Evrimsel Psikoloji: İnsan Davranışlarının Evrimsel Kökeni Hakkında Ne Biliyoruz?
Evrimsel Psikoloji, insan davranışını çalışmaya yönelik sayısız biyolojik temelli yaklaşımdan biridir. Bilişsel psikologlarla birlikte evrim psikologları da, davranışlarımızın tümü olmasa bile büyük çoğunluğunun içsel psikolojik mekanizmalara başvurularak açıklanabileceğini savunmaktadırlar. Bu noktada evrim psikologlarını pek çok bilişsel psikologdan ayıran nokta, evrim psikologlarının ilgili içsel mekanizmaların, atalarımızın dünyaya yayılmasını, hayatta kalmasını ve üremesini sağlayan adaptasyonlar (yani doğal seçilimin ürünleri) olduğu görüşünü savunmalarıdır.
Evrimsel psikolojinin temel iddialarını anlayabilmek için, Evrimsel Biyoloji, Bilişsel Psikoloji, Bilim Felsefesi ve Zihin Felsefesi alanlarındaki belli kilit konseptleri anlamak gerekmektedir. Filozoflar Evrimsel Psikoloji alanına pek çok farklı sebepten dolayı ilgi duymaktadır. Örneğin bilim felsefecileri, özellikle de biyoloji felsefecileri açısından meseleye bakıldığında, evrimsel psikolojinin onlar için eleştirel bir hedef işlevi gördüğü söylenebilir.
Bilim felsefecileri arasında evrimsel psikolojinin ciddi anlamda kusurlu bir girişim olduğuna dair geniş çaplı bir görüş birliği (konsensüs) bulunmaktadır. Zihin felsefecileri ve bilişsel bilimler açısından ise evrimsel psikoloji, bilişsel yapı ve bu bilişsel yapının spesifik kimi bileşenleriyle ilgili pek çok ampirik hipotezin kaynağıdır. Zihin felsefecileri de evrimsel psikolojiye eleştirel yaklaşmaktadırlar; fakat onların eleştirileri biyoloji felsefecilerininki kadar kapsayıcı değildir. Yine, Ahlak Psikolojisine ilgisi olan filozoflar tarafından Evrimsel Psikolojiye hem ampirik hipotezlerin kaynağı, hem de eleştirel bir hedef olarak pek çok defa başvurulmuştur.
İlerleyen kısımlarda önce evrimsel biyolojinin insan davranışı biyolojisi ve bilişsel bilimler alanındaki diğer çalışmalarla arasındaki ilişki kısaca açıklanacaktır. Daha sonra araştırma geleneklerindeki kilit kuramsal konseptler tanıtılacaktır. Bir sonraki bölümde ise zihin felsefesi alanında Evrimsel Psikolojiyle ilgili olarak, özellikle de masif modülerite teziyle alakalı olarak ortaya çıkan tartışmalara değinilecektir. Bunun ardından evrimsel psikolojiye biyoloji felsefecileri tarafından yöneltilen bazı eleştiriler ve bu eleştirilere verilen cevaplar gözden geçirilecektir. Evrimsel psikolojinin ahlak psikolojisi ve insan doğası anlayışına yaptığı bazı katkılardan bahsedildikten sonra, son bölümde evrimsel psikolojinin geldiği nokta ve yaratmış olduğu etki kısaca tartışılacaktır.
Evrimsel Psikoloji: İnsan Davranışını Açıklamaya Yönelik Sayısız Araştırma Geleneğinden Biri
Bu yazı, geleneksel olarak büyük harflerle “Evrimsel Psikoloji” şeklinde ifade edilen evrimsel psikoloji konseptiye alakalı bir yazıdır. Bu isimlendirme geleneği, David Buller’ın (2000 ; 2005) fikridir. Bu geleneği geliştirmesinin sebebi, insan doğasına ilişkin belli bir araştırma programını (Laudan 1977) insan davranışının biyolojine ilişkin diğer yaklaşımlardan ayırt edebilmektir[1]. Burada odaklanılacak olan bu araştırma geleneğidir; fakat küçük harflerle yazılan bölüm, başka hiçbir türdeki evrimsel psikolojinin tartışılmayacağını belirtmek için kullanılmıştır.
Evrimsel Psikoloji, tümü insan davranışının biyolojisine ilişkin çalışmalar yapan diğer alanlarda (Laland and Brown 2002; Brown ve diğerleri. 2011) bulunmayan belli spesifik kuramsal prensiplere dayanmaktadır (bunlar aşağıda Bölüm 2’de anlatılacaktır). Örneğin, insan davranışı ekolojistleri insan doğasına ilişkin olarak hiçbir şekilde psikolojik mekanizmalara başvurmayan açıklayıcı hipotezler geliştirir, sunar ve desteklerler (örn. Hawkes 1990; Hrdy 1999). Bunun yanında davranış ekolojistleri insan davranışlarının büyük bir bölümünün evrime başvurarak açıklanabileceğini düşünmekle birlikte, evrimsel psikologların savunduğu evrimsel tarihimizin belli bir döneminin bizim bütün önemli psikolojik adaptasyonlarımızın kaynağı olduğu şeklindeki görüşü reddederler (Irons 1998). Gelişimsel biyopsikologlar ise apayrı bir yaklaşımı benimserler; onlar anti-adaptasyoncudur (Michel and Moore 1995; fakat adaptasyoncu öğeleri savunan gelişimsel çalışma örnekleri için bkz. Bateson ve Martin 1999; Bjorklund ve Hernandez Blasi 2005). Bu kuramcılar, davranışlarımızın büyük bir kısmının o davranış için geliştirilmiş olan belli spesifik psikolojik adaptasyonlara başvurmadan açıklanabileceğini savunurlar. Buna karşılık bu kuramcılar insanın pek çok farklı davranışsal özelliğinin üretilmesi noktasında gelişimin rolüne büyük önem verirler.
Bu noktadan sonra “evrimsel psikoloji”, insan davranışını açıklamaya yönelik çalışmalar yapan pek çok farklı biyolojik yaklaşım arasında yer alan spesifik bir araştırma geleneğini ifade etmekte kullanılacaktır.
Paul Griffiths, evrimsel psikolojinin hem Sosyobiyolojiye hem de Etolojiye karşı önemli bir kuramsal borcu olduğunu iddia etmektedir (Griffiths 2006; Griffiths 2008). Evrim psikologları Sosyobiyolojiye olan borçlarını kabul etmekte, fakat Sosyobiyolojiye yeni bir boyut eklediklerine işaret etmektedirler; psikolojik mekanizmalar. İnsan davranışları doğal seçilimin direkt bir ürünü değildirler, seçilmiş olan psikolojik mekanizmaların ürünleridirler.
- Canlıların Yapısında Bulunan Temel Bileşikler Hangileridir? Organik Bileşikler, Canlılığa Nasıl Hayat Verir?
- Rüyalar ve Evrim: Rüya Nedir? Rüyalar Neden Evrimleşmiştir? Nasıl Rüya Görürüz?
- Bazı Ağaçlar Neden Her Yıl Yapraklarını Döker? Yapraklarını Dökmeyen Ağaçlar, Dökenlere Kıyasla Daha Avantajlı Değil mi?
Gelelim Etolojiyle olan ilişkiye: 1950’lerde etologlar davranışlarımızın altında içgüdülerimizin ve dürtülerimizin yattığı önermesini öne sürdüler[2] ve evrimsel psikolojinin psikolojik mekanizmaları da içgüdü ve dürtülerle bağlantılıdır.
Evrimsel Psikoloji aynı zamanda Bilişsel Psikoloji ve Bilişsel Bilimlerle de ilişkilidir. Onların başvurduğu psikolojik mekanizmalar bilgisayımsaldır ve bazen onlardan “Darwinci algoritmalar” veya “bilgisayımsal modüller” olarak bahsedilir. Bu aleni bilişselcilik, Evrimsel Psikolojiyi Sinirbilimler ve Davranışsal Nöroendokrinoloji alanındaki pek çok çalışmadan ayrı tutmaktadır. Bu alanlarda insan davranışının açıklanması noktasında içsel mekanizmalara başvurulur; fakat bu içsel mekanizmalar, bilgisayımsal bir bağlamda çözümlenmezler. David Marr’ın (1983) meşhur 3 bölümlü ayrımına, Bilişsel Bilimler ve Sinirbilimlerinde çalışan araştırmacıların dikkatlerini hangi seviyeye odakladıklarını ayırt etme konusunda genellikle başvurulur. Pek çok sinirbilimci ve davranışsal nöroendokrinolog uygulama seviyesinde çalışmaktayken, bilişsel psikologlar nörobiyolojik seviyede gerçekleşen bilgisayımlar seviyesinde çalışır (cf. Griffiths 2006).
Evrimsel psikologlar bazen kendi yaklaşımlarının insan davranışını açıklamaya çalışan tüm diğer çalışmaların potansiyel bir birleştiricisi veya onlar için temel dayanak noktası olduğu iddiasında bulunurlar (örn., Tooby ve Cosmides 1992). Bu iddia, insan davranışını açıklamak için çok fazla sayıda açıklama türüne ihtiyacımız olduğunu ve bu açıklamaların bazılarının hiçbir türdeki biyolojik açıklamaya indirgenemeyeceğini savunan pek çok sosyal bilimci tarafından ciddi bir şüphecilikle karşılanmıştır. Bu tartışma, sosyal bilimlerdeki indirgemecilikle alakalı olan pek çok meseleyle ilişkilidir (Little 1991 bu meselelere giriş yapmak için iyi bir başlangıçtır).
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Ayrıca Evrimsel Psikolojinin kendisiyle yakından ilişkili olan Davranış Ekolojisi ve Gelişimsel Biyopsikoloji gibi alanlar göz önünde bulundurulduğunda, ne birleştirici ne de temel bir dayanak noktası olduğunu kabul etmemek için pek çok sebep vardır (ilgili tartışmalar için bkz. Downes 2005).
Bazı diğer çalışmalarda, evrim psikologları kendi yaklaşımlarının yakın ilişkili oldukları Davranış Ekolojisi ve Gelişimsel Psikobiyoloji gibi yaklaşımlarla tutarlı veya uyumlu olduğunu öne sürmüşlerdir (bkz. Buss’un girişi, Buss 2005). Bu iddianın doğruluğunu bilebilmek için, Evrimsel Psikoloji ve ilişkili olduğu disiplinlerin teorik prensiplerinin dikkatli bir incelemesinin yapılması gerekmektedir.
Şimdi Evrimsel Psikolojinin teorik prensipleri incelenecek ve bu tartışmaya 4. Bölüm'de geri dönülecektir.
Evrimsel Psikoloji’nin Kuramı ve Yöntemleri
Günümüzün etkili evrimsel psikologlarından olan Leda Cosmides ve John Tooby, bu alanın kuramsal ilkelerine ilişkin olarak aşağıdaki listeyi sunmaktadırlar;
- Beyin, doğal seçilim tarafından çevreden gerekli bilgileri toplamak için tasarlanmış bir bilgisayardır.
- Bireysel insan davranışı, bu evrim geçirmiş bilgisayarın çevreden topladığı bilgiler doğrultusunda, yine bu evrim geçirmiş bilgisayar tarafından meydana getirilir. Dolayısıyla davranışı anlamak, bu davranışı ortaya çıkaran bilişsel programları incelemeyi gerektirir.
- İnsan beyninin bilişsel programları adaptasyonlardır. Bu adaptasyonların mevcut olmasının sebebi geçmişte atalarımızın hayatta kalıp üremesine sebep olacak türdeki davranışların ortaya çıkmasına sebep olmalarıdır.
- İnsan beyninin bilişsel programları şu an için adaptif olmayabilirler, fakat atalarımızın yaşadığı çevreler düşünüldüğünde adaptiftiler.
- Doğal seçilim, beynin herhangi bir alana ilişkin genel bir yapıya sahip olmak yerine, özel amaçlara yönelik pek çok farklı programdan oluşması durumunu garanti etmektedir.
- Beynin bu evrim geçirmiş kompütasyonel yapısını tasvir edebilmek, “kültürel ve sosyal fenomenleri sistematik bir şekilde anlayabilmemize olanak sağlayacaktır” (18).
1 numaralı ilke, evrimsel psikologların savunduğu “Bilişselcilik” yaklaşımının üzerine basmaktadır. Bu ilkenin 2 numaralı ilkeyle birleştirilmesi, bizlerin araştırmacılar olarak dikkatimizi beynin parçalarına değil, beyin tarafından işletilen programlara yöneltmemizi sağlamaktadır. Bu programlar, yani psikolojik mekanizmalar, doğal seçilimin ürünleridir. Bu programlar her ne kadar doğal seçilimin (dolayısıyla da adaptasyonların) ürünü olsalar da, bu programların günümüzde de adaptif olmaları gerekmez. Bir davranışımız, atalarımızın yaşadığı dönemlerde karşılaştıkları kimi spesifik durumlara cevap verebilmeleri için ortaya çıkmış olan psikolojik mekanizmalar tarafından üretilebilir.
5. İlke, çoğunlukla “Masif Modülerite Tezi” olarak bahsedilen yaklaşımı bize sunmaktadır (bkz. Samuels 1998; Samuels 2000). Bu ilkenin içerisine yerleştirilmiş olan pek çok öge vardır ve bu tez 3. bölümde incelenecektir. Özetle, evrimsel psikologlar, organlar ile psikolojik mekanizmalar veya modüller arasında bir tür benzeşim olduğu yönündeki görüşlerini savunmaya devam etmektedirler. Genel amaca yönelik organlar yoktur. Kalp, kanı pompalamaktadır ve karaciğerler, kanı temizlemektedir. Aynı durum psikolojik mekanizmalar için de geçerlidir; çünkü onlar da çevredeki spesifik belirli olaylara cevap olarak ortaya çıkarlar ve ilgili organizmanın hayatta kalma ve üreme başarısına yaptıkları katkılar bağlamında seçilirler. Nasıl ki genel amaca yönelik organlar yoksa, genel amaca yönelik psikolojik mekanizmalar da yoktur.
Son olarak, 6. İlke, evrimsel psikolojinin indirgemeci vizyonunu veya temel vizyonunu ortaya koymaktadır.
Bu kuramsal ilkeler doğrultusunda yürütülecek olan araştırma programının bir parçası olarak, davranışlarımızın temelinde yatan mekanizmaların ne olabileceğine ilişkin pek çok farklı hipotez geliştirilmiştir: hile saptama modülü, zihin okuma modülü, bel/kalça oranı saptama modülü, yılan korkusu modülü vb.
Bel/kalça oranı saptama modülüne biraz daha dikkatli bakıldığında, yukarıdaki ikelerin uygulamada nasıl kullanıldıkları görülebilmektedir. Devendra Singh (Singh 1993; Singh ve Luis 1995) bel/kalça oranı saptama modülünü, insanların eş seçiminin temelinde yatan modüllerden biri olarak görmektedir. Bu modül, özellikle erkeklere özgü bir psikolojik mekanizmadır. Erkekler, kadınlardaki bel/kalça oranı varyasyonlarını saptayabilmektedir. Erkeklerin kadınların sahip olmasını tercih ettikleri bel/kalça oranı yaklaşık olarak 0.7’dir. Singh, bu saptama ve tercih etme modüllerinin doğurgan eşleri seçebilmek için geliştirilmiş olan adaptasyonlar olduklarını iddia etmektedir. Dolayısıyla bizim eş seçme davranışlarımızın en azından bir bölümü, atalarımızın yaşadığı dönemlerde seçilmiş olan bel/kalça oranı tercihleri bağlamında, altlarında yatan psikolojik mekanizmalarla açıklanabilmektedir.
Yukarıda bahsedilen ve bu kuramsal ilkeler doğrultusunda yürütülmüş olan araştırmayla ilgili belirtilmesi gereken önemli nokta şudur: Tüm davranışlarımız en iyi şekilde, onların temelinde yatan ve aynı zamanda atalarımızın yaşadığı dönemde karşılaştıkları sorunları çözmek için geliştirmiş oldukları adaptasyonlar olan psikolojik mekanizmalarla açıklanabilir.
Yine, evrimsel psikologların vurguladığı diğer bir nokta ise, odaklanmış oldukları mekanizmaların evrensel mekanizmalar olarak tüm insanlarda bulunduğu ve bu mekanizmalarda ciddi herhangi bir varyasyon gözlemlenemeyeceğidir (eğer bir varyasyonun herhangi bir şekilde gözlemlenebilmesi mümkün ise).
Yine, evrimsel psikologlar, bu mekanizmaların adaptasyonların ürünü olduklarını, fakat artık herhangi bir şekilde bu özelliklerin üzerinde halihazırda bir şeçilim sürecinin işlemediği konusundaki iddialarını devam ettirmektedirler (Tooby ve Cosmides 2005, 39–40).
Clark Barrett’ın (2015) kolaylıkla anlaşılabilen ve son derece geniş bir içeriğe sahip olan evrimsel psikolojiye giriş çalışmasında da, evrim geçirmiş mekanizmaları evrimsel psikoloji araştırmalarının temel odak noktası olarak gören anlayışın hakim olduğu görülmektedir. Barrett, aynı zamanda evrimsel psikolojinin kapsamını da genişletmekte ve Cosmides ve Tooby bu araştırma alanı için gerekli parametreleri ilk belirledikten sonra eklenmiş olan yeni araştırma metodlarına da dikkat çekmektedir. Barrett’in kimi önerileri 6. ve 7. bölümlerde ele alınacaktır.
Todd Shackleford ve Viviana Weekes-Shackleford (2017), yakın zamanda evrimsel temelli psikolojik bilimlere ilişkin son derece önemli bir çalışmayı tamamlamışlardır. Bu çalışmada çok fazla sayıdaki araştırma metodu sunulmuş ve savunulmuştur. Ayrıca aynı çalışmada evrimsel psikolojiye yönelik pek çok farklı alternatif yaklaşıma ilişkin pek çok başlıkta bulunmaktadır.
Evrimsel psikolojinin hipotezlerini test etmeye yönelik metotların büyük çoğunluğu psikolojiden gelmektedir. Örneğin, Singh’in çalışmasında erkek deneklere farklı bel/kalça oranına sahip kadınlara ait resimler gösterilmiş ve bu resimler arasında tercihlerine göre bir sıralama yapmaları istenmiştir. Buss, pek çok farklı hipotetik eş seçim mekanizmasının varlığını destekleyen çalışmasında benzer deneyler yapmış ve deneklere arzuladıkları eşlerin özellikleriyle ilgili pek çok soru sormuştur (Buss 1990). Buss, Singh ve diğer evrimsel biyologlar elde ettikleri sonuçların kültürlerarası boyuttaki geçerliliğine de özellikle dikkat çekmekte, pek çok farklı insan popülasyonunun verdiği cevapların tutarlı olduğunu öne sürmektedirler (Bu iddialara rağmen, Singh’in çalışmasının aksine farklı türdeki pek çok çelişkili sonuç için bkz. Yu ve Shepard 1998; Gray ve diğerleri. 2003).
Evrimsel pskolojinin hipotezlerini test etmek için çok büyük ölçüde standart deneysel psikolojinin metotları kullanılmaktadır. Bu durum evrimsel psikoloji hipotezlerinin “evrimsel” olarak nitelendirilen bileşenlerinin test edilmesi hususunda kafalarda pek çok soru işaretinin oluşmasına yol açmıştır (örn. Shapiro ve Epstein 1998; Lloyd 1999; Lloyd ve Feldman 2002). Bir çalışmaya ait katılımcalara bakıldığında onların çok çeşitli popülasyonlara ait oldukları görülebilir; fakat bu durum, bize ilgili cevabın belirli bir seçilimsel yöneltim sonucunda ortaya çıkmış olan psikolojik mekanizmadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusunda bir şey söyleyemez.
Masif Modülerite Hipotezi
Zihnin modüler ve hatta masif modüler bir yapıya sahip olduğu görüşü bilişsel bilimler alanında son derece yaygındır (bkz.. Hirshfield and Gelman 1994). Masif modülerite tezi, her şeyden çok, bilişsel yapıya ilişkin bir tezdir. Evrimsel psikologlar tarafından savunulduğu üzere bu tez, aynı zamanda bilişsel yapımızın kaynaklarıyla da ilgilidir: Masif modüler olan bir yapı, pek çok farklı modülü üretecek şekilde işlemiş olan doğal seçilimin bir sonucudur (bkz. Barrett ve Kurzban 2006; Barrett 2012). Bizim bilişsel yapımız, doğuştan gelen ve her biri birer adaptasyon olan kompütasyonel araçlardan oluşmaktadır (Samuels 1998; Samuels ve diğerleri 1999a; Samuels ve diğerleri. 1999b; Samuels 2000). Bu masif modüler yapı, tüm sofistike davranışlarımızı oluşturan yapıdır. Dünyada başarıyla yönümüzü bulabilmemiz, sahip olduğumuz bir veya daha fazla modülün eylemlerinin bir sonucudur.
Jerry Fodor, bilişsel yapının bir kuramı olarak modüleritenin güçlü bir felsefi savunusunu ortaya koyan ilk kişidir (Fodor 1983). Fakat onun modülerite tezi, pek çok farklı noktada masif modülerite tezinden ayrılmaktadır. Fodor “giriş sistemlerinin” (örneğin görsel sistemimizin bileşenleri, konuşma saptama sistemimiz vb.) modüler olduğunu iddia etmektedir ve zihnimizin bu kısımları, içsel yapısı diğer ilgili işlemcilere kapalı olan, özel olarak bir işe adanmış bilgi işlemcileridir. Modüler saptama sistemleri, bir tür çıkarsama makinesi olan merkezi sisteme pek çok farklı türdeki çıktıyı sağlarlar. Fodor’a göre merkezi sistem modüler değildir. Fodor, modüler bir merkezi sistemin neden mümkün olamayacağı noktasında pek çok argüman sunar. Örneğin Fodor merkezi sistemlerin, bilimsel ispatlama gibi konularla ilişkili oldukları bağlamda, “herhangi bir hipoteze atfedilen ispatlanma derecesinin, bir bütün olarak inanç sisteminin sahip olduğu niteliklere duyarlı olması” prensibinden ötürü Quinecı olduklarını öne sürmektedir (Fodor 1983, 107).
Fodor, merkezi sistemlerin özelliklerine ilişkin incelemesinden yola çıkarak bilişsel bilimin statüsüne ilişkin son derece kasvetli bir sonuca varır: Bilişsel bilim, mümkün değildir. Sonuç olarak Fodor’un görüşüne göre, zihin belirli ölçüde modüler bir yapıya sahiptir ve zihnin bu modüler olan kısmı bilişsel bilim için ortaya bazı mevzular çıkartmaktadır.
Fodor’un tezinden tümüyle ayrı bir tez olan masif modülerite tezine yönelik olarak ise Peter Carruthers tarafından son derece güçlü bir felsefi savunma geliştirilmiştir (özellikle bkz. Carruthers 2006). Carruthers, Fodor’un (bkz. Fodor 2000) merkezi sistemlerin modüler olamayacağı şeklindeki görüşünün gayet iyi bir şekilde farkındadır ve kendisi, evrimsel psikologlar ve zihnin tümüyle modüler olabileceğini savunan diğer tüm uzmanların argümanlarını sunarak bu görüşe karşı çıkar. Hatta belki de evrimsel psikoloji alanına bu denli ilgi olmasının sebeplerinden birisi, masif modülerite tezinin statüsüne ilişkin olarak gerçekleştirilen tartışmaların son derece kuramsal tartışmalar olmasıdır.[3]
Hem evrimsel psikologlar hem de filozoflar, oturup bu teze ilişkin ampirik sonuçların gelmesini beklemek yerine, masif modülerite tezine ilişkin lehte ve aleyhte tezleri sunmakta ve değerlendirmektedirler. Richard Samuels (1998) bu noktada ampirik veri yerine argümanlara dayanarak söz konusu tartışmanın devam ettirilmesinin sebebinin, merkezi sistemler konusunda birbiriyle rekabet içerisinde olan çok fazla modülerite tezi bulunduğu ve bu tezlerin hangisinin doğru olduğuna ampirik veriler ışığında karar vermenin çok zor olduğu şeklinde bir yorum getirmektedir. Carruthers bu yaklaşımı, masif modülarite argümanını destekleyecek tarzdaki pek çok ampirik veriye mal olması pahasına, çok büyük ölçüde masif modülarite lehindeki argümanlara dayanarak yürütülen bir yaklaşım olarak değerlendirmiştir.
Masif modülerite tezi lehine geliştirilmiş olan pek çok argüman bulunmaktadır. Bunlardan bazıları evrimin nasıl işlediğine ilişkin değerlendirmelere dayanan argümanlarken, bazıları ise kompütasyonun doğasına ilişkin değerlendirmelere dayanan argümanlardır ve diğer bazı argümanlar ise ilk olarak Chomsky tarafından doğuştan gelen evrensel gramerin varlığını desteklemek için geliştirilmiş olan uyaran yetersizliği argümanının farklı versiyonlarıdır (uyaran argümanlarının yetersizliğine ilişkin iyi bir çalışma olarak bkz. Cowie 1999). Literatürde bu argümanların her birinin sayısız farklı versiyonu bulunmaktadır ve masif modülariteye ilişkin pek çok argüman, bu farklı argümantasyon türlerinin ana bileşenlerinden bazılarını içerisinde barındırmaktadır. Burada her argümanın birer türünü değerlendireceğiz.
Carruthers ilk türdeki argüman olan “masif modülerite için biyolojik argüman” için son derece net bir taslak sunmaktadır:
- Biyolojik sistemler aşamalı olarak ortaya çıkmış olan tasarlanmış sistemlerdir.
- Bu tür sistemler, kompleks oldukları takdirde, masif modüler bir organizasyona sahip olmak zorundadırlar.
- İnsan zihni kompleks bir biyolojik sistemdir.
- Dolayısıyla insan zihni, masif modüler bir organizasyona sahiptir (Carruthers 2006, 25).
Bu argümanın bir örneği, organizmaların fonksiyonel açıdan belirli spesifik görevleri gerçekleştirmek için “tasarlanmış olan” organlara (örn. kalp, akciğer, böbrekler vb.) ayrıştırılabiliyor olması durumudur. Bu organların tümü doğal seçilimin bir sonucudur ve bu organların tümü birlikte çalışarak organizmanın uyum becerisine katkı sağlamaktadır. Fonksiyonel ayrıştırma, spesifik çevresel uyaranlara karşı geliştirilmiş olan cevapların bir sonucudur. Doğal seçilim, genel amaca yönelik organlar geliştirecek yönde işlememiş, her bir spesifik çevresel zorluğun üstesinden ayrı bir mekanizmayla gelinmiştir. Bu argümanların tüm versiyonları analoji kaynaklı ve ve zihinlerin üzerinde doğal seçilimin faaliyet gösterdiği biyolojik sistemler oldukları şeklindeki kilit geçişken öncüle dayanan argümanlardır.
İkinci türdeki argüman (her ne kadar pek çok evrimsel psikolog bu argümanlardan bir tür biyolojik sarmal olarak bahsetse de) herhangi bir biyolojik düşünceye başvurmaz. Kompütasyonel argüman olarak niteleyebileceğimiz bu argüman şu şekilde özetlenebilir:
- Zihinler, kompütasyonel sorun çözme makineleridir.
- Spesifik türdeki problemleri çözmek için geliştirilmiş olan spesifik türdeki çözümler vardır.
- Dolayısıyla zihinlerin (başarılı) problem çözme makineleri olabilmeleri için, pek çok spesifik problem çözme makinesini içeriyor olmaları gerekmektedir (yani pek çok farklı kompütasyonel modülü).
Bu türdeki bir argüman, yapısal olarak Carruthers’in öne sürmüş olduğu biyolojik argümana benzemektedir. Buradaki temel fikir şudur: Bir genel problem çözücü fikri anlamsızdır ve problemleri bileşenlerine ayırmadan bilişsel bilimlerde herhangi bir şekilde ilerleme kaydetmek mümkün değildir.
Üçüncü türdeki argüman Chomsky’nin evrensel gramer görüşünü desteklemek için geliştirmiş olduğu uyaranların yetersizliği argümanının genelleştirilmiş bir versiyonudur. Pek çok evrimsel psikolog (örn. Tooby ve Cosmides 1992), insanların henüz haklarında hiçbir bilgileri yokken, onları dünyada karşılaştıkları tüm sorunları çözecek noktaya getirebilecek yeterlilikteki bilgi ve zamanın herhangi bir şekilde mevcut olmadığı şeklindeki iddiaya başvurmaktadırlar.
İlk değerlendirme, ilgili problemleri çözmek için kullandığımız temelde yatan mekanizmaların doğuştan gelen mekanizmalar olduğu yönündeki görüşü desteklemektedir (evrimsel psikologlar için “doğuştan gelmek” terimi genellikle “doğal seçilimin bir ürünü olmak” terimiyle yer değiştirilebilir bir terimdir[4]). Eğer bu argümanı insanların karşılaştığı ve çözdüğü tüm problem gruplarına uygulanacak şekilde genişletirsek, problem çözme becerilerimize hizmet eden çok büyük bir doğuştan gelen mekanizmalar grubunun var olduğu sonucuna varırız ki bu da masif modüler bir zihnimiz olduğunun farklı bir şekilde dile getirilmesidir.
Tüm bu farklı türdeki argümanların farklı pek çok versiyonuna ilişkin sayısız cevap geliştirilmiştir ve bu argümanlardan bir çoğu direkt olarak, onunla ilgili spesifik herhangi bir argümanı değerlendirmeye girişmeden masif modülerite tezlerini hedef almaktadır. İlk türdeki argümana ilişkin olarak geliştirilmiş olan cevapların değerlendirmesini - ki bu cevaplar evrimin doğası ve doğal seçilim meselelerine odaklanmasından dolayı zaten temelde biyoloji felsefesinin konularıdırlar- 4. Bölüme kadar erteleyeceğiz.
İkinci türdeki argüman ise, aslında bilişsel bilim felsefesindeki kadim bir tartışmanın bir yüzüdür. Fodor (2000, 68), bu argümanı, bilişsel başarıya ilişkin alandan bağımsız herhangi bir kriterin var olmayacağı şeklindeki kendi düşüncesine göre evrimsel psikologların herhangi bir şekilde ortaya koymadığı bir argümanı gerektiren ve pek de sağlam bir temele dayanmayan yaklaşıma bağlı kalabilmek için kullanır.
Samuels (özellikle bkz Samuels 1998), evrimsel psikologlara, bu türdeki argümanların bir alana özgü işlem mekanizmaları ile bir alana özgü bilgi veya enformasyon hakkında varılacak sonuçlar arasında başarılı bir şekilde ayrım yapabilme konusunda yetersiz oldukları şeklinde bir cevap vermektedir. Samuels, kendisinin “bilişin kütüphane modeli” dediği, alana özgü bilgi ve enformasyonların olduğu fakat alana ilişkin genel bir bilgi işleme sürecinin olduğu bir modeli ortaya koyar. Bilişin kütüphane modeli, ilgili bağlamda masif modüler bir model değildir; fakat ikinci türdeki argümanlar tarafından desteklenen bir modeldir. Samuels’e göre evrimsel psikologların masif modülerite hakkında vardıkları spesifik türdeki sonucu, sağlam bir temel oturtabilmeleri için bu türdeki argümanlardan daha fazlasına ihtiyaçları vardır.
Buller (2005), alana ilişkin genel bir problem çözme mekanizmasının mümkün olmayacağı şeklindeki varsayımı ele alarak bu argüman türüne ilişkin başka kimi endişelerinden bahseder. Buller, bu iddiayı desteklemek için yaptıkları girişimler esnasında evrimsel psikologların alana ilişkin genel bir problem çözücüyü tanımlamak konusunda başarısız olduklarını düşünmektedir. Örneğin, evrimsel psikologlar, bir alana ilişkin genel bir problem çözücü ile aşırı genelleştirilmiş olan alana özgü bir problem çözücü arasında bir ayrım yapabilme konusunda başarılı değildir.
Buller, bu noktada sosyal öğrenmeyi, problemlere karşı alana özgü çözümler üreten fakat kendisi alana ilişkin genel bir mekanizma olan bir örnek olarak sunar. Bu örneği ikna edici bir şekilde anlatabilmek içinde biyolojik bir analoji kullanır: bağışıklık sistemi bedenin pek çok farklı türdeki patojene karşı mücadele etmesine olanak vermesi bakımından alana özgü genel bir sistemdir. Her ne kadar bağışıklık sistemi patojenlere karşı ürettiği spesifik antikorlardan dolayı alana özgü cevaplar üreten bir sistem olsa da, tüm antikorlar tek bir alana ilişkin genel sistem tarafından üretilirler. Bu ve benzeri pek çok sebepten ötürü pek çok uzman, ikinci türdeki argümanların masif modülerite tezini yeterli düzeyde destekleyemediğini düşünmektedirler.
Fodor (2000) ve Kim Sterelny (2003) üçüncü türdeki argümana ilişkin birbirinden farklı yanıtlar geliştirmişlerdir. Fodor’a göre uyaranların yetersizliği konusundaki argümanlar, “doğuştan olma” yönündeki ilgili iddiaları destekleyebilecek içeriğe sahip olmalarına karşın modülariteye ilişkin destekleyici olabilecek bir içeriğe sahip değillerdir; bu yüzden de bu argümanlar masif modülerite tezini desteklemek için kullanılamazlar. Fodor, alana özgü oluş ve bir mekanizmanın enkapsülasyonu ve doğuştan geliyor olması durumlarının birbirinden kolayca ayrılabileceğini iddia etmektedir, ki bu durum da doğuştan gelen “tümüyle genel öğrenme mekanizmaları”, tek bir uyarana özgü “tümüyle enkapsüle mekanizmalar” ve bu ikisi arasında yer alabilecek her türlü mekanizmanın var olmasına da olanak verir.
Sterelny ise üçüncü tipteki argümanın genelleştirme hamlesini eleştirmektedir. Sterelny, dil becerilerimizin açıklanması noktasında doğuştan gelen, alana özgü bir modülün varsayılması hamlesinin desteklenebilecek bir tutum olduğunu, fakat sahip olduğumuz sorun çözmeye yönelik diğer pek çok davranışın bu tür modüller varsayılmadan da gayet iyi bir şekilde açıklanabilecek olmasından ötürü dilin bu bağlamda bir tür istisna olduğu görüşünü öne sürer (Sterelny 2003, 200).[5]
Sterelny’nin karşı çıkışı, davranışsal repertuvarımıza ilişkin alternatif açıklamalara başvurmayı gerektirmektedir. Örneğin, Sterelny bazıları atalarımız tarafından inşa edilmiş olan ve birçok sofistike bilişsel görevi yerine getirmemizi sağlayan çevresel faktörlere başvurarak, halk psikolojisi ve halk biyolojisinin bu noktada işe yarar açıklamalar sunabileceğini düşünmektedir. Eğer kendi pek çok farklı problemi çözebilme becerimizi herhangi bir şekilde modüllere başvurmadan açıklayabiliyorsak, o zaman masif modülerite tezinin dibi oyulmuş gibi görünmektedir. Sterelny bize özgü kaç tane özelliğin evrilmiş olabileceği konusundaki görüşlerini daha da detaylandırarak masif modülerite tezi konusundaki eleştirilerini keskinleştirmektedir (bkz Sterelny 2012).
Sterelny, pek çok kişinin masif modülerite cinsinden açıklamasının yapılması gerektiğini varsaydığı sayısız insan davranışının evrimini açıklamak için (örneğin ahlaki yargıların oluşturulması) kendi “evrim geçirmiş çırak” modelini ortaya koyar. Cecilia Heyes masif modülerite tezini eleştirirken Sterelny’ninkine benzer bir yaklaşımı benimsemektedir. Masif modüleriteye karşıt argümanlar sunmak yerine, kendisi halk psikolojisinin gelişimine ilişkin masif modülerite tezine dayanmayan alternatif bir açıklamalar önerir (Heyes 2014a; Heyes 2014b).
Heyes ve Sterelny, sadece masif modülerite tezini reddetmezler, bunun yanında herhangi bir modülerite tezinin olumlu sonuçlar doğurması ihtimalinin de çok düşük olduğunu öne sürerler; fakat masif modülerite tezini eleştiren pek çok uzman, zihnin belli ölçülerde modüler bir yapıya sahip olabilmesi durumunu mümkün görmektedir. Evrimsel psikolojinin bu tür eleştirmenleri, herhangi bir türdeki modüleriteyi değil, sadece masif modüleriteyi reddederler.
Günümüzde masif modülerite tezinin statüsüne ilişkin kayda değer bir tartışma vardır ve bu tartışmalardan bazıları modüllerin karakterizasyonu meselesini merkeze almaktadır. Eğer modüller, ilk olarak Fodor’un (1983) sunduğu tüm karakteristiklere sahiplerse, o zaman Fodor merkezi sistemlerin modüler olmayacağı konusundaki tezinde haklı olabilir. Hem Carruthers (2006) hem de Barrett ve Kurzban (2006) modüllere ilişkin değiştirilmiş bir karakterizasyon sunmaktadırlar ve karakterizasyonlarının masif modülerite tezine daha iyi hizmet ettiğini düşünmektedirler.
Evrimsel psikoloji bilimi açısından modüllerin elverişli bir karakterizasyonun nasıl olabileceği konusunda henüz bir uzlaşım yoktur fakat “modüleritenin dilinin bilişsel sistemler üzerine yapılabilecek olan üretken tartışmalar için faydalı bir kavramsal zemin oluşturduğu” yönündeki daha ılımlı olan tez genel anlamda kabul görmektedir (Barrett ve Kurzban 2006, 644).
Biyoloji Felsefesi vs. Evrimsel Psikoloji
Pek çok filozof evrimsel psikolojiyi eleştirmektedir. Bu eleştirmenlerin bir çoğu, evrimsel psikolojinini araştırma geleneğinin adaptasyonculuğun son derece iddialı bir formunun savunulmasının mağduru olduğunu (Griffiths 1996; Richardson 1996; Grantham ve Nichols 1999; Lloyd 1999; Richardson 2007), savunulması mümkün olmayan bir indirgemeciliği içerdiğini (Dupre 1999; Dupre 2001), modüllerile ilgili son derece kötü bir ampirik kumarın oynandığını (Sterelny 1995; Sterelny ve Griffiths 1999; Sterelny 2003), son derece aceleci ve gevşek bir uyum sağlama kavrayışına sahip olunduğu (Lloyd 1999; Lloyd ve Feldman 2002); ve tüm bu önermelerin yanında daha pek çok önermeyi savunan (Buller 2005) (cf. Downes 2005)[6] biyoloji felsefecileridir. Tüm bu filozoflar Buller’ın görüşünün belli bir tür versiyonun savunmaktadırlar:
Şahsen evrimsel teoriyi insan psikolojisine uygulamaya yönelik uğraşlar konusunda küstahça sayılabilecek ölçüde hevesliyim” (2005, x).[7]
Fakat eğer biyoloji felsefecileri bu projenin arkasındaki temel fikre karşı Buller’ın ifadesinde de belirtildiği üzere şüpheci bir tutum takılmıyor iseler, bu denli eleştirel bir tutum takılıyor olmalarının sebebi nedir?
Burada mevzubahis olan durum, evrimin nasıl tanımlanabileceği noktasındaki farklı görüşler ve buna bağlı olarak da nasıl evrimsel hipotezler geliştirebileceğimiz ve bu evrimsel hipotezleri nasıl test edebileceğimiz konularıdır. Evrimsel psikologlar için, evrimsel teorinin yaptığı en önemli katkı doğadaki açıkça görülebilen tasarıma ilişkin getirdiği açıklama veya doğal seçilimden yararlanarak kompleks organların nasıl oluştuğuna ilişkin olan açıklamalardır. Evrimsel psikologlar evrimsel hipotezler geliştirirken, ilk önce dünyadaki açıkça belirgin olan tasarımları bulurlar (bu aşamada buna psikolojik düzenimizdeki tasarımlar diyebiliriz), ardından da bu belirgin olan tasarımı sergileyen özelliğin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilecek bir seçilimsel senaryo geliştirirler. Evrimsel psikologların geliştirmiş olduğu hipotezler -ki bunlar çoğunlukla psikolojik kabiliyetlerimizle ilgili hipotezlerdir- standart psikolojik metotlarla test edilirler. Biyoloji felsefecileri evrimsel psikologlara tüm bu noktalar üzerinden karşı çıkarlar. Aşağıda, bu iki alanda da evrimsel psikolojiye karşı geliştirilmiş olan argümanlardan bahsettikten sonra, evrimsel psikolojiye ilişkin felsefi eleştirilere karşı geliştirilmiş olan kimi yanıtları değerlendireceğiz.
Adaptasyon, evrimsel psikoloji üzerine yapılan çoğu tartışmanın merkezinde yer alan bir kavramdır. Evrimsel psikoloji alanındaki her kuramsal çalışma ilgili araştırma geleneğinin temel odak noktasının psikolojik adaptasyonlar olduğu görüşünü savunur ve adaptasyonların ne olduğu konusunda bir açıklama getirmeye çalışır (bkz. Tooby and Cosmides 1992; Buss ve diğerleri. 1998; Simpson ve Campbell 2005; Tooby ve Cosmides 2005). Evrimsel psikolojiye ilişkin felsefi eleştirilerin birçoğu evrimsel psikolojinin apatasyonlara ilişkin yaklaşımına ve onun savunduğu adaptasyonculuk formundaki kusurlara işaret eder.
Gelin biyoloji felsefesi perspektifinden kimi temel noktaları gözden geçirelim. Elliott Sober’in adaptasyona ilişkin tanımı şu şekildedir:
Bir popülasyonda tt görevinin yerine getirilmesine yarayan cc özelliği, sadece ama sadece günümüzde ilgili popülasyonun üyelerinin cc özelliğine sahip olmasının sebebi, atasal olarak cc özelliğine sahip olunması yönünde bir seçilimin olmuş olması ve bu cc özelliğinin de tt görevini yerine getirebiliyor olmasından dolayı ilgili atasal formda bir tür uyumsal avantaj sağlamış olması durumları söz konusu ise bir adaptasyon olarak değerlendirilebilir. (Sober 2000, 85).
Sober, bu noktada adaptasyon nosyonuna ilişkin faydalı olabilecek birkaç noktayı daha açıklığa kavuşturmaktadır: Öncelikle, bir özelliğinin adaptif olmasıyla, o özelliğin bir adaptasyon olması durumlarını birbirinden ayırabiliyor olmamız gerekmektedir. Pek çok özellik bir adaptasyon olmamasına rağmen adaptif olarak değerlendirilebilir. Örneğin deniz kaplumbağalarının ön bacakları kumu kazarak içerisine yumurtaları gömmek için son derece elverişli organlar olabilirler, fakat bu ön bacaklar yuva yapmak için geliştirilmiş olan adaptasyonlar değillerdir (Sober 2000, 85). Benzer şekilde, belli özellikler günümüzde bir organizma için adaptif olarak değerlendirilebilecek özellikler olmasalar bile, aslında adaptasyon olabilirler. Örneğin apandisimiz veya mağaralarda yaşayan canlıların körelmiş gözleri gibi körelmiş organlar bu tür özelliklere örnek verilebilir (Sterelny ve Griffiths 1999).
İkinci bir nokta ise, ontogenetik ve filogenetik adaptasyonlar arasında ayrım yapabilmenin gerekliliğine ilişkindir (Sober 2000, 86). Evrimsel biyologların ilgilendiği türdeki adaptasyonlar, evrimsel süreçte ortaya çıkmış olan ve organizmanın uyumunu etkileyen filogenetik adaptasyonlardır. Ontogenetik adaptasyonlar -ki yaşamımız içerisinde öğrendiğimiz her türlü davranışta bu kategoriye dahildir- bir organizmanın kendisinden faydalanabildiği bağlamda adaptif olarak değerlendirilebilseler de, ilgili anlamda adaptasyon değildirler.
Son olarak, adaptasyon ve fonksiyon terimleri birbirleriyle yakından ilişkili terimlerdir. Fonksiyona ilişkin önde gelen görüşlerden birine göre -fonksiyonlara ilişkin etiyolojik görüşe göre- adaptasyon ve fonksiyon hemen hemen eşvarlıklıdır; bir organın fonksiyonunu sormak demek, onun neden var olduğunu sormak demektir. Fakat Cummins’in fonksiyonlara ilişkin görüşüne göre, adaptasyon ve fonksiyon eşvarlıklı değildir, ve yine onun görüşüne göre bir organın fonksiyonunun ne olduğunu sormak, o organın ne yaptığını/ne işlev gördüğünü sormaktır (Sober 2000, 86–87) (cf. Sterelny ve Griffiths 1999, 220–224).
Evrimsel psikologlar, psikolojik adaptasyonlara odaklanırlar. Evrimsel psikologların kuramsal çalışmalarındaki en tutarlı temalardan biri şudur: “Adaptasyonlar, yani organizmaların fonksiyonel bileşenleri, […] şekilde, tasarımlarındaki […] kanıt sayesinde saptanırlar: organizmanın yapısı ve çevre arasındaki hassas eşleşmedir” (Hagen 2005, 148).
Psikolojik adaptasyonların evrimsel fonksiyonel analizler sonucunda saptanması, bir tür tersine mühendislik işlemidir.[8] “Tersine mühendislik, bir mekanizmanın tasarımını onun yerine getirdiği görevleri analiz ederek anlamaya yönelik bir süreçtir. Evrimsel fonksiyonel analiz zihnin tasarımını, zihnin onları çözmek için evrimleşmesi gereken problemlerin analiz edilmesi yoluyla yeniden inşa etmeye çalışan bir girişim olması bağlamında bir tür tersine mühendisliktir.” (Buller 2005, 92).
Pek çok filozof evrimsel psikologların açıkça belirgin olan tasarım temelinde adaptasyonlara aşırı anlam yüklüyor olma durumlarına karşı çıkmaktadır. Bu noktada Gould ve Lewontin’in (1979) öncülük ettiği, doğadaki belirgin olan tasarımı açıklamak için adaptasyon miktarlarını kullanarak “test edilemez hikayeler” anlatılmasına yönelik duydukları endişelere ilişkin görüşlerine başvurulabileceği gibi, Williams’ın (1966) biyolojik özelliklerin açıklanması noktasında adaptasyonlara aşırı anlam yüklendiği yönündeki eleştirilerinden de kolaylıkla alıntılar yapılabilir.
Evrimsel fonksiyonel analizin test edilemez hikayelerin anlatılmasına elverişli bir ortam hazırlayabileceği görüşü doğru olsa bile, bu durum evrimsel psikolojiye karşı öne sürülmüş olan en ilgi çekici problem değildir, daha pek çok farklı problemin varlığı öne sürülmüştür. Örneğin, Elisabeth Lloyd (1999), Gould ve Lewontin’in sosyobiyoloji analizlerinden yola çıkarak evrimsel psikoloji aleyhine bir eleştiri geliştirmiş ve evrimsel psikologların adaptasyonculuğunun onları alternatif evrimsel süreçleri görmezden gelmeye ittiğini öne sürmüştür.
Buller ise bu noktada evrimsel psikologların adaptasyonculuğuna ilişkin farklı diğer bir yaklaşım öne sürmüştür. Buller’ın evrimsel psikologların adaptasyonculuğuna ilişkin geliştirdiği eleştirinin arkasında yatan görüş, onun evrimsel düşüncede neyin önemli olduğuna ilişkin görüşlerinin arkasında yatan görüşlerden farklıdır (Buller 2005). Buller, evrimsel psikologların tasarımın üzerinde normalde durmaları gerektiğinde çok daha fazla durduklarını ve ilgilendikleri özelliklerle ilgili olarak, evrimin devam etmekte olan bir süreç değil, artık durmuş bir süreç olduğu şeklinde son derece tartışmalı bir varsayımda bulunduklarını düşünmektedir.
Sober’in adaptasyon tanımı, sadece organlara veya açık ve belirgin tasarım içerisinde kendini sergileyen diğer özelliklere ithaf edilebilecek şekilde sınırlandırılmış bir tanım değildir. Bunların yanında, kuluçka büyüklüğü (kuşlarda), kimi sosyal amaçlardan dolayı koordine bir şekilde birlikte hareket etme davranışı (schooling) (balıklar), yaprak düzeni, kaynakların aranıp bulunmasına ilişkin stratejiler ve benzeri her tür davranış adaptasyon sayılabilir (Seger ve Stubblefield 1996). Buller ise pek çok farklı türdeki fenotipik adaptasyonun, pek çok farklı organizmada doğal seçilimin bir ürünü olarak ortaya çıkmış olmasından ötürü bir adaptasyon olarak değerlendirilebileceği şeklindeki daha genel bir görüşü savunmaktadır.[9]
Bu noktada Buller (ve diğer filozof ve biyologlar) ile evrimsel psikologlar arasındaki fark, doğal seçilimin açıklayıcı kapsamına atfettikleri farktır. Evrim psikologlar için, doğal seçilimin nihai sonucu iyi bir şekilde fonksiyon gören bir organken, evrimsel psikoloji eleştirmenlerine göre doğal seçilimin sonuçları organların spesifik ve belirgin tasarım özelliklerinden davranışlardaki en genel yanıt verme profillerine kadar pek çok özellikte kendini gösterebilir. Buller’a göre bu ikinci yaklaşım, insan davranışını açıklayabilecek pek çok evrimsel hipotezin geliştirilebilmesine olanak vermektedir. Davranışlarımızı pek çok spesifik modüler mekanizmanın ortak ürünü olarak açıklamakla kendimizi sınırlandırmak yerine, davranışlarımızı pek çok farklı özellik düzeyinde işleyen bir seçilime dayanarak açıklamamız da mümkündür.
Evrimsel teoride asıl önemli olanın ne olduğuna ilişkin bu tartışma aynı zamanda, evrimsel psikologlar ile sadece altlarında yatan mekanizmaların değil, davranışların kendisinin de adaptasyon olarak değerlendirilmesi gerektiğini savunan davranışsal ekologlar arasındaki tartışmanın da merkezindedir (Downes 2001). Dahası, asıl önemli olanın ne olduğu konusundaki bu görüş ayrılıkları, Sterelny’nin (Sterelny 2003) insan davranışını açıklamaya yönelik olarak sunmuş olduğu çok geniş bir yelpazedeki sayısız alternatif evrimsel hipotezin ortaya çıkmasına da sebep olmuştur.
Burada, şu noktaya da dikkat çekmek gerekir: Kendileri de adaptasyoncu olan Buller ve Strelny gibi filozoflar, evrimsel psikologların adaptasyonculuğunu eleştirmemektedirler. Bunun yerine, evrimsel psikologların benimsemiş olduğu adaptasyonculuğun son derece kısıtlı olan açıklayıcı kapsamını eleştirmektedirler (cf. Downes 2015).
Buller’ın evrimsel psikologların ilgilendikleri özelliklerin evriminin artık tamamlanmış olduğu şeklindeki varsayımlarına yönelik eleştirisi, evrimsel kuramın doğru olarak anlaşılabilmesine yönelik endişeler ile evrimsel hipotezlerin test edilmesine yönelik olan endişelerle de bağlantılıdır. Tooby ve Cosmides bu noktada Buller’ı endişelendiren varsayımı şu şekilde ifade etmektedirler:
Evrimsel psikologlar öncelikli olarak evrensel olanın tasarımını, yani insan olmamızın bir sonucu olarak hepimizin paylaştığı evrim geçirmiş psikolojik ve nöral yapıyı araştırmaktadırlar. Evrim psikologları genellikle genetik farklılıklardan dolayı değişkenlik gösteren insan özelliklerine daha az ilgi gösterirler, çünkü bu tür farkların insan doğasının merkezinde yer alan evrim geçirmiş adaptasyonlar olamayacakları kabul etmektedirler. Organizmaların tasarımında bulunan 3 farklı türdeki özellikten – adaptasyonlar, yan ürünler, ifade varyasyonları – genetik varyantların sebep olduğu özellikler çoğunlukla, çok az adaptif önemi olan evrimsel ifade varyasyonlarıyken, kompleks adaptasyonlar ise büyük ihtimalle ise türlerde evrensel olarak bulunmaktadır (Tooby and Cosmides 2005, 39).
Bu düşünce şekli bize aynı zamanda evrimsel psikologların insan doğası görüşlerini de kavrama olanağı sunmaktadır; evrimsel psikologlara göre "insan doğası" dediğimiz şey, evrensel olarak paylaşılan adaptasyonların bir koleksiyonudur (bu konudaki diğer tartışmalar ve bu görüşe aykırı olan biyolojik temelli diğer insan doğası anlayışları için bkz Downes ve Machery 2013).
Buradaki temel hata, adaptasyonlar içerisinde herhangi bir şekilde varyasyon bulunamayacağı şeklindeki yaklaşımdadır. Bunun altında yatan temel neden ise son derece sınırlandırılmış bir adaptasyon anlayışına sahip olunmasıdır. Adaptasyonlar doğal seçilim sonucunda ortaya çıkmış olan özelliklerdir ve her zaman için belli bir tür içerisinde evrensel olan ve kendisini tasarımda açıkça sergileyen özellikler değillerdir (Seger ve Stubblefield 1996). Bunun bir sonucu olarak da, tıpkı Buller’ın yaptığı gibi, pek çok insan özelliğinin üzerinde seçilimin hala işlediği fakat yine son derece makul bir şekilde adaptasyon olarak değerlendirilmelerinin doğru olabileceğini öne sürmek mümkündür.
Son olarak, biyoloji felsefecileri açık bir şekilde pek çok farklı adaptasyonculuk çeşidinden bahsetmektedirler (bkz. Godfrey-Smith 2001; Lewens 2009; Sober 2000). Bu farklı türdeki adaptasyonculukların bir kısmının evrimsel araştırmanın nasıl yürütülebileceği üzerine belirli sınırlamalar getirdiğini düşünmek makul olsa bile, Godfrey-Smith’in “açıklayıcı adaptasyonculuğu” farklı bir karaktere sahiptir (Godfrey-Smith 2001).
Açıklayıcı adaptasyonculuk, belirgin tasarımın doğal dünyamızı açıklama eylemi sırasında karşılaştığımız en büyük sorulardan birisi olduğunu ve doğal seçilimin de bu tarz büyük bir soruya verilebilecek büyük (ve tek desteklenebilir) cevap olduğunu öne süren bir görüştür. Açıklayıcı adaptasyonculuk görüşü çoğunlukla evrimsel düşünceyi yaratılışçılık ve akıllı tasarımcılıktan ayırmayı hedefleyenler tarafından sahiplenilen bir görüştür ve evrimsel psikologlar da bu görüşü genellikle kendi çalışmalarını daha kapsamlı sosyal bilimler alanlarında çalışan meslektaşlarının çalışmalarından ayırmak için kullanırlar. Açıklayıcı “adaptasyonculuk” evrimsel psikolojiyi doğadaki tasarımı açıklamaya çalışan diğer yaklaşımlardan ayırt etme konusunda etkili olsa da, evrimsel açıklamaların nasıl aranması gerektiği konusunda çok açık sınırlandırmalar getirmemektedir (Downes 2015).
Dolayısıyla bu noktaya kadar dile getirilen anlaşmazlıklar, evrimsel açıklamaların doğası ve kapsamına ilişkin farklı görüşlerle ilgili olan anlaşmazlıklar olmakla birlikte, hipotezlerin test edilmesine ilişkin tartışmalar konusunda da etkileri görülebilen anlaşmazlıklardır.
Eğer evrimsel psikologların ilgilendikleri tüm özellikler evrenselse, o zaman bu özellikleri tüm insanlarda bulmayı beklememiz gerekmektedir. Bu durum evrimsel psikologların kültürler arası psikolojik testlere neden bu kadar önem verdiğini belli ölçülerde açıklamaktadır (bkz. Buss 1990). Eğer çok büyük çeşitlilikteki bir insan popülasyonunda bir özelliğin bulunduğuna dair bir kanıt bulabilirsek, bu durum bizim ilgili özelliğin bir adaptasyon olduğu yönündeki görüşümüzü destekleyecektir – adaptasyonların doğal seçilimin ürünü olan fakat varyasyon göstermeyen organ benzeri özellikler oldukları şeklindeki varsayımımızı koruduğumuz sürece. Fakat evrime, biyoloji felsefecilerin savunduğu daha geniş bağlamıyla bakıldığında, bu test etme metodu evrimsel bir hipotezi test etmek için uygunsuzdur. Şüphesiz bu tür bir test etme belirli tercih profillerinin kültürlerarası boyutta bakıldığında son derece yaygın olduğu gibi ilginç sonuçlar ortaya koyabilir, fakat bize ilgili tercihlerin adaptasyonlar olduğu şeklindeki evrimsel hipotezin doğruluğu hakkında bir şey söyleyemez (Lloyd 1999; Buller 2005).
Eleştirmenlerin evrimsel psikologların hipotez test etme yaklaşımlarına ilişkin eleştirilerinden bir diğeri de, evrimsel psikologların ilgili verileri açıklamakta son derece başarılı sayılabilecek ciddi alternatif hipotezlere gerekli önemi vermedikleridir. Buller, kitabının pek çok bölümünü evrimsel psikolojinin hipotez test etme yaklaşımlarının değerlendirilmesi için ayırmıştır ve onun eleştirilerinin birçoğunun merkezinde ilgili verileri açıklama konusunda evrimsel psikolojinin hipotezleri kadar, hatta onlardan daha da başarılı olabilecek alternatif hipotezlerin varlığı yer almaktadır. Örneğin, statüye bağlı olarak gerçekleşen sınıflandırıcı eş seçimi hipotezi, ona göre evrimsel psikologların elinde bulunan bazı eş seçimi verilerini açıklamak için kullandıkları yüksek statü tercihi hipoteziyle kıyaslandığında, söz konusu verileri daha iyi açıklayabilmektedir. Bu tartışma ampirik testlerin nasıl anlaşıldığıyla bağlantılıdır. Bundan önceki tartışma biyoloji felsefesindeki kuramsal meselelerle daha yakından ilişkilidir.
Giriş kısmında söylemiş olduğumuz üzere, bilim felsefecileri arasında evrimsel psikolojinin derinden kusurlu bir girişim olduğu konusunda genel bir konsensüs vardır ve bazı biyoloji felsefecileri bu düşünceyi bize hatırlatmaya hala devam etmektedirler (örn. Dupre 2012). Fakat ilgili konsensüs henüz tamamen sonuçlanmış değildir ve bilim felsefecileri arasında evrimsel psikolojiyi destekleyen pek çok isim vardır. Evrimsel psikolojiyi savunmanın bir yolu eleştirileri çürütmektir. Edouard Machery ve Clark Barrett (2007) bunu Buller’ın kitabına ilişkin olarak yaptıkları incelemede son derece sert bir biçimde ortaya koymuşlardır. Evrimsel psikolojiyi savunmanın diğer bir yolu ise onu çalışmaktır (en azından filozofların yapabileceği tarzda: teorik çerçevede). Bu, tam da Robert Arp’ın yakın zamanda çıkmış olan bir makalesinde yaptığı şeydir. Aşağıda iki cevabı da kısaca değerlendireceğiz.
Machery ve Barrett (2007), evrimsel psikolojinin insan davranışını evrimsel açıdan anlamaya yönelik daha kapsamlı bir girişimden ayrı olarak kendine özgü bir araştırma programı olduğu yönündeki görüşün doğru olmadığını öne sürerek, Buller’ın evrimsel psikolojiyi eleştirirken açık bir eleştirel hedefinin olmadığını iddia etmektedirler. Onlara göre, insan davranışı biyolojisi alanında çalışan pek çok kişi tarafından aynı prensip ve yöntemler kabul edilmektedir. Örneğin, onların pek çoğu adaptasyoncudur. Fakat yukarıda da gördüğümüz gibi, hem evrimsel psikologlar hem de davranış ekolojistleri her ne kadar kendilerine adaptasyoncu deseler de, onların adaptasyonculuğa ilişkin farklı yaklaşımları onlara üretebilecekleri hipotez sayılarını ve adaptasyon olarak değerlendirilebilecek özelliklerin sayısını dikte etmekte ve bu durum da onların hipotezlerini nasıl test edeceklerini etkilemektedir. Araştırma gelenekleri, bazı genel kuramsal taahhütleri kabul edebilirler ama bunlar halen farklı araştırma gelenekleridir.
İkincisi, Machery ve Barrett, Buller’ın geçmiş dönemlerde çevrenin evrimsel psikologların öne sürdüğü türdeki psikolojik adaptasyonları üretebilecek kadar stabil olmadığı yönündeki argümanına da karşı çıkmaktadırlar. Onlar bu argümanı, evrimsel bir silahlanma yarışının -örneğin av ve avcının- bulunduğu ortamlarda hiçbir türdeki adaptasyonun ortaya çıkamayacağını iddia eden bir argüman olarak değerlendirmektedirler. Fakat buradaki anlaşmazlıkta bana göre neyin tam olarak adaptasyon sayılabileceği konusundaki tartışmalardan kaynaklanmaktadır. Buller stabil olmayan çevrelerde de adaptasyonların (doğal seçilimin bir ürünü olarak ortaya çıkan özelliklerin) ortaya çıkıyor olduğu görüşünü reddetmemektedir. Onun iddia ettiği temel şey, bu tarz bir evrimsel senaryonun sonucu olarak organ benzeri, spesifik bir amaca yönelik adaptasyonların ortaya çıkmasının pek muhtemel olmadığıdır.
Arp (2006), hominid geçmişimizde, avlanmak için gerekli olan mızraklar gibi aletlerin yapımının gerektirdiği ihtiyaçlara yönelik bir yanıt olarak geliştirilmiş olan bir psikolojik adaptasyon olan “senaryo görselleştirmesi” dediği bir modüle ilişkin bir hipotez geliştirmiştir. Arp kendi hipotezini, onun yaklaşımının evrimsel psikolojiye olan üstünlüğü bağlamında sunar ve kendi yaklaşımını bu bağlamda “Sınırlı Evrimsel Psikoloji” olarak ele aldığı anaakım evrimsel psikoloji yaklaşımının karşısındaki “Geniş Evrimsel Psikoloji” olarak tanıtır. Bunun sebebi, kendi yaklaşımının psikolojimizle ilgili arkeolojik kanıt ve gerçeklere de yer vermesidir.
Arp’ın hipotezi yenilikçi ve ilginç olmasına karşın, onu hiçbir surette kesin olarak savunmamaktadır. Bu durumun sebeplerinden biri, Arp’ın temel stratejisinin kendi hipotezini, aynı verileri açıklamaya çalışan arkeolog Steven Milthen’ın (1996) modüler olmayan “bilişsel akıcılık” hipoteziyle karşılaştımaya yönelik olmasıdır.
Buradaki temel bir sorun şudur ki, Milthen’ın görüşü, insanın alet yapma davranışına ilişkin olarak geliştirilmiş sayısız alternatif evrimsel açıklamadan sadece birisidir. Arp’ın tezi Milthen’ın tezinden daha başarılı bir tez olsa bile, Arp kendi tezini henüz Sterelny (2003;2012) veya Boyd ve Richerson’un (2005) alet yapımı ve alet kullanımına ilişkin tezleriyle karşılaştırmamıştır, dolayısıyla da son derece makul alternatifler olabilecek bu tezleri göz ardı etmemesi gerekmektedir. Bu alternatiflerin hiçbirisi de psikolojik modüller varsayımına dayanmadığı için, evrimsel psikoloji bu noktada layıkıyla savunulmamıştır.
Ahlak Psikolojisi ve Evrimsel Psikoloji
Ahlak Psikolojisi alanı üzerine çalışmakta olan pek çok filozof ilgilendikleri konunun ampirik açıdan sıkıntılı bir konu olduğunun farkındadır. Filozoflar, ampirik sonuçların ahlak psikolojisi alanında kullanılmasına ilişkin 2 ana yaklaşıma sahiptir. Bu yaklaşımlardan biri ampirik sonuçları (ve ampirik temelli psikolojik kuramları) ahlak psikolojisinin felsefi taraflarını eleştirmek için kullanmaya yönelikken (örn. Doris 2002), diğer bir yaklaşım ise ahlak psikolojisine ilişkin hipotezler geliştirmek (deneysel psikoloji geleneğinde test etmek) için ampirik verileri kullanmaya yöneliktir (örn. Nichols 2004).
Ahlak psikolojimizin bir kısmının (veya tümünün) doğuştan gelen becerilerden kaynaklandığını düşünenler için, evrimsel psikoloji iyi bir ampirik sonuç kaynağı ve ampirik temelli kuramdır. Ahlak psikolojimizin yapısını açıklamaya yönelik yaklaşımlardan biri, zihnin yapısına ilişkin masif modüler yaklaşımdan faydalanır. Bu yaklaşıma göre, ahlaki yargılarımız her biri birer adaptasyon olan alana özgü psikolojik modüllerin bir ürünüdür ve hominid atalarımızın (büyük ölçüde) sosyal hayatlarında karşılaştıkları beklenmedik olaylara karşı geliştirdikleri yanıtlar sonucunda ortaya çıkmışlardır. Bu yaklaşım günümüzde ahlak psikolojisi alanında çalışmakta olan filozoflar tarafından sıkça tartışılmaktadır. Bu tartışmanın örneklerinden biri aşağıdaki gibidir.
Cosmides (1989) hilekar saptama modülü[10] adında bir modüle sahip olduğumuz şeklinde bir evrimsel psikolojik hipotezi savunmaktadır. Bu modül, ahlaki konulardaki davranışlarımızın önemli bileşenlerini belirlemek için geliştirilmiştir ve genel anlamda psikolojideki masif modüler görüşe de uymaktadır. Cosmides (Tooby ile birlikte) hile yapmanın, toplum sözleşmesi ile birlikte hareket eden belli bir koşullu kuralın ihlali olduğunu öne sürer. Sosyal Alışveriş, ortak bir faydanın sağlanması için var olan bir işbirliği sistemidir ve hilekarlar sosyal alışverişi yöneten toplumsal sözleşmeyi ihlal ederler (Cosmides ve Tooby 2005). Belirli bir hile saptama modülüne yönelik uygulanan seçilim baskısı, sosyal dünyada hilekarların var olması durumudur. Hilekar saptama modülü, hilekarlara karşı geliştirilmiş olan bir adaptasyondur.
Hilekar saptama hipotezi pek çok eleştirel tartışmanın odağı olmuştur. Cosmides ve Tooby (2008), Ron Mallon (2008) ve Fodor (2008) gibi kendi yaklaşımlarını eleştirenlere karşı, hile saptama yaklaşımının ardında yatan aynı akıl yürütmeye sahip olan fakat o akıl yürütmeye daha genel çıkarımda bulunma kurallarını eklemiş olan diğer hipotezlerle kıyaslandığında kendi hile saptama yaklaşımlarının daha modüler bir yaklaşım olduğunu öne sürerek kendi tezlerini sabunmuşlardır.
Hilekar saptama hipotezine ilişkin bazı eleştiriler masif modüleriteye ilişkin genel anlamda yapılmış olan eleştirilerin bir tekrarını içermekteyken, bazı eleştirmenler ise bu hipoteze ahlaki psikolojiye yönelik olarak yapılmış bir katkı olarak değerlendirmekte ve farklı değerlendirmelerin ortaya çıkmasını arzulamaktadırlar. Örneğin, Mallon (2008) kendi ahlaki psikolojimize ilişkin kavrayışımızı oluştururken, neyin gerekli olduğu hususunda alana özgü genel bir kavrayışın tümüyle terk edilmesi yönündeki yaklaşımın uygunluğuna şüpheyle bakmaktadır.
Bu konudaki tartışma da halen devam etmektedir (ahlaki psikolojimizin farklı veçhelerine ilişkin alternatif, modüler olmayan açıklamaların bir seçkisi için bkz Sterelny 2012).
İnsan Doğası
Evrimsel psikoloji, insan doğasına ilişkin bir açıklama sağlamak için son derece elverişlidir. Yukarıda belirtildiği gibi (Bölüm 1), evrimsel psikolojinin insan sosyobiyolojisine ciddi bir kuramsal borcu vardır. E.O. Wilson insan sosyobiyolojisini bize insan doğası konusunda belli bir açıklama sağlayan bir alan olarak ele alır (1978). Wilson için insan doğası, evrensel insan davranışı repertuvarlarının bir koleksiyonudur ve bu davranışsal repertuvarlar en iyi şekilde doğal seçilimin ürünleri olarak anlaşılabilirler. Evrimsel psikologlar ise insan doğasını evrensel insan davranışı repertuvarlarının bir koleksiyonu olarak değil, bu davranışların altında yatan evrensel psikolojik mekanizmalar olarak ele alırlar (Tooby ve Cosmides 1990). Bu evrensel psikolojik mekanizmalar yukarıda bahsedildiği üzere doğal seçilimin ürünleridir. Tooby ve Cosmides bu iddiayı şu şekilde dile getirir:
İnsan doğası kavramı, türe özgü kompleks psikolojik adaptasyonların bir koleksiyonuna dayanır (1990, 17).
Dolayısıyla evrimsel psikologlar için “insan doğası, insanlara özel ve insan popülasyonu içerisinde evrensel olarak bulunduğu varsayılan bir psikolojik adaptasyonlar grubunu içerir” (Buller 2005, 423).
Machery’nin (2008) insan doğasına ilişkin nomolojik yaklaşımı, yine evrimsel psikologların anlayışına dayanır ve bu anlayışa son derece benzerdir. Machery şunu söylemektedir: İnsan doğası, insanın kendi türünün evriminin bir sonucu olarak sahip olmaya eğilimli olduğu nitelikler grubunu ifade eder” (2008,323). Machery’nin yaklaşımı evrim geçirmiş ve evrensel olan (yani tüm insanlarda bulunan) özelliklerden destek almakla birlikte, sadece psikolojik mekanizmalarla sınırlı değildir. Örneğin, Machery bipedalizmin de insan doğasının özellikler kümesinin içerisinde yer aldığını düşünmektedir. Machery’nin görüşü hem sosyobiyolojinin hem de evrimsel psikolojinin insan doğasına ilişkin görüşlerinin belli elementlerini içerir. Onun görüşü aynı zamanda, bu bahsedilen iki görüşün de savunduğu bir özelliğin sosyal öğrenme veya kültürlenme yerine evrimin bir ürünü olmak zorunda olduğu şeklindeki iddiayı da desteklemektedir (2008, 323).
Evrimsel psikolojinin (ve nomolojik yaklaşımın) insan doğası anlayışına ilişkin bazı eleştirel meydan okumalar, genel anlamda evrimsel psikolojiye ilişkin eleştirilerin ortaya çıkmasına sebep olan aynı endişelerden kaynaklı olarak türemektedirler. 4. bölümde evrimsel psikolojiye ilişkin tartışmaların, adaptasyonların nasıl tanımlanması gerektiğine ilişkin ve evrimde varyasyonun rolüne ilişkin anlaşmazlıklardan kaynaklandığı görmüştük. Bazı eleştirmenler, evrimsel psikologları adaptasyonların varyasyon yaratamayacağını varsaymalarından dolayı suçlamaktadırlar. Buller’ın (2005) evrimsel psikologların insan doğası anlayışına ilişkin eleştirisi varyasyonlara da başvurmaktadır (Hull 1986; ve Sober 1980).
Buradaki temel iddia şudur: İnsanlarda, tıpkı diğer organizmalar gibi, morfolojik, fizyolojik, davranışsal ve kültürel varyasyonlar dahil olmak üzere çok geniş bir varyasyon sergilemektedirler (Amundson 2000). Buller, evrimsel psikolojinin insan doğası yaklaşımının tüm bu varyasyonları ya görmezden geldiğini ya da onlara bir açıklama getirme konusunda başarısız olduğunu iddia etmektedir (Lewens 2015; Odenbaugh yakında çıkacak olan çalışması; ve Ramsey 2013). İnsan doğasını hepimizin paylaştığı bu ortak özelliklerle sınırlandıran ve onların değişemeyeceğini iddia eden hiçbir yaklaşım, insan varyasyonuna ilişkin yetkin bir anlayış geliştiremeyecektir.
Buller’ın (2005) evrimsel psikologların (veya nomolojik yaklaşımın) insan doğası anlayışına ilişkin eleştirisi, pek çok farklı boyut üzerinden değerlendirildiğinde ciddi bir çeşitlilik gösterdiğimiz ve sadece sabit ve evrensel özelliklere dayanan bir insan doğası yaklaşımının bu varyasyonlara ilişkin herhangi bir açıklama geliştiremeyeceği fikrine dayanmaktadır. Bu fikre göre insan doğasını anlayabilmek için, evrimsel psikologlar (örn. Barrett 2015), antropologlar (see e.g. Cashdan 2013) ve filozoflar (örn. Griffiths 2011 ve Ramsey 2013) tarafından ortaya koyulan ve savunulan insan varyasyonuna ilişkin de bir anlayış geliştirmemiz gerekmektedir. Bu noktada Barrett, evrimsel psikologların insan doğası anlayışlarının onlara insan varyasyonuna ilişkin bir açıklama sunma konusunda başarısız olduğu konusunda Buller (ve diğerleri) ile hemfikirdir. Fakat Barrett, bu durumu, insan doğasını anlamaya yönelik bir girişimin tümüyle yıkılışı olarak ele almak yerine insan doğasına yönelik bir anlayış geliştirme çabası esnasında karşılaşılan bir tür zorluk olarak değerlendirir. Barrett’ın kendi söylemiyle:
İnsan doğası her ne ise, sahip olduğu tüm yönleriyle biyolojik bir fenomendir (2015, 321).
Yani, insan doğası, sincap ve palmiye ağacı popülasyonlarının bulutlarından çok da farklı olan büyük ve sallantıdaki bir buluttur. Bu yüzden insan zihinlerini ve davranışlarını anlamak için, ne kadar karışık olursa olsun, kendi bulutumuzun niteliklerini anlamamız gerekmektedir (2015, 232). Bu yüzden de Barrett için insan doğası, evrensel olarak paylaşılan sabit psikolojik özelliklerin bir toplamı olmak yerine, sahip olduğu tüm varyasyonlarıyla birlikte tüm insan davranışları kümesinden oluşmaktadır.
İnsan doğasına ilişkin bu yaklaşım Wilson, Tooby ve Cosmides veya Machery’nin savunduğu yaklaşımdan çok keskin bir şekilde farklı olmasına rağmen yine de kendisine pek çok eleştiri yöneltilmiştir. Bu eleştirilerin temel dayanağı, bu tarz bir görüşün açıklayıcı bir niteliği olmayacağı ve bu görüşün özünde sadece insanların sahip olduğu veya sahip olabileceği tüm özelliklerin uzun bir listesi olduğu iddiasıdır (bkz. Buller 2005; Downes 2016; Futuyma 1998; ve Lewens 2015). Evrimsel psikologların görüşleri ve insan özelliklerinin açıkça görülen varyasyonları arasındaki gerilime ilişkin tartışmalar evrimsel psikologların odaklandığı pek çok farklı alanda devam etmektedir.
Bu çok geniş tartışmaya ilişkin diğer bir örnek, aşağıdaki 7. bölümde verilmiştir.
Evrimsel Psikolojinin Uygulamaları ve İleriki Tartışmalar için Beklentiler
İngiliz edebiyatı, tüketici çalışmaları ve hukuk gibi pek çok farklı çalışma alanında evrimsel psikolojiden faydalanılmaktadır (edebiyat ve hukuk alanındaki tartışmalar için bkz. Buss 2005, ve evrimsel psikoloji ve tüketici çalışmaları alanının daha detaylı bir sunumu için bkz. Saad 2007). Bu bağlamda evrimsel psikoloji genellikle ilgili alanlarda gelişmek isteyen uygulayıcılara kaynak sağlayan bir alan olarak sunulur.
Filozoflar, evrimsel psikolojinin bu tür uygulamalarından bazılarına karşı ciddi eleştiriler yöneltmişlerdir. Buradaki endişelerden biri, evrimsel psikolojinin genel bağlamda bakıldığında, evrim veya evrimsel teoriyle birleşik olduğu düşüncesidir (bkz. Leiter ve Weisberg 2009 ve Downes 2013). Yukarıda, Bölüm 4’te değerlendirilmiş olan tartışmada, evrimsel psikologlar ve evrimsel biyologlar arasında evrimin ne olduğuna ilişkin net bir anlayış geliştirme konusunda ne gibi anlaşmazlıkların olduğu açık bir şekilde göstermişti. Evrimsel psikologlar hukuk ve tüketici çalışmaları gibi bu alanlara evrimsel fikirler sunarak bu alanları güçlendirme önerisinde bulunmaktadırlar, fakat gerçekte önerilen şey, evrimsel psikolojiye ilişkin spesifik bir yaklaşımın destekçilerinin savunduğu kuramsal kaynakların bir seçkisidir.
Örneğin, Gad Saad (2007), tüketici çalışmaları alanının adaptif düşünceye ilişkin eklemelerden (belirgin tasarıma bakarak ve tüketici davranışını açıklamaya yönelik hipotetik evrim geçirmiş modülleri kullanarak) ciddi şekilde faydalanacağını iddia etmektedir. Çoğu kişi bu çabayı en geniş anlamıyla evrimsel teori ve tüketici çalışmaları arasında bağlantı kuracak bir çalışma olarak görmemektedir (Downes 2013). Tartışmalı kuramsal görüşleri yüceltmek zaten son derece problematiktir; fakat sırf evrimsel psikolojiyi uygulayabilmek amacıyla tümüyle güvenilmez olan bir çalışmanın desteklenmesi noktasında çok daha büyük endişeler ortaya çıkmaktadır.
Owen Jones (2000; 2005), hukukun ileride evrimsel psikolojinin uygulamalarından faydalanacağına inanan birisi olarak, Randy Thornhill ve Craig Palmer’ın (2000) büyük ölçüde itibarsız bir görüş olarak değerlendirilen, tecavüzün örnek niteliğinde bir evrimsel eser olarak nitelendirebileceğimiz bir adaptasyon olduğu şeklindeki görüşlerini desteklemektedir. (bkz.Waal 2000, Coyne ve Berry 2000, Coyne 2003, Lloyd 2003, Vickers ve Kitcher 2003, ve Kimmel 2003). Dahası Jones (2000), Thornhill ve Palmer’ın çalışmasını eleştirenlerin bilim insanı ve evrim kuramcısı olarak herhangi bir itibarı olmadığını söyleyecek kadar ileri gitmiştir. Bu iddia, Jones’un evrimsel teoriye ilişkin son derece geniş bilimsel (ve felsefi) literatürden ciddi şekilde uzak olduğunu göstermektedir (Leiter ve Weisberg 2009).
Evrimsel psikolojiyi geliştirmeye yönelik çabaları gözlemlemenin dışında, evrimsel psikoloji üzerine felsefi çalışmalar yapmanın faydalı olacağı pek çok farklı alan vardır. Yukarıda ahlak psikolojisi alanındaki çalışmalara ilişkin olarak verilmiş olan örnekler, son derece hızlı gelişmekte olan bu alanın sadece çok küçük bir kısmını göstermektedir. Ahlak psikolojimize ilişkin anlayışımızı etkileyen ve felsefi incelemelere ihtiyaç duyan çok sayıda ampirik hipotez vardır (Hauser 2006 bu hipotezlerin pek çoğuna ilişkin bir araştırmayı içerir). Ayrıca ahlak psikolojisi ve duygular üzerine olan çalışmalar, evrimsel psikoloji ve ilgili alanlar üzerine olan çalışmalarla bir araya getirilebilir.
Griffiths (1997), felsefi ilgisini evrim ve duygular üzerine yöneltmiştir ve bu konuda ahlak psikolojisiyle de daha yakın temas içerisinde olan bir çalışma Nichols (bkz. 2004 yılındaki çalışması) tarafından ortaya koyulmuştur. Zihin felsefesi alanında ise hala modüller konusuyla ilgili yapılabilecek pek çok şey vardır. Biyolojik ve psikolojik modül anlayışlarına ilişkin bütünleştirme çabaları ise günümüzde fazlasıyla ilgilenilen ve ileride de son derece faydalı bir biçimde ilgilenilmeye devam edilebilecek konulardır (örn. Barrett ve Kurzban 2006; Carruthers 2006) ve biyoloji ile psikolojiyi genetik aracılığıyla birbirleriyle ilişkilendirmeye yönelik çalışmalar ise geleceği son derece parlak olan diğer bir alandır (örn. Marcus 2004).
Bilim felsefesinde, gelecekte evrimsel psikolojiye ilişkin yeni pek çok eleştirinin daha artarak çıkacağından eminiz; fakat şu da unutulmamlıdır ki, insan davranışı biyolojisine ilişkin son derece çeşitli ve kuramsal açıdan farklı olan yaklaşımlar arasındaki ilişkileri inceleme noktasında günümüzde görece az gelişmiş bir felsefi araştırma alanı mevcuttur. (Downes 2005; Griffiths 2008; ve Brown ve diğerleri 2011). Evrimsel psikologlar, kendi çalışmalarını davranışsal ekologların, gelişimsel psikobiyologların ve diğer uzmanların (ör. Buss 2005; Buss 2007) çalışmalarıyla beraber sunmaktadırlar, fakat insan davranışı biyolojisi alanında ortaya konulacak bütünleşik bir açıklama girişiminin karşılaşacağı kuramsal sorunlarla layıkıyla yüzleşmemektedirler.
Son olarak, biyolojik temelli yaklaşımları savunanlar ve diğer sosyal bilimciler arasndaki tartışmalar gittikçe hiddetlenirken, çoğu filozof evrimsel psikolojinin toplum ve kültüre ilişkin daha geniş ve interdisipliner bir alana potansiyel entegrasyonu konusuna pek fazla kafa yormamaktadır (fakat evrimsel psikoloji ve inşacılık ile ilgili olarak bkz. Mallon ve Stich 2000). Bu durumun tam tersine feminist filozoflar, bu tarz olası bir entegrasyon üzerinde dikkatle durmuş ve evrimsel psikolojiye ilişkin feminist eleştiriler öne sürmüşlerdir (bkz. Fehr 2012, Meynell 2012 ve “feminist biyoloji felsefesi” başlığı). Gillian Barker (2015), 4. Bölümde bahsedildiği şekliyle evrimsel psikolojiye karşı geliştirilmiş olan evrimsel temelli bazı eleştirilere katılmaktadır, fakat aynı zamanda evrimsel psikolojiyi diğer sosyal bilimlerle ilişkili olarak değerlendirmektedir. Barker, aynı zamanda evrimsel psikolojiye ilişkin yeni bir eleştirel değerlendirme daha ortaya koymaktadır. Ona göre evrimsel psikoloji, şu anda uygulandığı şekliyle, insan gelişimiyle alakalı sosyal politikalar geliştirme noktasında faydalı bir rehber değildir.
Shackleford ve Weekes-Shackleford’un (2017) evrimsel psikolojik bilimler alanındaki meselelere ilişkin dev bir makale koleksiyonunu barındıran çalışması, bu alandaki eleştirel tartışmalara vakıf olmak isteyen filozoflar için son derece faydalı bir kaynaktır. Pek çok evrimsel psikolog, varyasyonların kendi alanlarındaki bazı son derece yerleşik hale gelmiş yaklaşımlar için yarattığı zorluğun farkındadır. Bu mesele, 6. Bölümde belirtilmiş olduğu üzere gelişmekte olan insan doğası anlayışlarına ilgi duyanların karşılarına çıkmakta olduğu gibi, aynı mesele evrimsel psikologların açıklamaya çalıştığı ve varyasyon sergileyen pek çok insan davranışı söz konusu olduğunda da gündeme gelmektedir. Örneğin, insan agresyonu pek çok farklı boyutta varyasyon göstermektedir ve bu farklı türdeki varyasyonların her biriyle yüzleşmek ve onlara bir açıklama getirmek pek çok evrimsel psikolog için çok ciddi bir meydan okumadır (Downes ve Tabery 2017).
Evrimsel psikolojinin insan davranışını evrimsel bir temelde açıklamaya yönelik sayısız yaklaşımdan sadece biri olduğu düşünülürse, evrimsel psikoloji alanındaki en umut verici eleştirel tartışmaların, evrimsel psikolojiden yararlanarak ortaya konmuş olan hipotezleri, diğer evrimsel yaklaşımlardan faydalanarak ortaya konulmuş olan hipotezler ve daha geniş bir inceleme anlayışına sahip olan sosyal bilimlerdeki diğer yaklaşımlardan üretilmiş olan hipotezlerle karşılaştırmaya yönelik çalışmalardan kaynaklı olarak ortaya çıkacağını düşünmek makuldür. Stephan Linquist (2016), bu yaklaşımı evrimsel psikologların namus kültürü üzerine olan çalışmalarına uygulamaya çalışır. Linquist, kültürel evrim alanına ait ve evrimsel psikolojinin hipotezlerinden daha açıklayıcı görünen hipotezler sunar. Evrimsel psikoloji ve kültürel evrim arasındaki tansiyonun filozofların dikkatini çekmeye devam edeceği aşikardır (kültürel evrime ilişkin güzel bir giriş ve kültürel evrime ilişkin alternatif yaklaşımlar için bkz. Lewens 2015).
Son olarak, bilim felsefecileri, hiç şüphesiz diğer felsefe alanlarında yer alan evrimsel fikirlerin yeterliliğini ve güvenilirliğini kontrol etmeye devam edecektir. Özellikle biyoloji felsefecileri, filozofların sahip oldukları evrimsel fikirleri evrimsel biyoloji yerine evrimsel psikolojiden elde etmeleri durumuna hala kuşkuyla yaklaşmaktadırlar. Philip Kitcher (2017) bu endişeyi Sharon Street’in (2006) evrime başvurduğu tarz bağlamında dile getirmektedir. Kitcher, Street’in kendi ilgilendiği özelliklerin nasıl ortaya çıkabileceği konusuna bir açıklama getirmeye çalışırken, “insan evrimi hakkında hali hazırda neyin bilindiğine” (2017, 187) ilişkin bilgilere dayanmıyor olmasından dolayı endişe duyduğunu belirtir.
Yukarıda da belirtildiği üzere, Machery’nin nomolojik insan doğası yaklaşımı (2008; 2017), kendisinin evrim geçirmiş özellikler fikrini evrimsel biyolojiden değil de evrimsel psikolojiden almasından kaynaklı olarak eleştirilmektedir. Barker (2015) da yine filozofları ve sosyal bilimcileri sadece evrimsel psikologların sunduğu kuramsal yaklaşımlardan faydalanmak yerine, evrimsel biyoloji tarafından sunulan son derece geniş yelpazedeki kuramsal kaynaklardan da yararlanmaya teşvik etmektedir.
Notlar
- Buller burada “evrimsel psikoloji” derken belirli bir “paradigmadan” bahsetmektedir. Bu yazıda Laudan’ın “araştırma geleneği” terminolojisinin tercih edilmesinin sebebi, araştırma geleneklerinin paradigmalardan daha akışkan bir yapılarının olması durumudur ve Laudan da farklı kuramsal kaynakların farklı araştırma gelenekleri tarafından kullanılabilmesine izin vermektedir.
- Etoloji bu düşünce şeklinden uzun bir zaman önce uzaklaşmıştır(Ereshefsky 2007).
- Masif modülerite tezi söz konusu olduğunda karşılaşılan durum ile düşünce dili hipotezi ( The Language of Thought Hypothesis) söz konusu olduğunda karşılaşılan durum arasında bir benzerlik vardır. Her iki hipotez de argümantasyonlar temelinde ilerlemektedir. Austin Booth düşünce dili hipotezinin transandantal bir argüman gibi göründüğünü öne sürmüştür(Booth 2004).
- Evrimsel psikologlar doğuştan olma konusunda farklı yaklaşımlar da önermektedirler.
- Buller bu argümanın da bir versiyonunu sunmaktadır(2005, 157–158).
- Bu evrimsel psikoloji hakkındaki devasa eleştirel literatürün küçük bir alt kümesidir.
- Richard Lewontin (1998) bu noktada çok daha şüpheci bir tutum takınmakta ve son derece etkili bir şekilde evrimsel psikolojinin mümkün olmadığını iddia etmektedir.
- Burada Buller’ın(2005) yaklaşımı takip edilmektedir. “Tersine mühendislik” terimi evrimsel bağlamda bakıldığında ilk olarak Daniel Dennett tarafından kullanılmıştır( 1995’teki çalışmasında bu kavramı açıklamış ve detaylandırmıştır). Steven Pinker da (1997) evrimsel psikoloji alanındaki pek çok kişi gibi bu yaklaşımı desteklemektedir.
- Peter Godfrey-Smith (1996) bu fikri detaylıca değerlendirmiştir ve bu fikrin geliştirilmiş bir versiyonu Sterelny(2003)’te bulunabilir.
- Cosmides’in hipotezi ilk olarak ahlak psikolojisi bağlamında değil, akıl yürütmenin psikolojisi bağlamında geliştirilmiş ve test edilmiştir. Kendisi hile saptama modülünü, akıl yürütme gereken görevlerle ilgili performanslarımızın, sosyal alışveriş açısından yeniden düzenlendikleri durumlarda dramatik bir biçimde yükseldiği olgusunu açıklamak için geliştirmiştir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 4
- 4
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: Stanford Encyclopedia of Philosophy | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 23/11/2024 14:41:25 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/9010
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in Stanford Encyclopedia of Philosophy. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.