkus ve başka birçok bilge de savunmuştu savunmasına ama, dürüst davranmam gerekirse gerçeği görmek benim için de korkutucuydu. Ömrümü bir din adamı olarak kutsal kitaba bağlı biçimde geçirmiştim ve şimdi hayatım boyunca söylediklerime aykırı görüşleri dile getiriyordum. Yüzyıllardır kendisini Tanrı’nın en şerefli yaratığı kabul eden insan, üzerinde yaşadığı kutsal Dünya'yı da Evren’in merkezine koymuştu. Benim keşfettiğim model ile Dünya, herhangi bir gök nesnesi, insan da herhangi bir varlık konumuna düşmüş oluyordu. Gelinen nokta; insan, doğa ve evren kavrayışının yeniden inşa edilmesi demekti - ki buna daha sonraları “Bilimsel Devrim” diyeceklerdi.
Frombork’taki kulede bir başıma kaldığımda kendime bile söylemekte çekindiğim gerçeklerdi bunlar. Nihayetinde tüm cesaretimi toplayıp bulgularım ışığında “Göksel Kürelerin Dönüşleri Üzerine” adlı Güneş-merkezli Evren Teorisi’nin kitabını yazdım ve 1514 yılında yakın arkadaşlarıma sundum. Ancak bazıları heyecan içinde görüşlerime katılırken, bazıları da karşımda durdular. Mesela Wilhelm Gnapheus… Morosphus, yani Aptal Bilge başlığıyla, Latince bir komedi oyunu yazdı ve beni Tanrı tarafından gönderildiğini sanan şımarık, kibirli ve astroloji meraklısı bir adam olarak, alaycı şekilde oyununa koydu. Başka bir arkadaşım ise şöyle yazarak beni dini önderlere ihbar ediyordu:
Bazı insanlar dünyayı hareket ettiren ve Güneş’i durduran Polonyalı astronomun yaptığı saçma önerilerin doğru ve muhteşem olduğuna inanıyorlar. Bilge yöneticilerimizin bu tür parlak zihinler için bir sınırlama getirmesi gerekiyor!
Eleştiri ve homurtulardan canımın sıkıldığını itiraf etmeliyim. Epeyce bir süre kitabımı yayınlayamadım. Kilisenin bu konuda hoşgörüsü olmayacağı belliydi. Bu nedenle sevgili dostum teolog Andreas Osiander, tepkileri azaltabilmek umuduyla “De Revolutionibus Orbium Coelestium” yani Gök cisimlerinin devinimi üzerine” adını verdiğimiz kitabıma, haberim olmadan, sanki bir özür dileme metnini andıran, imzasız bir önsöz eklemişti. Aslında ben de kitapta buna benzer sözler söyleyerek tepkileri azaltmaya çalıştım. Hatta kitabımı Papa III. Paul’a adadığımı bildiren bir mektup yazdım. Kitabı sıradan insanların anlayamayacağı, teknik bir dille baskıya verdik.
Henüz basım işlemleri devam ederken ciddi şekilde hastalandım. Çok bitkin vaziyette yatarken sevgili Osiander bana kitabı getirdi. Ellerimde tuttuğum kitap, koca bir ömrün özetiydi. 70 yaşımda, huzur içinde, insanlık adına o günlerde tahmin edemeyeceğim kadar değerli bir eser bırakarak hayata gözlerimi yumdum. Bilimsel bilgi birikimi içerisinde ufacık bir kırıntı olan bu kitap, önü alınamaz bir bilimsel devrimler silsilesinin başlangıcı oldu. İlk domino taşı devrilmişti… O noktadan sonra gerçekler, durdurulamaz bir tsunami gibi gelecekti.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 30
- 8
- 6
- 3
- 3
- 2
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 14:52:09 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11082
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.