Cinsel Seçilim ve Estetik Evrim Teorisi: Evrim, Hayvanlarda Gördüğümüz Güzellik Kavramını Nasıl Açıklar?
Cinsel Seçilim, Hayvanlarda Var Olan Güzellik ve Estetiğe Yönelik Bir Algının Ürünü Olabilir mi?
Erkek alev çardak kuşu, göz kamaştırıcı güzelliğe sahip bir hayvandır. Tüylerindeki renkler pürüzsüz bir biçimde, erimiş kırmızıdan güneş sarısına döner.
Fakat bu parlaklık potansiyel bir eşin ilgisini çekmeye yetmez. Çoğu çardak kuşu türünün erkekleri kur yapmaya hazır olduklarında, adlarını da veren yapıyı, yani "çardaklarını" kurmak için işe koyulurlar: ince dal kümelerinden oluşmuş bir sivri kule, koridor ya da bir kulübe...
Çardaklarını birçok renkli objeyle süslerler: çiçekler, renkli yemişler, salyangoz kabukları ya da eğer şehre yakınlarsa şişe kapakları veya plastik çatal bıçaklar... Bazı çardak kuşları, koleksiyonlarındaki malzemeleri küçükten büyüğe doğru bile sıralarlar; kendilerini ve ıvır zıvırlarını dişilere daha göz alıcı gösteren bir yürüme yolu yapacak şekilde ayarlarlar- zorlanmış perspektif olarak da bilinen ve insanların 15. yüzyıla kadar mükemmelleşemediği optik bir illüzyon tekniği!
Yine de bu fevkalade gösteri dişi bir çardak kuşunu tatmin etmek için yeterli değildir. Bir dişi, eğer ilgi gösterirse, erkek hemen karşılık vermelidir. Gözlerini dişiye dikmiş, göz bebekleri kalp atışı ritmiyle büyüyüp küçülürken, en iyi ifadeyle psikotik bir düzeyde şehvetli olarak tanımlanabilecek şekilde dans etmeye başlar. Göğsünü sık sık alçaltıp yükseltir, kabartır, şişirir. Aşağıya eğilir ve yavaşça kalkar, bir kanadını kafasının önünde bir sihirbazın pelerini gibi sallar. Birden tüm vücudu açılıp kapanan bir alarm saati gibi bükülür. Eğer dişi onaylarsa bu erkekle iki ya da üç saniyeliğine çiftleşir. Bir daha asla buluşmazlar.
Çardak kuşu geleneksel hayvan davranışları varsayımlarına kafa tutar. İşte, saatler harcayıp titizlikle bir harikalar odacığı hazırlayan, kendi hazinelerini benzerlik ve renklerine göre gruplayan bir hayvan... İşte, takdir gören hayvan alet yapımının çoğundan daha sofistike bir şey üretebilen, gagalı bir hayvan... Çardak kuşunun çardağının, sanattan (maharet, ustalık) daha aşağı kalır bir yanı yok; en az bilim insanlarından birinin iddiasına göre...
Kur yapma davranışı, her bir elementi ayrı ayrı düşünüldüğünde -kostüm, dans ve inşa- Alman besteci Richard Wagner tarafından sevilen bir konsepti çağrıştırıyor: Gesamtkunstwerk, tam bir sanat eseri... O eser ki, birçok farklı formu harmanlar ve duyuları harekete geçirir.
Bu aşırılık, aynı zamanda doğal seçilimin kurallarına da meydan okur. Adaptasyonlar faydalı olmak içindir; adaptasyonun tüm amacı budur! Ve en başarılı olan hayvanlar, kendi çevrelerine en iyi uyum sağlayabilen hayvanlar olmalılardır.
Peki çardak kuşlarının bu gösterişli sergilerinin evrimsel gerekçelendirmesi nedir? Çardak kuşlarının renkli tüyleri ve özenli inşaları kur yapmanın dışında bariz değersiz olmalarıyla sınırlı kalmaz, aynı zamanda onun hayatta kalmasına ve sağlığına da köstek olur; değerli kalorilerini tüketir ve onu avcılar tarafından daha kolay fark edilebilir hale getirir.
Doğal Seçilim ve Cinsel Seçilim
Biyologların sınıflandırmasına göre, çok sayıda türün dikkat çeken, metabolik açıdan ve fiziksel olarak külfetli cinsel süslemeleri vardır. Anole kertenkelelerinin parlak elastik boğazlarını, tavus kuşu örümceklerinin "Faberge karınlarını" ve cennet kuşlarının kıvrımlı, yanar dönerli ve komik biçimde uzun tüylerini düşünün. Böyle bir ihtişamı evrimin faydacı görüşüyle uzlaştırabilmek adına biyologlar, güzelliğin hayvanlar aleminde alelade bir süslemeden ibaret olmadığını kabul ettiler. Bu bir kod olmalı!
Bu teoriye göre süslemeler potansiyel eşin avantajlı özelliklerinin göstergeleri olacak şekilde evrimleştiler: genel sağlığı, zekâsı ve hayatta kalma becerileri, üstüne bir de bu genlerin bu davranışları destekler bir biçimde yavrulara aktarılacağı gerçeği. Mesela olağandan daha parlak tüylere sahip bir çardak kuşu güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olabilir, bunun yanı sıra bu nadir ve şahsına münhasır ıvır zıvırları bulan çok iyi bir yiyecek arayıcı da olabilir. Bu yüzden güzellik doğal seçilimi çürütmez; tam da onun bir parçası olabilir.
Charles Darwin’in kendisi bu teoriye katılmadı. Doğal seçilimi keşfedenlerden biri ve hayatının büyük bir kısmını doğal seçilimin önemini kanıtlamaya adamış biri olmasına rağmen, doğal seçilimin hiçbir zaman her şeyi açıklayabileceğini iddia etmedi. Süslemeler, Darwin’in iddiasına göre, cinsel seçilim olarak adlandırdığı başka bir sürecin sonucunda ortaya çıktı: Dişiler “kendi güzellik standartlarına göre” en çekici erkeği seçerler ve sonuç olarak erkekler, bedeline rağmen, bu standarta göre evrimleşirler. Darwin hayatta kalma ve estetiğin arasında bir bağ kurulması gerektiğini düşünmedi. Hayvanların kendi çıkarları için güzelliğe değer verebileceklerini düşündü.
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Darwin’in çoğu meslektaşı ve halefi onun bu açıklamasını alaya aldı. Onlara göre hayvanların böyle bilişsel bir zarafete sahip olmaları (ve “kaprisli” dişilerin seçimlerinin türün tamamını şekillendirebilmeleri fikri) saçmalıktı. Hiçbir zaman tamamen unutulmasa da Darwin’in güzellik teorisi büyük ölçüde terk edildi.
Darwin'in Güzellik Teorisi
Şimdi, neredeyse 150 yıl sonra, yeni nesil bir biyolog grubu, Darwin’in göz ardı edilmiş parlak buluşunu tekrardan canlandırıyor. Bu ekibin söylediğine göre güzellik, sağlık ve avantajlı genlerin bir temsili olmak zorunda değil. Güzellik, bazen de rastlantısal seçimlerin göz alıcı fakat anlamsız çiçeklenmesidir.
Hayvanlar çekici olmak için belli özellikler bulurlar: bir kırmızılık, tüylü bir gösteriş... Bu içkin güzellik anlayışının kendisi, hayvanı estetik uçlara doğru iterek, evrimin bir lokomotifi haline gelebilir. Diğer durumlarda, belli çevresel ya da fizyolojik kısıtlamalar hayvanı hayatta kalmayla hiç alakası olmayan estetik tercihlere yönlendirir.
Bu biyologlar sadece güzelliğin nasıl evrimleştiğinin standart açıklamasını yeniden yazmakla kalmıyor, aynı zamanda evrim üzerine düşünme şeklimizi de değiştiriyorlar. On yıllardır doğal seçilim, yani en avantajlı özelliklere sahip olan hayvanların hayatta kalmak ve çoğalmak için en yüksek şansa sahip olmaları gerçeği, Evrim Teorisi'nin tartışmasız en önemli parçası olarak düşünülüyordu. Fakat bu biyologlar, işin içinde doğal seçilimden çok daha tutarsız ve sinsi mekanizmaların da var olduğuna inanıyorlar.
Bir hayvanın yaşam alanının ve yaşam tarzının gözlerinin boyutu ya da keskinliği veya sinirsel devrelerinin sayısı ya da karmaşıklığı üzerinde nasıl bir belirleyiciliğe sahip olduğu üzerine düşünmek yeterli değildir; aynı zamanda bir hayvanın gözlerinin ve beyninin, zaman içinde hayvanın fiziksel formunu ve davranışlarını değiştirerek gerçekliği algılayışını ve dünyayı kendine has deneyimleme biçimini nasıl şekillendirdiğini de sorgulamalıyız.
Gerçekte, hissedebilen hayvanların evrimlerini yöneten iki tür çevre vardır: yaşadıkları dışsal olan ve kurdukları içsel olan. Güzelliğin gizemini çözebilmek ve evrimi bütünüyle anlayabilmek için bu iki dünya arasındaki gizli bağlantıları açığa çıkarmamız gerekir.
Kuşlarda Cinsel Seçilimin Mekanizmaları
Belki de yaşayan hiçbir bilim insanı -ya da kuramcı- Yale Üniversitesinde evrimsel kuşbilimci olarak çalışan Richard Prum kadar ateşli bir Darwin’in cinsel seçilim teorisi savunucusu değildir.
Mart 2017’de “Güzelliğin Evrimi” adlı estetik evrim hakkında kendi şahsi teorisini açıkça ve tutkuyla açıkladığı bir kitap yayınladı. Kurgusal olmayan yazın türleri kategorisinde Pulitzer Ödülü’ne aday gösterildi; fakat bilim camiasında Prum’un fikirleri bu kadar sıcak karşılanmadı. Diğer araştırmacılardan tekrar tekrar geribildirim istediğini; fakat karşılık olarak ya işle ilgili bahaneler aldığını ya da hiçbir cevap alamadığını söylüyor.
Bazıları açıkça eleştirel yaklaşmıştı. Prum’un kitabının akademik bir değerlendirmesinde çardak kuşları alanında dünyanın önde gelen uzmanlarından biri olan Gerald Borgia ve etolog Gregory Ball, kitaptaki tarihsel bölümleri “apolojist” ("düzeltmeci") olarak tanımladılar. Prum’un tezi için güvenilir bir savunma yapmakta yetersiz kaldığını söylediler. Bir keresinde Prum, burrito yedikleri bir öğle yemeği üstüne, teorisini ziyaretçi bir meslektaşına anlattığında, meslektaşı Prum'un teorisinin “hiççilik” olduğunu ileri sürdü.
Kuş Gözlemciliğinin Büyüsü
2018'in Nisan ayında Prum ve ben, kukuletalı ötleğen bulmak umuduyla New Haven’ın 20 mil doğusunda kalan, Long Island Sound’da bulunan 900 dönümlük parçalı, bataklıklı, ağaçlıklı, çayır çimenlikli sahil şeridi olan Hammonasset Sahil Parkı’na gittik. Kuş gözlemcileri yakın zamanda bölgede küçük fakat çarpıcı bir göçebe kuş türü gözlemlemişlerdi. Henüz park etmeden önce bile Prum araba camından gözüne çarpan ya da kulağına çalınan kuş türlerinin isimlerini sayıyordu: balık kartalı, mor kırlangıç, kırmızı kanatlı karatavuk. Ona kuşları nasıl bu kadar hızlı ve bazen de nasıl bu kadar uzaktan bilebildiğini sordum. Bana bunun Abraham Lincoln’ün portresini tanımak kadar çabasız olduğunu söyledi. Prum’un gözünde her kuş ünlüydü.
Elimizde dürbünler, parkın dolambaçlı patikaları boyunca yürüdük ve yavaşça büyük bir ağaç topluluğuna doğru ilerledik. Prum kot pantolon ve kapitone bir ceket giyiyor, bej rengi bir şapka takıyordu. Kalın kaşları, yuvarlak görüntüsü, beyaz ve gri saç tutamları yüzüne baykuşumsu bir hava katıyordu. Gün boyu otlayan zümrüt başlı yaban ördekleri, turkuaz yanardöner başlı kırlangıçlar ve gözleri etrafında toplaşan sarı renkleri, narin pembe gagaları, bronz taçlarıyla kendine has eşsiz süslemeleri olan çeşitli serçe türleri gördük.
Tahta bir patikada, yaprak çöplerini havaya savuran oyuncu bir kuşa rastladık. Prum anında donakalmıştı. Bunun kahverengi bir harmancı kuşu olduğunu söyledi bana. Hareketlerini şefkatli ve hassas bir biçimde betimliyordu: “kırmızımsı kahverengi, benekli göğüs, sarı gözler, kıvrımlı gaga, uzun kuyruk.” Ardından dürbünümle gözlem yapmak yerine, fotoğraf çekmeye çalıştığım için beni azarladı.
İki saatlik yürümemizin ardından, hızlı ve akıcı konuşan Prum cümlesinin ortasında: “İşte orada! İşte orada!” dedi. “İşte kukuletalı! Ağacın tam üstünde!”
- Dış Sitelerde Paylaş
Altın renginde bir şey, yolun karşısında parladı. Dürbünümü gözlerime doğru kaldırdım ve hemen sağımızdaki dallarda aramaya başladım. Onu bulduğumda, nefesim kesildi. Neredeyse mitolojik bir güzelliğe sahipti: yosun yeşili kanatlar, ışık saçan sarı bir gövde ve yüz ve ustalıkla biçilmiş, görünüşünü kontrastla daha da parlak gösteren siyah bir kukuleta. Birkaç dakikalığına durduk ve o zıplayıp ara sıra kuyruğundaki beyaz tüyleri bize doğru sallarken onu izledik. Sonunda uçup gitti. Prum’a böylesi bir hayvanı yakından görmenin ne kadar heyecan verici olduğunu söyledim. “İşte bu!” dedi Prum. “Kuş gözlemciliğinin asıl anlamı işte böyle anlardır.”
Richard Prum Kimdir?
Vermont’un doğu tarafında kırsal bir kasabada büyümüş bir çocuk olan Prum, kendi deyişiyle “şekilsiz bir demode” idi. “Guinness Rekorlar Kitabı”ndan istatistikler okumaya ve ezberlemeye meraklı; fakat özel olarak hiçbir şeye kafayı takmamış biri. Dördüncü sınıfta gözlük takmaya başlamış. Dünya odağına girmiş. Bir kitapçıda kuş gözlemi için bir kılavuza rastlamış ve bu onu açık havaya çıkmaya teşvik etmiş. Kısa süre sonra evinin etrafındaki geniş çayırlarda ve korularda kuş gözlemciliği yapmaya başlamış. İki kuşun seslerinin kayıtlarını tekrar tekrar dinlemiş. Yerel doğa bilimcilerle arkadaş olmuş, çoğunluğu orta yaşlı kadınlardan oluşan bir grupla rutin olarak gezilere gitmeye başlamış (buna uygun olarak, bu kadınların ehliyetleri varmış). Prum 7. sınıfa geldiğinde, yerel eyalet parkında kuş gezilerine liderlik ediyormuş.
Üniversiteye geldiğinde Prum, Harvard Üniversitesi'nin kuşbilimi üzerine olan zengin kaynaklarından yararlanmada hiç vakit kaybetmemiş. Birinci sınıfın ilk haftasında dünya üzerindeki en büyük üniversite tabanlı kuşbilimi koleksiyonuna ev sahipliği yapan, günümüzde neredeyse 400,000 kuş türüne sahip olan Karşılaştırmalı Hayvanbilimleri Müzesi'nin anahtarlarını edinmiş. Şöyle diyor:
Dünya standartlarında bir kuş koleksiyonuyla yetişkinliğimin her bir anında ilişkili oldum. Öğrencilerimle şakalaşıyorum -ama bu bir gerçek- koridor boyunca en az 100,000 ölü kuş göreyim ki aklım iş görebilsin.
Kendisi, şimdi Yale’in Peabody Doğa Tarihi Müzesi’de omurgalı hayvanlar kısmının baş küratörü. Emu benzeri soyu tükenmiş olan 3.5 metre boya ve 225 kilogram ağırlığa sahip Moa kuşunun iskeleti altındaki bir masada, kanişlerin ve tukanların filogenisi ve biyocoğrafyası üzerine bitirme tezini yazmış.
1982’de Harvard’dan mezun olduktan sonra Prum, birçok renge sahip ve eş bulabilmek için yüksek akordan şarkılarla ve jimnastik dans rutinleriyle rekabet eden kuş ailesi Manakinleri gözlemlemek için Surinam’a gitmiş. 1984 yılında Michigan Üniversitesi, Ann Arbor, biyoloji bölümünde yüksek lisans çalışmalarına başlamış; burada titiz anatomi ve davranış karşılaştırmalarıyla Manakinlerin evrimsel tarihlerini baştan yazmaya çalışmış. Bu sırada bir meslektaşı ona cinsel seçilim üzerine bazı araştırma makaleleri göstererek onun ilgisini bu etkileyici fakat göz ardı edilmiş fikrin tarihine çekmiş.
Darwin henüz 30’larına geldiğinde hayvanların birbirlerinin güzelliklerini nasıl algıladıkları konusu üzerine düşünüyordu. 1838 ile 1840 arasında, kendine şöyle bir not düşmüştü:
Dişi kuş en güzel erkek kuşu, en güzel şarkı söyleyeni nasıl belirliyor?
1871 yılında yayımlanan “İnsanın Türeyişi” kitabında cinsel seçilime yüzlerce sayfa ayırdı ve hayvanlar aleminin en dikkat çeken ve kafa karıştıran özelliklerini açıklayabileceğini düşündü: silahlanma ve süslenme.
Bazen, her başarılı neslin avantajlı özellikler bahşedilmiş erkekleri zayıf olan akranları pahasına üredikçe erkeklerin dişiler için vahşice mücadele etmesi bir anlamda evrimsel bir silahlanma yarışına dönüşüyor, gittikçe daha büyük silahlar geliştiriliyordu: savunma dişleri, boynuzlar, çatal boynuzlar... Bunun paralelinde, kendi öznel zevklerine göre en çekici erkeği seçen dişilerin olduğu türlerde erkekler egzotik cinsel süslemeler geliştirdiler.
Şimdi herkesçe biliniyor ki iki cinsiyet de birbirine çok sayıda çeşitli evrimsel baskılar uyguluyor ve bazı türlerde erkek süslenmiş olan dişiyi seçiyor; ama bugüne kadarki üzerine çalışılmış çok sayıda örnek erkeğin sergilemesi ve dişinin seçmesi üzerine.
“Hayatta kalma mücadelesinde” faydalı olan özellikleri muhafaza eden doğal seçilimin aksine Darwin, cinsel seçilimi üreme başarısıyla özellikle ilgili olarak gördü, genellikle hayvanın yaşamını tehlikeye atacak biçimlerde sonuçlandığını düşündü. Tavus kuşunun çok sayıda gözden oluşan, büyüleyici fakat faydasız haleleri, bu durumun temel örneklerinden biriydi ve günümüzde halen cinsel seçilimin maskotu olarak yerini korumaktadır. Darwin şöyle yazıyordu:
Çok sayıda erkek hayvan; en gösterişli kuşlarımız, bazı balıklar, sürüngenler, memeliler ve görkemli kelebek sürüleri güzellik için güzelleştiler.
Darwin’in meslektaşları cinsel egemenlik için iyi silahlanmış erkekler fikrini benimsediler; ama çoğu, hayvan bilinci ve dişinin arzusu üzerine temellendiği için, hayvan estetiği konseptine kısmen tepeden baktı.
Eleştirilerden birinde İngiliz biyolog St. George Mivart “insanın ve hayvanın zihinsel yetileri arasında var olan temel fark”ı ve dişinin “habis feminen kapris”inin kalıcı renkler ve desenler yaratmaktaki yetersizliğini vurguladı. Evrim hakkında Darwin’den bağımsız olarak onunla birçok aynı fikri geliştiren İngiliz doğa bilimci Alfred Russel Wallace de son derece eleştireldi. Wallace, bilhassa Darwin’in öne sürdüğü faydasız güzellik fikrine katlanamamıştı. Şöyle yazıyordu:
Gözlemlenmiş gerçeklerin açıklamasını yapabilmemizin tek yolu, renklerin ve süslenmenin sağlık, zindelik ve genel formda olma haliyle tam anlamıyla bağdaşmasıdır.
Başka bir deyişle süslenme, sadece hayvanların potansiyel eşin sağlığını ölçmede kullandıkları bir sezgi olarak açıklanabilir. Bu düşünce, nihayetinde galip geldi.
Cinsel Seçilim Açısından İşler Değişiyor
1980’lerin başında cinsel seçilimin tarihi hakkında araştırma yaparken Prum, bu konu üzerine İngiliz biyolog ve istatikçi Ronald Fisher tarafından yazılan 1915 tarihli ufuk açıcı bir makale ve 1930 tarihli bir kitap okudu. Ronald Fisher, bu çalışmalarında Darwin’in özgün fikrini daha sofistike bir kalıtım anlayışıyla destekliyordu.
İlk başta Fisher, dişilerin parlak tüyler gibi, şimdilerde sağlık ve dinçlikle bağdaştırılan belli değersiz özelliklere göre evrimleşmiş olabileceklerini öne sürdü. Yavrular hem annelerin seçimlerini hem de babalarının özelliklerini barındıran genleri taşımaya meyilliydi. Zamanla bu genetik korelasyon, uç bir noktaya ulaşıp seçimleri ve özellikleri oldukça abartarak bir kaçış döngüsü yarattı ve güzelliği erkeğin hayatta kalması pahasına yüceltti. 1980’lerin başında evrimsel biyologlar Russell Lande ve Mark Kirkpatrick Fisher’ın teorisine nicelik olarak firari cinsel seçilimin doğada var olabileceğini ve bu kapsamdaki süslemelerin tamamen rastlantısal olup hiçbir faydalı bilgi taşımayabileceğini gösteren matematiksel bir ispat yaptılar.
Fisher’ın seçilimi tamamen göz ardı edilmese de güzelliği amaçsız olmaktan kurtarıyormuş gibi gözüken birçok hipotez tarafından gölgede bırakıldı. Önce İsrailli biyolog Amotz Zahavi “handikap ilkesi” adında, Wallace’ın cinsel süslenme için öne sürdüğü faydacı açıklamasını destekleyen, mantıkdışı bir argüman sundu. Abartılı süslemelerin Wallace’ın öne sürdüğü gibi avantajlı özelliklerin belirtileri olmadığını, bunların bir çeşit test olduğunu iddia etti. Eğer bir hayvan taşıması zor ve metabolik olarak da maliyetli bir süs yüküne rağmen türünün devamlılığını sağlayabiliyorsa, o zaman o hayvan sağlığını ve bir eşi hak ettiğini ispatlamış olur.
Benzer biçimde 1982 yılında evrimci biyologlar W.D. Hamilton ve Marlene Zuk bazı süslenmelerin, özellikle parlak kuş tüylerinin, erkeğin parazitlere karşı dirençli olduğunun ve yavrularına da aynı direnci aktaracağının bir göstergesi olduğunu ileri sürdü.
Çoğu bilim insanı, cinsel seçilimi doğal seçilimin bir çeşidi olarak görmeye başladı. Birçok araştırmacı çekici bir eşi seçmenin ölçülebilen faydalarını kovalamaya katıldı: hem daha iyi ebeveynlik veya daha istenilen bir bölge gibi direkt faydalar; ya da çekici erkeklerin hastalığa dirençlilik ya da ortalamanın üstünde zekâ gibi gerçekten de istenilen çeşitli özellikleri barındıran “iyi genler”e sahip olmaları gibi dolaylı faydalar.
30 yıldan fazla süren araştırmaların sonucunda çoğu biyolog, bu faydaların var olmasına rağmen tekrarlanma sıklığının ve öneminin şüpheli olduğu fikrinde karar kıldı. Kuşlar, balıklar ve kurbağalar üzerine yapılan birkaç ikna edici çalışma gösterdi ki, daha çekici erkekleri seçen dişiler genelde daha dirençli bağışıklık sistemine ve daha çok hayatta kalma şansına sahip yavrular doğuruyorlar.
Her şeyi hesaba katarsak yine de kanıtlar bu konudaki hevese karşılık gelemedi. 2012 yılında 55 tür üzerinde yapılan 90 çalışmanın çözümlemesi, iyi genler hipotezini sadece “şüpheli” bir biçimde destekleyebildi.
Prum, güzel bir eş seçmenin kalıtsal faydalarını gösteren kanıtların yetersiz kaldığını düşünüyor; çünkü ona göre bu tarz faydalar nadir bulunuyor. Rastlantısal güzellik ise, “neredeyse her zaman ve her yerde var”. Yıllar içinde keyfi seçilim üzerine daha fazla düşündükçe, bunun fazlasıyla abartılmış ve sıkıcı doğal seçilimden çok daha güçlü ve yaratıcı bir evrimsel güç olduğuna daha çok ikna olmuş. Şöyle diyor:
Hayvanlar, kendi evrimlerinin aktörleridir. Kuşlar güzeller; çünkü onlar kendilerine güzeller.
Hayvanlarda Güzellik ve Estetik Algısı
1985 yazında, biyologların cinsel seçilime olan ilgilerinin yeniden alevlenmesiyle hemen hemen aynı zamanlarda, Prum ve doğa belgeselcisi Ann Johnson (sonrasında Prum’u kocası olarak "seçecektir") Ekvador’a gittiler ve Manakinleri incelemeye devam ettiler.
İlk sabah, sisli bir ormandan geçerlerken, Prum olağan dışı, zil sesi benzeri, papağanların mırıldanmaları sandığı notalar duymuş. Aynı günün ilerleyen saatlerinde aynı yolda yine garip sesler duymuş ve ormanın içine doğru o sesleri takip etmiş. Bu seslerin kaynağının tarçın renkli gövdeli, kırmızı başlıklı ve siyah beyaz kanatlara sahip erkek bir kulüp kanatlı Manakin olduğunu görünce büyülenmiş. Manakin, dişilere kur yaptığını gösterir halde şovmence etrafta zıplayıp duruyormuş. Gırtlağından şarkı söylemek yerine kanatlarını gövdesinin arkasında kaldırıp sürekli açıp kapatıyor ve kızgın bir biçimde tüylerini birbiri üstüne titretip iki elektronik bip sesi, ardından da keskin bir vızıltı sesi çıkarıyormuş, Prum’un aktarmasıyla “Bip-Bip-WANNGG!”
O zamanlar Prum, henüz güzelliğin evrimselliği teorisini tamamen geliştirmemiş; fakat hemen o anda, tok kanatlı manakinin doğanın hayvanları estetik sınır uçlara itme kapasitesinin bir sembolü olmasından şüphelenmiş. Kuşun kendine has titreşimi onu yıllar boyunca kovalamış.
2000’lerin başında Prum Kansas Üniversitesinde biyoloji profesörü olduğunda o ve onun yüksek lisans öğrencisi Kimberly Bostwick, kurlaşma taleplerinin kuşun anatomisini ciddi bir biçimde değiştirdiğini, onu canlı bir kemana dönüştürdüğünü açığa çıkardı. Erkek kulüp Manakinleri saniyede birbirine 100 kez sürtünebilen buruşuk tüylere sahipler; bir sinekkuşunun kanat çırpışından daha hızlı! Bunun yanında, kuşların büyük çoğunluğu uçmalarına hizmet eden hafif, oyuk kemiklere sahip. Bostwick, yakın zamanda CT görüntüleri aracılığıyla erkek kulüp Manakinlerinin yoğun titreşimlere dayanabilmek için sahip olmaları gereken sağlam dirseklerini- kanat kemikleri- gösterdi. Dişi Manakinler de buna benzer anomalileri kalıtım yoluyla kazanmışlardı.
Tok kanatlı Manakinlerin havadaki becerilerine dair henüz yayımlanmış bir çalışma olmasa da, Prum gözlemlerden yola çıkarak bariz bir biçimde bu kuşların garip uçtuğunu söylüyor; dişilerin bile! Güzelliğin kendini devam ettirme baskısının tüm türün hayatta kalmasına engel yarattığını iddia ediyor. Dişiler, erkeklere kur yapmadığı için, eğri kemiklerin ve tüylerin potansiyel bir avantajı olamazdı. Son kitabında şöyle yazıyor:
Cinsel arzunun ve seçimin bazı evrimsel sonuçları uyarlanabilir değildir. Bazı sonuçlar tamamen gözden düşmüştür.
Estetik Evrim Teorisi ve Hayatta Kalma Mücadelesi
Sonrasında Prum’un duyma yetisi azaldıkça, saha araştırması ve kuş gözlemciliğinden çekilmiş; fakat buna rağmen birçok çığır açan bilimsel keşif yapmayı başardı: Tüylerin kuşlarda ortaya çıkmasından çok daha önce dinozorlarda evrimleştiğinin doğrulanmasına yardımcı oldu ve fosilleşmiş tüylerde korunmuş olan pigment moleküllerini inceleyerek bir dinozorun tüylerindeki renkleri belirleyen ilk bilim insanlarından biri oldu.
Bu süre zarfında da cinsel seçilim üzerine düşünmekten hiç vazgeçmedi. Prum, resmi olarak Estetik Evrim Teorisi'ni 1997 ve 2015 yılları arasında yayımladığı bir dizi bilimsel makaleyle sundu ve tüm cinsel süslenmelerin ve tercihlerin faydacı oldukları ispatlanana kadar rastlantısal olarak değerlendirilmeleri gerektiğini ileri sürdü.
Yakın zamanda Pulitzer ödülüne aday gösterilmesine rağmen Prum halen akademik meslektaşlarının hissettirdikleri küçük görmelerinden dolayı incinmiş hissediyor. Fakat cinsel seçilim alanında birçok araştırmacıyla konuştuktan sonra, Prum’un meslektaşlarının onun çalışmalarının gayet farkında olduklarını ve birçoğunun da argümanının temel ilkelerinden bazılarını halihazırda kabul ettiklerini öğrendim: doğal ve cinsel seçilimin aynı süreçler olması ve en azından bazı vakalarda güzelliğin bireyin sağlığı ya da dinçliği hakkında hiçbir şey ifade etmemesi gibi temel ilkeler...
Aynı zamanda neredeyse konuştuğum her araştırmacı, Prum’un rastlantısal seçimleri ve Fisher’ın öne sürdüğü seçilimi diğer tüm ihtimalleri gölgede bırakması açısından abarttığını söyledi. Konuşmada Prum’un dehası apaçık ortadaydı; fakat dogmatik olmaya eğilimliydi, bazen kendisiyle uyuşmayan bir argümanı reddetmek için konuşmayı bölerdi. Belli güzellik formlarının hayatta kalma açısından avantajlarla ilişkili olması ihtimalini kabul etmesine rağmen, bu konuyla ilgili önemli bir araştırmaya dahil olmaya pek de ilgili değildi. Ona “iyi genler” ve diğer yararları için en güçlü desteği veren çalışmaların hangileri olduğunu düşündüğünü sorduğumda bir süre durakladıktan sonra en sonunda bana literatür taramanın kendi işi olmadığı cevabını verdi. Darwin gibi, Prum da estetik tercihlerin sonuçlarından o kadar büyülenmişti ki, kökenlerini çoğunlukla görmezden gelmiştir.
Hammonasset Plajı Eyalet Parkı’ndaki kuş gözlemimizin sonlarına doğru tok kanatlı Manakinler hakkında konuşmaya başladık. Prum’a onların evrimsel tarihleri hakkında sorular sordum. Prum’a göre çok zaman önce kuşun kur dansının önceki versiyonlarından biri şans eseri tüylerden gelen bir hışırtı sesi çıkardı. Zaman içinde bu ses dişiler oldukça çekici gelmeye başladı ve bu durum da erkeklere tüy hışırtılarının daha yüksek sesli ve fark edilir bir biçime dönüşmesi için baskı yaptı ve bu uzun kuyruk hışırtılarıyla sonuçlandı.
Ama neden dişiler en başta özellikle bu sesten etkilensinler ki diye sordum Prum’a. Prum’a göre bu cevapsız- bu yüzden de üzerine düşünmeye değmeyen bir soruydu.
Her şeyin belli bir nedensel açıklaması yoktur.
Prum’un estetik beğeninin nihai kaynağına olan kayıtsızlığı büyük teorisinde şüpheli bir boşluk yaratıyor. Çoğu güzelliğin rastlantısal seçimlerden ortaya çıktığını kabul etsek bile yine de, bu tarz seçimlerin neden en başta var olduğunu açıklamamız gerekir.
Bir hayvanın kalıtsal olarak şakımalı çiftleşme çağrısına ya da parlak sarı tüyleri beğenmeye meyilli olması ihtimali ve bu tercihlerin avantajlı genlerden bağımsız olmaları kesinlikle makul. Yine de bu meyiller tartışmasız, hayvanın beynini ve duyu organlarını belli çevresel koşullara adapte eden, uzun yıllar süren evrimsel tarihinin nörobiyolojik sonuçları.
Teoriyi Teste Tabi Tutmak...
Geçmiş 20 yılda bir grup biyolog kendilerini bir hayvanın “duyu önyargıları”nın -ekolojik yeri ve dünyayı öznel olarak deneyimleme biçimi- onun görünüşünü, davranışlarını ve isteklerini nasıl şekillendirdiğini araştırmaya adadılar. Güzelliğin uyarlanabilir olması gerekmediği konusunda Prum ile aynı fikirdelerdi. Ama Prum’un kapris gözlemlediği yerde, onlar nedensellik aradılar.
Austin’deki Teksas Üniversitesinde bütüncül biyoloji profesörü olan Molly Cummings, duyusal ekoloji alanında önde gelen bir araştırmacı. Geçen bahar onu ziyaret ettiğimde bizi birkaç büyük beton havuzun olduğu, çim bir açık alan olan laboratuvarlarından birine götürdü. Havuzun yüzeyi yumuşak alglerle ve pembe su zambaklarıyla öylesine kaplanmıştı ki suyu zar zor görebiliyorduk. Cummings görüşümüzü doğru açıya yönlendiren gölgeli bir iç taraf açmak için bitkilerin bir kısmını temizledi.
Bakalım koca güzel oğlanlardan birini bulabilecek miyim?
Ataç büyüklüğünde bir balık bize doğru yüzmeye başladı. Daha yakından bakabilmek için öne doğru eğildim. Gümüş rengi gövdesi siyah bir noktayla ve yanardönerli mavi bir çizgiyle süslenmişti; bir şövalyenin kılıcına benzeyen uzun kuyruğunda sarı çizgiler vardı. Cummings şöyle dedi:
İşte burada kur yapan biri var. Şu dişiye doğru gidip onu etkilemeye çalışıyor.
Erkek kılıçkuyruk fark edilmek için sarf ettiği çabayla neredeyse manik gözüküyordu. Dişinin önünde bir öne bir arkaya fırlayıp duruyor, gidip geldikçe yalpalayıp titriyor, pulları karanlığı kıran ışık hangisiyse onu yansıtıyordu.
Kısa bir süre sonra raflarca balık tanklarının sıralandığı odaların olduğu ve Ernst Haeckel’in göz alıcı deniz anası illüstrasyonlarının duvarlar boyunca dalgalandığı kampüs laboratuvarına geri döndük. Tesisi turlarken Cummings bana kariyerinin çizdiği yayı anlattı.
Stanford Üniversitesinde lisans öğrencisiyken dünyaca ünlü Monterey Bay Akvaryum’una komşu olan Hopkins Marine Station’da bir yazını yosunların içinde tüplü dalış yaparak geçirmiş. Üniversiteden sonra Avustralya’nın Townsville kentindeki James Cook Üniversitesine taşınmış ve burada deniz ekolojisi çalışmış; hayvanın ortamındaki ışık çeşidinin onun görüş sistemini nasıl şekillendirdiğiyle ilgilenen biyologlar John Lythgoe ve John Edler’ın çalışmalarını keşfetmiş.
Cummings Kaliforniya ve Avustralya’da gözlemlediği balıklar üzerine düşünmüş. Surfperch balığının yosunların içindeki dinamik güzelliği onu hayrete düşürmüş: derilerinin rengi ve parlaklığı üzerinden iletişim kurmaları, karşı cinsin ilgisini çekebilmek için mavi, gümüş ve turuncu renkli ışıklar çakmaları. En az bu kadar etkileyici olan bir diğer şey ise su habitatlarının çeşitliliğiymiş. Suyun bazı kısımları pırıl pırıl ve berrakken diğer kısımları yosun çamurlarıyla bulanıklaşmış. Avustralya’da güneş birçok canlı renklere sahip mercan balığını ışıklarıyla neredeyse her daim yıkıyor; ama onlar mercan bir kaleidoskopik perde arkasında yaşıyorlar. Eğer evlerindeki ışık ve mekân bu kadar çeşitliyse balıklar nasıl etkili ve kalıcı cinsel süslemeler geliştirebiliyorlardı?
Cummings 1993’de Avustralya’da lisans üstü diplomasını aldıktan sonra Santa Barbara kentindeki Kaliforniya Üniversitesinde doktoraya başlamış. Birkaç yıl boyunca surfperch balıklarının belli bir türü üzerinde çalışmış, Plexiglas korumalı camlı tayfölçer ile değişik habitatlardaki ışıkları ölçmek ve tanımlamak için defalarca yosun bataklıklarına dalmış. Geceleri surfperch’leri sersemletmek ve onları laboratuvara götürmek, aynı zamanda onu takip eden ve ürkmüş balıklardan kendine yemek çıkarmaya çalışan aç fokları etraftan uzaklaştırmak için güçlü dalış ışıkları kullanırmış. Yüzlerce dalış ve titiz ölçümler sonucunda Cummings suyun kendisinin balık güzelliğinin evrimine öncülük ettiğini keşfetmiş. Bir dişinin mavi veya gümüş rengi bir ışıltıyı seçmesi rastgele değil; bu seçim su altındaki oyuklarının içinden geçen belirli bir dalga boyuna sahip bir ışığın sonucuymuş. Hangi erkek bu dalga boylarını en iyi yansıtacak skalaya sahipse onun dişinin ilgisini çekmesi çok daha olası hale geliyormuş.
Cummings çalışmalarında loş ortamlarda ya da bulanık sularda yaşayan surfperch’lerin genelde parıltılı süslemeleri, değişken parlaklıklı ortamlarda yaşayan surfperch’lerin koyu renkli süslemeleri tercih ettiğini gösterdi. Sonrasında Cummings berrak suyun gelen gün ışığını güçlü bir biçimde polarize ettiği nehirlerin üst kısımlarında yaşayan Meksika kılıçbalıklarının yanardönerli mavi çizgiler gibi polarize ışığı yansıtmaya özelleşmiş süslemeleri olduğunu buldu. Bu bulgular Trinidad’da yaşayan dişi gupilerin ilk zamanlarda ara sıra suya düşen besleyici portakal meyvesine bir beğeni geliştirmelerinden ötürü turuncu beneklere sahip erkekleri seçtiklerini öne süren çalışmalarla paralellik gösteriyordu. Cummings şöyle diyor:
Bazı insanlar dişi tercihlerinin bir şekilde ortaya çıktığını düşünüyorlar. Ama çoğu vakada göz ardı edilen şey bu tercihlerin çevresel kısıtların bir sonucu olması. Bu seçimler her zaman rastgele değildir.
Bir hayvanın çekici bulduğu şey çevresinin özgül özelliklerden çok daha fazlasına bağlıdır, ama çekicilik aynı zamanda bu özelliklerin farkındalığın sınırını geçmesi olarak da tanımlanır. Bizim bir çiçeğe baktığımızda gördüğümüzle bir yaban arısının bir çiçeğe baktığında gördükleri arasındaki farkı düşünün. Böcekler de bizim gibi renkli görme yetisine sahiptir. Bizden farklı olarak böcekler, ultraviyole ışınları da görebilirler. Çoğu bitkide, ultraviyole ışınları absorbe eden ya da yansıtan çiçeksi kısımlar evrimleşmiştir; halka, mercek ve yıldız yağmuru şeklinde desenler oluşturmuşlardır. Çoğu hayvan bu süslemeleri görmez, ama çoğu tozlayıcının gözünde onlar mutlak birer işaret sinyalidir. Bize görünmez olan koca bir çiçek güzelliği boyutu vardır ama biz ultraviyole ışınlara maruz kalmadığımız için bize görünmez değillerdir; bizim onları algılamak için uygun biyolojik donanımımız yoktur.
Güzelliğin Çekiciliği
Cummings’inkinden birkaç kat aşağıda ofisi ve laboratuvarı olan zooloji profesörü Michael Ryan, 30 yıldan uzun bir süre boyunca hayvanların dış görünüşlerindeki olağandışılığın hayvanın estetik tercihlerini nasıl etkilediğini araştırdı- bu çalışmalarını son kitabı “A Taste for the Beautiful” kitabında detaylandırdı.
1978’den beri Ryan túngara isimli çamur renginde bir kurbağa türünü gözlemlemek için Panama’ya gidiyor. Kulüp kanatlı Manakinler gibi túngara’nın da görsel güzelliği olmasa da kendine has bir havası var. Erkek túngara kurbağaları alacakaranlıkta su kenarlarında toplaşıp dişi kurbağaları cezbetmek için şarkı söylerler.
Çiftleşme çağrılarının iki elementi vardır: Esas kısım ciyaklama olarak adlandırılır, tam olarak minyatürleştirilmiş lazer silahı sesine benzer; bazen bu, gurklama olarak bilinen bir veya birden fazla kısa bağırtılarla devam eder. Uzun ve karmaşık çiftleşme çağrısı risklidir: kurbağa yiyen yarasaları cezbeder. Yine de bunun yüksek bir kazancı vardır. Ryan gösterdi ki gurklamalarla takip edilen ciyaklamalar dişilerin tek başına ciyaklamalara göre 5 kat daha fazla ilgisini çekiyor. Peki neden?
Uyarlanabilir güzellik modeline göre gurklamalar erkeğin sağlığına ilişkin bir şeyler taşımak zorundadır. Aslında daha derin ve seksi gurklayabilen daha büyük erkek kurbağalar çiftleşme konusunda daha beceriklidir çünkü onlar dişi kurbağaların boyutlarına daha yakındırlar. (Kurbağa çiftleşmesi hileli bir meseledir ve ufak erkeğin hedefini kaçırma ihtimali daha fazladır.) Dahası, túngara kurbağasının gurklamanın baskın frekansına daha yakın olan 2,200 hertz ses çıkarabilen bir iç organı vardır. Bu unsurlar gösteriyor ki túngaraların su birikintilerinin kıyısındaki serenatları uyarlanabilir eş seçimine bir örnektir: Dişilerde gurklamalara duyarlı kulaklar evrimleşmiştir; çünkü bu gurklamalar en büyük ve seksüel olarak en donanımlı erkeğe işaret ederler.
Ryan’ın araştırması daha ilginç bir hikâyeyi gözler önüne serdi. Túngara kurbağalarının soy ağaçlarını incelediğinde, bu kurbağalarla yakından akraba olan 8 kurbağa türünün de 2,200 hertz’lik frekanslara duyarlı olan kulak içi organlarının olduğunu keşfetti, fakat hiçbiri çiftleşme çağrısında gurklamıyordu. Ryan, çok uzun zaman önce bu türün atalarının çok önceden terk edilmiş bir amaç için hemen hemen 2,200 hertz’e duyarlı bir iç kulak geliştirdiklerini düşünüyor. Túngaralar sonradan bu unutulmuş duyma kanalını muhtemelen rastgele bir biçimde yeniden canlandırdılar. Ciyakladıktan sonra birkaç nota daha gurklayan erkekler istemsizce dişiler tarafından daha çok tercih edildiler; çiftleşmeye daha uygun oldukları için değil, basitçe daha dikkat çekici oldukları için.
Amaçsızlık, Rastlantısallık Demek Değildir!
Cummings’in çalıştığı pırıl pırıl pulları olan surfperch’ler ve kılıç balıkları gibi túngaraların da masraflı çiftleşme çağrıları sağlık veya dinçlikle ilgili pragmatik herhangi bir bilgiyi iletmek için evrimleşmedi. Ama bu, bu özelliklerin rastlantısal olduğu anlamına gelmiyor. Bunlar hayvanın çevresi, anatomisi ve evrimsel mirasının kendine özgü ve görülebilir yönlerinin sonuçları. Ryan şöyle diyor:
Bu fikri 1990 yılında ortaya attığımda tam bir bozguna uğradım. Fikrim çok kişi tarafından eleştirildi. Ama şimdi duyusal eğilimlerin bu seçimlerin evrimleşmesinde önemli bir rol oynadığı düşünülüyor.
Hammonaset’deki yürüyüşümüzde kıyı boyunca kayalıklardaki su kuşlarını överken Prum’a duyusal eğilimler hakkında ne düşündüğünü sordum. Bu eğilimlerin yüksek olasılıkla cinsel süslenmelerin bu şaşırtıcı çeşitliliğini ve mizaçsal farklılıklarını açıklayamayacağını söyledi; yakın akraba serçe türlerinin kendine has süslenmelerinin olması gibi mesela. Prum duyusal eğilimleri, kendi estetik evrim teorisini kabul etmeyi reddeden herhangi bir çeşit baskın “uyarlanabilir paradigma”ları devam ettiren bir yol olarak görüyor. İlginç bir biçimde, Prum ve Ryan birbirlerinin çalışmalarını son kitaplarında hiç bahsetmiyorlar.
Güzellik Neden Evrimleşti?
Prum’un ve meslektaşlarının fikirlerinin benzerlikleri ve ayrıştıkları noktalar üzerine kafa yorarken, Prum’un kitabındaki bir pasaja dönüp durdum. 2010 yılında Prum ve meslektaşları karga büyüklüğünde bir dinozor olan Anchiornis huxleyi’nin hoşça süslenmiş olduğunu ortaya çıkardılar: gri gövde tüyleri, koyu kestane rengi kafa tüyleri ve siyah pullarla süslü uzun beyaz kanatlar.
Dinozorların neden başlangıçta tüylerinin olduğu bilim insanlarının uzun süre kafasını karıştırdı. İlk başta, kabarık ince tüy katmanlarının, civcivin tüyleri gibi, suyu geçirmeyip vücut sıcaklıklarını korumalarına yardımcı olabildiğini düşündüler. Peki Anchiornis’te keşfedildiği gibi geniş, yassı tüylerin gelişimini ne açıklayabilir?
Sezgisel cevap uçmak olacaktır; fakat ilk yüzeysel tüyler muhtemelen kuşların tüylerindeki aerodinamiği sağlayan o belirli asimetriden yoksun, uçmak ya da havada süzülmek için oldukça basit kalacaktır. Prum kitabında gittikçe destek gören alternatif bir hipotezi savunuyor: Daha büyük kuş tüyleri daha güzel olmak için evrimleşmiştir.
Kabarık ince tüylerin estetik imkanları sınırlıdır. Prum şöyle yazıyor:
Yine de yenilikçi yüzeysel tüylü kanatlar, iyi belirlenmiş iki boyutlu bir düzlemde her tüyle birlikte karmaşık renk desenli yepyeni bir dünyanın yaratılmasına imkân sağlar.
Bir zaman sonra, büyük gösterişli tüyleri uçmak için tercih ettiler - ki bu da muhtemelen bazılarının 66 milyon yıl önce gerçekleşen kitlesel yok oluştan sağ kurtulmalarının temel sebebi. Kuşlar bir zamanlar değersiz bir süsten ibaret olan bir şeyi, gezegendeki en başarılı adaptasyonlar birine dönüştürdüler: bir okyanus mesafesini aşabilen albatrostan torpido siluetine sahip dalışçı şahine. Yine de tüylerini eşsiz bir gösteri için araç olarak kullanarak stil anlayışlarını hiç terk etmediler. Bu bağlamda tüy, sadece doğal ya da cinsel seçilimin bir ürünü olarak sınıflandırılamaz. Tüy, ikili yapısıyla, iki güçlü ve eşdeğer biçimde önemli evrimsel gücün birleşimini barındırır: yararlılık ve güzellik.
Konuştuğum çoğu bilim insanı, uyarlanabilir süslenme ve rastlantısal güzelliğin eski karşıtlığının “iyi genler” ve Fisher’ın seçiliminde olduğu gibi çok katmanlılığın altını çizen modern kavramsal sentezle yerinden edildiğini söyledi. Teksas A&M Üniversitesinde evrimsel biyolog olan ve “Eş Seçimi” isimli yeni bir akademik kitap cildinin yazarı Gil Rosenthal şöyle diyor:
Güzellik birçok farklı mekanizmadan ortaya çıkan bir olgudur. Son derece katmanlı bir süreçtir.
Çevre; hayvanın dünyayı nasıl deneyimlediğini belirler, uyarlanabilir ve rastlantısal tercihler üretir, bazen uyumsuz biçimlerde de olsa hayvanın biyolojisini değiştirmek için geri sarar, hayvanın anatomisini kısıtlar. Güzellik, evrimin, yaşayan bir organizmanın baskın tabiatı üzerinden tekrar eden bir şekillendirme işlemi ya da tesadüfi olayların coşkun bir birleşiminden ibaret olmadığını ortaya koyar. Daha ziyade evrim; fizik, biyoloji ve kavrayıştaki her hareketli parçanın birbirini incelikli ve derin bir biçimde etkilediği, saat benzeri girift bir mekanizmadır. Dişlilerin parçaları öyle sayısız ve dinamiktir ki -aynı zamanda bu onları iyi ve kötü tesadüflere oldukça savunmasız kılar- sonu olmayan bu dizideki tek bir sonuç bile bilimin kafasını asırlarca karıştırır.
Çiçekler Neden Güzeldir: Evrimsel Psikoloji, Güzelliğin Matemetiği ve İnsanın Evrimi
Austin’deki son günümde park boyunca yürürken bir mor karatavuğun çimenlikteki böcek avına rast geldim. İlk bakışta tüyleri gözüme kömür karası gözüktü, ama hareket ettikçe denizin yüzeyinde yüzen bir yağ tabakası gibi bütün renklerde parladılar. Arada sırada bir yerde durup göğsünü şişirip paslı salıncak sesi gibi bir ses çıkardı. Etraftaki yiyecekler onu tatmin etmemiş olacak ki, benim varlığımdan da rahatsız, uçup gitti.
Yokluğunda ilgim anında varlığının gölgede bıraktığı başka bir şeye kaydı- altın renkli bir hasekiküpesi çalılığı. Belli bir mesafeden çiçekleri büyük ve çarpıcı uzun parlak şeridimsi kuyruğu olan kuyrukluyıldızların Ortaçağ temsillerine benziyordu. Yakından baktığımda tek bir çiçeğin karmaşıklığı bile beni büyülemişti: bir meleğin trompetine benzeyen ve birikmiş nektar gibi, beş tüpümsü taç yaprak kümesiyle çevrelenmiş büyük bir sarı yıldız. İnce tellerle bezeli bir polen kümesi en merkezden uçuştu. Yukardan bakıldığında çiçekler, gagalarını birbirine bastıran ve tüylerini kabartan minik kuşların oluşturduğu bir kümeye benziyordu. “Hasekiküpesi” ismi Latince “kumru gibi” tamlamasından geliyor.
Çiçekler neden güzeldir? Ya da daha net sormak gerekirse: Çiçekler, bize neden güzel gözükürler?
Bu soru hakkında düşüncemi ilerlettikçe, güzelliğin kendi doğasından daha da fazla konuşuyormuşuz gibi geldi. Filozoflar, bilim insanları ve yazarlar bin yıllar boyunca güzelliğin özünü tanımlamaya çalıştılar. Ortaya koyduklarının çeşitliliği bu görevin muazzam zorluğunu gözler önüne seriyor. Güzelliğin bir harmoni olduğunu söylediler; iyilik, ilahi mükemmeliyetin bir tezahürü; aşka ve arzuya sebep olan bir çeşit haz ve M=O/CM=O/C (MM estetik değeri, OO düzeni, CC karmaşıklığı sembolize eder).
Evrimsel psikologlar, uyarlanabilir mantığı davranışın ve güzelliğin her yönüne uyarlamaya oldukça istekli bir biçimde, insanın güzellik algısının antik adaptasyonlardan ortaya çıktığı yorumunda bulundular: Belki de erkekler büyük memeli ve dar kalçalı kadınları bu özellikler daha yüksek oranda doğurganlığa işaret ettiği için beğendiler; simetrik yüzler sağlıkla ilişkilendirildi; belki bebekler dayanılmaz bir biçimde tatlılar çünkü onların çocuksu özellikleri beynimizdeki bakıcılık devrelerini aktive ediyor.
Bu iddialar bazen komik kaçabiliyor: Filozof Denis Dutton dünya üzerindeki insanların belli bir manzaraya- ağaçlar, su ve doğal hayatı barındıran çim alan- yönelik içgüdüsel bir beğeniye sahip olduğunu ileri sürdü, çünkü bu tarz yerler insanların evrimleştiği Pleistosen savanlarını anımsatıyordu. Bir TED konuşmasında Dutton, bu evrensel olarak sevilen manzarayı resmeden kartpostalların, takvimlerin ve resimlerin genelde yere doğru çatallanan ağaçlara sahip olduğunu, sebebinin de atalarımızın avcılardan kaçmak için bu alçak dalları tırmanmaya elverişli bulduklarını ifade etti.
Tabii ki bütün hayvanlar gibi, bizim de evrimin bir sonucu olmamız su götürmez bir gerçek. Beyinlerimiz ve duyu organlarımız en az diğer hayvanlarınki kadar etki altında. Kalıtsal anatomimiz, fizyolojimiz ve içgüdülerimiz kuşkusuz güzellik algımızı şekillendirdi.
Richard Prum ve Michael Ryan en son çıkan kitaplarında hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan araştırmaları sentezleyip bizim kendi estetik beğenilerimize dair muhtemel evrimsel açıklamalar bulmaya çalıştılar. Ryan özel olarak doğuştan gelen hassasiyetlerimizle ve beyinsel yapımızın eğilimleriyle ilgilendi; mesela görme sistemimizin simetriyi fark etmeye nasıl programlanmış olabileceğini açıkladı. Prum insanlarda, kuşlarda olduğu gibi birçok farklı çeşit fiziksel güzelliğin ve cinsel arzunun sağlıkla ya da doğurganlıkla ilişkisi olmadan ama birlikte evrimleştiğini iddia ettiği teorisini vurguladı.
Şahsi argümanlarını karmaşıklaştıran şey ise insan kültürünün kuvvetli gücü. Tür olarak, sembollerle, ritüellerle ve sanatla o kadar iç içeyiz -ve sürekli değişen tarzdan o kadar etkileniyoruz- ki bir estetik tercihin ne kadarının kültürel etkileşimden ziyade evrimsel tarihe dayandığını belirlemek hemen hemen imkânsız hale geliyor.
Belki de diğer estetik takıntılardan çok daha fazla olarak çiçekler, güzelliği tek bir teorik çerçevede korumaya çalışmanın anlamsızlığını açığa çıkarıyorlar. Çiçeklerin nasıl ortaya çıktığını ve nasıl onları severek yetiştirildiğimizi düşünün: 150 milyon yıl önce polen üreten birçok bitki polenlerini yaymak ve üremek için rüzgâra bağımlıydı. Fakat belli böcekler, bu protein zengini polen tohumlarını yemeye başladı, farkında olmadan bu polenleri bir bitkiden diğerine taşıdılar. Bu değişken hava akımından çok daha etkili bir araç haline geldi. En fazla ve en açık polen kaynağına sahip olan bitkiler özellikle başarılı oldular. Aynı şekilde polen bulmada becerikli olan böcekler akranlarına kıyasla avantaj elde ettiler.
Birlikte evrimleşmenin uzun süreci boyunca bitkiler ve polen taşıyıcılar birbirlerine dönüştüler. Bazı bitkiler yapraklarını, polenin yerini belli eden küçük bayraklar olan ilk çiçeklere dönüştürmeye başladılar. Çarpıcı renkler ve ayırıcı şekiller yeşilliğin içinde öne çıkmalarını sağladı. Güçlü aromalar ve ultraviyole işaret ışıkları polen taşıyıcılarının duyularına hitap etti. Nektar, işi tatlılaştırdı.
Böcekler, kuşlar ve memeliler erişim için yarışmaya başladılar; çiçeksi gıdaları araştırmaya daha elverişli kanat, dil ve beyin geliştirdiler. İki taraftan baskı yoğunlaştıkça bitkiler ve polen taşıyıcılar artan biçimde birbirlerini estetik ve uyumsal uçlara iten belli ilişkiler geliştirdiler- bir böcek gibi vızlayan ve havada gezinen bir kuş, dişi bir arının kokusunu ve görünüşünü taklit eden bir orkide gibi.
Milyonlarca yıl sonra çiçekler bir başka türü daha büyüledi. Belki ilk çekim, tamamen faydacıydı: meyve veya tohum vaadi. Belki biz renk, form ve aromanın ahengine kapılmıştık. Her ne olursa olsun, birçok çiçeksi bitkiyi gittikçe büyüyen evcilleştirdiğimiz türler çemberine kattık. Onları seralara ve laboratuvarlara getirdik, doğal güzelliklerine övgüler yağdırdık, kendi bireysel zevklerimize göre yeni melezler yarattık ve özelliklerini kendimize göre şekillendirdik. Orkide çılgınlığına ve lale düşkünlüğüne kapıldık ve hala tam olarak iyileşemedik. Çiçekler bizim için özür olarak ortaya çıktı fakat bir fenomene dönüştüler.
Sonuç
Eğer güzellik hakkında evrensel bir gerçeklik, yani her çeşit çekiciliği ve zarafeti kendinde barındıran öz ve zarif bir konsept varsa, henüz doğayı bunu tespit edebilecek kadar anlamadığımızı söyleyebiliriz.
Güzellik olarak adlandırdığımız şey basitçe şu ya da bu değil, tamamen amaçsal ya da tamamen rastlantısal da değil, basit bir özellik ya da hissiyat da değil.
Güzellik, algılayan ve algılanan arasındaki bir diyalogtur. Güzellik, bir çiçeğin cüretine dünyanın verdiği cevaptır.
Geniş ve derin bir düğün çiçeğinin arının dudaklarından dökülüşüdür; yağlı boya ve tuvalde su zambaklarını resmetme dürtüsüdür; mezarlığa güller koyma gereksinimidir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
Soru & Cevap Platformuna Git- 6
- 4
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- Çeviri Kaynağı: The New York Times | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/12/2024 19:59:40 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/8019
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.
This work is an exact translation of the article originally published in The New York Times. Evrim Ağacı is a popular science organization which seeks to increase scientific awareness and knowledge in Turkey, and this translation is a part of those efforts. If you are the author/owner of this article and if you choose it to be taken down, please contact us and we will immediately remove your content. Thank you for your cooperation and understanding.