Karar Yorgunluğu: Gün Boyunca Almak Zorunda Olduğunuz Kararlar, İradenizi Nasıl Zayıflatıyor?
İsrail'deki hapishanelerde cezalarını çeken 3 adam, bir yargıç, bir kriminolog ve bir sosyal hizmetler görevlisinden oluşan şartlı tahliye kurulunun önüne çıktı. Üç mahkum da cezalarının en az üçte ikisini tamamlamıştı; ancak şartlı tahliye kurulu, bu mahkumlardan sadece bir tanesini serbest bıraktı. Aşağıdaki bilgiler ışığında, serbest bıraklanın hangisi olduğunu tahmin etmeye çalışın:
- Dava 1, saat 08:50'de görüldü. Sanık, dolandırıcılıktan 30 ay hapis cezasında çarptırılmış Arap kökenli bir İsrailli idi.
- Dava 2, saat 15:10'da görüldü. Sanık, saldırıdan 16 ay hapis cezasına çarptırılmış Yahudi bir İsrailli idi.
- Dava 3, saat 16:25'te görüldü. Sanık, dolandırıcılıktan 30 ay hapis cezasında çarptırılmış Arap kökenli bir İsrailli idi.
Şartlı tahliye kurulunun kararlarında belirli bir örüntü vardı, ancak bu örüntü, adamların etnik kökenleri, suçları veya cezaları ile ilgili değildi. Araştırmacıların 1 yıl boyunca 1100'den fazla kararı analiz ederek keşfettiği üzere, her şey davanın zamanı ile ilgiliydi. Mahkumların itirazlarını dinleyip diğer kurul üyelerinden de tavsiye alan karar vericiler, davaların yaklaşık üçte birinde şartlı tahliyeyi onaylamışlardı; ancak şartlı tahliye edilme olasılığı gün boyunca ilginç bir değişkenlik gösteriyordu: Sabahın erken saatlerinde dinlenen mahkumların yaklaşık %70'i şartlı tahliye almışlardı, ancak günün geç saatlerinde kararı bağlananların %10'undan daha azı tahliye edilmişti.
Yukarıdaki üç mahkum arasından sabah jüri karşısına sabah 08:50'de çıkan daha şanslıydı ve gerçekten de bu mahkumlar arasından şartlı tahliye alan tek kişi oydu. Diğer Arap kökenli İsrailli mahkum da birebir aynı suçtan (dolandırıcılık) içeride olsa da, öğleden sonra 16:25’te jüri karşısına çıktığı için şansı daha düşüktü - ve gerçekten de şartlı tahliye alamadı. Serbest bırakılan mahkuma göre daha kısa ceza almış olan ancak jüri karşısına saat 15:10'da çıkan Yahudi İsrailli de şartlı tahliye edilmedi.
Bu kişilerin tek bir hatası vardı: Sadece günün yanlış saatinde şartlı tahliye istiyorlardı.
Her Kararın Bir Bedeli Var!
Stanford'dan Jonathan Levav ve Ben-Gurion Üniversitesi'nden Shai Danziger tarafından yapılan çalışmaya göre, karar veren jürinin davranışlarında herhangi bir art niyet, hatta olağandışı bir şey bile yoktu.[1] Karar verenlerin bu yargıları, George W. Bush'un bir zamanlar dediği gibi, "karar merci" olmanın getirdiği mesleki bir tehlikeden kaynaklanmaktaydı. Bireyin kişiliği nasıl olursa olsun, bir vaka üzerine karar vermenin gerektirdiği zihinsel çaba onları yıpratmıştı. Bu türden bir karar yorgunluğu, maçın ilerleyen saatlerinde oyun kurucuları daha şaibeli kararlar almaya veya bir yöneticiyi (örneğin bir CFO'yu) gecenin geç vakitlerinde yanlış maddi ilişkiler kurmaya eğilimli hale getirebilir. Karar yorgunluğu, yönetici pozisyonunda olan, olmayan, zengin ve fakir, herkesin yargılarını rutin olarak çarpıtabilir – hele hele yoksulların daha büyük bedeller ödemelerine bile neden olabilir. Yine de çok az insan bunun farkındadır, araştırmacılar da bunun neden olduğunu, nasıl önleneceğini daha yeni yeni anlamaya başlamaktalar.
Karar yorgunluğu, normalde oldukça makul olan insanların meslektaşlarına ve ailelerine neden öfkelendiklerini, kıyafet konusunda neden savurganlaştıklarını, süpermarkette neden abur cubur satın aldıklarını ya da yeni arabalarını aldıkları satıcının paslanmaya karşı koruyan cila sürme teklifine neden karşı koyamadıklarını açıklamaya yardımcı olur. Durum şu ki ne kadar mantıklı ve ileri görüşlü biri olmaya çalışırsanız çalışın, biyolojik bir bedel ödemeksizin, karar üstüne karar vermeye devam edemezsiniz. Bu yorgunluk, sıradan bir fiziksel yorgunluktan farklıdır, çünkü yorgun olduğunuzun bilincinde bile değilsinizdir; sadece zihinsel enerjiniz düşüktür. Gün boyunca ne kadar çok seçim yaparsanız, bunların her biri için beyniniz de bir o kadar zorlanmaya başlar ve günün sonunda genellikle iki farklı şekilde kısayollar arar:
- Kısa yollardan bir tanesi pervasız olmaktır: Yani öncelikle bir eylemin sonuçlarını düşünmeye enerji harcamak yerine, içgüdüsel olarak hareket etmek. ("Tabii ki o fotoğrafı tweetleyebilirim; ne olacak ki?")
- Diğer kısa yol ise mutlak bir enerji tasarrufuna yol açar: Hiçbir şey yapmamak. Kararlar yüzünden ıstırap çekmek yerine, herhangi bir seçim yapmaktan kaçınırsınız. Genellikle bir karara boyun eğmek, uzun vadede daha büyük sorunlar yaratır, ancak o anki zihinsel yorgunluğu azaltır. Herhangi bir değişikliğe veya potansiyel riske karşı harekete geçmek için direnmeye başlarsınız; yukarıdaki örneğimizde olduğu gibi, suç işleyebilecek bir mahkumu serbest bırakmak veya adil olmayan kararlar vermek gibi. Bu yüzden şartlı tahliye kurulundaki yorgun karar vericiler, kolay yolu seçerler ve mahkum da kalan cezasını yatmaya devam eder.
Karar Yorgunluğu Nedir?
Karar yorgunluğu, sosyal psikolog Roy F. Baumeister tarafından Freudyen bir hipoteze saygı duruşu niteliğinde üretilmiş bir terim olan ego tükenmesi adlı bir fenomeni de bünyesine katan, görece yeni bir keşiftir. Aslında Freud, benliğin veya egonun, enerji transferini içeren zihinsel faaliyetlere bağlı olduğunu öne sürmüştür. Ancak bu fikrinin detayları oldukça belirsizdir; ayrıca Freud, bazı konularda da oldukça hatalıydı (örneğin Freud, sanatçıların cinsel enerjilerini eserlerine "yüklediklerini" düşünür - ki bu, sanat çevrelerinde evlilik dışı ilişkilerin daha nadir görülmesi gerektiğini ima eder).
Freud'un benliğe ilişkin enerji modeli, Baumeister'in önce Case Western'de, ardından da Florida Eyalet Üniversitesi'nde yürüttüğü bir dizi deneyle zihinsel disiplini incelemeye başladığı zamana kadar göz ardı edilmişti. Bu deneyler, bireyin kendisini kontrol etme konusunda sınırlı bir zihni enerji rezervine sahip olduğunu gösterdi. Örneğin yapılan bir çalışmada katılımcılar, M&M şekerlemelerinin veya taze pişmiş çikolata parçacıklı kurabiyelerin çekiciliğine dayanmayı başarabilirlerse (yani önlerine konmuş bu çekici yiyecekleri yemeden durabilirlerse), kendilerine bu başarılı direnişten hemen sonra sunulan diğer cazibelere karşı çok daha az direnç gösterebilmektedirler. Bir diğer çalışmadaysa deneye katılanlar, son derece acıklı bir film esnasında kendilerini metin olmaya zorladıktan sonra bir geometri sorusu üzerinde çalışmak veya herhangi bir elle kavrama egzersizi yapmak gibi özünde disiplin gerektiren deney görevlerinde daha çabuk havlu attılar.
Bu çalışmalar sayesinde, iradenin halk arasında anlaşıldığından veya bir metafordan çok daha fazlası ortaya çıkmıştır: İrade, hakikaten de tükenebilecek bir zihni enerji biçimidir. Deneyler, 19. yüzyıldaki irade kavramının, aşırı kullanımdan yorulan bir kas gibi, cazibenin görmezden gelinmesiyle korunulabilecek bir güç olduğunu doğrulamıştır.
Ego Tükenmesi Nedir?
Ego tükenmesi sürecini incelemek için araştırmacılar, ilk olarak, bir kutu dondurmaya direnme gibi iradenin genel olarak öz kontrolle ilişkilendirildiği eylemlere odaklandılar. Aslında araştırmacılar, çikolatalı veya vanilyalı dondurma arasında seçim yapmak gibi, daha farklı ve çok daha az yorucu olduğunu varsaydıkları, rutin bir karar mekanizması ile ilgilenmiyorlardı. Gerçekten de sezgisel olarak, çikolata yahut vanilya arasında seçim yapmak pek bir irade gerektirmezmiş gibi görünür.
Ama sonra, doktora sonrası araştırmacılardan Jean Twenge, kendi düğününü planladıktan hemen sonra Baumeister'in laboratuvarında çalışmaya başladı. Twenge, laboratuvarın ego tükenmesi deneylerinin sonuçlarını incelerken, bir önceki akşam nişanlısıyla birlikte (bir Amerikan düğünü geleneği olarak) ne tür hediyelerin gelmesini istediklerini bir kenara yazarken, kendisini ne kadar bitkin hissettiğini hatırladı. Düz beyaz çinili mi, yoksa desenli bir porselen takımı mı isterdiler? Bıçaklar hangi marka olmalıydı? Kaç havlu gerekirdi? Ne tür çarşaflar lazımdı? Çarşaf kumaşının dokumasında santimetre başına tam olarak kaç düğüm olmalıydı? Twenge, yeni iş arkadaşlarına şunu söylemişti:
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
O noktada artık beni herhangi bir şeye ikna edebilirdiniz.
Bu belirtiler, iş arkadaşlarına da tanıdık gelmişti - bu da onlara bir fikir verdi. Yakınlarındaki büyük bir mağaza, tahliye nedeniyle indirimdeydi. Araştırmacılar, arabalarının bagajlarını basit ürünlerle doldurmaya gittiler – tabii bunlar bir düğün hediyesi kalitesinde şeyler değildi ama üniversite öğrencilerinin ilgisini çekmeye yetebilecek objelerdi. Laboratuvara geldiklerinde, öğrencilere deneyin sonunda sadece tek bir hediye alabilecekleri söylendi, ancak bunun öncesinde bir dizi seçim yapmaları gerekiyordu:
- Kalem mi, yoksa mum mu tercih edeceklerdi?
- Mumsa, vanilya kokulusunu mu, yoksa badem kokulusunu mu isterdiler?
- Acaba mum yerine tişört mü almalıydılar?
- Peki siyah tişörtü mü, yoksa kırmızı tişörtü mü seçmeliydiler?
Bu arada bir kontrol grubu (onlara "karar vermeyenler" diyelim), aynı süreyi, aynı ürünler hakkında herhangi bir seçim yapmaksızın düşünmekle geçirdi. Onlardan yalnızca her bir ürünle ilgili görüşlerini bildirmelerini ve son altı ayda böyle bir ürünü ne sıklıkta kullandıklarını söylemelerini istediler.
Daha sonra, tüm katılımcılara klasik otokontrol testlerinden biri verildi: Elleri buzlu suda olabildiğince uzun süre tutmak. Burada dürtü, elleri dışarı çekmektir; bu nedenle eli suyun altında tutmak öz disiplin gerektirir. Deney sonucunda "karar verenler" 28 saniye gibi bir sürede pes ederken, "karar vermeyenler" iki katın ötesinde bir süreye ulaşarak, ortalama 67 saniye dayandı. Görünüşe göre, tüm bu seçimleri yapmak, katılımcıların iradelerini zayıflatmıştı ve bu, izole bir etki değildi. Üniversite kataloğundan ders seçme gibi alıştırmalardan geçtikten sonra öğrencilerin test edildiği diğer benzer deneyler de bunu doğruladı.
Teorilerinin gerçek dünyada test edilmesi için laboratuvar araştırmacıları, "modern karar verme arenası" olarak tabir edebileceğimiz "alışveriş merkezi"ne gittiler. Alışveriş yapanlarla, o gün mağazalarda yaşadıkları deneyimler hakkında konuştular ve daha sonra bu kişilerden basit aritmetik problemlerini çözmelerini istediler. Araştırmacılar, katılımcılardan olabildiği kadar çok problem çözmelerini ve istedikleri zaman problem çözmeyi bırakabileceklerini söylediler. Mağazalarda en fazla sayıda karar vermiş kişiler, matematik problemlerini çözmeyi en kısa sürede bırakan kişilerdi. Bitkin düşene dek alışveriş yaparsanız, iradeniz de zayıflar.
Sezar ve Rubicon Nehri: "Ok, Yaydan Çıktı!"
İster pantolon alınacak olsun, ister bir savaş başlatılacak olsun, herhangi bir karar, psikologların İtalya'yı bir Roma eyaleti olan Galya'dan ayıran nehrin onuruna "Rubicon eylem aşamaları modeli" adını verdikleri biçimlere bölünebilir.
Önce, biraz tarih: Sezar, MÖ 49'da Galya'yı fethettikten sonra eve dönerken o bölgeye ulaştığında, Roma'nın işgali olarak anlaşılmaması için, geri dönen bir generalin lejyonlarını kendisiyle birlikte getirmesinin yasak olduğunu biliyordu. Nehrin Galya tarafında beklerken, bir iç savaş başlatmanın risklerini ve avantajlarını düşünürken "karar öncesi aşama"da idi. Sonra düşünüp taşınmayı bir yana bırakıp Rubicon'u geçince, çok isabetli bir şekilde tanımladığı gibi "karar sonrası aşama"ya ulaşmıştı: "Zarlar atıldı." (veya Türkçe tabiriyle, "Ok, yaydan çıktı!")
Seçme süreci herhangi birinin iradesini tüketebilir, ama karar verme etabının hangi aşaması acaba en yorucu olanıydı? Baumeister'in şu anda Minnesota Üniversitesi'nde çalışan eski bir meslektaşı olan Kathleen Vohs, bunu öğrenmek için Dell Computers'ın self servis web sitesini kullanarak bir deney yaptı:
- Deneydeki bir grup, bir bilgisayardaki çeşitli özelliklerin (ekran tipi, sabit diskin boyutu vb.) avantaj ve dezavantajlarını dikkatle inceledi, bu şekilde hangisini seçeceklerine dair nihai bir karara varmaları gerekiyordu.
- İkinci bir gruba önceden belirlenmiş özelliklerin bir listesi verildi ve burada belirtilen özellikleri seçenekler arasında bulmak, sonra da doğru olanlara tıklamak gibi zahmetli, adım adım izlenecek bir süreçle bilgisayarlarını yapılandırmaları söylendi. Bunun amacı, seçim yapıldığında, bir kararın sonrasındaki aşamada olan her şeyi kopyalamaktı.
- Üçüncü grup, bilgisayarlarında hangi özellikleri istediklerini kendileri bulmalı ve bunları seçme sürecinden kendi kendilerine geçmeliydiler; yani sadece seçenekler üzerinde düşünmediler (birinci grup gibi) veya başkalarının seçimlerini uygulamadılar (ikinci grup gibi). Kelimenin tam anlamıyla "zarı atmak" veya "oku yaydan çıkarmak" zorundaydılar.
En sonunda, üçüncüsünün en yorucu iş olduğu ortaya çıktı: Özdisiplinler ölçüldüğünde, açık ara en çok tükenenler üçüncü gruptakiler olmuştu.
Bu deney gösteriyordu ki Rubicon'u geçmek, her iki kıyıdan birinde durmaktan, yani Galya tarafında oturup zihinsel olarak seçeneklerinizi düşünmek veya nehri geçtikten sonra Roma'ya yürümekten kesinlikle daha yorucuydu. Sonuç olarak, Sezar'ın iradesine sahip olmayan biri, olduğu yerde kalmaya mahkumdur.
Yorgun bir karar verici için şartlı tahliyeyi reddetmek, yalnızca statükoyu koruduğu ve şartlı tahliye edilenin tekrar suça bulaşma riskini ortadan kaldırdığı için değil, aynı zamanda daha fazla seçeneği açık bıraktığı için daha kolay bir çözüm gibi görünür: Böylece mahkumu şu anda güvenli bir şekilde cezaevinde tutma seçeneğinden ödün vermeden, ileri bir tarihte şartlı tahliye etme opsiyonu da elinizdedir.
Karar vermeye karşı direncin bir kısmı, seçeneklerden vazgeçme korkumuzdan gelir. "Karar" kelimesi, hem "kesmek" hem de "öldürmek" anlamına gelen Latince "caedere" kelimesinden gelir. Bu kelime, "cinayet" ile aynı etimolojik kökten gelir. Vazgeçmeyle birlikte gelen bu kayıp, karar yorgunluğu ile baş gösterdiğinde özellikle daha büyük görünür.
Bilişsel Cimrilik ve Deneyler
Zihinsel olarak tükendikten sonra, özellikle ileri seviyede ve zorlayıcı bir karar verme biçimini içeren düşünceye dayalı takaslar yapmak konusunda oldukça isteksiz hâle gelirsiniz. Hayvanlar Alemi'nin geri kalanında, yırtıcılar ve av arasında çok uzun süreli müzakereler yoktur. Uzlaşı, karmaşık bir insan yeteneğidir ve bu nedenle irade tükendiğinde ilk azalanlardan biri de uzlaşıdır. Araştırmacıların bilişsel cimri dediği şeye dönüşürsünüz, yani enerjinizi biriktirirsiniz. Alışveriş yapıyorsanız, fiyat gibi yalnızca bir boyuta bakmakla yükümlüsünüz: "Bana en ucuzunu verin!" Veya kaliteye bakarak kendinizi şımartın: "En iyisini istiyorum." (özellikle başkası ödüyorsa bu, çok kolay bir stratejidir).
Stanford profesörü Jonathan Levav'ın özel dikim takımlar ve yeni arabalarla ilgili deneylerinde gösterdiği gibi, karar yorgunluğu sizi, satışlarını nasıl zamanlaması gerektiğini bilen pazarlamacılara karşı savunmasız bırakır.
Terzide Kıyafet Tercihi Deneyi
Bu deneylerin fikri, "Cehennem Haftası" olarak bilinen, Amerika'da asker alımlarının dayanıklılığa dayalı seçim sürecinin oluşturduğu karar yorgunluğunun eşdeğeri bir ritüel olan düğün hazırlıklarında da ortaya çıktı. Levav, nişanlısının önerisiyle terziyi ziyaret ederek ısmarlama bir takım elbise diktirdi ve kumaş, astar tipi, düğme, klapa, manşet vb. şeyler için seçimler yapmaya başladı. Levav, durumu şu şekilde hatırlıyor:
Üçüncü kumaş örneği yığınını da geçtiğimde kendimi öldürmek istedim. Artık seçenekleri birbirinden ayıramıyordum. Bir süre sonra terziye tek cevabım 'Ne önerirsiniz?' oldu, çünkü dayanamadım.
Levav sonunda herhangi bir ısmarlama takım elbise satın almadı (2.000 dolarlık fiyat etiketi de bu kararı yeterince kolaylaştırmıştı), ancak deneyimini, o zamanlar Almanya'daki Christian-Albrechts Üniversitesi'nde Mark Heitmann’la birlikte yürütülen iki deneyde kullandı.
Araba Modeli Seçimi Deneyi
Bu deneylerden birisi, İsviçre'deki St. Gallen Üniversitesi'nden Andreas Herrmann ile, diğeri ise Columbia'dan Sheena Iyengar’la yapılmıştı. İlkinde, İsviçre'deki MBA öğrencilerinden ısmarlama bir takım elbise seçmeleri istenecekti; diğeri ise, müşterilerin yeni sedanları için farklı opsiyonlar sipariş ettiği Alman otomobil galerilerinde yapıldı. Araba alıcıları – ki bunlar kendi paralarını harcayan gerçek müşterilerdi - örneğin, 4 farklı vites topuzu stili, 13 çeşit tekerlek jantı, 25 değişik motor ve şanzıman konfigürasyonu, ayrıca iç mekan için 56 renkten oluşan bir paleti de içeren bir dizi seçimler yapmak zorunda bırakıldılar.
Müşteriler bu özellikleri seçmeye başladıklarında, önceleri seçenekleri dikkatle tartıyorlardı, ancak karar yorgunluğu başlayınca, varsayılan seçenek ne olursa olsun, buna razı olmaya başlayacaklardı. Sürecin başlarında karşılaştıklarından daha zor seçimler –örneğin gri veya kahverenginin keskin bir tonu için 56 rengin arasından seçim yapmak gibi– karar aşamasında insanları daha çabuk yordu, ve en sonunda müşteriler varsayılan fabrika üretimi modelini seçerek en az dirençli yolu tercih ettiler. Araştırmacılar, bu kez araba alıcılarının tercihlerinin sırasını değiştirerek, müşterilerin farklı seçeneklere razı olacaklarını ve ortalama farkın araba başına 1.500€'dan fazla olacağını (o zamanlar yaklaşık 2.000$) farkettiler. Müşterilerin süslü jantlar için mi, yoksa daha güçlü bir motor için mi daha çok fazla ödediği, seçeneğin ne zaman sunulduğuna ve müşteride ne kadar irade kaldığına bağlıydı.
Ismarlama takımlarla yapılan deneyde de benzer sonuçlar vardı: Karar yorgunluğu bir kez başladığında, insanlar önerilen seçeneğe razı olma eğilimindeydiler. Müşteriler, bir takım elbise için 100 farklı kumaş gibi en fazla seçeneğe sahip olan en zor kararlarla erkenden karşı karşıya kaldıklarında daha çabuk yoruldular, ve alışveriş deneyiminden daha az keyif aldıklarını bildirdiler.
Karar Yorgunluğu, İnsanları Fakirliğe İtebilir!
Alışveriş, sürekli olarak düşünsel takaslarla mücadele etmek zorunda kalan yoksullar için özellikle yorucu olabilir. Amerika'da çoğu kişi sabun satın almaya gücünün yetip yetmeyeceği konusunda ıstırap çekerek çok fazla zaman harcamaz, ancak bu, Hindistan'ın kırsal kesimlerindeki tüketiciler için ciddi bir seçim konusu olabilir. Princeton'da ekonomist olan Dean Spears, Hindistan'ın kuzeybatısındaki Rajasthan'dan 20 köyde insanlara 20 sentten daha az bir fiyata birkaç kalıp marka sabun satın alma şansı verdi. Bu normal fiyatın çok üzerinde bir indirimdi, ancak bu miktar bile en yoksul 10 köydeki insanlar için büyük bir mali yüktü.
Sabunu satın alıp almadıklarına bakılmaksızın bu karar verme eylemi, daha sonra bir el sıkışmayı ne kadar süre sürdürebileceklerine dair bir testte ölçüldüğü gibi, onlarda daha az irade bırakmıştı. Biraz daha varlıklı köylerde ise insanların iradesi önemli ölçüde etkilenmedi. Daha çok paraları olduğu için, sabunun yararlarını, örneğin yiyecek veya ilaçla, tartmak gibi fazla çaba harcamak zorunda kalmadılar.
Spears ve diğer araştırmacılar, bu türden bir karar yorgunluğunun, insanları yoksulluğa mahkum olmasında şimdiye kadar göz ardı edilen önemli bir faktör olduğunu savunuyorlar. Mali durumları onları daha çok ödün vermeye zorladığı için, kendilerini orta sınıfa sokabilecek bir okula, işe veya diğer faaliyetlere kanalize etmeleri için daha az iradeleri vardır. Bu faktörün tam olarak ne kadar önemli olduğunu bilmek zor, ancak iradenin fakir insanlar için özel bir sorun olduğuna şüphe yok.
Ardı ardına yapılan araştırmalar, düşük özkontrolün düşük gelirle ve aynı zamanda okulda başarısızlık, boşanma, suç, alkolizm ve kötü sağlık durumu gibi bir dizi başka sorunla da ilişkili olduğunu göstermiştir. Kendi kendini kontrol etmedeki aksaklıklar, "hak etmeyen yoksullar" gibi –sosyal yardımla geçinen bir annenin abur cubur satın almak için yiyecek kuponları kullanması imajıyla da özdeşleşen- bir kavrama yol açtı; ancak Spears, bizleri dar bir bütçeyle bütün gün kritik kararlar veren birine sempati duymaya çağırmakta.
Bir çalışmada, fakirler ve zenginler alışverişe gittiğinde, fakirlerin alışveriş sırasında yemek yeme olasılığının daha yüksek olduğunu buldu. Bu, zayıf karakterin bir teyidi gibi algılanabilir - sonuçta, muhtemelen, yoksullar arasında daha yüksek obezite oranına katkıda bulunan Cinnabons gibi hazır atıştırmalıkların satın alınması yerine evde yemek yiyerek paradan tasarruf etme alışkanlığına dönülebilirse beslenme biçimlerini iyileştirebilirler. Ancak süpermarkette atılan bir tur, fakirlerde, zenginlerden daha fazla karar yorgunluğuna neden oluyorsa - çünkü her satın alış daha fazla zihinsel takas gerektirir - kasaya ulaştıklarında, Mars çikolatalarına ve Skittles’a direnmek için daha az iradeleri kalır. Bu türden alışverişlerin anlık satın alma olarak adlandırılması boşuna değildir.
Firmaların Karar Yorgunluğu Manipülasyonu
Ve bu, alışveriş yapanların yiyecek reyonlarında verdikleri tüm kararlardan sonra tükendikleri bir sırada, kasada tatlı atıştırmalıkların öne çıkmasının tek nedeni değil. Azalmış iradeleriyle, her türlü ayartmaya daha yatkın olabilirler, ancak özellikle şekerleme, gazoz veya hızlı bir şeker alımı sunan her şeye karşı savunmasızdırlar. Süpermarketler bunu uzun zaman önce çözmüş olsa da, araştırmacılar nedenini ancak son zamanlarda keşfettiler.
Mardi Gras Teorisi ve Glikoz Yüklemesi
Bu keşif, Baumeister'in laboratuvarında başarısız bir deneyden kaynaklanan bir kaza ile olmuştu. Araştırmacılar, Mardi Gras festivallerinin Hıristiyan perhizi Lent’in zorluklarından hemen önce yapılmasından ilham alarak, kendinizi önceden zevkle şımartarak iradenizi geliştirebileceğiniz fikri olarak tanımlanan Mardi Gras teorisini test etmek için yola çıktılar.
Florida Eyaleti'nde laboratuvardaki şefler, epey irade gerektiren iki laboratuvar görevi arasında dinlenen bir grup denek için Yağlı Salı Kahvaltısı yerine, tatlı kıvamında milkshakeler hazırladılar. Tabii ki, lezzetli milkshakeler, insanların bir sonraki görevde beklenenden daha iyi performans göstermelerine yardımcı olmak üzere iradeyi güçlendiriyor gibiydi. Herşey buraya kadar iyi gitti.
Ancak deney, tatsız ve az yağlı süt tozu içeren bir karışımla beslenen bir kontrol grubunu da içeriyordu. Bu içecek onlara hiçbir zevk vermese de özdenetim konusunda benzer gelişmeler sağladı. Mardi Gras Teorisi yanlış görünüyordu. Bu, New Orleans sokaklarında dolaşmak için bir bahaneyi trajik bir şekilde ortadan kaldırmanın yanında, sonuç olarak da araştırmacılar için utanç vericiydi. Çalışmayı yürüten yüksek lisans öğrencisi Matthew Gailliot, Baumeister'a fiyaskoyu anlatırken ayakkabılarına bakıp durmuştu.
Glikoz Neden Önemli?
Baumeister alınan bu sonuçlardan sonra iyimser kalmaya çalıştı. Belki de bu çalışma bir başarısızlık değildi. Sonuçta bir şey olmuştu. Tatsız tuzsuz çamurumsu bir karışım bile işe yaramıştı, ama nasıl? Burada faktör zevk değilse, kalori alımı olabilir miydi? İlk başta fikir biraz aptalca görünüyordu. On yıllardır psikologlar, süt ürünlerinin, tüketimleriyle alınan sonuçlar hakkında fazla endişe duymadan, zihinsel görevler üzerindeki performansları inceliyorlardı. İnsanların bilgisayar çipleri ve devreleri ile eş değer olduğunu gösterme hevesindeki psikologların çoğunun ciddiye almadıkları, ancak makinanın önemli bir parçasını gözardı ettiler: bu da güç kaynağıydı.
Beyin, vücudun geri kalanı gibi, her türlü gıdadan üretilebilen ve basit şeker olan glikozdan enerji elde eder. Neden-sonuç ilişkisi kurmak için Baumeister'in laboratuvarındaki araştırmacılar, şekerle veya diyet tatlandırıcıyla karıştırılmış limonatayı içeren bir dizi deneyde beyne yakıt ikmali yapmayı denediler. Şekerli limonata, etkileri hemen laboratuvarda gözlemlenebilen bir glikoz patlaması sağladı; şekersiz çeşit, aynı glikoz patlamasını sağlamadan oldukça benzer bir tada sahipti. Şeker tekrar tekrar iradeyi geri kazandırdı, ancak yapay tatlandırıcının hiçbir etkisi olmadı.
Glikoz en azından ego tükenmesini hafifletir, ve bazen mekanizmayı tamamen tersine çevirir. Geri dönen irade gücü, insanların karar kalitesinin yanı sıra öz denetimini de iyileştirmişti: Bu kez seçimler yaparken mantıksız önyargılara direndiler, ve finansal kararlar almaları istendiğinde, hızlı bir ödeme yerine daha iyi ve uzun vadeli stratejiyi seçme olasılıkları yükselmişti.
Kentucky Üniversitesi'nde Holly Miller ve Nathan DeWall tarafından yapılan iki çalışmada, ego tükenmesi etkisi köpeklerle bile gösterildi. 10 dakika boyunca "otur" ve "kalk" komutlarına uyduktan sonra, köpekler özkontrol testlerinde daha kötü bir performans gösterdiler; ayrıca durum böyleyken, başka bir köpeğin bölgesinde ona meydan okumak gibi tehlikeli bir karar verme olasılıkları daha yüksek olmuştu. Ancak bir doz glikoz bile onlara iradelerini geri kazandırmaya yetiyordu.
Şüpheciler ve Karşı Argümanları
Bu bulgular dizisine rağmen, beyin araştırmacılarının bunun glikozla bağlantısı hakkında hala bazı çekinceleri vardı. Şüpheciler, kişinin ne yaptığından bağımsız olarak, beynin genel enerji kullanımının aşağı yukarı aynı kaldığına dikkat çekti; bu, irade gücünü etkileyen tükenmiş enerji kavramıyla kolayca örtüşmez.
Bu durumdan şüphe edenler arasında, kariyerinin başlarında Baumeister ile çalışmış, sonra da Dartmouth'ta görev yaparken beyin süreçleri ve sosyal davranış arasındaki bağlantıların incelenmesini çalışarak sosyal sinirbilim denilen alanın lideri haline gelen Todd Heatherton vardı. Ego tükenmesine inanıyordu, ancak bunun nöral süreçlerde nasıl sadece glikoz seviyelerindeki değişikliklere dayanabileceğini anlayamıyordu.
Süreci gözlemlemek ve bunun glikoz tarafından tersine çevrilebileceğini görmek için meslektaşlarıyla birlikte, diyet yapan 45 kadınla çalışarak, onların yemek resimlerine tepki vermesi esnasındaki beyin görüntülerini kaydetti. Daha sonra diyet yapanlara kahkahalarını bastırmakta zorlanacakları komik bir video izlettiler - bu, zihinsel enerjiyi boşaltmanın ve ego tükenmesine yol açmanın biraz acımasız olsa da standart bir yoludur. Sonra bu kadınlara tekrar yemek resimleri gösterildi ve yeni beyin imajları ego tükenmesinin etkilerini ortaya çıkardı: nucleus accumbens’de, yani beynin ödül merkezinde daha fazla aktivite vardı, buna karşılık, normalde dürtüleri kontrol etmeye yardımcı olan amigdala’daki hareketlerde bir azalma görülmüştü.
Zayıflarken dürtü kontrolünün yemeğin çekiciliğini güçlendiridiği kaydedildi - bu da diyet yapanlar için hiç de iyi bir kombinasyon değildir. Ama bu egosu tükenmiş durumdaki insanların bir doz hızlı glikoz aldığını varsayarsak bu durumda beyinlerinin görütüleri neyi ortaya çıkarır?
Deneyin sonuçları Ocak ayında, Heatherton'ın dünyanın en büyük sosyal psikoloji organizasyonu olan Kişilik ve Sosyal Psikoloji Derneği'nin başkanlığını kabul ettiği konuşması sırasında açıklandı. Heatherton, San Antonio'daki yıllık toplantıdaki ilk başkanlık konuşmasında, bu tür bir glikoz alımının, tükenmenin neden olduğu beyin değişikliklerini tamamen tersine çevirdiğini bildirdi - ve bu bulgunun kendisini oldukça şaşırttığını söyledi. Heatherton'ın sonuçları, glikozun irade için hayati bir öğe olduğuna dair ek bir doğrulamanın çok ötesindeydi; bu deney beynin toplam enerji kullanımında genel değişiklikler olmadan glikozun nasıl etki edebileceği konusundaki bulmacanın çözülmesine de yardımcı olmuştu.
Görünüşe göre ego tükenmesi, beynin bazı bölümlerinde aktivitenin artmasına, diğerler kısımlarında da azalmasına neden oluyor. Glikoz düşük olduğunda beyniniz çalışmayı bırakmaz. Bazı şeyleri yapmayı bırakır, başka şeyleri yapmaya başlar. Böylelikle anlık ödüllere daha güçlü tepki verir ve uzun vadeli beklentilere daha az dikkat eder.
Glikoz ve Diyet Direnci
Glikozla ilgili keşifler, diyet yapmanın neden benzersiz bir öz kontrol testi olduğunu ve normalde olağanüstü güçte bir iradeye sahip insanların bile neden kilo vermekte bu kadar zorlandığını açıklamaya yardımcı oluyor. Sabah kahvaltısında kruvasana, öğle yemeğinde tatlıya direnerek güne yüksek bir motivasyonla devam eden insanların her direniş eylemi, aslında iradelerini daha da düşürmüştür. İradenin gücü, günün ilerleyen saatlerinde zayıfladığından, onu yenilemek gerekir. Ancak bunu sağlamak için de vücuda glikoz verilmesi lazımdır. Bu da onların besinsel bir catch-22'ye hapsolmaları demektir. İngilizce’de "sorunlu bir durumda tek çözümün, sorunun özünde olan bir durum ya da kural tarafından engellenmesi" anlamına gelen “catch-22” deyimi, tam da durumu özetler mahiyettedir:
- Diyet yapanın yemek yememesi için iradeye ihtiyaç vardır.
- Diyet yapanın daha çok irade sahibi olabilmesi için yemek yemesi gerekir.
Vücut glikozu kullandıkça, bu yakıtı yenilemenin hızlı bir yolunu arar, bu da onun şeker için can atmasına neden olur. Kendi kendini kontrol etmeyi gerektiren bir laboratuvar görevi yaptıktan sonra, insanlar daha fazla şeker yemeye eğilimlidir, ancak tuzlu, yağlı patates cipsi gibi diğer atıştırmalıkları yemezler. Kendi kendini kontrol etme beklentisi, insanları tatlılara yönlendirir.
Benzer bir etki, birçok kadının adet görmeden hemen önce canlarının neden çikolata ve şekerli içecekleri çektiğini açıklamaya da yardımcı olur: Vücutta, glikoz seviyeleri dalgalandıkça bunun hızlı bir şekilde ikame edilmesi gerekir. Şeker dolu bir atıştırmalık veya içecek, insanın kendini kontrol mekanizmasında hızlı bir yükseliş sağlayacaktır (bu yüzden deneylerde kullanılması uygundur), ancak bu sadece geçici bir çözümdür. Esas sorun, şeker olarak tanımladığımız şeyin, gün boyunca proteinleri ve diğer besleyici gıdaları yiyerek elde edeceğimiz daha istikrarlı glikoz kaynakları kadar yardımcı olmamasıdır.
İsrail’deki şartlı tahliye kuruluyla ilgili çalışmada glikozun faydaları açıktı. Sabahın biraz ilerleyen saatlerinde, ama genellikle 10:30'dan önce, şartlı tahliye kurulu bir ara verir ve karar vericilere bir sandviç ve bir parça meyve ikram edilirdi. Moladan önce mahkumların şartlı tahliye olma kararı verildiğinde çıkma şansları sadece %20'ydi, ancak hemen sonra verilen kararlar ile bu şans %65’e yükseliyordu. Vakit ilerledikçe ihtimaller tekrar düşüyor ve mahkumlar gerçekten öğle yemeğinden hemen önce onların karşısına çıkmak istemiyorlardı: çünkü o zaman şartlı tahliye şansları sadece %10'du.
Öğle yemeğinden sonra bu, tekrar %60'lara kadar yükseldi, ancak sadece kısa bir süre için. Saat 15:10'da karşılarına gelen Yahudi İsrailli tutukluyu hatırlayın, saldırı cezasından şartlı tahliyesi reddedilmemiş miydi? Burada, aslında öğle yemeğinden epey sonra görülen altıncı vaka olma talihsizliğini yaşamıştı. Ancak aynı suçtan aynı cezayı çeken başka bir Yahudi asıllı İsrailli mahkumun, öğle yemeğinden sonraki ilk görüşmede, saat 13:27'de karşılarına çıkmış olma talihi, onun şartlı tahliye ile ödüllendirilmesine neden olmuştu. Belki bu karar, mahkum için mevcut adalet sistemindeki düzgün işleyişin bir örneği gibi görünmüş olabilir, ama muhtemelen karar vericilerin glikoz seviyeleri bu sonucun alınmasında daha baskındı.
Daha Sağlıklı Kararlar İçin Ne Yapmalıyız?
İsrail'deki şartlı tahliye kurulu için reformlar hayal etmek yeterince basit - örneğin, her karar vericinin mesaisini yarım günle, tercihen sabah ile sınırlamak, sık sık yemek ve dinlenme molaları almalarına izin vermek gibi. Ancak toplumun geri kalanını etkileyen karar yorgunluğu ile ilgili ne yapılması gerektiği çok da açık değil. Baumeister ve meslektaşlarının orta Almanya'daki Würzburg'da yaptıkları bir çalışmanın sonuçları gibi, hepimiz yarım gün çalışmayı göze alabilsek bile, gün boyunca irademizi tüketirdik.
Psikologlar, bir hafta boyunca günlük rutinlerini sürdüren 200'den fazla kişiye önceden programlanmış BlackBerry'ler verdi. Telefonlar rastgele alarm verince deneklerin o anda bir şeye yönelik herhangi bir tür istek duyup duymadıklarını, veya yakın zamanda bir arzu hissi yaşayıp yaşamadıklarını bildirmeleri isteniyordu. Daha sonra Würzburg Üniversitesi'nden Wilhelm Hofmann ile tarafından yürütülen özenli çalışma sayesinde sabahtan gece yarısına kadar verilmiş 10.000'den fazla anlık rapor toplandı.
Bunun sonucunda arzular artık istisna değil, birer norm haline gelmişti. İnsanların yarısı, telefonları alarm verdiğinde bir şeyler atıştırmak, konuşup saçmalamak, patronlarına gerçek duygularını ifade etmek gibi bazı istekler duyuyorlardı, katılmcıların diğer bir çeyreği ise son yarım saat içinde herhangi bir şeye dair bir arzu hissettiklerini söyledi. Bu arzuların çoğu, hem erkeklerin hem de kadınların direnmeye çalıştıkları arzulardı, ve bu insanlar ne kadar çok irade harcarlarsa, gelen bir sonraki ayartmaya o kadar çok boyun eğmişlerdi. Gerçekten de "Bunu istiyorum ama yapmamalıyım!" şeklinde bir tür çatışma yaratan bir içgüdü ile karşı karşıya kalıp bu ayartmayı savuşturuktan sonra, ortaya çıkan yeni bir cazibe sonucunda, hele de bu cazibe odağı en son bildirilen arzudan hemen sonra gelişmişse, daha kolay pes ettiler.
Sonuçlar, insanların günde üç-dört saatlerini arzuya direnmek için harcadıklarını gösterdi. Başka bir deyişle, rastgele olarak günün herhangi bir anında dört-beş kişiyle karşılaşsanız, içlerinden biri büyük bir ihtimalle bir arzuya direnmek için irade gücünü kullanmaktaydı. Telefonla yapılan çalışmada en çok direnilen istekler yemek yeme, uyuma dürtüsü, notlar yazmak yerine yapboz yaparak ya da oyun oynayarak işe ara vermek gibi boş zamana dair dürtülerdi. En çok direnilen arzular listesinde cinsel dürtüler, Facebook'u kontrol etmek gibi diğer etkileşim türlerine yönelik dürtülerin biraz ilerisindeydi.
İnsanlar ayartmayı önlemek için çeşitli stratejiler kullandıklarını bildirdiler. En popüleri, dikkati dağıtacak bir şey aramak ya da yeni bir faaliyete girişmekti, ancak bazıları bunları doğrudan bastırmayı, ya da sadece isteğe boyun eğip geçmeyi seçtiler. Başarı oranları kesinlikle karışıktı. İnsanlar uykudan, seksten ve para harcama dürtüsünden kaçınmakta oldukça başarılıydılar, ancak televizyonun veya internetin cazibesine ya da iş yapmak yerine dinlenmenin genel çağrısına direnmekte pek de iyi değillerdi.
Günümüzdeki Karar Yorgunluğu Furyası
BlackBerry'lerden ve sosyal psikologlardan önceki günlerde atalarımızın ne kadar otokontrol uyguladıklarını bilmemizin hiçbir yolu yok, ancak birçoğunun daha az ego tüketen bir baskı altında olması muhtemel görünüyor. Daha az karar alındığında, daha az karar yorgunluğu vardı.[1] Bugün bunalmış hissediyoruz, çünkü çok fazla seçenek var. Vücudunuz görev gereği zamanında çalıştığını gösterebilir, ancak zihniniz her an bir yerlere kaçabilir.
Tipik bir bilgisayar kullanıcısı günde üç düzineden fazla websitesine bakar, ama bir proje üzerinde çalışmaya devam etmek, magazin sayfalarına göz atmak, YouTube'a bir video izlemek veya Amazon'dan bir şey satın almak gibi şeyler için sürekli karar vermekten yorulur. 10 dakikalık çevrimiçi bir alışveriş çılgınlığında, yılın geri kalanı için bütçenizi mahvetmeye varabilecek kadar finansal bir zarara yol açabilirsiniz.
Bu ayartmaların ve kararların kümülatif etkisi sezgisel olarak açık değildir. Neredeyse hiç kimse karar vermenin ne kadar yorucu olduğuna dair içgüdüsel bir sezgiye sahip değildir. Büyük kararlar, küçük kararlar, hepsi birarada toplanır. Kahvaltıda ne yiyeceğinizi, tatile nereye gideceğinizi, kimi tutacağınızı, ne kadar harcayacağınızı seçmek - bunların hepsi iradeyi tüketir ve bu iradenin ne zaman düştüğüne dair kesin bir belirti yoktur. Yani bir maraton sırasında duvara çarpmak gibi değildir.
Ego tükenmesi kendini tek bir duygu olarak değil, her şeyi daha yoğun bir şekilde deneyimleme eğilimi olarak gösterir. Beynin düzenleyici güçleri zayıfladığında, hayal kırıklıkları normalden daha rahatsız edici biçimde görünür. Yeme, içme, harcama ve aptalca şeyler söyleme dürtüleri daha güçlü olmaya başlar (özellikle alkol otokontrolün daha da azalmasına neden olur). Egosu tükenmiş insanların, deneydeki köpekler gibi bir parça çim için gereksiz kavgalara girme olasılığı daha yüksektir. Karar verirken mantıksız kestirme yollar kullanırlar, kısa vadeli kazançları ve gecikmiş maliyetleri tercih etme eğilimindedirler. Egosal olarak tükenmiş şartlı tahliye karar vericileri gibi, bu seçenek bir başkasını incittiği zaman bile daha güvenli ve daha kolay olan opsiyona meylederler.
İyi kararlar vermek, kişinin bir özelliği değildir, bu dalgalanan bir durumdur.
Çalışmalar, en iyi öz denetime sahip kişilerin, hayatlarını iradelerini korumak için yapılandıran kişiler olduğunu göstermekte. Arka arkaya binen sayısız toplantılar planlamazlar. Açık büfe gibi cezbedici şeylerden kaçınırlar, ve zihinsel seçim yapma çabasını ortadan kaldıran alışkanlıklar kurarlar. Her sabah kendilerini egzersiz yapmaya zorlayıp zorlamamaya karar vermek yerine, bir arkadaşlarıyla çalışmak için düzenli randevular alırlar. İrade gücünün tüm gün sağlam kalacağına güvenmek yerine, acil durumlar ve önemli kararlar için kullanılabilir olması için onu korurlar.
Baumeister şöyle diyor:
En bilge insanlar bile, dinlenmedikleri ve şekerleri düştüğü zaman iyi seçimler yapamazlar.
İşte bu yüzden gerçekten akıllı insanlar, şirketlerini saat 16.00'da yeniden yapılandırmazlar. Kokteyl saatinde büyük taahhütlerde bulunmazlar. Ve günün geç saatlerinde bir karar verilmesi gerekiyorsa, bunu aç karnına yapmamaları gerektiğini bilirler. En iyi karar vericiler, kendilerine ne zaman güvenmemeleri gerektiğini bilenlerdir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 24
- 21
- 10
- 9
- 7
- 5
- 5
- 2
- 1
- 1
- 1
- 1
- Çeviri Kaynağı: The New York Times Magazine | Arşiv Bağlantısı
- ^ a b S. Danziger. (2011). Extraneous Factors In Judicial Decisions. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 6889-6892. doi: 10.1073/pnas.1018033108. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 02/11/2024 16:28:13 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/11421
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in The New York Times Magazine. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.