Keşfedin, Öğrenin ve Paylaşın
Evrim Ağacı'nda Aradığın Her Şeye Ulaşabilirsin!
Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat
Tüm Reklamları Kapat

Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı? İnsanlar Neden Bazı Hayvanları Yüceltmiştir?

Hayvanların Dinsel ve Simgesel Statüsü Nasıl Oluştu?

29 dakika
172
Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı? İnsanlar Neden Bazı Hayvanları Yüceltmiştir? Britannica
Tüm Reklamları Kapat

Bu Makalede Neler Öğreneceksiniz?

  • Describe how humans have historically interacted with animals both practically and symbolically, attributing sacred qualities to some species.
  • Explain the evolution of religious thought from animistic beliefs about spirits to complex polytheistic and monotheistic systems as theorized by Edward Burnett Tylor.
  • Outline Émile Durkheim's perspective of religion as a collective social system distinguishing the sacred from the ordinary and promoting social cohesion.

İnsanlık tarihine şöyle bir göz attığımızda, etrafımızdaki canlı ve cansız pek çok varlıkla sürekli bir etkileşim halinde olduğumuzu fark ederiz. Bu etkileşimin nedenini yalnızca hayatta kalma dürtüsüne indirgeyemeyiz tabii ki. İnsan, çevresini gözlemlemiş, anlamlandırmış ve çoğu zaman da ona bir anlam yüklemiştir. Bazen bir çakıl taşını keskin bir alete dönüştürmüş, bazen de gökyüzünde süzülen devasa kanatlı canlılara hayranlıkla bakıp onlara kutsal nitelikler atfetmiştir. Fakat bu ilişki sadece gökte süzülen varlıklarla sınırlı kalmamış; karada yürüyen, suda yüzen ve türlü biçimlerde insanın hayatına dokunan birçok hayvanla da benzer bir anlam bağı kurulmuştur.

Yani hayvanlarla kurduğumuz ilişki, yalnızca fiziksel değil, aynı zamanda düşünsel ve simgesel düzeyde derinleşmiştir. Kimi hayvanlar avlanmış, evcilleştirilmiş ya da çalıştırılmış; ama aynı zamanda kimi zaman rehber, kimi zaman uyarıcı, hatta kimi zaman da doğrudan kutsal kabul edilmiştir. Bu canlıların bazıları, gündelik yaşamın olağan akışında bize eşlik ederken| bazıları ise büyük felaketlerin, savaşların ya da doğa olaylarının anlamlandırılmasında, tıpkı tanrısal bir el gibi yorumlanmıştır. Böylece hayvanlar, hem pratik işlerde hem de ruhani ya da kültürel düşünce sistemlerinde yer almaya başlamış; kimi toplumlarda bir tanrının simgesi, kimilerindeyse doğanın ruhunu temsil eden figürler haline gelmiştir.

Pek çok kültürde bu değerler, öylesine etkili figürler olarak öne çıkar ki; gündelik hayatta en küçük bir işle meşgul olmaktan tutun da, toplumun tamamını etkileyecek durumlara kadar, bu “mukaddes” canlıların etkisi yön verir. Peki, nasıl oldu da bir zamanlar tarlalarda çalıştırdığımız veya diyetimizin büyük bir kısmını oluşturan bu canlılar, toplumlar nezdinde dokunulmaz bir statü kazandı? Nasıl oldu da hükmettiğimiz bu canlılar, kültürel ve dini pratiklerimizde merkezi bir yer edindi? Bu sorulara ilerleyen kısımlarda derin ve detaylı bir açıklama getireceğiz. Ancak şu an için, dinin ne olduğunu, nasıl ve nerede ortaya çıkmış olabileceğini ve insan toplulukları üzerindeki etkilerini daha iyi anlamak adına, temel dini inançların doğuşuna dair teorileri biraz irdelememiz gerekiyor.

Tüm Reklamları Kapat

Geçmişten Günümüze Dine Kısa Bir Bakış

İnsanlık tarihinin en eski izleriyle birlikte, dinsel düşüncenin de ortaya çıktığına dair güçlü bulgular mevcuttur. Ancak din kavramının spesifik bir tanımını yapmak oldukça güç görünmektedir. Çünkü belirli bir din ele alınırken, bu dinin hangi kültürde, hangi bağlamda kullanıldığına, nasıl tanımlandığına ve hangi temellere oturtulmuş olduğuna dikkat etmek gerekir.

Tanımın bu kadar geniş bir açıklama gerektirmesinin sebebi ise, hakkında net bir fikir birliğine varılmamış olmasıdır. Din olgusu üzerine yapılan ilk kuramsal tanımlardan biri, antropolog Edward Burnett Tylor tarafından yapılmıştır. Ona göre, insanlar doğadaki olayları, hastalıkları, rüyaları ya da ölümü anlamlandırmak için, görünmeyen ruhlara ve güçlere inanarak başlamışlardır. Onun bu görüşü, özellikle ilkel olarak nitelendirilen toplumların doğa olaylarını anlamlandırma çabasında geliştirdikleri animistik düşünceleri temel alır. Rüyalar, ölüm ve hastalık gibi açıklanması güç deneyimlerin, görünmeyen ruhlar ve güçlerle ilişkilendirilmesi, Tylor’un evrimsel çerçevesinde dinin ilk aşaması olarak kabul edilir. Bu yaklaşıma göre din, zamanla çoktanrıcılık ve nihayetinde tek tanrılı inanç sistemlerine evrilmiştir.

Biraz daha toplumsal bir bakışla yaklaşan Émile Durkheim ise dini, insanların bir arada yaşayabilmesi için ortaya çıkan kolektif bir sistem olarak görür. Ona göre din, “kutsal olanla sıradan olanı birbirinden ayıran, bu kutsal olana yönelik inanç ve uygulamaları sistemli biçimde örgütleyen ve inananları tek bir ahlaki toplulukta birleştiren” bir yapıdır. Durkheim, dinin temel işlevinin toplumsal bütünlüğü sağlamak olduğunu savunur.

Biz ise dini, genel kabul gören anlamıyla açıklayacak olursak; onu, insan topluluklarının belirli inançlar ve ritüel davranışlar etrafında birleştiği, ortak bir sistemin parçası olarak kabul edilebilecek bir yapı bütünü olarak tanımlayabiliriz.[1], [2], [3], [4] Eğer birtakım ritüelistik davranışları dini inancın ilk adımları olarak kabul edersek, bu tür inançların çok eski tarihlere, yaklaşık 50.000 ila 60.000 yıl öncesine kadar uzandığını söylemek mümkündür. Günümüzde Irak’ın kuzeyindeki Şanidar Mağarası’nda bulunan Neandertal mezarları, bize ölümden sonraki yaşam inancına dair göz ardı edilemeyecek muhtemel ipuçları sunuyor. 1957’de Şanidar Mağarası'nda bulunan Neandertal mezarlarında, ölen bireylerin hemen yanında rastlanan şifalı otlar ve çiçekler, her ne kadar tartışmalı konular olsa da, başka bir dünyaya olan inancın ilkel biçimlerine güzel bir örnek teşkil ediyor.[16], [17] Aynı şekilde Homo naledi’nin de ölümden sonraki yaşama dair bazı inançlara sahip olduğu olasılığı düşünülüyor. Gömülen bireyin pozisyonu ve yanına bırakılmış olabilecek armağanlar üzerinden, bu konuda kesin olmasa da, çeşitli varsayımlarda bulunabiliyoruz.[18] Bunları dinin ilk adımları olarak nitelendirebilsek de, görece daha yakın bir tarihte son derece somut kanıtlara rastlıyoruz. 12.000 yıl önce Anadolu’nun kurak topraklarında dinin tohumları ekilmiş hatta daha da enteresan olanı, devasa bir tapınak inşa edilmişti. Göbeklitepe, bazı araştırmacılar tarafından, insanlık tarihinin en erken dini izlerini taşıyor olabileceği gerekçesiyle, inanç kavramının somutlaştığı ilk mekanlardan biri olarak değerlendiriliyor.

Tüm Reklamları Kapat

İnsanlık, ilkel dini uygulamalarla on binlerce yıl önce tanışmış olsa da, bütün bir topluluğun kolektif bir dini çatı altında toplanması, avcı-toplayıcıdan yerleşik hayata geçmenin zorunlu getirileri olarak düşünülmektedir. Zira birbirinden bağımsız olarak hareket eden insan gruplarını birbirine bağlayarak dayanışma haline getirmenin en akıllıca yolunun, tek bir göksel düzenin ortak vizyonuyla mümkün olduğu düşünülmüş olması muhtemeldir. Bununla da bitmiyor; iktidarda olan kimseler için de organize bir din, deyim yerindeyse, biçilmiş kaftandır. Tarihte pek çok toplumda örneğini görebileceğimiz gibi, iktidara geçen kişinin tanrılarla doğrudan ya da dolaylı yoldan bir bağının olduğu düşünülmekteydi. Örneğin antik Mısır’da firavunlar tanrının bir nevi elçisi olarak görülmekte, Orta Asya Türklerinde ise toplumun başına geçen liderin tanrıdan gelen bir görev dolayısıyla başa geçtiği düşünülmekteydi. Hatta daha da ilginci, 17. ve 18. yüzyıllarda, yani bundan sadece birkaç asır önce bile krallar, yetkilerini tanrıdan aldıklarını ve parlamento gibi herhangi bir “dünyevi” otorite tarafından kontrol edilemeyeceklerini iddia etmişlerdi. Böylesi “ilahi” ve benzeri özelliklerle ön planda olan bir yöneticinin politik ve dini bağlamda halk üzerindeki etkisi pek tabii oldukça derindi. Otoriteyi doğaüstü bir kaynağa dayandırmak, liderin hem yönetim hem de ruhani açıdan bir meşruiyet kazanmasını sağlıyordu. Antik toplumlar arasında tanrısal bağ iddiaları, hükümdarlara yalnızca siyasi bir otorite sağlamakla kalmıyor, toplumun gelenek ve ritüelleri üzerinde de büyük bir kontrol imkânı tanıyordu. Hal böyle iken, yöneticinin kararlarının sorgulanması zorlaşıyor, halkın bu kararlara itaat etmesi dini inanışlar yoluyla da meşru kılınıyordu.

Dinin erken biçimlerinden itibaren doğanın kutsal olarak kabul edilmesi, hem bireysel bilinçdışının hem de toplumsal örgütlenmenin doğal bir uzantısı gibi görünmektedir. Şimdi bu tarihsel arka planı temel alarak, hayvanların nasıl kutsal figürlere dönüştüğünü ve bu dönüşümün hangi sembolik anlamlarla beslendiğini daha yakından inceleyebiliriz.

Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı?

Teoloji tarihinde baktığımızda, ilahi güç ve otoritenin sadece tanrılarla ya da krallarla sınırlı kalmadığını görürüz. Doğa da çoğu zaman kutsal ve gizemli bir varlık gibi görülmüş, hatta öyle ki pek çok toplumda inanç sistemlerinin tam merkezine yerleşmiştir. Nitekim hayvanların ilahi semboller veya kutsal varlıklar olarak kabul edilmesi, türümüzün doğayla kurduğu bağın ve bu bağın toplumsal düzen üzerindeki etkisinin bir bakıma yansımasıdır. İlkel toplulukların günlük yaşamında hayvanların hem vazgeçilmez bir besin kaynağı hem de ciddi tehdit oluşturan yırtıcılar olarak algılandığını göz önünde bulundurursak, bu yaklaşım oldukça mantıklı bir temele oturur. O dönemin sakinleri için hayvanlar, hayatta kalmak adına hem fırsatlar sunmuş hem de tehlikeler yaratmış; bu da onların yaşam biçimlerini, avlanma stratejilerini ve hatta toplumsal organizasyonlarını baştan aşağı şekillendirmiştir. Zira her bir inanışta bulunan belli başlı öge, sembol ya da anlatılar; kendi coğrafi bölgesiyle ilişkili ve dahası bu ilişkiyle meydana gelen etkileşimlerden doğan, zamanla yerel toplulukların tarihsel birikimi, yaşam biçimleri, doğayla olan ilişkileri ve kendi varoluşsal sorularına verdikleri yanıtlarla şekillenen özgün bir anlam dünyasının ürünüdür. Nihayetinde, zamanla yaratılan ve anlatılagelen sayısız hikaye veya kulaktan dolma bilgiler, bir süre sonra insan şuurunun çok ötesinde, bu dünyadan olmayan anlamlar taşıyan ögeler olmaktan çıkar; toplumların dünyayı anlamlandırma biçimlerinin, ahlaki sistemlerinin ve hatta iktidar ilişkilerinin taşıyıcısı haline gelir. Dolayısıyla tüm bu anlatıların her biri, ait oldukları kültürel bağlamdan bağımsız düşünülemez; zira anlamlarını, ancak o bağlam içinde üretebilir ve sürdürebilirler.

Her inanç sistemi, kökenini yalnızca çevresini anlamlandırma arayışından değil, aynı zamanda ait olduğu coğrafyanın, iklimin ve göğün dokularından alır. Bir başka deyişle, bir toplumun tanrı tasavvuru, dua biçimi, hatta kutsal kabul ettiği hayvan yahut bitki figürleri, büyük ölçüde onun çevresel gerçekliklerinin içsel bir yansımasıdır diyebiliriz. Claude Lévi-Strauss’un da ifade ettiği gibi, mitlerin yapısı yalnızca sözel anlatım biçimlerinde değil, o anlatıyı taşıyan topluluğun çevreyle kurduğu ilişkide saklıdır. Sıcak, nemli ve sık ormanlarla çevrili Güneydoğu Asya’da yılanın, suyun ve yağmurun kutsanması tesadüf değildir. Hinduizm ve Budizm'de yer alan yarı insan yarı yılan şeklinde tasvir edilen Naga, bu yüzden yalnızca mitolojik bir yaratık değil; doğanın bizzat sembolleştirilmiş halidir.

Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.

Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.

Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.

Yılan motifini pek çok kültürün mit ve dini anlatılarında teolojik bir varlık olarak görmek mümkündür. Kimi zaman bilgeliği ve dönüşümü simgeleyen yılan, kimi zaman da kaosun, kötülüğün ya da günahın vücut bulmuş hâli olarak karşımıza çıkar.
Yılan motifini pek çok kültürün mit ve dini anlatılarında teolojik bir varlık olarak görmek mümkündür. Kimi zaman bilgeliği ve dönüşümü simgeleyen yılan, kimi zaman da kaosun, kötülüğün ya da günahın vücut bulmuş hâli olarak karşımıza çıkar.
Pexels

Afrika’nın geniş savanlarından Kuzey'in soğuk ve sert coğrafyalarına kadar pek çok hayvan, yalnızca av değil aynı zamanda bir öğreti ve kimlik kaynağıdır.

Nil Nehri’nin taşkınları, Antik Mısır halkı için hem bereketin hem de yıkımın habercisiydi. Topraklarını canlandıran bu su, zaman zaman kontrolsüzce taştığında ekinleri mahvedebilir, yerleşimleri tehdit edebilirdi. Bu nedenle Mısırlılar, doğayla mücadele etmek yerine onunla uzlaşmanın, onu kutsal bir düzenin parçası olarak kabul etmenin yollarını aradılar. Taşkınlardan korunmak ya da bu taşkınların dengeli bir şekilde sürmesini sağlamak için doğayı denetleyen tanrılara yöneldiler. Ne var ki bu tanrılar, soyut kavramlar değil; aksine, çevrelerindeki doğadan, özellikle de hayvan dünyasından devşirilmiş varlıklardı.

Buradan rotamızı biraz batıya, Meksika’daki Teotihuacan uygarlığına çevirelim. Teotihuacan uygarlığında da hayvanlarla iç içe geçmiş bir tanrısallık anlayışı dikkat çeker. Teotihuacan’daki mimari düzenlemelerde yılan, jaguar ve kuş motifleri doğrudan tapınak süslemelerine işlenmiştir. Benzer şekilde Antik Mısır’daki Karnak Tapınağı, yalnızca bir ibadet mekanı değil, aynı zamanda doğayla ilahi olanın iç içe geçtiği sembolik bir mekandır. Sfenksler, kutsal kazlar, timsahlar ve kediler; hepsi, insanla doğa arasında kurulan bu metafizik bağın temsili olarak düşünülmüştür.

Netice itibarıyla, hayvanlara yönelik bu düalist bakış açısının -yani hem yücelten hem de çekinilen, hem kutsayan hem de sınır çizen anlayışın- dönemin ekolojik, toplumsal ve kültürel koşulları göz önüne alındığında, inanç sistemlerinin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynamış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu dönüşümün nasıl gerçekleştiği, hangi toplumsal ihtiyaçlara karşılık geldiği ve ne tür kültürel yapılarla ilişkilendiği ise antropologların birbirinden farklı yaklaşımlarla ele aldığı bir mesele olmuştur. 20. yüzyılın başlarında geliştirdiği işlevselci antropoloji yaklaşımıyla dikkat çeken Bronislaw Malinowski, hayvanların “kutsallaşma sürecini” toplumların gündelik yaşam içindeki pratik ihtiyaçlarıyla ilişkilendiren bir bakış açısı ortaya atmıştı. Malinowski’ye göre bir hayvanın kutsal olarak görülmesi, çoğu zaman onun toplumsal yapı içerisindeki işlevsel değerinden kaynaklanır. Yani hayvan kutsal olduğu için faydalı değil; faydalı olduğu için kutsallaşmıştır. Bu oldukça kritik bir önermedir; çünkü geleneksel bakış açılarında kutsallığın genellikle mistik, doğaüstü veya metafizik bir anlamla yüklü olduğu varsayılır. Oysa Malinowski, inanç sistemlerinin bu tür soyut temellerdense doğrudan toplumun yaşamını sürdürebilme pratiklerine dayanarak şekillendiğini savunur. Ona göre “kutsallık” dediğimiz şey, çoğu zaman sosyal bir faydanın kültürel karşılığıdır.

Malinowski’nin bu konuda en çok referans verilen saha araştırması, Trobriand Adaları’nda yaptığı ünlü uzun süreli gözlemlerdir. Malinowski, “kula” adı verilen törensel değiş-tokuş sistemi içerisinde hayvanların, bilhassa domuzun, yalnızca bir gıda kaynağı olarak değil, aynı zamanda sosyal yapıyı ayakta tutan, statü belirleyen ve törenlerde merkezi rol üstlenen bir canlı olarak ele alındığını aktarır. Ada sakinleri için domuzun yeri gerçekten de çok ötedir. Evlilikte, barış yaparken, ittifak kurmada ya da topluluk itibarını artırma gibi pek çok işlevsel amaca hizmet ederler. Domuzların, kimi törenlerde kesilmeyip yalnızca sergilenmesi ya da belirli bir yaşa ve kiloya ulaşmadan tüketilmemesi gibi kurallar, aslında onların pratik değerlerinden gelen bir kültürel dokunulmazlık kazandığını gösterir. Burada Malinowski, hayvanlara atfedilen kutsallığın doğrudan bir metafizik inançtan değil de aslında hayvanların kutsal ya da tabu olarak kabul edilmesini ondan nasıl yararlanıldığına veya toplum içinde hangi rolleri üstlendiğine bağlı olarak şekillendiğinden bahseder.

Her ne kadar Malinowski’nin yaklaşımı, hayvanlara kutsallık atfedilmesini anlamada güçlü bir açıklama sunsa da bazı açılardan da eleştirilmiştir. Özellikle sembolik antropoloji ve yapısalcılık gibi yaklaşımlar, bu tür işlevsel açıklamaların anlam dünyalarını yeterince hesaba katmadığını savunur. Örneğin Claude Lévi-Strauss’a göre kültürler sadece işlev görmek için değil, aynı zamanda düşünmek, kavramlaştırmak ve dünyayı anlamlandırmak için de vardır. Bu nedenle bir hayvanın kutsal olması yalnızca işlevsel değil, aynı zamanda bilişsel, mitolojik ve yapısal bir düzeyde de anlaşılmalıdır.

Tüm Reklamları Kapat

Bazı hayvanlar zaman içinde kutsallıkla ilişkilendirilmelerinin yanında insan deneyiminin değişmeyen simgeleri hâline gelmiştir. Coğrafi ya da kültürel farklılıklar ne olursa olsun, kuşaktan kuşağa aktarılan anlatılar sayesinde bu hayvanlar insanlığın kolektif hafızasına kök salmış, hepsi bugün pek çok yerde rastlayabileceğimiz arketiplere dönüşmüşlerdir. Bu noktada özellikle yılan, kuş ve aslan gibi figürler, neredeyse tüm kültürlerde benzer anlamlarla karşımıza çıkan güçlü arketipler arasında yer alır.

Örneğin Aztek mitolojisinde yer alan tüylü yılan tanrı Quetzalcoatl, Fiji yerlilerinin yaratıcı yılan tanrısı Ndengei, Antik Yunan'da Asklepios'un yılanı ve benzer biçimde birçok Latin Amerika ile Warramunga'lar gibi Avustralya ve Afrika yerli topluluğunun inanç sistemlerinde yılan figürüne rastlanır. Erken dönemlerde yılan kurnazlığın ve bilgeliğin sembolüyken, geç dönem mit ve dinlerinde eski anlatıların tam aksine kötülük ve şeytanlık tasvirine büründürülmüştür.

Cennetten kovulma mitine pek çok antik uygarlığın hafızasında rastlanır. Söz konusu anlatılarda, yılan figürü özel bir yere sahiptir. Erken dönem kültürlerinde bilgelik, yenilenme ve koruyuculuk sembolü olan yılan, özellikle geç dönemlerde aldatma, günah ve düşüşle özdeşleştirilen negatif bir simgeye dönüşmüştür.
Cennetten kovulma mitine pek çok antik uygarlığın hafızasında rastlanır. Söz konusu anlatılarda, yılan figürü özel bir yere sahiptir. Erken dönem kültürlerinde bilgelik, yenilenme ve koruyuculuk sembolü olan yılan, özellikle geç dönemlerde aldatma, günah ve düşüşle özdeşleştirilen negatif bir simgeye dönüşmüştür.
New world encyclopedia

Altay Yaratılış Destanı’nda yılanın, yasak meyveyi koruyan bir varlıkken kandırılarak düzeni bozan aracıya dönüşmesi ve akabinde lanetlenip şeytanla özdeşleştirilmesi, İbrahimi anlatılardaki cennet ve yılan temasıyla neredeyse şaşırtıcı biçimde paralellik gösterir. Yahudi-Hristiyan geleneğinde, Aden Bahçesi’nde geçen anlatıda yılan, Havva’yı Tanrı’nın yasakladığı meyveyi yemeye ikna eden baştan çıkarıcı bir figürdür. Altay mitosundaki Erlik’in yılanı kandırarak onun üzerinden yasak meyveye erişmesiyle bu doğrudan örtüşen bir detaydır. Her iki anlatıda da yılan, başta tarafsız ya da görevli bir varlık olarak görünürken sonradan düzeni bozan bir rol üstlenir ve bu nedenle lanetlenir. Hem Altay hem İbrahimi geleneklerde, insanla tanrısal alan arasındaki sınırı ihlal eden bir aracı, bir eşik bozucudur. Cennet ya da cenneti andıran mekan, yasak meyve, düzeni temsil eden tanrı figürü ve sonunda gelen düşüş ile lanet motifi, yılanın kültürlerarası bir simge olarak ne denli önemli bir anlam taşıdığını ortaya koyar.

Tüm Reklamları Kapat

Öte yandan, kuşlara da kutsallık yükleyen kültürler göz ardı edilemeyecek kadar fazladır. Kimi zaman gökyüzüyle kurdukları bağ, onları semavi olanla ilişkilendirmiş, kimi zaman özgürlüğü, ruhu ya da tanrısal mesajları simgeledikleri düşünülmüştür. Aslında tam bu noktada kuşlar, insanoğlu için hem haber taşıyıcısı olmaları hem bazı türlerinin güzel bir av olması hem de pek çok etkileyici niteliğe sahip olmaları nedeniyle Malinowski'nin pragmatist görüşüne her açıdan anlamlı bir örnek oluşturur. Muhtemelen yine bu nedenlerden dolayı kuş figürü de hemen her kültürde bulunan arketipal bir motif haline gelmiştir. Benzer şekilde, şamanın kuş formuna bürünmesi ya da kuş gibi davranmasına ilişkin inançlar, sadece belli başlı kültürel havzalarla sınırlı kalmayıp Sibirya’dan Orta Asya’ya, Anadolu’dan Fin-Ugor topluluklarına kadar uzanan geniş ve zengin bir folklorik evrende karşılık bulmuştur.

Hayvanların kutsal ya da ilahi figürlere dönüşme sürecine baktığımızda, çoğu zaman bazı olayların anlam kazanarak o hayvanla özdeşleştiğini ve hayvanın da zamanla o olayın bir işareti, bir simgesi haline geldiğini görüyoruz. Bazen bu bir felaketten kurtuluş hikayesi oluyor, bazen bir yolculuk sırasında ortaya çıkan ilginç bir karşılaşma, bazen de bir halkın doğayla olan uzun ve zorlayıcı mücadelesi… Bu gibi olaylar, zamanla anlatılara, mitlere, kutsal hikayelere dönüşüyor ve o olayın içinde bir şekilde yer alan hayvan da artık sıradan bir varlık olmaktan çıkıyor. Üstüne anlam yükleniyor, hatırlanıyor, yüceltiliyor. Böylece hem sembolleşiyor hem de kutsal bir nitelik kazanıyor.

İşte bu noktadan sonra, hayvanların metamorfoz, yani dönüşüm süreçlerine biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Çünkü hayvanın kendisi değişmese bile onun toplumdaki yeri, anlamı ve sembolik değeri değişiyor. Bazı hayvanlar kutsal metinlerde özel roller üstleniyor, bazıları mitolojik anlatılarda farklı formlara bürünüyor ya da tanrıların bedenine dönüşüyor. Bazılarıysa doğrudan bir ruhun taşıyıcısı ya da ataların yeryüzündeki sureti gibi kabul ediliyor. Yani bu dönüşümler aslında sadece hayvana değil, onu algılayış biçimimize ve ona yüklediğimiz değere dair bir dönüşüm.

Tam da bu yüzden, şimdi gelin birlikte bu dönüşümlerin izini biraz daha sürmeye çalışalım. Hayvanların mitlerde, kutsal metinlerde ya da halk anlatılarında nasıl şekil değiştirdiğine, nasıl tanrılarla ya da ruhani varlıklarla özdeşleştirildiğine ve bu metamorfozların nasıl anlamlar kazandığına bir göz atalım.

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
Hollanda Evi

Bazen evler hayatımızın tam merkezine oturur, hatıralarımızın temel taşı olur. Ama ya bir ev, hayatınızdaki en büyük pişmanlığın da kaynağıysa?
 
Maeve ve Danny… İki kardeş, Pennsylvania’daki ihtişamlı Hollanda Evi’nde geçen bir çocukluk… Babalarının ani ölümüyle bu muazzam malikâneden haksızca sürülen kardeşler, geçmişin hayaletleriyle yüzleşirken hırs, kıskançlık, aşk ve affetmenin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorlar. Fakat geriye bakmak, geleceği kurmalarına engel olabilir mi?

Ann Patchett’in derin insan gözlemleri ve büyüleyici anlatımıyla örülen Hollanda Evi, aile sırları, sadakat ve sevginin sınavına dair etkileyici bir roman. Peki ya siz, hayatınızdaki en büyük sınavı vermeye hazır mısınız?
 
Bu hikâye kalbinize dokunacak ve sizi unutamayacağınız bir yolculuğa çıkaracak. Hollanda Evi ile zamanın nasıl akıp gittiğini unutacak, kendinizi bu karmaşık ve büyüleyici ailenin içinde bulacaksınız.

“Patchett, her zaman yaptığı gibi bizi edebiyattan çok hayata benzeyen bir gerçeğe götürüyor.”
The Guardian

“Ann Patchett’in kurgusunu okurken mucizeler bekleyebilirsiniz.”
New York Times Book Review

“Patchett, usta bir hikâye anlatıcı.”
O, the Oprah Magazine

Devamını Göster
₺200.00
Hollanda Evi

Hayvanların Kutsallaşma Sürecinde Metamorfoz Kültünün Etkisi

Tarih boyunca hayvanlar yalnızca doğanın bir parçası olarak değil, aynı zamanda kutsalın taşıyıcıları, anlamın simgeleri ve tanrılarla insanoğlu arasında bir araç olarak görülmesi gibi sayısız farklı şekilde öne çıkar. Bu yaklaşımın temelinde, hayvanları sıradan varlıklar olmaktan çıkarıp onları mitsel, sembolik ya da tanrısal düzlemlere taşıyan metamorfoz kültü yer alır. Özün, ruhun, kimliğin ve kaderin dönüşümünü imgeleyen metamorfoz, en kadim ve en sık rastlanan mitolojik motiflerden birdir. Dünyanın dört bir yanındaki pek çok mitolojik anlatıda, tanrının cezalandırdığı yahut ödüllendirdiği insan bazen bir kuşa, bir böceğe, bir yılana ya da aslana dönüşür. Bakıldığında bu tarz anlatılarda hayvan, artık sadece bir canlı olmaktan çıkıp bir olayın, bir hakikatin veya bir mukadderatın nişanesi haline gelmiştir.

Antik dünyanın belleğinde bolca rastlanılan Yunan mitoslarında, örneğin Ovidius’un Metamorfozlar adlı eserinde, cezaya, aşka, bir ihanete veya bir şefkate binaen insan bedeni kolaylıkla bir hayvan bedenine dönüşebilir. Fakat her halükarda dönüşen sadece dış görünüş olmaz. Bilinç hali ve/veya ontolojik nitelik de bu değişimle birlikte gelir. Daphne’nin bedeniyle birlikte yazgısı da bir defne ağacına dönüşür. İo, inek formuna hapsolduğunda artık yalnızca bir kadın değil, tanrıların kader oyununda şekil değiştirmiş bir simge haline gelir. Burada hayvan, hem bir sınav hem bir sonuç hem de bir kudret tezahürü olarak karşımıza çıkar.

Ovidius'tan çok daha öncesine bir yolculuğa çıkıp Antik Mısır'a gidecek olursak, hayvanların ve onlara ilişkin form ve niteliklerin artık dini pratiklerde de bir yer edindiğine tanık oluyoruz. Antik Mısır gibi metamorfozun kültleştiği toplumlarda hayvanlar kutsalın cisimleşmiş halini yansıttığını ve hatta bizzat tanrının ta kendisi olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Başı şahin, bedeni insan olan Horus, göksel egemenliğin ve ilahi iradenin simgesi olarak yüzyıllar boyunca tapınım görmüştü. Aynı şekilde Thoth’un ibis kuşu suretinde betimlenmesi, güneş tanrısı Ra'nın kızı Bastet'in Mısır mitolojisinde ve saray içerisinde de oldukça kutsal olarak nitelendirilen kedi suretinde tasviri, ölüm tanrısı olan Anubis'in vahşi çöl köpeği olarak tasvir edilmesi ve daha sayıları tartışılan yüzlercesi...[5], [6], [7]

Gök tanrısı Horus (solda) ve Ölüm tanrısı Anubis (sağda)
Gök tanrısı Horus (solda) ve Ölüm tanrısı Anubis (sağda)
Britannica

Benzer biçimde Hint mitolojisinde de bir metamorfoz mantığına rastlanır: Avatarlar. Avatar düşüncesi, tanrıların farklı varlık biçimlerine bürünerek dünyaya inmeleri üzerine kuruludur. Özellikle Vişnu’nun Narasimha (yarı aslan, yarı insan) formu, ilahi adaletin hayvan biçimi aracılığıyla tecelli ettiğini gösterir. Bu gibi dönüşümler, doğayla ilahi olanın bir aradalığını yüceltir. Yine aynı şekilde, Orta Asya bozkır kültürlerinde de hayvanların kutsallığı yalnızca mitlerde değil, doğrudan soy anlatılarında, hanlık meşruiyetinde ve ruhani arketiplerde kendini gösterir. Kurt, geyik, kartal gibi figürler, yalnızca birer sembol değil, aynı zamanda ata-ruhun taşıyıcısı, koruyucu varlık ya da kutsal aracılardır. Orta Asya Türklerinde bu figürler bolca görülür. En güzel örneklerden biri hiç kuşkusuz Türeyiş Destanı'dır. Destanda, soylarının tükenmeye başladığı fark edilen Uygur halkının, üç kızını sıradan insanlarla evlendirmeyi uygun görmemesi ve Tanrı'nın kurt suretinde yeryüzüne inerek Türk halkının yeniden çoğalmasına yardımcı olması anlatılır.

Modern çağ, kutsal olanı dünyevileştirirken hayvana yüklenen anlamları da dönüştürmüştür. Fakat bu dönüşüm, kutsalın tümüyle kaybı değil, biçim değiştirerek süreklilik kazanması şeklinde tezahür etmiştir. Artık tanrıların sureti olarak değilse de, hayvan hâlâ insanın iç dünyasına ayna tutan bir simge, bastırılmış duyguların, ilkel benliğin ve arkaik korkuların taşıyıcısıdır. Özellikle romantik, sembolist ve sürrealist sanat akımlarında hayvan figürleri, bilinçdışının diliyle konuşan, düş ile gerçek arasında salınan varlıklar olarak yeniden sahneye çıkar. Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı eserinde Gregor Samsa’nın bir sabah dev bir böceğe dönüşmesi, modern insanın yabancılaşmasını anlatan bir metafor olmasına ek olarak metamorfozun bir nevi seküler çağdaki devamıdır. Bu kez dönüşüm ilahi bir iradenin değil, bireyin kendi içsel çöküşünün sonucudur. Hayvan burada kutsal olmasa da yine de sınırları aşan, insan olmanın mutlaklığını sarsan bir figür olarak anlam taşımaya devam eder.

Popüler kültürde dahi, hayvanın bu dönüşümsel niteliği varlığını sürdürür. Süper kahraman anlatılarından bilimkurgulara, fantastik evrenlerden postmodern anlatılara kadar birçok modern mitos, insan ile hayvan arasındaki o kadim geçişkenliği yeniden üretir.

Hayvan Tapınımı ve Animizm Arasındaki Ontolojik Ayrım: Ruhun Paydaşlığı ve İlişkisel Kutsallık

Hayvanların tarih boyunca kutsallaştırılmaları sürecinde yalnızca onlara duyulan hayranlık ya da fiziksel güçlerine yönelik büyülenmişlik hali rol oynamış gibi görünse de, bu aslında meselenin yalnızca bir bölümüne temas eder. Evet, hayvanlara dair duyulan estetik beğeni, güçleri karşısında hissedilen hayret ya da onların insandan çok daha ileri olduğu becerilere yönelik merak, sürecin ilk halkalarını oluştursa da meselenin aslında çok daha derin bir ontolojik zemine yaslandığına özellikle dikkat çekmemiz gerekir. Bu noktada devreye giren temel yapı, animist dünya görüşüdür.

En yalın hâliyle, hayvanlar da dahil olmak üzere evrendeki dağın, taşın, ağacın, suyun ve diğer tüm varlıkların kendine özgü bir ruha, bilince ve hatta bir tür iradeye sahip olduğunu savunan bir inanç ve dünya görüşü olan animizm, 19. yüzyılın sonlarında İngiliz antropolog Edward Burnett Tylor tarafından sistematik biçimde tanımlanmış ve özellikle ilkel kabul edilen toplumların dinî inançlarının en temel biçimi olarak değerlendirilmiştir. Tylor’un 1871 yılında yayımladığı Primitive Culture adlı kitabında, animizmi “doğaüstü varlıkların varlığına ve etkinliğine olan inanç” olarak tanımlaması, bu kavramın antropolojik literatürdeki ilk kuramsal açıklamasını oluşturur.

Animizmde ruh insana özgü bir şey değil; aksine evrendeki her şeyde bulunan bir unsurdur. Bu bağlamda hayvanlar, insanın karşısında konumlanmış edilgen varlıklar değil, onunla aynı düzlemde yer alan özneler, kimi zaman da atalar ya da kozmik aracı figürler olarak kabul edilmektedir. Animizmi hayvan tapınımından ayıran nokta ise şudur: Animizmde, hayvanlar tanrısal bir biçimde yüceltilmek yerine, onların taşıdığı ruhsal değeri tanımakla ilgilidir. Bu anlamda kutsallık ya da daha doğru anlamıyla mânevi nitelik hiyerarşiden ziyade karşılıklı bir tanıma ve dayanışma biçimidir diyebiliriz. Animizmin özünde, insan doğayla ilişkisinde tek başına bir özne değildir. Doğada kendi bilincine sahip, yaşama hakkı olan diğer tüm ruhlarla sürekli bir etkileşim hâlindedir. Bu etkileşim de ancak karşılıklı bir tanıma, saygı ve sınır bilgisiyle mümkün olabileceği vurgulanır.

Baktığımızda, animizmin günümüz hayvan hakları savunucularıyla benzer bir yönü olduğunu görürüz. Özellikle çağdaş hayvan özgürlükçü söylemlerde öne çıkan “öznellik” ve “yaşama hakkı” gibi kavramlar, animist düşüncenin binlerce yıl önce kurduğu ilişki biçimleriyle şaşırtıcı derecede örtüşmektedir. Bugünün hayvan hakları savunucuları, hayvanları yalnızca korunması gereken canlılar olarak değil, kendi yaşamlarının öznesi olan, irade ve duygu taşıyan bireyler olarak konumlandırır. Bu yaklaşım, animist düşüncede yüzyıllar öncesinden beri var olan ve doğadaki her varlığı ruhsal bir bütünün parçası olarak gören anlayışla ciddi bir paralellik gösterir.

Tüm Reklamları Kapat

Ancak burada şöyle bir fark da var: Modern hayvan hakları görüşü genelde insan-merkezli hukuk sistemleri aracılığıyla şekillenirken, animist sistemlerde daha çok kozmik bir denge ve karşılıklı varoluş etiği çerçevesinde kurulur. Bir diğer deyişle, hayvanların yaşam hakkı modern düşüncede evrensel hukuk normlarına dayalı olarak savunulurken, animist topluluklar için bu hak, ruhsal bir sorumluluğun ve doğayla kurulan ilişkisel bir etiğin doğal sonucudur. İkincisinde yasalardan çok ritüeller, mitolojik anlatılar ve nesiller arası bilgi aktarımı belirleyicidir.

Totemizm ve Hayvan Figürlerinin Sosyal Organizasyondaki Yeri

İnsan, doğayı yaşanacak bir ortam ya da tüketilecek bir kaynak olarak görmesinin yanı sıra onu anlamlandırılması gereken, hatta kimi zaman da ruhsal bir düzeyde ilişki kurulması gereken bir yapı olarak görmüştür. Bu yaklaşımın en çarpıcı örneklerinden biri de kuşkusuz totemizm dediğimiz inanç sistemidir.

Totemizm, çok eski zamanlardan beri bazı insan topluluklarının belirli bir hayvan, bitki ya da doğal bir varlıkla özdeşleşerek onu kutsal bir varlık gibi görmesiyle şekillenen bir sistemdir. Ama burada söz konusu olan “kutsallık”, çoğu zaman bir tanrıya tapar gibi değil de daha çok bir akrabalık, bir aidiyet ya da ruhsal yakınlık duygusuyla kurulmuş bir bağdır. İnsanlar, örneğin bir kartal ya da bir ayı ile kendi soyları arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünür; o hayvanı kendi ataları gibi görür ya da o hayvanın onların soyunu koruduğuna, yönlendirdiğine inanır. Bu hayvana “totem” denir ve totem yalnızca bir simge değil, aynı zamanda bir topluluğun kimliğini, tarihini ve kurallarını belirleyen merkezi bir unsur haline gelir.

Aslında bu ilişki, yalnızca bir hayvana duyulan sevgi ya da hayranlıkla açıklanamaz. Totem, o topluluğun hayatında birçok şeyi belirler: Hangi hayvan yenebilir, hangisi avlanmamalıdır, kim kiminle evlenebilir, kim hangi ritüeli yapmalıdır… Bütün bu soruların cevabı, çoğu zaman totemik sistemin içinde bulunur. Örneğin bazı Avustralya Aborjin topluluklarında, kişinin doğduğu gün, yeri ve ailesi onun totemini belirler. Ve o kişi, hayatı boyunca o toteme zarar veremez; hatta bazı durumlarda onun adına özel ritüeller yapmakla yükümlüdür. Totem burada hem bir yasak, hem bir görev, hem de bir aidiyet ifadesidir.

Tüm Reklamları Kapat

Pexels

Bu sistemde hayvanlar da rastgele seçilmez. Her hayvan, doğadaki bir özelliğiyle toplulukta bir anlam kazanır. Mesela güçlü bir hayvan savaşçılığı, sabırlı bir hayvan ise dayanıklılığı temsil edebilir. Bu yüzden totem seçimi, o grubun kendini nasıl gördüğüyle de ilgilidir. Lévi-Strauss bu konuda çok güzel bir şey söyler: “İnsanlar hayvanları yemek için değil, düşünmek için evcilleştirmişlerdir.” Yani hayvanlar sadece fiziksel değil, aynı zamanda düşünsel bir besin kaynağıdır. Onlar üzerinden kimlikler kurulur, toplumsal sınırlar çizilir ve davranışlar düzenlenir.[8]

Totem aynı zamanda bir “biz ve onlar” ayrımı da yaratır. Bir topluluğun kutsal saydığı bir hayvan, başka bir topluluk için nötr olabilir hatta tabu bile sayılabilir. Bu tarz farklar, toplulukların kendilerini diğerlerinden ayırmalarına da yardımcı olur. Yani totem yalnızca bireysel değil, kolektif bir kimlik aracıdır da diyebiliriz. Bir grubun sembolü haline gelen hayvan figürü, o grubun ortak hafızasını, değerlerini ve dünyayla olan ilişkisini yansıtır.

C. Lévi-Strauss’un “totemik operatör” adını verdiği düşünce modeli. Modelde hayvanlar, sadece kutsal varlıklar olarak değil, insanın dünyayı anlamlandırma çabasının birer aracı olarak yer alıyor. En tepede yer alan “türler” başlığı altında fok, ayı ve kartal gibi farklı hayvanlar sıralanmış. Her biri, baş, boyun ve ayaklar gibi kendi beden parçalarına ayrılmış. Bu parçalar arasında kurulan çizgiler, özünde insan zihninin doğayı nasıl sınıflara ayırdığını, nasıl benzerlikler ve karşıtlıklar kurduğunu anlatıyor. En alt noktadaysa birey yer alıyor. Yani bu karmaşık ağın sonunda, hayvanlardan yola çıkılarak kurulan düşünsel sistemin tam merkezinde yine insan duruyor. Lévi-Strauss’un da dediği gibi, insanlar hayvanlara onlar kutsal olduğu için değil, düşündürücü oldukları için yöneliyor. Çünkü hayvanlar, doğayı anlamlandırmak isteyen insan zihni için hem bir ayna hem de bir düzen kurma aracıdır.
C. Lévi-Strauss’un “totemik operatör” adını verdiği düşünce modeli. Modelde hayvanlar, sadece kutsal varlıklar olarak değil, insanın dünyayı anlamlandırma çabasının birer aracı olarak yer alıyor. En tepede yer alan “türler” başlığı altında fok, ayı ve kartal gibi farklı hayvanlar sıralanmış. Her biri, baş, boyun ve ayaklar gibi kendi beden parçalarına ayrılmış. Bu parçalar arasında kurulan çizgiler, özünde insan zihninin doğayı nasıl sınıflara ayırdığını, nasıl benzerlikler ve karşıtlıklar kurduğunu anlatıyor. En alt noktadaysa birey yer alıyor. Yani bu karmaşık ağın sonunda, hayvanlardan yola çıkılarak kurulan düşünsel sistemin tam merkezinde yine insan duruyor. Lévi-Strauss’un da dediği gibi, insanlar hayvanlara onlar kutsal olduğu için değil, düşündürücü oldukları için yöneliyor. Çünkü hayvanlar, doğayı anlamlandırmak isteyen insan zihni için hem bir ayna hem de bir düzen kurma aracıdır.
Castelle

Tüm bu yönleriyle bakıldığında, totemizm yalnızca eski çağlara ait bir inanç sistemi olmanın ötesine geçerek; başta hayvanlar olmak üzere, insanın doğayla olan ilişkisinin ne kadar derin ve anlam yüklü olduğunu gösteren oldukça etkileyici bir örnektir. Hayvanlar, bu bağlamda sadece doğanın üyeleri değil, aynı zamanda insan topluluklarının kendilerini anlamlandırma biçimlerinde merkezi bir yere sahiptir. Bazen bir rehber, bazen bir yasak koyucu, bazen de bir koruyucu olarak var olurlar. Totemizmin birbiriyle ilişkili birçok yönü, hayvanların hem kültürel hem toplumsal hayatta ne kadar önemli bir yer tuttuğunu bir kez daha gözler önüne serer.

Çevrecilik, Veganizm ve Hayvan Hakları Hareketleri Çerçevesinde Günümüzde Hayvanların Statüleri

Bir zamanlar mitolojik anlatıların merkezinde yer alan, tanrılarla özdeşleştirilen ve insanın doğa karşısındaki hayranlık ya da korkusunu somutlaştıran hayvan figürleri, modern çağda bambaşka bir zeminde kutsanır hale gelmiştir. Artık kutsallık, gökten inen bir armağandan ya da doğaüstü bir güçle donatılmış simgelerden değil; yaşama hakkı, acı çekme durumu ve etik sorumluluk zemininden doğmaktadır. Yani, bugünün dünyasında hayvanlar, tanrısal bir formun yeryüzündeki temsilcileri olarak değil, kendi başlarına değer taşıyan canlı varlıklar olarak yeniden tanımlanmakta, bir tür seküler diyebileceğimiz bir kutsallıkla değerlendirilmektedir.

Tüm Reklamları Kapat

Günümüzde bu dönüşümün temelinde şüphesiz çevre hareketlerindeki ivmelenme ve doğaya yönelik farkındalıkta yaşanan zihinsel sıçrama yer alır. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hız kazanan çevreci söylemler, yalnızca ormanların, nehirlerin ya da iklim sistemlerinin değil; o sistemlerin ayrılmaz parçası olan hayvanların da korunması gerektiği fikrini merkezine almıştır.

Pexels

Artan farkındalık, hayvanlara olan bakış açımızı radikal bir biçimde değiştirmiştir. Artık onları arka plana atmaktansa varoluş hakları olan bireyler olarak kabul etmek ön plana çıkarılıyor. Onlar, sadece bizim için fayda sağlayan ya da etrafımızı süsleyen canlılar değil hissetme yetisi olan, acıyı ve sevinci deneyimleyebilen, kendi yaşam mücadeleleri olan varlıklar olarak görülüyor. Her geçen gün durmaksızın devam eden etolojik çalışmalar da, hayvanların bizlerle neredeyse aynı tepkileri verdiklerini, benzer duyguları paylaştıklarını ortaya koyuyor. Korku, sevinç, acı, empati gibi temel duyguların yalnızca insana mahsus olmadığı; pek çok hayvan türünün karmaşık sosyal ilişkiler içinde bu hisleri deneyimlediği, sayısız bilimsel veriyle destekleniyor. Burada en temel ve önemli gerçeklerden biri de, insan olarak kavramsallaştırdığımız türün, biyolojik olarak hayvanlardan hiçbir farkının olmamasıdır. Evrim ağacında hepimizin ortak köklerden geldiğini kabul etmek, insanı doğadan ayrı ve üstün bir varlık olarak görmekten vazgeçmek anlamına gelir.

Bu yüzden, günümüzde hayvan hakları sadece bir slogan değil, neredeyse bir yaşam biçimi haline gelmiştir. İnsanlarla hayvanlar arasındaki o eski “üstünlük” anlayışı yavaş yavaş çözülüyor. Artık herkes biliyor ki, bir canlının değeri, sadece insana ne kadar hizmet ettiğine bağlı değil, kendi başına bir varlık olmasının hakkını tanımakla ölçülüyor. Bu bakış açısı, hem bireysel tercihlerimizi hem de toplumsal yasaları şekillendiriyor. Veganizm, çevreci hareketler ve hayvan hakları savunuculuğu tam da bu zeminde yükseliyor: Hayvanları korumak, onlara adil davranmak, yaşam alanlarını yok etmemek ve onları sömürüden kurtarmak günümüzün etik gündeminin merkezine yerleşiyor.

Sonuç

Hayvanlar, dünyevi varlıklar olmaktan çıkıp mitosun ve kutsalın diliyle konuşmaya başlar. Gözleriyle hikmet fısıldayan baykuş, sonsuz döngünün timsali yılankavi varlıklar, göğü delip geçen kartallar yahut toprağın derinliklerinden gelen ayılar… Hiç şüphesiz her biri, bir halkın tahayyül dünyasında kimlikler üstü bir konuma yerleşmiştir. Bu bağlamda hayvan, hem öteki hem de benliktir; hem korkulan hem de tapınılan; hem doğanın bağrından gelen hem de semavi alemin izini taşıyandır. İnsan, kendi sınırlarını, arzularını, korkularını ve beklentilerini bu hayvansı suretlerde tecessüm ettirerek, yani onlara anlam vererek yüceltir; yüceltirken de onları kutsal metinlerin, ritüellerin ve kolektif hafızanın merkezine yerleştirir.

Tüm Reklamları Kapat

Tüm bu örnekler, kutsalın yalnızca gökten inen bir aydınlık değil, aynı zamanda yeryüzünden yükselen bir sezgi olduğunu gösterir. İnsan, kendisini çevreleyen doğayı gözlemleyerek, onu anlamlandırarak ve onunla özdeşleşerek kutsal olanı kurar. Ve bu kurgu, kaçınılmaz olarak içinde yaşadığı coğrafyanın canlı-cansız bütün unsurlarını içerir.

İnsan doğayı hep anlamaya çalıştı. Ama bazen anlamakla yetinmedi; hayran kaldı, korktu, hayal etti, kutsadı… İşte bu kutsamanın en eski, en derin ve belki de en ilginç tezahürlerinden biri de hayvanlara duyulan tapınma duygusudur.

Evrim Ağacı, sizlerin sayesinde bağımsız bir bilim iletişim platformu olmaya devam edecek!

Evrim Ağacı'nda tek bir hedefimiz var: Bilimsel gerçekleri en doğru, tarafsız ve kolay anlaşılır şekilde Türkiye'ye ulaştırmak. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi Türkiye'de bilim anlatmak hiç kolay bir iş değil; hele ki bir yandan ekonomik bir hayatta kalma mücadelesi verirken...

O nedenle sizin desteklerinize ihtiyacımız var. Eğer yazılarımızı okuyanların %1'i bize bütçesinin elverdiği kadar destek olmayı seçseydi, bir daha tek bir reklam göstermeden Evrim Ağacı'nın bütün bilim iletişimi faaliyetlerini sürdürebilirdik. Bir düşünün: sadece %1'i...

O %1'i inşa etmemize yardım eder misiniz? Evrim Ağacı Premium üyesi olarak, ekibimizin size ve Türkiye'ye bilimi daha etkili ve profesyonel bir şekilde ulaştırmamızı mümkün kılmış olacaksınız. Ayrıca size olan minnetimizin bir ifadesi olarak, çok sayıda ayrıcalığa erişim sağlayacaksınız.

Avantajlarımız
"Maddi Destekçi" Rozeti
Reklamsız Deneyim
%10 Daha Fazla UP Kazanımı
Özel İçeriklere Erişim
+5 Quiz Oluşturma Hakkı
Özel Profil Görünümü
+1 İçerik Boostlama Hakkı
ve Daha Fazlası İçin...
Aylık
Tek Sefer
Destek Ol
₺50/Aylık
Bu Makaleyi Alıntıla
Okundu Olarak İşaretle
Özetini Oku
3
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Bize Ulaş
Yukarı Zıpla

Makalelerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!

Bu makalemizle ilgili merak ettiğin bir şey mi var? Buraya tıklayarak sorabilirsin.

Soru & Cevap Platformuna Git
Bu Makale Sana Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 0
  • Tebrikler! 0
  • Bilim Budur! 0
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Kaynaklar ve İleri Okuma
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 11/09/2025 01:44:29 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/19196

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Tüm Reklamları Kapat
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Bugün bilimseverlerle ne paylaşmak istersin?
Gündem
Bağlantı
Ekle
Soru Sor
Stiller
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Aklınızdan geçenlerin bu platformda bulunmuyor olabilecek kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Size Özel
Makaleler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Geçmiş ve Notlar
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
İşaretle
Göz Attım
Site Ayarları

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.

[Site ayalarına git...]
Bu Yazıdaki Hareketleri
Daha Fazla göster
Tüm Okuma Geçmişin
Daha Fazla göster
0/10000
Kaydet
Bu Makaleyi Alıntıla
Evrim Ağacı Formatı
APA7
MLA9
Chicago
V. Sarıgül, et al. Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı? İnsanlar Neden Bazı Hayvanları Yüceltmiştir?. (10 Eylül 2025). Alındığı Tarih: 11 Eylül 2025. Alındığı Yer: https://evrimagaci.org/s/19196
Sarıgül, V., Küsüroğlu, S. (2025, September 10). Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı? İnsanlar Neden Bazı Hayvanları Yüceltmiştir?. Evrim Ağacı. Retrieved September 11, 2025. from https://evrimagaci.org/s/19196
V. Sarıgül, et al. “Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı? İnsanlar Neden Bazı Hayvanları Yüceltmiştir?.” Edited by Sabri Küsüroğlu. Evrim Ağacı, 10 Sep. 2025, https://evrimagaci.org/s/19196.
Sarıgül, Veli. Küsüroğlu, Sabri. “Hayvanlar Nasıl Kutsallaştı? İnsanlar Neden Bazı Hayvanları Yüceltmiştir?.” Edited by Sabri Küsüroğlu. Evrim Ağacı, September 10, 2025. https://evrimagaci.org/s/19196.
Keşfet
Ara
Yakında
Sohbet
Agora

Bize Ulaşın

ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close