Canlılığın Oluşumu, Koaservatların "Canlanması", Gelişimleri, Dağılımları: Evrimin Abiyogenez Sürecindeki Rolü Nedir?
Canlılığın Cansızlıktan Evriminin Kısa ve Dar Bir Özeti...
Size bundan önceki yazılarımızda canlıları cansızlardan ayıran özelliklere sahip molekülleri tanıtmaya ve "canlılığın" nasıl başladığını anlatmaya çalıştık. Umarız bir miktar da olsa başarılı olabilmişizdir. Çünkü bu yapıları anlamak ve tanımak, bizlerin “neden” canlı olduğumuzu anlamaktaki en temel noktadır. Bunu anladıktan sonra üzerine bilgileri kurmak çok daha kolay olacaktır. Bu yazımızda, buraya kadar anlattıklarımızı sizlerin gözünde biraz daha net bir şekilde canlandırabilmek için bir konu özeti yapacağız ve yazı dizimizi, canlılığın ilk noktasına ulaşmış şekilde noktalandıracağız. Dizi içerisinde ilerleyen yazılarda bazı diğer genel sorulara cevaplar verebiliriz; ancak buraya kadar anlattıklarımız ve burada vereceğimiz özet, canlılığın nasıl cansızlıktan evrimleştiğini en azından temel düzeyde anlamanıza yardımcı olmuştur diye umuyoruz.
Şimdi Dünya’nın ilk koşullarını tekrar düşünmenizi rica edeceğiz. Bu ilkin koşulları sizlerle daha önceki yazılarımızda paylaşmıştık. Ancak yazı dizisinin bu yazısına kadar okuyanlar, şu anda çok daha fazla bilgiye sahipler ve bunları kullanarak çok daha sağlam bir algıya ulaşabilirler. Bu yüzden bu canlandırmayı yinelemek istiyoruz.
Düşünün ki her şey bugünküne göre çok daha fazla kaotik (düzensiz) bir yapıda ve sürekli yeni moleküller, jeolojik yapılar, atmosferik koşullar, vb. oluşuyor. Yıldızlarda yüksek sıcaklık ve basınçta, kuantum mekaniği yasalarının etkisiyle oluşan elementler, yıldızların ömürlerini tamamlamaları sonucu oluşan devasa süpernova tipi patlamalarla evrenin derinliklerine saçılıyorlar. Bu elementler, gezegenlerin ve gök cisimlerinin üzerine adeta yağmur gibi yağıyor. Evren, kendi yarattığı malzemelerden besleniyor ve karmaşıklaşıyor. Bundan kendi payına düşeni de alan gezegenimiz Dünya'da da, ilk değişimler başlıyor. Element çeşitliliği, dolayısıyla da kütlesi giderek artan gezegenimiz, kaotik koşulların etkisinden halen kurtulabilmiş değil.
Yeni oluşan Güneş Sistemi'miz son derece kaotik, sürekli bir meteor bombardımanı sürüyor. Bu kaos ortamı o kadar şiddetli ki, henüz yörüngeleri oluşmamış olan gezegenlerin birbirlerine çarptıkları bile oluyor. Hatta gezegenimiz de bu çarpışmalardan birinde yer almış olabilir: Theia isimli bir ön gezegen, Dünya'mıza çarparak tüm dengeleri alt üst ediyor ve üzerinden devasa kütlelerin koparak uzaya saçılmasına neden oluyor. Bu saçılmanın bir ürünü olarak, Dünya'nın yörüngesine giren kütleler Ay'ı oluşturmuş olabilirler. Farklı hipotezler arasından en güçlülerinden birisi bu.
Yani bu ana kadar gezegenimizde var olan, maddelerin dönüşümü… Var olan maddelerin değişimi… Var olan maddelerin gelişimi… Var olan maddelerin evrimi... Bu zamanlarda yaşamayı başarabilecek bir bireyin, evrenin, galaksimizin, sistemimizin ve gezegenimizin "sakin ve huzurlu" olduğunu iddia etmesi imkansızdır. Günümüzde, uzun zaman dilimlerini anlayamadığımız bir biçimde, geçici bir dinginlik döneminde yaşamaktayız. Bu da bizi "kusursuz" bir sistem içerisinde yaşadığımız yanılgısına götürüyor. Halbuki gezegenimizin geçmişine bakmak bile bunun saçmalığını göstermeye yetmektedir. Gezegenimiz, belirli aralıklarla inanılmaz karmaşık dönemlere girmiş, üzerindeki canlılığın neredeyse tamamını çok seferler yitirmiş ve düzenli, dingin hali sıklıkla bozulmuştur. Yani biz şu anda, iki kaotik evre arasındaki dingin dönemde yaşıyoruz. Fakat jeolojik zamanlar, ömürlerimize göre o kadar uzunlar ki, sanki gezegenimiz sürekli bu dingin halindeymişiz gibi sanmaya meylederiz. Bu, son derece ciddi bir hatadır.
Yani anlamamız gereken nokta şudur: Hiçbir şey, ilk seferde, muhteşem bir başarıyla ve bugünkü canlılığı sağlayacak şekilde gerçekleşmedi. Büyük bir kısmı okyanus suyu olan Dünya yüzeyine dağılmış trilyonlarca atom ve molekül, farklı şekillerde, farklı yerlerde, farklı güçlerde birbirine bağlandı, çözüldü, koptu, kırıldı, dağıldı.
Bunların içerisinden bir grup kimyasal, sürerlilik sağlayabilecek kadar kuvvetli bağlarla bağlandı. Bu bağlar genellikle atomlar arasındaki kovalent bağlar ve moleküller arasındaki hidrojen bağları sayesinde olur. Bu güçlü bağları koparmak pek kolay değildir. Moleküller arasındaki bağlar daha kolay kırılır, daha kolay kurulur ve daha çeşitli olabilir; ancak örneğin atomlar arasındaki kovalent bağlar, çok güçlü, kararlı ve istikrarlı yapıların inşa edilmesini mümkün kılar. Canlılığın temelindeki Hayat Molekülleri'ni inşa eden bağların başında da bu kimyasal etkileşimler gelmektedir.
İşte bu komplekslerin bir kısmı, öncelikle proteinler, şekerler ve yağların yapıtaşlarını oluşturdu. Ancak elbette bu yapılar bir anda oluvermediler ya da ilk seferde bu kimyasalları oluşturabilecek dizilimlere kavuşmadılar. O denemeler sırasında oluşan kimi kombinasyon, bizim bugün “şeker” ya da “aminoasit” diye isimlendirdiğimiz kimyasal yapılara yaklaştı ama bağlarının tam olarak kararlı olmamasından ötürü, çevresel koşullarının da etkisi altında sürekliliğini koruyamadı ve parçalandı, başarısız oldu. Kimisi süreç içerisinde farklı kimyasal bileşikleri oluşturdu. Bu oluşan yapıların kimisi inorganikti, kimisi ise organik yapılıydı. Bu organik yapıların bir kısmı parçalandı, bir kısmı kararsız yapılara ulaştılar ve dağıldılar; ancak bazıları da kararlı yapılara eriştirler.
- Peptit-RNA Dünyası Hipotezi: Son Evrensel Ortak Atamızda Peptitler ve RNA Bir Arada Çalışıyordu!
- Moleküler Evrimde Karmaşıklık, Hiçbir Fayda Sağlamıyor Olmasına Rağmen Evrimleşmiş ve Soy Hatlarına Yapışıp Kalmış Olabilir!
- Canlıların Yapısında Bulunan Temel Bileşikler Hangileridir? Organik Bileşikler, Canlılığa Nasıl Hayat Verir?
Bu süreç içerisinde kimisi canlılığın yapısını oluşturacak olan kimyasallara geçici olarak ulaştı, ancak oluştuğu çevrenin uygunsuzluğundan dolayı tekrar bozundu. Bu bozunma sırasında oluşan diğer kimyasallar, etraflarındaki başka kimyasallarla tepkimeye girerek daha önceden oluşamayacak yapıları mümkün kıldılar. Hatta oluşan yapılardan bazıları, etraflarındaki kimyasal tepkimeleri hızlandırıcı (katalizör) bir etkiye sahip oldu. Bu yeni yapılar sayesinde çok çeşitli tepkimeler meydana gelebilmeye başladı. Ne var ki bunların bazıları ortamda bulunan daha başka moleküllerle birleşerek canlılığa sebebiyet verecek yapılara dönüşemedi. Bazıları birleştikleri kimyasallarla daha fazla yapı oluşturamayacak, nihai formlara dönüştü. Kısacası, Dünya'nın dört bir yanında bulunan kimyasallar, sonsuz sayıda senaryo etrafında her an birbirleriyle tepkimeye girmeyi ve bozunmayı sürdürdü. Bunun sonucunda oluşan çeşitlilik, adım adım ve akıl almaz bir düzeyde çoğaldı.
Başarıyla oluşan ve daha sonra bozunmayan bu ilkel yapılardan bazıları aminoasitleri, şekerleri ve benzerlerini, yani Hayat Molekülleri'nin temel yapıtaşlarını oluşturdu. İçlerinden bazıları küresel bir geometriye meyilli olan yağ moleküllerini oluşturdu. Bu moleküller, amfifatik özelliklerinden ötürü küresel yapılara büründüler. Özellikle okyanus tabanlarına dağılmış vaziyette bulunan, volkan bacalarının etrafındaki kimyasallar bu küresel yağ yapılarının içerisine hapsoldular. Bu sayede koaservat denen ilkel hücre yapıları oluşmaya başladı.
Elbette bu koaservatların içerisine hapsolan kimyasalların çeşitliliği, tamamen şansa bağlı olarak farklılıklar göstermekteydi. Ancak o kadar çok sayıda koaservat oluşmaktaydı ki, toplamdaki çeşitlilik akıl almaz düzeydeydi. Bu koaservatların kimisinin içine yoğun olarak organik kimyasallar sıkışırken, kimisinin içerisinde yoğun olarak inorganik kimyasallar, kimisinin içerisine de bu iki uç arasında kalan düzeylerde kimyasallar sıkıştı. Bunların oluşturdukları tepkimeler de, birçok farklı sonucu mümkün kılıyordu. Buraya kadar halen canlı yapılardan söz etmemekteyiz; ancak sonsuz sayıda meydana gelen deneme ve yanılma, birçok farklı varlık formunu mümkün kılabilmeye başlamıştı. Ancak yine, hepsi başarılı değildi elbette. Kimi kritik organik malzeme, bu kürenin içerisine giremedi. Yağ yapılarının içerisine hapsolan kimi molekül, kendi yapılarından dolayı bu yağ küresinin tamamen parçalanmasına sebep oldu. Kimi yağ küresi, belki canlılık konusunda önemli adımlar atmış olmasına rağmen, bir süre sonra, bulunduğu ortamdaki fiziksel olaylardan ötürü kendiliğinden parçalandı. Bunun gibi milyarlarca farklı senaryo düşünülebilir ve bunlar gerçekten de olmaktadır.
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Bu yağ kürelerinin içerisine hapsolan moleküller (şekerler, aminoasitler, nükleik asitler, vs.) dış etmenlerden daha fazla korundular. Bu da, kurulan bağların sürekli olabilmesini sağladı. Çünkü dış etmenler, moleküllerin parçalanması için genellikle en ciddi etkiye sahiptir. Fiziksel kuvvetler, özellikle giderek büyüyen yapılar için ciddi engeller teşkil edebilmektedir. Fakat yumuşak ve esnek yapıda olan yağ molekülleri bu engelleri aşmak açısından son derece başarılı olabildiler. Böylece, bu koaservatların içerisinde, daha sağlıklı ve başarılı tepkimeler meydana gelmeye başladı. Normalde kaotik ortamda son derece zor gerçekleşebilecek tepkimeler, göreceli olarak dar ve sıkışık olan yağ küresi içerisinde çok daha hızlı gerçekleşebilmeye başladı. Çünkü bir kimyasal tepkimenin gerçekleşebilmesi için, atomların birbirlerine denk gelmesi gerekmektedir. Açık bir ortamda bu ihtimal çok düşükken (tabii bu, kimyasalların sayısına da bağlıdır), koaservatların içerisindeki dar alanda bu ihtimal inanılmaz artmaktadır. Bu sayede, kimyasal tepkimelerin hızı da katlanarak artmıştır. Bu yüzden çeşitlilik artmış ve koaservatların kimyasal evrimi hızlanmıştır.
Buraya kadar dikkat edilmesi gereken bir nokta var: halen hiçbir canlı niteliğinden bahsetmemekteyiz. Buraya kadar olan her şey halen sadece kimyasal tepkimelerden ibarettir ve ilk bakışta hepsi, tamamiyle cansızdır. Sanıyoruz şimdi cansız-canlı geçişinin neden bu kadar bulanık ve muğlak olduğunu anlayabilmişsinizdir. Çünkü bu geçiş, bu şekilde süregelen kademeli süreçlerin bir ürünüdür ve bir anda oluşuvermemiştir. Fark edecek olursanız, koaservatların oluşumuyla birlikte canlılığın ilk adımını atabildik: organizasyon ve aktivite başladı.
Her kapalı ortam içerisinde meydana gelen kimyasal aktivite canlılığa mı işaret eder? Hayır! Bunları bağlayıcı üçüncü bir etmen olduğunu ilk yazılarımızdan hatırlayınız: organizasyon içerisinde süregelen aktivitenin sonucu olarak yapısal organizasyon aktif olarak korunabilmelidir. Çünkü koaservatlar (veya genel olarak kapalı şekiller içerisindeki kimyasallar) kendi hallerine bırakılacak olurlarsa, giderek düzensiz hale gelecek ve entropi yasalarına yenik düşeceklerdir. Fakat bahsettiğimiz kimyasalların çeşitliliğinden doğan tepkimelerden bazıları, ilkin enerji üretim mekanizmalarını mümkün kılabilmiştir. Bu mekanizmalar, oldukça ilkel bir şekilde elektronların atomlar üzerinde yer değiştirmesi sonucu oluşan değişimlerle enerji üretme prensibine dayalıdır; ancak hücrenin sürerliliği ve etraftaki kimyasalların tepkimeye girebilmeleri için gerekli enerjiyi sağlayabilmektedir. Bir kere bu eşik aşıldı mı, gerisi de hızla gelebilmektedir. Dolayısıyla bu kimyasal tepkimeler, yenilerini mümkün kılmakta ve canlılık olarak tanımlayabileceğimiz yapıları giderek artan bir sayıyla oluşturabilmektedir. Devam edelim:
Bu temel süreçlerden sonra bu ufak yapıtaşları birbirlerine bağlanarak daha büyük moleküller oluşturmaya başladılar. Bunun sonucunda da yine birçok farklı senaryo gerçekleşti ve her biri elbette ki başarılı olamadı: Kimi o kadar büyüdü ki ister istemez yağ küresini paramparça etti (ve koaservat “öldü”). Kimi bizim bugün canlılık için gerekli olarak gördüğümüz yapılardan başka yapıları meydana getirdi. Bunlar yağ küresine ve diğer moleküllere zarar verdi (ve koaservat “öldü”). Kimi o kadar kuvvetli bağlarla birbirine bağlandı ki, daha fazla gelişemedi ve o düzeyde kaldı, bir süre sonra parçalandı (ve koaservat “öldü”). Bu senaryolar da yine sonsuz sayıda arttırılabilir. Ancak bunlar arasından kimi, bugün canlıları ve kökenlerini inceleyip “Evet, şu şu şu moleküller canlılarda ortak olarak bulunur, dolayısıyla canlıların var olması için bu moleküller gereklidir.” dediğimiz yapıları oluşturdular. İşte bunlar "hayatta kalmayı" başararak varlıklarını korudular ve "günümüzdeki canlılığın kökeni" haline geldiler.
Belki bu noktadan sonra artık "bildiğimiz anlamıyla" canlılıktan söz edebilmemiz mümkündür. Bu yapılar halen günümüzdeki bakteriler ve arkelerden bile ilkel olsalar da, hücre içerisindeki kimyasalların dağılımı ve girdikleri tepkimeler, en azından organizasyonu sürekli kılacak bir hale dönüşmüştür. Elbette burada da bazı sorunlar bulunmaktadır. Örneğin yağlar seçici geçirgen yapıdadırlar ve etraftaki kimyasalların hepsini içeri geçirmezler; içerideki her şeyi de dışarı çıkarmazlar. Dolayısıyla sadece bazı şanslı koaservatlar, yapılarının devamı için gerekli kimyasalları dışarıdan alabiliyorlardı. Eğer ki yağ zırhından geçebilecek kimyasallar etrafta bulunmuyorsa, koaservat bunlardan faydalanamıyor ve belki de yok oluyordu. Fakat koaservatların sayısı o kadar fazlaydı ki, elenenlerden geriye kalanlar giderek karmaşık yapılara ulaşmayı başarabildiler.
Bu şekilde belki de trilyonlarca koaservat oluştu, trilyonlarca farklı senaryodan ötürü parçalandılar, yok oldular, eridiler, vs. Bu deneme-yanılmalar 600 milyon yıldan fazla sürdü! Ancak hikaye burada da sona ermedi. Çünkü bütün koaservatlar aynı moleküler yapıda değildi ve sadece koaservatın "oluşabilmesi" yeterli değildi. Kimi iriydi, kimi ufaktı, kimi daha sağlamdı, kimi oldukça zayıftı ama dağılmadan durabiliyordu. Ancak bunlar arasında, en başından beri olduğu gibi, bir doğa gerçeği olan Doğal Seçilim ve buna bağlı olarak işleyen Evrim yasası işlerliğini sürdürmekteydi. Göreceli olarak zayıf olanlar, daha doğrusu oluştukları ortama uygun olmayanlar parçalandı, yok oldu ve bu şekilde "güçsüz", daha doğrusu "uyumsuz" olan koaservatlar “öldü”. Fakat güçlü olanlar, daha doğrusu "uyumlu" olanlar varlıklarını korudu, “hayatta kaldı” ve moleküler parçalanma ve bozunmaya maruz kalmadı (yani koaservat “ölmedi”).
İşte bu dayanıklı koaservatlar, hayatta kalabildikleri için, büyümeye devam etti. Büyümeden kasıt nedir? Daha fazla molekül, daha karmaşık yapılar. Neden? Çünkü fizik ve kimya yasaları hala yürürlülükte! Daha fazla atom yağ zırhından geçerek, içerdeki atom ve molekül kompleksine dahil oldu. Moleküller büyüdükçe büyüdü. Zırh daha fazla dayanamamaya başladı, çünkü içerideki molekülleri daha fazla barındıramıyordu. Koaservat içerisindeki maddeler sürekli artıyordu, bu da yağ zırhını dışarıya doğru şişmeye zorluyordu. Fakat fiziksel bir yasa olarak "büyüme", ilginç bir gerçeği beraberinde getirir: büyüme sırasında hacimdeki artış, yüzey alanındaki artıştan çok daha fazladır. Ancak koaservatın sürerliliğini sağlayabilmesi için gerekli olan kimyasallar bünye içerisine yüzey alanı dahilinde alınabilirler. Dolayısıyla yüzey alanı, giderek büyüyen hacmi ve bu hacmin ihtiyaçlarını karşılayamamaya başladı. Bu da, koaservatların yağ zırhı üzerinde baskıya neden olacak ve yırtılmaları beraberinde getirecektir. İşte bu noktada, kimi koaservatlar yine parçalanarak yok olurlar veya koaservat içerisine bu yarıklardan giren kimyasallar veya bu yarıklardan koaservat dışına kaçan kimyasallar, canlılığın sonu demektir.
İşte bu koaservatlardan bazıları, bu sürecin sonunda kimi basitçe “ikiye bölünerek” küçük parçalar oluşturmaya başladılar. Günümüzdeki prokaryotlarda da bu şekilde "kontrolsüz gibi" gerçekleşen, rastgele bir noktadan ikiye bölünme şeklinde olan ilkel bir bölünme görmekteyiz. Elbette koaservatlardaki bölünme, günümüz prokaryotlarından (bakteri ve arkelerinden) bile ilkeldir ve birçok sorunla beraber gelmetkedir. Ancak kimyasal yapısı uygun olanlar, bu bölünmeyi başarıyla gerçekleştirebilmişler ve fiziksel baskıyı önleyebilmişlerdir. Sonuç olarak büyük bir koaservattan, iki küçük koaservat oluşur.
Dediğimiz gibi bu olay hemen, ilk seferde, başarıyla sonuçlanmadı, tıpkı diğer tüm adımlar gibi. Pek çok koaservat bu bölünme sırasında molekülleri bir arada tutamadı ve “öldü”. Pek çoğu bölünemedi ve paramparça olarak dağıldı. Kimi bölündü, ancak o kadar ufaldı ki kendisini toparlayamayarak “öldü”. Ancak bir kısmı, başarıyla küçüldü. Doğal Seçilim'in eleyici gücü, onlara söz geçiremedi. Burada "bölünmekten" kastımızın günümüzde olduğu gibi göreceli olarak karmaşık olan mitoz ve mayoz tipleriyle değil, günümüzde halen görülen "amitoz" bölünme ile hatta daha basitçe, "doğrudan ikiye ayrılma" şeklinde olduğunu unutmayınız, çünkü henüz genetik materyal ortada yok veya yeni yeni işlev kazanıyor. Yani genetik bir bölünme olarak düşünmeyin, sadece hücresel bir ayrışma söz konusudur.
Bu yeni küçük koaservatlar, oldukları gibi durmadı. Büyüdüler, geliştiler ve yeterince büyüyünce tekrar bölündüler; başarılı olanlar “hayatta kaldı”, başarısız olanlar “öldü”. Bazı önemli kavramların bu ilkel canlılık düzeyindeki anlamlarını tekrar edelim: “Büyümek”ten kasıt nedir? Var olan atom ve moleküllerin üzerine yenilerinin eklenmesi… “Gelişmekten” kasıt nedir? Var olan molekül ve atomların daha kompleks yapılarda bağlar kurması. “Bölünmek”ten kasıt nedir? Potansiyel enerjinin minimuma indirilmesi eğilimi. Nasıl ki masa üzerindeki bir bardak kolayca yere doğru düşüyor ve potansiyel enerjisini minimuma çekiyorsa, aynı o şekilde. “Hayatta kalmak”tan kasıt nedir? Moleküllerini ve atomlarını bir arada tutarak büyümeyi ve gelişmeyi sürdürmek. “Ölmek”ten kasıt nedir? Moleküler ve atomik yapının bozunması ve yok olması. Tüm bunlar sadece ve sadece fiziksel ve kimyasal yasalar dahilinde yürümektedir. Ne kadar da bizim yaşam döngümüzdeki evrelere benziyorlar değil mi? Büyümek, gelişmek, hayatta kalmak ve ölmek. Çünkü bizimkilerle aynılar. Bizler için de aynı durum, aynı koşullar geçerli. Bizim büyümemiz de, yapısal bütünlüğümüzün dış etkiler altında artmasından ibaret. Bizim gelişmemiz de, bünyemiz içerisindeki kimyasalların farklılaşarak, farklı özellikler kazanmalarından ibaret. Bizim de hayatta kalmamız, yapısal bütünlüğümüzü korumamızdan ibaret. Bizim de ölmemiz, yapısal bütünlüğümüzün dağılması demek. Çünkü bizi "biz" yapan, vücudumuzdaki trilyonlarca hücredir. O hücreleri "hücre" yapan da, bu yazı dizimizde açıkladığımız koaservatlar ve onların milyarlarca yıldır süren ve sürmekte olan evrimleridir. Dolayısıyla koaservatların en başta edindikleri özellikler, bizim bugün sahip olduğumuz özelliklerin temellerini oluşturmaktadır.
Peki ya sonra? Yeni yeni koaservatlar oluştu, bunlara yeni moleküller ve atomlar dahil oldu. Büyüdüler, geliştiler, bölündüler ve öldüler. Bu süreçte, bir noktada ilk defa nükleotitlerin gelişimi sonucu genetik materyal olan RNA ve DNA oluşmaya başladı. Bunun süreçlerinden ve zamansal olarak bilinmeyen noktalarından daha önce bahsetmiştik. Burada anlaşılması gereken nokta şudur: bu süreçler birbirini sırayla takip eden süreçler değildirler. Yani biz burada, genel olarak koaservatları ve onların bazı önemli özelliklerini vurgulayarak bu "kısa ve dar" özeti aktarmaktayız. Ancak bu sırada, o elenme ("ölme") ile seçilme ("hayatta kalma") süresince, başarılı olan koaservatların yapısı sürekli ve çok yönlü olarak değişmektedir. Dolayısıyla bu yapıların ilkel özellikleri (boşaltım, sindirim, iletişim, vb.) yavaş yavaş gelişmektedir. Çünkü artık bölünerek bir sürerlik kazanmışlardır ve evrimsel süreç, o zamana kadar işleyemediği bu yapılar üzerine giderek artan bir hızla etki edebilmektedir.
İşte genetik materyal de, bu süreç içerisinde kademeli olarak bu yapılara dahil olmuştur. Bu süreçte özelleşen kimyasal yapılar içerisinde, bugün organel dediğimiz işlevsel birimlerin de temelleri atılmıştır. Örneğin koaservatlar içerisinde, nükleik asitler ile tepkimeye girerek aminoasitleri birbirine bağlayabilecek ribozom benzeri en ilkin organeller oluşmaya başlamıştır. Bu organeller elbette ki günümüzdeki göreceli olarak başarılı formlarında değildirler. Ancak nükleik asitlerin okunmaya başlaması ve çevrenin yeni oluşan genetik materyali şekillendirmeye başlamasıyla birlikte, koaservatın kimyasal bütünlüğü bu moleküller tarafından kontrol edilmeye başlanmıştır. Çünkü başından beri bahsettiğimiz kimyasal sürekliliği sağlayan, yeni yapısal kimyasallar (proteinleri) üretecek yapılar nükleik asitler ve genel olarak DNA ile RNA'dır. Bu sebeple, bunların oluşumu ve çevrelerinde, halihazırda var olanlarla etkileşimleri sonucunda koaservatlar çok daha dirençli, çok daha sürerli, çok daha istikrarlı yapılara erişmişlerdir. Bu süreç içerisinde, günümüzde yeni yeni keşfettiğimiz epigenetik mekanizmalar da çok ciddi rol oynamış olmalıdır. Yani çevre, genleri doğrudan etkileyici niteliklere sahiptir ve bunun etkileri, ilk dönemlerde çok daha şiddetli görülmektedir.
Genetik materyal oluştuktan sonra da uzun bir süre boyunca elenmeler ve seçilmeler sürdü. Genetik materyalin artık "hücre" diyebileceğimiz yapılara entegre olma süreci oldukça sancılı olmuş olmalıdır. Çünkü genetik materyal üzerinde bulunan kodlar, çok farklı işlevlere neden olmaktadır ve bu da koaservatları çok farklı yönlere doğru özelleştirmektedir. Muhtemelen başlangıçta bol sayıda dengesiz genoma sahip koaservat evrimleşti ve bu dengesizliklerden ötürü dağılmalar meydana geldi. Ancak en nihayetinde genlerin dizilenmesi, genlerin içeriği kadar önemli olmadığından, koaservatlar içerisinde gelişeduran bu genetik materyal, giderek bulunduğu ortama adapte olmaya başlamıştır. Hele ki bölünmelerle birlikte yavru koaservatlara tamamen rastgele dağılan bu genetik materyal, çok hızlı bir seçilim sürecinden geçebilmiştir. Günümüzde prokaryotların da bu kadar çeşitli olabilmesinin nedeni, genetik materyallerinin ökaryotlara göre çok daha dengesiz, çok daha kolay değişen ve çok daha rastlantısal dağılan bir yapıda olmasındandır. Günümüzde 100 milyon prokaryot türüne karşı sadece 10-12 milyon ökaryot türü olduğu düşünülmektedir. Bu, koaservatların da başlangıçtaki dengesiz ve ilkel genetik materyalleriyle nasıl çeşitlenebileceğini düşünmemiz için faydalı bir örnektir.
Genetik materyalin gelişmesi ve özelleşmesiyle birlikte büyüme-gelişme-bölünme-ölme döngüsü çok daha düzenli bir hale gelmiştir. Çünkü koaservat, veya hücre, içerisinde meydana gelen tepkimeler, çeşitli genlerin okunmasını tetiklemeye başlamıştır. Dolayısıyla o tepkimeler meydana gelmeden önce, o genlerin aktive olması mümkün değildir. Günümüzde de görülen bu mekanizma, genlerin kısmen okunmasını ve kısmen okunmamasını sağlamıştır. Günümüzde bu süreç çok daha kontrollü (ve bol hatalı) yapılabiliyor olsa da, koaservatlar zamanında böyle bir başarıya ulaşılamamış olması muhtemeldir. Ne var ki günümüzdeki genetik mekanizmalar, tamamen ilkel adımlarla ve kimyasal süreçlerle açıklanabilecek mekanizmalardır. Dolayısıyla en eski atalarımızın bu genetik çeşitliliği, onların zaman içerisinde daha dengeli ve kontrollü hale gelebilmesi için temel malzemeyi yaratmıştır.
Bu seçilim süreci o kadar uzun yıllar boyunca sürdü ki, bir noktadan sonra nesiller farklılaşmaya başladı. Her seferinde yeni farklılıklar Doğal Seçilim’in sınavına tabii tutuluyordu. Koşullara ayak uyulmasını sağlayan değişiklikler, Doğal Seçilim sınavını geçiyor; zayıflık/uyumsuzluk sebebi olan değişimler eleniyordu! Örneğin kimi koaservatların yağ zırhı, öyle atomlara ve moleküllere denk gelmişti ve bunlarla öyle bağlar kurmuştu ki; bunların eksi-artı yüzeyleri bazı atomların ve moleküllerin zırhın içerisine girmesine engel olmaya başladı. Bazı moleküllerin ise daha kolay geçmesine… Bu eğer ortama uyulmasını kolaylaştırdıysa (ki kolaylaştırmak zorunda değildir) koaservat hayatta kaldı. Yoksa parçalandı, bozundu ve öldü. Yine bu çeşitlilik ve seçilim senaryolar da sonsuz sayıda arttırılabilir. Unutmamak gerekiyor ki bu senaryolar kafadan uydurulan senaryolar değil; tam tersine günümüzde de hücresel evrim dahilinde birebir gözlemlediğimiz gerçeklerdir. Sadece burada her olasılığa tek tek değinmemek ve konuyu uzatmamak açısından bu şekildeki farklı senaryoları düşünmeyi size bırakıyoruz.
İşte bu şekillerde koaservatlar kendilerini adım adım ama tamamen fiziksel ve kimyasal etkiler altında geliştirdiler. Bugün, hücre içerisini açıp baktığımız zaman ya da hücrede olan olayları bu şekilde basit yöntemler izleyerek açıklayabiliyoruz. Bu yolda unutulmaması gereken tek şey, hiçbir şeyin rastgele ve ilk seferde %100 başarıyla oluşmadığıdır. Gelişim ve Evrim yolunda sonsuz sayıda kayıp verilmiştir ve verilmektedir. Bir düşünün: günümüzde, şu anda yaşayan türler, şimdiye kadar yaşamış türlerin sadece %1'ini teşkil etmektedir. Yani var olan türlerin %99'u yok olmuştur! Buradan da anlaşılabileceği gibi, günümüzdeki karmaşık yapıların evrimleşebilmesi, neredeyse tüm canlılığın yok olması (elenmesi) ile mümkün olmuştur. Bu durum, koaservatlar için de geçerlidir. Koaservatların hücre düzeyinde karmaşık canlılara erişebilmesi, belki de 4.5 milyar ila 3.9 milyar yıl öncesindeki 600 milyon yıllık periyotta var olan koaservatların %99'unun yok olmasıyla mümkün olmuştur. Evrim, acımasızdır. Bugün günümüzde gördüğümüz sözde “muhteşem” yapılar, tam 4 milyar yıllık deneme-yanılmanın bir sonucudur. Ve süreç devam etmektedir. Hala insan vücudunda ve diğer tüm hayvanların vücütlarında onlarca kusur ve hata bulunabilir. Bu, Evrim’in sürekli olduğuna bir kanıttır.
Koaservatlar, bu şekilde gelişerek ve evrimleşerek, 3.8 milyar yıl öncesinden kalma fosil kayıtlarına erişebildiğimiz ilkin prokaryotik hayatı, yani muhtemelen arkeleri ve bakterileri meydana getirmişlerdir. Bu zamana kadar enerji sürekli olarak etraftaki kimyasalların koaservat içerisine dahil edilmesi ve burada değerlendirilmesiyle elde edilmiş, buradan elde edilen enerjiyle de koaservat içerisindeki tepkimeler sürdürülmüş, aktivite sayesinde organizasyon sürekli olarak korunmuştur. Ancak genetik materyal sayesinde giderek farklılaşan koaservatlardan (hücrelerden) bazıları, bu kimyasal enerji üretim yöntemlerini biraz farklılaştırarak, güneş enerjisini (daha doğrusu ışığını) kullanarak bir “besin üretme metodu” geliştirmiştir. Bu da günümüzde her ne kadar “mükemmel” olarak anılsa da, aslında basit ve küçük adımlarla açıklanabilir (konuyla ilgili şu yazımızı okuyabilirsiniz). Temel olarak tek olan, güneş ışığının (fotonların) atomları uyarması ve atomların içerisindeki elektronların bir üst düzeye sıçrayıp geri inmesidir. Son derece basit yöntemlerle açıklanabilen bu fiziksel olay, yaklaşık 400 milyon yılda (Dünya’nın oluşumundan 1 milyar yıl sonra) bu koaservatlar tarafından “yiyecek üretmek” için kullanılmaya başlamıştır. “Yiyecek” kelimesinden kastımız, aslında bugün anlamı günlük yaşamda oldukça değişmiş olsa da, hala aynıdır ve atomik yapılardan ibarettir. Yediğimiz tüm yiyecekler, "ilginç" bir şekilde şunlardan oluşur: Proteinler (et, süt, yumurta, vs.), karbonhidratlar (şeker, bal, çikolata, vs.), yağlar (yemek yağı, zeytinyağı, ayçiçek yağı, vs.) ve diğer organik ve inorganik moleküller! Ne tesadüf değil mi? Yediğimiz yiyecekler, vücudumuzdaki hücrelerin atalarının, yani koaservatların “yapıtaşı” olarak kullandığı atomları ve moleküllerden oluşuyor. Aradaki bağı kurmayı size bırakıyoruz.
Bu süreçte evrimleşen bir diğer özellik de, bugün bizim “solunum” diyeceğimiz tepkime idi. Son derece basit bir mantıkla çalışan bu tepkime de, en nihayetinde moleküllerin parçalanması ve birleştirilmesi sonucu gerçekleşiyordu. Ve tamemen fiziksel ve kimyasal etkiler altında. Bu kimyasal olayda, bir şeker molekülü, ortamda bulunan ADP molekülleri ve fosfatlarla tepkimeye giriyor ve enerji, alkol ve ısı üretiyordu. Her ne kadar kafanızda “solunum”, göğsün inip şişmesi olarak yer etmişse de, bilimsel olarak solunum, sıradan bir tepkimeden fazlası değildir. Elbette süreç içerisinde birçok düzenleme meydana gelmiş ve hücresel solunum da bir dizi tepkime ile kontrollü hale getirilmiştir. Ancak koaservatlar düzeyinde, solunum ile enerji üretimi kolaylıkla açıklanabilmektedir. Üstelik, unutmamak gerekir ki, canlılık oksijensiz ortamda, oksijensiz solunum ile başlamıştır. Daha ilkel bir enerji üretim olan oksijensiz solunumun koaservatlarda baskın yöntem olması da, evrimin net kanıtlarından biridir.
Güneş ışığını kulanabilen koaservat-hücrelerde gerçekleşen tepkimeler sonucu, dışarıya serbest Oksijen gazı (O2) salınımı başladı. Bu da, ortamdaki oksijenin artması demekti. O zamana kadar oksijensiz olarak gerçekleştirilen solunum tepkimesi, oksijenin varlığında, kimyasal tepkime yasalarından dolayı farklılaştı ve artık tepkimeye oksijen dahil oldu. Ancak bu, hiç de kolay bir basamak değildi. Muhtemelen canlılığın gördüğü ilk ciddi kırılma, bu sırada gerçekleşti. Çünkü oksijensiz solunum yapan canlılar için oksijen tek kelimeyle bir "zehir" etkisindedir. Oksijen, yüksek bağ kurma eğilimi sayesinde birçok kimyasal tepkimeyi tıkayan bir özelliktedir. Ne var ki bu riskli durumu atlatabilecek kadar genetik çeşitliliğe sahip olan ilk hücreler, büyük kayıplar vermiş olsalar ve neredeyse soyları tükenmiş olsa da, hayatta kalmayı başarmışlardır. Bunda en önemli etkenlerden biri oksijenin bir anda atmosferi dolduruvermiş olmamasıdır. Elbette, oksijen de, milyonlarca yılda, yavaş yavaş artmıştır ve bu sayede ilk hücreler bu değişime adapte olabilmişlerdir.
Bu süreç sonunda şeker molekülleri hücre içerisinde oksijen ile tepkimeye girmeye başladı ve sonucunda karbondioksit, su, enerji ve ısı çıkmaya başladı. Aslında halen oksijen bulunmadığı ortamda, şeker oksijensiz olarak parçalanabilir ve vücuda gereken enerji üretilir. Buradan çıkarabileceğiniz bir ders şudur: Oksijen, biz soluyalım diye var değil! Biz soluyoruz, çünkü canlılar mecburen artan oksijen miktarına zamanında adapte olmuşlar ve bunu kullanacak şekilde evrim geçirmişlerdir. Daha doğrusu bunu yapamayanlar yok olmuşlardır ve seçilim sonucunda oksijenli solunum yapan türler evrimleşmiştir.
Oksijenli solunumun başlaması, inanılmaz bir “çeşitliliğe” sebep olmuştur. Çünkü oksijenli solunumdan elde edilen enerji, oksijensiz solunumdan çok daha fazladır. Yeni evrimleşen bu tepkime, ciddi bir verimlilik artışına neden olmuştur. Yani yine Doğal Seçilim etkilidir ve Dünya’nın dört bir yanındaki canlılar üzerinde etkisini sürdürmektedir.
Daha sonra, bu ilkel hücrelerin “özelleşmesiyle” (aslında yine deneme-yanılmalar sonucu Doğal Seçilime daha fazla direnebilenlerin hayatta kalması sonucu) iki hücre arası “iletişim” başladı. Peki neydi “iletişim”? Molekül ve atom transferi! Moleküllerden kimi, bir koaservattan diğerine doğru hareket etmeye başladı. Bunun da arkasında pek çok fiziksel sebep sayılabilir: Adhezyon (farklı moleküllerin birbirini çekmesi), kohezyon (benzer moleküllerin birbirini çekmesi), difüzyon (çok yoğun ortamdan az yoğun ortama moleküllerin hareketi), ozmos (suyun çok yoğun olduğu yerden az yoğun olduğu yere hareketi) ve daha nicesi... Ancak bu eğilimler, bu konuda “özelleşebilen” moleküler yapıdaki koaservatlar arası “köprülerin” kurulmasını sağladı. Bu köprüler, yine tamamen moleküller ve atomlardan oluşmaktaydı. Son derece basit yapıdaki bu özellikler, ileride çok önemli bir sonucu doğuracaktı: Birden fazla hücrenin, birbiriyle iletişimi sonucu organize yaşamların gelişimi. Bunun zor bir olay olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekten de meydana gelmesi çok uzun sürmüştür. Tek hücrelilerin, çok hücrelilere evrimleşmesi koaservatların oluşumundan sonra 3.4-3.2 milyar yıl sürmüştür ve günümüzden 900-700 milyon yıl önce ancak olabilmiştir. Bu süre zarfında yine pek çok deneme olmuş, büyük bir kısmı hatalarla sonuçlanmıştır. Ancak başarılı olanlar sonunda seçilerek çok hücreliliği mümkün kılmıştır.
İşte bu şekillerde, basit atomik yapılardan, günümüzdeki kompleks ve “modern” canlılar var olabilmiştir. Günümüzde, 4 milyar yıl önce koaservatların yapısında bulunan pek çok özelliği, biraz daha değişmiş ve gelişmiş şekillerde tüm canlıların hücrelerinde görmekteyiz. Bu inanılmaz karmaşıklıktaki vücutlarımızı trilyonlarca küçük parçaya bölsek, göreceğimiz şey ilk atalarımız koaservatlardaki atomlar ve moleküllerden farklı şeyler olmayacaktır!
Bugün bizim “düşünme”, “akıl”, “zeka”, “hisler”, “sevgi”, vs. olarak adlandırdıklarımız, hücrelerde gerçekleşen kimyasal ve fiziksel olaylardan fazlası değildir. Tüm bunlar atomik ve moleküler boyuttaki değişimler ve bunların basit ve olağan etkileridir. Bunların hepsine yeri geldikçe değineceğiz.
Tüm bunlardan anlayabileceğiniz gibi; ufacık bir molekül, çok büyük farklılıklar yaratabilir.
Ne derler bilirsiniz:
Afrika’daki bir kelebeğin kanat çırpışları, Amerika’daki bir fırtınaya sebebiyet verebilir.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 17
- 8
- 8
- 7
- 7
- 5
- 3
- 2
- 2
- 1
- 1
- 1
- A.V. Emeline. (2003). Abiogenesis And Photostimulated Heterogeneous Reactions In The Interstellar Medium And On Primitive Earth: Relevance To The Genesis Of Life. Journal of Photochemistry and Photobiology C: Photochemistry Reviews, sf: 203–224. | Arşiv Bağlantısı
- E. A. Kuzicheva, et al. (1999). The Possibility Of Nucleotide Abiogenic Synthesis In Conditions Of “Kosmos-2044” Satellite Space Flight. Advances in Space Research, sf: 393-396. doi: 10.1016/S0273-1177(99)00063-0. | Arşiv Bağlantısı
- M. D. Nussinov, et al. (1997). The Emergence Of The Non-Cellular Phase Of Life On The Fine-Grained Clayish Particles Of The Early Earth's Regolith. Biosystems, sf: 111-118. doi: 10.1016/S0303-2647(96)01699-1. | Arşiv Bağlantısı
- P. R. Bahn, et al. (1981). Models For Protocellular Photophosphorylation. Biosystems, sf: 3-14. doi: 10.1016/0303-2647(81)90017-4. | Arşiv Bağlantısı
- R. V. Solé. (2009). Evolution And Self-Assembly Of Protocells. The International Journal of Biochemistry & Cell Biology, sf: 274-284. doi: 10.1016/j.biocel.2008.10.004. | Arşiv Bağlantısı
- W. Ma, et al. (2010). The Emergence Of Ribozymes Synthesizing Membrane Components In Rna-Based Protocells. Biosystems, sf: 201-209. doi: 10.1016/j.biosystems.2009.11.003. | Arşiv Bağlantısı
- H. Schwegler, et al. (1986). The “Protocell”: A Mathematical Model Of Self-Maintenance. Biosystems, sf: 307-315. doi: 10.1016/0303-2647(86)90008-0. | Arşiv Bağlantısı
- J. Macía, et al. (2006). Protocell Self-Reproduction In A Spatially Extended Metabolism–Vesicle System. Elsevier BV, sf: 400-410. doi: 10.1016/j.jtbi.2006.10.021. | Arşiv Bağlantısı
- K. Tarumi, et al. (1987). A Nonlinear Treatment Of The Protocell Model By A Boundary Layer Approximation. Bulletin of Mathematical Biology, sf: 307-320. doi: 10.1007/BF02460122. | Arşiv Bağlantısı
- W. D. Snyder, et al. (1975). A Model For The Origin Of Stable Protocells In A Primitive Alkaline Ocean. Biosystems, sf: 222-229. doi: 10.1016/0303-2647(75)90029-5. | Arşiv Bağlantısı
- W. Stillwell. (1976). Facilitated Diffusion Of Amino Acids Across Bimolecular Lipid Membranes As A Model For Selective Accumulation Of Amino Acids In A Primordial Protocell. Biosystems, sf: 111-117. doi: 10.1016/0303-2647(76)90014-9. | Arşiv Bağlantısı
- S. W. Fox. (1980). The Origins Of Behavior In Macromolecules And Protocells. Comparative Biochemistry and Physiology Part B: Comparative Biochemistry, sf: 423-436. doi: 10.1016/0305-0491(80)90330-2. | Arşiv Bağlantısı
- E. Meléndez-Hevia, et al. (2007). From Prebiotic Chemistry To Cellular Metabolism—The Chemical Evolution Of Metabolism Before Darwinian Natural Selection. Elsevier BV, sf: 505-519. doi: 10.1016/j.jtbi.2007.11.012. | Arşiv Bağlantısı
- C. Fernando, et al. (2007). Natural Selection In Chemical Evolution. Journal of Theoretical Biology, sf: 152–167. | Arşiv Bağlantısı
- F. Kaneko, et al. (2005). Chemical Evolution Of Amino Acid Induced By Soft X-Ray With Synchrotron Radiation. Journal of Electron Spectroscopy and Related Phenomena, sf: 291–294. | Arşiv Bağlantısı
- K. Nakagawa, et al. (2009). Radiation-Induced Chemical Evolution Of Biomolecules. Radiation Physics and Chemistry, sf: 1198-1201. doi: 10.1016/j.radphyschem.2009.07.010. | Arşiv Bağlantısı
- A. Jäschke, et al. (2000). Evolution Of Dna And Rna As Catalysts For Chemical Reactions. Current Opinion in Chemical Biology, sf: 257-262. doi: 10.1016/S1367-5931(00)00086-7. | Arşiv Bağlantısı
- C. Giussani, et al. (2011). Anatomical Correlates For Category-Specific Naming Of Living And Non-Living Things. NeuroImage, sf: 323-329. doi: 10.1016/j.neuroimage.2011.01.080. | Arşiv Bağlantısı
- L. Witting. (2003). Major Life-History Transitions By Deterministic Directional Natural Selection. Journal of Theoretical Biology, sf: 389-406. doi: 10.1016/S0022-5193(03)00274-1. | Arşiv Bağlantısı
- M. Vaneechoutte, et al. (2009). From The Primordial Soup To The Latest Universal Common Ancestor. Research in Microbiology, sf: 437-440. doi: 10.1016/j.resmic.2009.09.002. | Arşiv Bağlantısı
- N. Lane. (2009). How Life Evolved: Forget The Primordial Soup. New Scientist, sf: 38-42. doi: 10.1016/S0262-4079(09)62756-1. | Arşiv Bağlantısı
- M. R. Edwards. (2002). From A Soup Or A Seed? Pyritic Metabolic Complexes In The Origin Of Life. Elsevier BV, sf: 178-181. doi: 10.1016/S0169-5347(97)01317-7. | Arşiv Bağlantısı
- D. L. Abel, et al. (2006). Self-Organization Vs. Self-Ordering Events In Life-Origin Models. Physics of Life Reviews, sf: 211-228. doi: 10.1016/j.plrev.2006.07.003. | Arşiv Bağlantısı
- S. Chooniedass-Kothari, et al. (2004). The Steroid Receptor Rna Activator Is The First Functional Rna Encoding A Protein. Wiley, sf: 43-47. doi: 10.1016/j.febslet.2004.03.104. | Arşiv Bağlantısı
- T. A. Steitz, et al. (2003). Rna, The First Macromolecular Catalyst: The Ribosome Is A Ribozyme. Elsevier BV, sf: 411-418. doi: 10.1016/S0968-0004(03)00169-5. | Arşiv Bağlantısı
- O. Lupi, et al. (2007). Did The First Virus Self-Assemble From Self-Replicating Prion Proteins And Rna?. Medical Hypotheses, sf: 724-730. doi: 10.1016/j.mehy.2007.03.031. | Arşiv Bağlantısı
- B. Ma, et al. (2008). Characters Of Very Ancient Proteins. Biochemical and Biophysical Research Communications, sf: 607-611. doi: 10.1016/j.bbrc.2007.12.014. | Arşiv Bağlantısı
- A. Vanerek, et al. (2006). Coacervate Complex Formation Between Cationic Polyacrylamide And Anionic Sulfonated Kraft Lignin. Colloids and Surfaces A: Physicochemical and Engineering Aspects, sf: 55–62. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Stewart, et al. (2011). Complex Coacervates As A Foundation For Synthetic Underwater Adhesives. Advances in Colloid and Interface Science, sf: 85-93. doi: 10.1016/j.cis.2010.10.009. | Arşiv Bağlantısı
- C. Sagan. (1975). Biogenesis, Abiogenesis, Biopoesis And All That. Origins of life, sf: 577-577. doi: 10.1007/BF00928906. | Arşiv Bağlantısı
- T. E. Pavlovskaya, et al. (1989). Conversion Of Light Energy Into Chemical One In Abiogenesis As A Precondition Of The Origin Of Life. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 227-228. doi: 10.1007/BF02388822. | Arşiv Bağlantısı
- N. Ono. (2005). Computational Studies On Conditions Of The Emergence Of Autopoietic Protocells. Biosystems, sf: 223-233. doi: 10.1016/j.biosystems.2005.04.005. | Arşiv Bağlantısı
- H. Zhang, et al. (2009). Bifurcation For A Free Boundary Problem Modeling A Protocell. Nonlinear Analysis: Theory, Methods & Applications, sf: 2779-2795. doi: 10.1016/j.na.2008.04.003. | Arşiv Bağlantısı
- S. W. Fox. (1983). Self-Organization Of The Protocell Was A Forward Process. Journal of Theoretical Biology, sf: 321-323. | Arşiv Bağlantısı
- R. Saladino, et al. (2012). Formamide In Non-Life/Life Transition. Physics of Life Reviews, sf: 121-123. doi: 10.1016/j.plrev.2012.01.006. | Arşiv Bağlantısı
- Y. N. Zhuravlev, et al. (2008). Modelling The Early Events Of Primordial Life. Ecological Modelling, sf: 536-544. doi: 10.1016/j.ecolmodel.2007.11.004. | Arşiv Bağlantısı
- B. Ma, et al. (2008). Characters Of Very Ancient Proteins. Biochemical and Biophysical Research Communications, sf: 607-611. doi: 10.1016/j.bbrc.2007.12.014. | Arşiv Bağlantısı
- H. Ohno, et al. (1991). Simple Coacervate Of Pullulan Formed By The Addition Of Poly(Ethylene Oxide) In An Aqueous Solution. Polymer, sf: 3062-3066. doi: 10.1016/0032-3861(91)90210-A. | Arşiv Bağlantısı
- H. Miyazaki, et al. (1996). Preparation Of Polyacrylamide Derivatives Showing Thermo-Reversible Coacervate Formation And Their Potential Application To Two-Phase Separation Processes. Polymer, sf: 681-685. doi: 10.1016/0032-3861(96)83156-9. | Arşiv Bağlantısı
- S. Tirard. (2014). Abiogenesis. Springer, Berlin, Heidelberg, sf: 1-1. doi: 10.1007/978-3-642-27833-4_2-4. | Arşiv Bağlantısı
- S. I. Walker, et al. (2017). Re-Conceptualizing The Origins Of Life. Philosophical Transactions of the Royal Society A: Mathematical, Physical and Engineering Sciences, sf: 20160337. doi: 10.1098/rsta.2016.0337. | Arşiv Bağlantısı
- G. Witzany. (2015). Crucial Steps To Life: From Chemical Reactions To Code Using Agents. Elsevier BV, sf: 49-57. doi: 10.1016/j.biosystems.2015.12.007. | Arşiv Bağlantısı
- E. N. . Trifonov. (2012). Vocabulary Of Definitions Of Life Suggests A Definition. Journal of Biomolecular Structure and Dynamics, sf: 259-266. doi: 10.1080/073911011010524992. | Arşiv Bağlantısı
- ScharfCaleb, et al. (2015). A Strategy For Origins Of Life Research. Astrobiology, sf: 1031-1042. doi: 10.1089/ast.2015.1113. | Arşiv Bağlantısı
- G. Horneck, et al. (2010). Space Microbiology. American Society for Microbiology, sf: 121-156. doi: 10.1128/MMBR.00016-09. | Arşiv Bağlantısı
- D. M. Balme. (1962). Development Of Biology In Aristotle And Theophrastus: Theory Of Spontaneous Generation. Phronesis, sf: 91-104. doi: 10.1163/156852862X00052. | Arşiv Bağlantısı
- C. Wickramasinghe. (2011). Bacterial Morphologies Supporting Cometary Panspermia: A Reappraisal. International Journal of Astrobiology, sf: 25-30. doi: 10.1017/S1473550410000157. | Arşiv Bağlantısı
- M. C. Weiss, et al. (2016). The Physiology And Habitat Of The Last Universal Common Ancestor. Nature Microbiology, sf: 1-8. doi: 10.1038/nmicrobiol.2016.116. | Arşiv Bağlantısı
- D. W. A. B. Weiss. (2005). Did Life Come From Another World?. Springer Science and Business Media LLC, sf: 64-71. doi: 10.1038/scientificamerican1105-64. | Arşiv Bağlantısı
- B. K. D. Pearce, et al. (2017). Origin Of The Rna World: The Fate Of Nucleobases In Warm Little Ponds. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 11327-11332. doi: 10.1073/pnas.1710339114. | Arşiv Bağlantısı
- E. T. Parker, et al. (2011). Primordial Synthesis Of Amines And Amino Acids In A 1958 Miller H 2 S-Rich Spark Discharge Experiment. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 5526-5531. doi: 10.1073/pnas.1019191108. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2003). On The Origins Of Cells: A Hypothesis For The Evolutionary Transitions From Abiotic Geochemistry To Chemoautotrophic Prokaryotes, And From Prokaryotes To Nucleated Cells. Philosophical Transactions of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 59-85. doi: 10.1098/rstb.2002.1183. | Arşiv Bağlantısı
- H. J. Cleaves, et al. (2008). A Reassessment Of Prebiotic Organic Synthesis In Neutral Planetary Atmospheres. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 105-115. doi: 10.1007/s11084-007-9120-3. | Arşiv Bağlantısı
- J. D. Bernal. (1949). The Physical Basis Of Life. Proceedings of the Physical Society. Section A, sf: 537. doi: 10.1088/0370-1298/62/9/301. | Arşiv Bağlantısı
- K. Bahadur. (1975). Photochemical Formation Of Self-Sustaining Coacervates. Zentralblatt für Bakteriologie, Parasitenkunde, Infektionskrankheiten und Hygiene. Zweite Naturwissenschaftliche Abteilung: Allgemeine, Landwirtschaftliche und Technische Mikrobiologie, sf: 211-218. doi: 10.1016/S0044-4057(75)80076-1. | Arşiv Bağlantısı
- S. A. Wilde, et al. (2001). Evidence From Detrital Zircons For The Existence Of Continental Crust And Oceans On The Earth 4.4 Gyr Ago. Nature, sf: 175-178. doi: 10.1038/35051550. | Arşiv Bağlantısı
- J. L. Bada, et al. (2003). Prebiotic Soup--Revisiting The Miller Experiment. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 745-746. doi: 10.1126/science.1085145. | Arşiv Bağlantısı
- J. F. Kasting. (2006). Earth's Early Atmosphere. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 920-926. doi: 10.1126/science.11536547. | Arşiv Bağlantısı
- H. Follmann, et al. (2009). Darwin’s Warm Little Pond Revisited: From Molecules To The Origin Of Life. Naturwissenschaften, sf: 1265-1292. doi: 10.1007/s00114-009-0602-1. | Arşiv Bağlantısı
- R. Gomes, et al. (2005). Origin Of The Cataclysmic Late Heavy Bombardment Period Of The Terrestrial Planets. Nature, sf: 466-469. doi: 10.1038/nature03676. | Arşiv Bağlantısı
- T. Hassenkam, et al. (2017). Elements Of Eoarchean Life Trapped In Mineral Inclusions. Nature, sf: 78-81. doi: 10.1038/nature23261. | Arşiv Bağlantısı
- C. F. Chyba. (2005). Rethinking Earth's Early Atmosphere. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 962-963. doi: 10.1126/science.1113157. | Arşiv Bağlantısı
- K. A. Maher, et al. (1988). Impact Frustration Of The Origin Of Life. Nature, sf: 612-614. doi: 10.1038/331612a0. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Schopf, et al. (2017). Sims Analyses Of The Oldest Known Assemblage Of Microfossils Document Their Taxon-Correlated Carbon Isotope Compositions. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 53-58. doi: 10.1073/pnas.1718063115. | Arşiv Bağlantısı
- A. Mann. (2018). Bashing Holes In The Tale Of Earth’s Troubled Youth. Springer Science and Business Media LLC, sf: 393-395. doi: 10.1038/d41586-018-01074-6. | Arşiv Bağlantısı
- S. L. Miller. (2006). A Production Of Amino Acids Under Possible Primitive Earth Conditions. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 528-529. doi: 10.1126/science.117.3046.528. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Furukawa, et al. (2009). Biomolecule Formation By Oceanic Impacts On Early Earth. Nature Geoscience, sf: 62-66. doi: 10.1038/ngeo383. | Arşiv Bağlantısı
- P. Marigo, et al. (2020). Carbon Star Formation As Seen Through The Non-Monotonic Initial–Final Mass Relation. Nature Astronomy, sf: 1102-1110. doi: 10.1038/s41550-020-1132-1. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Schopf, et al. (2007). Evidence Of Archean Life: Stromatolites And Microfossils. Precambrian Research, sf: 141-155. doi: 10.1016/j.precamres.2007.04.009. | Arşiv Bağlantısı
- T. Djokic, et al. (2017). Earliest Signs Of Life On Land Preserved In Ca. 3.5 Ga Hot Spring Deposits. Nature Communications, sf: 1-9. doi: 10.1038/ncomms15263. | Arşiv Bağlantısı
- J. O'Donaghue. (2011). Oldest Fossils Show Early Life Was A Beach. New Scientist, sf: 13. doi: 10.1016/S0262-4079(11)62064-2. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Schopf. (2006). Fossil Evidence Of Archaean Life. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences, sf: 869-885. doi: 10.1098/rstb.2006.1834. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Ohtomo, et al. (2014). Evidence For Biogenic Graphite In Early Archaean Isua Metasedimentary Rocks. Nature Geoscience, sf: 25-28. doi: 10.1038/ngeo2025. | Arşiv Bağlantısı
- M. T. Rosing, et al. (2006). The Rise Of Continents—An Essay On The Geologic Consequences Of Photosynthesis. Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology, sf: 99-113. doi: 10.1016/j.palaeo.2006.01.007. | Arşiv Bağlantısı
- M. S. Dodd, et al. (2017). Evidence For Early Life In Earth’s Oldest Hydrothermal Vent Precipitates. Nature, sf: 60-64. doi: 10.1038/nature21377. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Morse, et al. (1998). Hadean Ocean Carbonate Geochemistry. Aquatic Geochemistry, sf: 301-319. doi: 10.1023/A:1009632230875. | Arşiv Bağlantısı
- C. Chyba, et al. (1992). Endogenous Production, Exogenous Delivery And Impact-Shock Synthesis Of Organic Molecules: An Inventory For The Origins Of Life. Nature, sf: 125-132. doi: 10.1038/355125a0. | Arşiv Bağlantısı
- NoffkeNora, et al. (2013). Microbially Induced Sedimentary Structures Recording An Ancient Ecosystem In The Ca. 3.48 Billion-Year-Old Dresser Formation, Pilbara, Western Australia. Astrobiology, sf: 1103-1124. doi: 10.1089/ast.2013.1030. | Arşiv Bağlantısı
- N. H. Sleep, et al. (2003). Annihilation Of Ecosystems By Large Asteroid Impacts On The Early Earth. Springer Science and Business Media LLC, sf: 139-142. doi: 10.1038/342139a0. | Arşiv Bağlantısı
- D. Wacey, et al. (2011). Microfossils Of Sulphur-Metabolizing Cells In 3.4-Billion-Year-Old Rocks Of Western Australia. Nature Geoscience, sf: 698-702. doi: 10.1038/ngeo1238. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Baumgartner, et al. (2019). Nano−Porous Pyrite And Organic Matter In 3.5-Billion-Year-Old Stromatolites Record Primordial Life. Geology, sf: 1039-1043. doi: 10.1130/G46365.1. | Arşiv Bağlantısı
- E. A. Bell, et al. (2015). Potentially Biogenic Carbon Preserved In A 4.1 Billion-Year-Old Zircon. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 14518-14521. doi: 10.1073/pnas.1517557112. | Arşiv Bağlantısı
- T. R. Geballe, et al. (2011). Infrared Diffuse Interstellar Bands In The Galactic Centre Region. Nature, sf: 200-202. doi: 10.1038/nature10527. | Arşiv Bağlantısı
- N. Goldman, et al. (2013). Prebiotic Chemistry Within A Simple Impacting Icy Mixture. American Chemical Society (ACS), sf: 5124-5131. doi: 10.1021/jp402976n. | Arşiv Bağlantısı
- D. M. Hudgins, et al. (2005). Variations In The Peak Position Of The 6.2 Μm Interstellar Emission Feature: A Tracer Of N In The Interstellar Polycyclic Aromatic Hydrocarbon Population. The Astrophysical Journal, sf: 316. doi: 10.1086/432495. | Arşiv Bağlantısı
- W. R. Thompson, et al. (2008). Coloration And Darkening Of Methane Clathrate And Other Ices By Charged Particle Irradiation: Applications To The Outer Solar System. American Geophysical Union (AGU), sf: 14933-14947. doi: 10.1029/JA092iA13p14933. | Arşiv Bağlantısı
- D. A. García-Hernández, et al. (2010). Formation Of Fullerenes In H-Containing Planetary Nebulae. The Astrophysical Journal Letters, sf: L39. doi: 10.1088/2041-8205/724/1/L39. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Oba, et al. (2022). Identifying The Wide Diversity Of Extraterrestrial Purine And Pyrimidine Nucleobases In Carbonaceous Meteorites. Nature Communications, sf: 1-10. doi: 10.1038/s41467-022-29612-x. | Arşiv Bağlantısı
- P. Ehrenfreund, et al. (2010). Cosmic Carbon Chemistry: From The Interstellar Medium To The Early Earth. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a002097. doi: 10.1101/cshperspect.a002097. | Arşiv Bağlantısı
- V. V. Goncharuk, et al. (2015). Water And Carbon Dioxide As The Main Precursors Of Organic Matter On Earth And In Space. Journal of Water Chemistry and Technology, sf: 2-3. doi: 10.3103/S1063455X15010026. | Arşiv Bağlantısı
- M. S. Gudipati, et al. (2012). In-Situ Probing Of Radiation-Induced Processing Of Organics In Astrophysical Ice Analogs—Novel Laser Desorption Laser Ionization Time-Of-Flight Mass Spectroscopic Studies. The Astrophysical Journal Letters, sf: L24. doi: 10.1088/2041-8205/756/1/L24. | Arşiv Bağlantısı
- M. D’Ischia, et al. (2019). Astrochemistry And Astrobiology: Materials Science In Wonderland?. International Journal of Molecular Sciences, sf: 4079. doi: 10.3390/ijms20174079. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Martins, et al. (2008). Extraterrestrial Nucleobases In The Murchison Meteorite. Earth and Planetary Science Letters, sf: 130-136. doi: 10.1016/j.epsl.2008.03.026. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Martins. (2011). Organic Chemistry Of Carbonaceous Meteorites. Elements, sf: 35-40. doi: 10.2113/gselements.7.1.35. | Arşiv Bağlantısı
- E. Gallori. (2011). Astrochemistry And The Origin Of Genetic Material. Rendiconti Lincei, sf: 113-118. doi: 10.1007/s12210-011-0118-4. | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Callahan, et al. (2011). Carbonaceous Meteorites Contain A Wide Range Of Extraterrestrial Nucleobases. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 13995-13998. doi: 10.1073/pnas.1106493108. | Arşiv Bağlantısı
- S. Kwok, et al. (2011). Mixed Aromatic–Aliphatic Organic Nanoparticles As Carriers Of Unidentified Infrared Emission Features. Nature, sf: 80-83. doi: 10.1038/nature10542. | Arşiv Bağlantısı
- J. K. Jørgensen, et al. (2012). Detection Of The Simplest Sugar, Glycolaldehyde, In A Solar-Type Protostar With Alma. The Astrophysical Journal Letters, sf: L4. doi: 10.1088/2041-8205/757/1/L4. | Arşiv Bağlantısı
- H. J. C. II. (2010). The Origin Of The Biologically Coded Amino Acids. Journal of Theoretical Biology, sf: 490-498. doi: 10.1016/j.jtbi.2009.12.014. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Furukawa, et al. (2019). Extraterrestrial Ribose And Other Sugars In Primitive Meteorites. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 24440-24445. doi: 10.1073/pnas.1907169116. | Arşiv Bağlantısı
- I. A. Chen. (2006). The Emergence Of Cells During The Origin Of Life. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1558-1559. doi: 10.1126/science.1137541. | Arşiv Bağlantısı
- C. Menor-Salván, et al. (2009). Synthesis Of Pyrimidines And Triazines In Ice: Implications For The Prebiotic Chemistry Of Nucleobases. Wiley, sf: 4411-4418. doi: 10.1002/chem.200802656. | Arşiv Bağlantısı
- J. ORÓ. (1961). Mechanism Of Synthesis Of Adenine From Hydrogen Cyanide Under Possible Primitive Earth Conditions. Nature, sf: 1193-1194. doi: 10.1038/1911193a0. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2004). Prebiotic Adenine Revisited: Eutectics And Photochemistry. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 361-369. doi: 10.1023/B:ORIG.0000029882.52156.c2. | Arşiv Bağlantısı
- I. A. Chen, et al. (2010). From Self-Assembled Vesicles To Protocells. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a002170. doi: 10.1101/cshperspect.a002170. | Arşiv Bağlantısı
- M. Eigen, et al. (1978). The Hypercycle. The Science of Nature, sf: 341-369. doi: 10.1007/BF00439699. | Arşiv Bağlantısı
- M. Ferus, et al. (2014). High-Energy Chemistry Of Formamide: A Unified Mechanism Of Nucleobase Formation. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 657-662. doi: 10.1073/pnas.1412072111. | Arşiv Bağlantısı
- J. Oró, et al. (1962). Synthesis Of Purines Under Possible Primitive Earth Conditions: Ii. Purine Intermediates From Hydrogen Cyanide. Archives of Biochemistry and Biophysics, sf: 293-313. doi: 10.1016/0003-9861(62)90412-5. | Arşiv Bağlantısı
- M. Eigen, et al. (1978). The Hypercycle. Naturwissenschaften, sf: 7-41. doi: 10.1007/BF00420631. | Arşiv Bağlantısı
- D. Roy, et al. (2007). Chemical Evolution: The Mechanism Of The Formation Of Adenine Under Prebiotic Conditions. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 17272-17277. doi: 10.1073/pnas.0708434104. | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Robertson, et al. (1995). An Efficient Prebiotic Synthesis Of Cytosine And Uracil. Nature, sf: 772-774. doi: 10.1038/375772a0. | Arşiv Bağlantısı
- D. Segré, et al. (2001). The Lipid World. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 119-145. doi: 10.1023/A:1006746807104. | Arşiv Bağlantısı
- M. Levy, et al. (2000). Prebiotic Synthesis Of Adenine And Amino Acids Under Europa-Like Conditions. Icarus, sf: 609-613. doi: 10.1006/icar.2000.6365. | Arşiv Bağlantısı
- B. Basile, et al. (1984). Prebiotic Syntheses Of Purines And Pyrimidines. Advances in Space Research, sf: 125-131. doi: 10.1016/0273-1177(84)90554-4. | Arşiv Bağlantısı
- M. Tessera. (2011). Origin Of Evolution Versus Origin Of Life: A Shift Of Paradigm. International Journal of Molecular Sciences, sf: 3445-3458. doi: 10.3390/ijms12063445. | Arşiv Bağlantısı
- M. Eigen, et al. (1977). A Principle Of Natural Self-Organization. Naturwissenschaften, sf: 541-565. doi: 10.1007/BF00450633. | Arşiv Bağlantısı
- R. Saladino, et al. (2012). From The One-Carbon Amide Formamide To Rna All The Steps Are Prebiotically Possible. Biochimie, sf: 1451-1456. doi: 10.1016/j.biochi.2012.02.018. | Arşiv Bağlantısı
- R. Saladino, et al. (2012). Formamide And The Origin Of Life. Physics of Life Reviews, sf: 84-104. doi: 10.1016/j.plrev.2011.12.002. | Arşiv Bağlantısı
- R. Breslow. (1959). On The Mechanism Of The Formose Reaction. Tetrahedron Letters, sf: 22-26. doi: 10.1016/S0040-4039(01)99487-0. | Arşiv Bağlantısı
- R. Shapiro. (2007). A Simpler Origin For Life. Springer Science and Business Media LLC, sf: 46-53. doi: 10.1038/scientificamerican0607-46. | Arşiv Bağlantısı
- O. Markovitch, et al. (2012). Excess Mutual Catalysis Is Required For Effective Evolvability. Artificial Life, sf: 243-266. doi: 10.1162/ARTL_a_00064. | Arşiv Bağlantısı
- S. A. Benner, et al. (2019). When Did Life Likely Emerge On Earth In An Rna‐First Process?. Wiley. doi: 10.1002/syst.201900035. | Arşiv Bağlantısı
- W. Junge, et al. (2015). Atp Synthase. Annual Reviews, sf: 631-657. doi: 10.1146/annurev-biochem-060614-034124. | Arşiv Bağlantısı
- T. R. Cech. (2012). The Rna Worlds In Context. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a006742. doi: 10.1101/cshperspect.a006742. | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Robertson, et al. (2012). The Origins Of The Rna World. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003608. doi: 10.1101/cshperspect.a003608. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2003). Some Consequences Of The Rna World Hypothesis. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 211-218. doi: 10.1023/A:1024616317965. | Arşiv Bağlantısı
- A. W. J. Muller, et al. (2006). Thermal Energy And The Origin Of Life. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 177-189. doi: 10.1007/s11084-005-9003-4. | Arşiv Bağlantısı
- M. Yarus. (2011). Getting Past The Rna World: The Initial Darwinian Ancestor. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003590. doi: 10.1101/cshperspect.a003590. | Arşiv Bağlantısı
- A. W. J. Muller. (1995). Were The First Organisms Heat Engines? A New Model For Biogenesis And The Early Evolution Of Biological Energy Conversion. Progress in Biophysics and Molecular Biology, sf: 193-231. doi: 10.1016/0079-6107(95)00004-7. | Arşiv Bağlantısı
- S. D. Copley, et al. (2007). The Origin Of The Rna World: Co-Evolution Of Genes And Metabolism. Elsevier BV, sf: 430-443. doi: 10.1016/j.bioorg.2007.08.001. | Arşiv Bağlantısı
- T. A. Lincoln, et al. (2009). Self-Sustained Replication Of An Rna Enzyme. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1229-1232. doi: 10.1126/science.1167856. | Arşiv Bağlantısı
- W. Gilbert. (1986). Origin Of Life: The Rna World. Nature, sf: 618-618. doi: 10.1038/319618a0. | Arşiv Bağlantısı
- G. F. Joyce. (2009). Evolution In An Rna World. Cold Spring Harbor Symposia on Quantitative Biology, sf: 17-23. doi: 10.1101/sqb.2009.74.004. | Arşiv Bağlantısı
- G. E. Fox. (2010). Origin And Evolution Of The Ribosome. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003483. doi: 10.1101/cshperspect.a003483. | Arşiv Bağlantısı
- M. Neveu, et al. (2013). The “Strong” Rna World Hypothesis: Fifty Years Old. Mary Ann Liebert Inc, sf: 391-403. doi: 10.1089/ast.2012.0868. | Arşiv Bağlantısı
- A. V. Vlassov, et al. (2005). The Rna World On Ice: A New Scenario For The Emergence Of Rna Information. Journal of Molecular Evolution, sf: 264-273. doi: 10.1007/s00239-004-0362-7. | Arşiv Bağlantısı
- E. V. Koonin. (2007). The Cosmological Model Of Eternal Inflation And The Transition From Chance To Biological Evolution In The History Of Life. Biology Direct, sf: 1-21. doi: 10.1186/1745-6150-2-15. | Arşiv Bağlantısı
- G. W. Hoffmann. (2003). The Stochastic Theory Of The Origin Of The Genetic Code. Annual Reviews, sf: 123-144. doi: 10.1146/annurev.pc.26.100175.001011. | Arşiv Bağlantısı
- H. Bernstein, et al. (2015). The Darwinian Dynamic. The Quarterly Review of Biology, sf: 185-207. doi: 10.1086/413216. | Arşiv Bağlantısı
- M. D. Nussinov, et al. (1997). The Emergence Of The Non-Cellular Phase Of Life On The Fine-Grained Clayish Particles Of The Early Earth's Regolith. Biosystems, sf: 111-118. doi: 10.1016/S0303-2647(96)01699-1. | Arşiv Bağlantısı
- C. R. Woese, et al. (2006). Phylogenetic Structure Of The Prokaryotic Domain: The Primary Kingdoms. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 5088-5090. doi: 10.1073/pnas.74.11.5088. | Arşiv Bağlantısı
- A. Kühnlein, et al. (2021). Trna Sequences Can Assemble Into A Replicator. eLife Sciences Publications, Ltd. doi: 10.7554/eLife.63431. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2003). On The Origins Of Cells: A Hypothesis For The Evolutionary Transitions From Abiotic Geochemistry To Chemoautotrophic Prokaryotes, And From Prokaryotes To Nucleated Cells. Philosophical Transactions of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 59-85. doi: 10.1098/rstb.2002.1183. | Arşiv Bağlantısı
- A. Roldan, et al. (2015). Bio-Inspired Co2 Conversion By Iron Sulfide Catalysts Under Sustainable Conditions. Chemical Communications, sf: 7501-7504. doi: 10.1039/C5CC02078F. | Arşiv Bağlantısı
- J. A. Baross, et al. (1985). Submarine Hydrothermal Vents And Associated Gradient Environments As Sites For The Origin And Evolution Of Life. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 327-345. doi: 10.1007/BF01808177. | Arşiv Bağlantısı
- H. F. Noller. (2012). Evolution Of Protein Synthesis From An Rna World. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003681. doi: 10.1101/cshperspect.a003681. | Arşiv Bağlantısı
- G. W. Hoffmann. (1974). On The Origin Of The Genetic Code And The Stability Of The Translation Apparatus. Journal of Molecular Biology, sf: 349-362. doi: 10.1016/0022-2836(74)90024-2. | Arşiv Bağlantısı
- E. L. Shock, et al. (2015). Principles Of Geobiochemistry. Elements, sf: 395-401. doi: 10.2113/gselements.11.6.395. | Arşiv Bağlantısı
- J. P. Amend, et al. (2013). The Energetics Of Organic Synthesis Inside And Outside The Cell. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences, sf: 20120255. doi: 10.1098/rstb.2012.0255. | Arşiv Bağlantısı
- M. J. RUSSELL, et al. (1997). The Emergence Of Life From Iron Monosulphide Bubbles At A Submarine Hydrothermal Redox And Ph Front. Journal of the Geological Society, sf: 377-402. doi: 10.1144/gsjgs.154.3.0377. | Arşiv Bağlantısı
- Nature. (2016). Early Life Liked It Hot. Nature, sf: 468-468. doi: 10.1038/535468b. | Arşiv Bağlantısı
- T. Cavalier-Smith. (2006). Rooting The Tree Of Life By Transition Analyses. Biology Direct, sf: 1-83. doi: 10.1186/1745-6150-1-19. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2006). The Maintenance Of The Accuracy Of Protein Synthesis And Its Relevance To Ageing. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 517-521. doi: 10.1073/pnas.49.4.517. | Arşiv Bağlantısı
- R. E. Valas, et al. (2011). The Origin Of A Derived Superkingdom: How A Gram-Positive Bacterium Crossed The Desert To Become An Archaeon. Biology Direct, sf: 1-33. doi: 10.1186/1745-6150-6-16. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (1994). The Origin Of Life On The Earth. Springer Science and Business Media LLC, sf: 76-83. doi: 10.1038/scientificamerican1094-76. | Arşiv Bağlantısı
- M. Colín-García. (2017). Hydrothermal Vents And Prebiotic Chemistry: A Review. Sociedad Geologica Mexicana, sf: 599-620. doi: 10.18268/BSGM2016v68n3a13. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2006). On The Origin Of Biochemistry At An Alkaline Hydrothermal Vent. The Royal Society, sf: 1887-1926. doi: 10.1098/rstb.2006.1881. | Arşiv Bağlantısı
- J. G. Forsythe, et al. (2015). Ester‐Mediated Amide Bond Formation Driven By Wet–Dry Cycles: A Possible Path To Polypeptides On The Prebiotic Earth. Wiley, sf: 9871-9875. doi: 10.1002/anie.201503792. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian, et al. (2012). Origin Of First Cells At Terrestrial, Anoxic Geothermal Fields. Proceedings of the National Academy of Sciences. doi: 10.1073/pnas.1117774109. | Arşiv Bağlantısı
- W. Huang, et al. (2006). One-Step, Regioselective Synthesis Of Up To 50-Mers Of Rna Oligomers By Montmorillonite Catalysis. American Chemical Society (ACS), sf: 8914-8919. doi: 10.1021/ja061782k. | Arşiv Bağlantısı
- A. B. Subramaniam, et al. (2011). Semi-Permeable Vesicles Composed Of Natural Clay. Soft Matter, sf: 2600-2612. doi: 10.1039/C0SM01354D. | Arşiv Bağlantısı
- K. R. POPPER. (1990). Pyrite And The Origin Of Life. Nature, sf: 387-387. doi: 10.1038/344387a0. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Vallee, et al. (2017). At The Very Beginning Of Life On Earth: The Thiol-Rich Peptide (Trp) World Hypothesis. International Journal of Developmental Biology, sf: 471-478. doi: 10.1387/ijdb.170028yv. | Arşiv Bağlantısı
- K. Adamala, et al. (2013). Nonenzymatic Template-Directed Rna Synthesis Inside Model Protocells. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1098-1100. doi: 10.1126/science.1241888. | Arşiv Bağlantısı
- B. Damer, et al. (2020). The Hot Spring Hypothesis For An Origin Of Life. Astrobiology, sf: 429-452. doi: 10.1089/ast.2019.2045. | Arşiv Bağlantısı
- H. Hartman. (1998). Photosynthesis And The Origin Of Life. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 515-521. doi: 10.1023/A:1006548904157. | Arşiv Bağlantısı
- J. L. England. (2013). Statistical Physics Of Self-Replication. AIP Publishing, sf: 121923. doi: 10.1063/1.4818538. | Arşiv Bağlantısı
- K. Chandru, et al. (2016). The Abiotic Chemistry Of Thiolated Acetate Derivatives And The Origin Of Life. Scientific Reports, sf: 1-11. doi: 10.1038/srep29883. | Arşiv Bağlantısı
- M. A. Keller, et al. (2014). Non‐Enzymatic Glycolysis And Pentose Phosphate Pathway‐Like Reactions In A Plausiblearchean Ocean. EMBO, sf: 725. doi: 10.1002/msb.20145228. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian. (2009). On The Origin Of Life In The Zinc World: 1. Photosynthesizing, Porous Edifices Built Of Hydrothermally Precipitated Zinc Sulfide As Cradles Of Life On Earth. Biology Direct, sf: 1-39. doi: 10.1186/1745-6150-4-26. | Arşiv Bağlantısı
- G. Wächtershäuser. (2020). Before Enzymes And Templates: Theory Of Surface Metabolism.. American Society for Microbiology, sf: 452-484. doi: 10.1128/MMBR.52.4.452-484.1988. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2002). Self-Organizing Biochemical Cycles. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 12503-12507. doi: 10.1073/pnas.220406697. | Arşiv Bağlantısı
- K. Chandru, et al. (2018). Simple Prebiotic Synthesis Of High Diversity Dynamic Combinatorial Polyester Libraries. Communications Chemistry, sf: 1-8. doi: 10.1038/s42004-018-0031-1. | Arşiv Bağlantısı
- A. B. Macallum. (1926). The Paleochemistry Of The Body Fluids And Tissues. Physiological Reviews, sf: 316-357. doi: 10.1152/physrev.1926.6.2.316. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian, et al. (2009). On The Origin Of Life In The Zinc World. 2. Validation Of The Hypothesis On The Photosynthesizing Zinc Sulfide Edifices As Cradles Of Life On Earth. Biology Direct, sf: 1-37. doi: 10.1186/1745-6150-4-27. | Arşiv Bağlantısı
- R. F. Fox. (2009). Review Of Stuart Kauffman, The Origins Of Order: Self-Organization And Selection In Evolution. Elsevier BV, sf: 2698-2699. doi: 10.1016/s0006-3495(93)81321-3. | Arşiv Bağlantısı
- C. Huber, et al. (2002). Peptides By Activation Of Amino Acids With Co On (Ni,Fe)S Surfaces: Implications For The Origin Of Life. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 670-672. doi: 10.1126/science.281.5377.670. | Arşiv Bağlantısı
- R. Plasson, et al. (2007). Emergence Of Homochirality In Far-From-Equilibrium Systems: Mechanisms And Role In Prebiotic Chemistry. Wiley, sf: 589-600. doi: 10.1002/chir.20440. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian, et al. (2012). Origin Of First Cells At Terrestrial, Anoxic Geothermal Fields. Proceedings of the National Academy of Sciences. doi: 10.1073/pnas.1117774109. | Arşiv Bağlantısı
- F. Jafarpour, et al. (2015). Noise-Induced Mechanism For Biological Homochirality Of Early Life Self-Replicators. Physical Review Letters, sf: 158101. doi: 10.1103/PhysRevLett.115.158101. | Arşiv Bağlantısı
- F. Jafarpour, et al. (2017). Noise-Induced Symmetry Breaking Far From Equilibrium And The Emergence Of Biological Homochirality. Physical Review E, sf: 032407. doi: 10.1103/PhysRevE.95.032407. | Arşiv Bağlantısı
- C. Davidovich, et al. (2009). The Evolving Ribosome: From Non-Coded Peptide Bond Formation To Sophisticated Translation Machinery. Research in Microbiology, sf: 487-492. doi: 10.1016/j.resmic.2009.07.004. | Arşiv Bağlantısı
- K. Soai, et al. (2002). Asymmetric Autocatalysis And The Origin Of Chiral Homogeneity In Organic Compounds. Wiley, sf: 321-332. doi: 10.1002/tcr.1017. | Arşiv Bağlantısı
- F. C. Frank. (1953). On Spontaneous Asymmetric Synthesis. Biochimica et Biophysica Acta, sf: 459-463. doi: 10.1016/0006-3002(53)90082-1. | Arşiv Bağlantısı
- T. Shibata, et al. (2002). Highly Enantioselective Catalytic Asymmetric Automultiplication Of Chiral Pyrimidyl Alcohol. American Chemical Society (ACS), sf: 471-472. doi: 10.1021/ja953066g. | Arşiv Bağlantısı
- S. Clark. (2003). Polarized Starlight And The Handedness Of Life. Sigma Xi, sf: 336. doi: 10.1511/1999.4.336. | Arşiv Bağlantısı
- J. F. Atkins, et al. (2002). The 22Nd Amino Acid. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1409-1410. doi: 10.1126/science.1073339. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Zhou, et al. (2021). A Widespread Pathway For Substitution Of Adenine By Diaminopurine In Phage Genomes. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 512-516. doi: 10.1126/science.abe4882. | Arşiv Bağlantısı
- D. Sleiman, et al. (2021). A Third Purine Biosynthetic Pathway Encoded By Aminoadenine-Based Viral Dna Genomes. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 516-520. doi: 10.1126/science.abe6494. | Arşiv Bağlantısı
- M. W. Grome, et al. (2021). Ztcg: Viruses Expand The Genetic Alphabet. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 460-461. doi: 10.1126/science.abh3571. | Arşiv Bağlantısı
- V. Pezo, et al. (2021). Noncanonical Dna Polymerization By Aminoadenine-Based Siphoviruses. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 520-524. doi: 10.1126/science.abe6542. | Arşiv Bağlantısı
- C. Alff-Steinberger. (2006). The Genetic Code And Error Transmission. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 584-591. doi: 10.1073/pnas.64.2.584. | Arşiv Bağlantısı
- C. Mayer-Bacon, et al. (2021). Evolution As A Guide To Designing Xeno Amino Acid Alphabets. International Journal of Molecular Sciences, sf: 2787. doi: 10.3390/ijms22062787. | Arşiv Bağlantısı
- A. Eschenmoser. (2002). Chemical Etiology Of Nucleic Acid Structure. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 2118-2124. doi: 10.1126/science.284.5423.2118. | Arşiv Bağlantısı
- S. Hoshika, et al. (2019). Hachimoji Dna And Rna: A Genetic System With Eight Building Blocks. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 884-887. doi: 10.1126/science.aat0971. | Arşiv Bağlantısı
- F. CRICK. (1970). Central Dogma Of Molecular Biology. Nature, sf: 561-563. doi: 10.1038/227561a0. | Arşiv Bağlantısı
- I. Nikić‐Spiegel. (2020). Expanding The Genetic Code For Neuronal Studies. Wiley, sf: 3169-3179. doi: 10.1002/cbic.202000300. | Arşiv Bağlantısı
- A. Dumas, et al. (2014). Designing Logical Codon Reassignment – Expanding The Chemistry In Biology. Chemical Science, sf: 50-69. doi: 10.1039/C4SC01534G. | Arşiv Bağlantısı
- C. C. Liu, et al. (2010). Adding New Chemistries To The Genetic Code. Annual Reviews, sf: 413-444. doi: 10.1146/annurev.biochem.052308.105824. | Arşiv Bağlantısı
- A. Ambrogelly, et al. (2007). Natural Expansion Of The Genetic Code. Nature Chemical Biology, sf: 29-35. doi: 10.1038/nchembio847. | Arşiv Bağlantısı
- A. X. Zhou, et al. (2019). Progress Toward Eukaryotic Semisynthetic Organisms: Translation Of Unnatural Codons. American Chemical Society (ACS), sf: 20166-20170. doi: 10.1021/jacs.9b09080. | Arşiv Bağlantısı
- Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences. (1991). Four Letters In The Genetic Alphabet: A Frozen Evolutionary Optimum?. Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 91-99. doi: 10.1098/rspb.1991.0093. | Arşiv Bağlantısı
- A. L. Weber, et al. (1981). Reasons For The Occurrence Of The Twenty Coded Protein Amino Acids. Journal of Molecular Evolution, sf: 273-284. doi: 10.1007/BF01795749. | Arşiv Bağlantısı
- E. N. Trifonov. (2000). Consensus Temporal Order Of Amino Acids And Evolution Of The Triplet Code. Gene, sf: 139-151. doi: 10.1016/S0378-1119(00)00476-5. | Arşiv Bağlantısı
- R. Geyer, et al. (2018). On The Efficiency Of The Genetic Code After Frameshift Mutations. PeerJ, sf: e4825. doi: 10.7717/peerj.4825. | Arşiv Bağlantısı
- P. P. Gardner, et al. (2003). Optimal Alphabets For An Rna World. Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 1177-1182. doi: 10.1098/rspb.2003.2355. | Arşiv Bağlantısı
- A. R. Nödling, et al. (2019). Using Genetically Incorporated Unnatural Amino Acids To Control Protein Functions In Mammalian Cells. Essays in Biochemistry, sf: 237-266. doi: 10.1042/EBC20180042. | Arşiv Bağlantısı
- P. G. Higgs, et al. (2009). A Thermodynamic Basis For Prebiotic Amino Acid Synthesis And The Nature Of The First Genetic Code. Mary Ann Liebert Inc, sf: 483-490. doi: 10.1089/ast.2008.0280. | Arşiv Bağlantısı
- S. J. Freeland, et al. (2002). Do Proteins Predate Dna?. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 690-692. doi: 10.1126/science.286.5440.690. | Arşiv Bağlantısı
- G. P. Fournier, et al. (2015). Ancestral Reconstruction Of A Pre-Luca Aminoacyl-Trna Synthetase Ancestor Supports The Late Addition Of Trp To The Genetic Code. Journal of Molecular Evolution, sf: 171-185. doi: 10.1007/s00239-015-9672-1. | Arşiv Bağlantısı
- H. Štorchová. (1994). Gesteland, R.f., Atkins, J.f. (Ed.): The Rna World. Biologia plantarum, sf: 358-358. doi: 10.1007/BF02920931. | Arşiv Bağlantısı
- V. Tretyachenko, et al. (2021). Unevolved Proteins From Modern And Prebiotic Amino Acids Manifest Distinct Structural Profiles. bioRxiv, sf: 2021.08.29.458031. doi: 10.1101/2021.08.29.458031. | Arşiv Bağlantısı
- G. F. Joyce. (2002). The Antiquity Of Rna-Based Evolution. Nature, sf: 214-221. doi: 10.1038/418214a. | Arşiv Bağlantısı
- J. C. Xavier, et al. (2020). Autocatalytic Chemical Networks At The Origin Of Metabolism. Proceedings of the Royal Society B, sf: 20192377. doi: 10.1098/rspb.2019.2377. | Arşiv Bağlantısı
- I. Prigogine, et al. (2008). Thermodynamics Of Evolution. AIP Publishing, sf: 23-28. doi: 10.1063/1.3071090. | Arşiv Bağlantısı
- R. Krishnamurthy. (2018). Life's Biological Chemistry: A Destiny Or Destination Starting From Prebiotic Chemistry?. Wiley, sf: 16708-16715. doi: 10.1002/chem.201801847. | Arşiv Bağlantısı
- J. M. Horowitz, et al. (2017). Spontaneous Fine-Tuning To Environment In Many-Species Chemical Reaction Networks. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 7565-7570. doi: 10.1073/pnas.1700617114. | Arşiv Bağlantısı
- N. V. Hud. (2018). Searching For Lost Nucleotides Of The Pre-Rna World With A Self-Refining Model Of Early Earth. Nature Communications, sf: 1-4. doi: 10.1038/s41467-018-07389-2. | Arşiv Bağlantısı
- V. Vasas, et al. (2010). Lack Of Evolvability In Self-Sustaining Autocatalytic Networks Constraints Metabolism-First Scenarios For The Origin Of Life. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 1470-1475. doi: 10.1073/pnas.0912628107. | Arşiv Bağlantısı
- B. A. Anderson, et al. (2020). The Unexpected Base‐Pairing Behavior Of Cyanuric Acid In Rna And Ribose Versus Cyanuric Acid Induced Helicene Assembly Of Nucleic Acids: Implications For The Pre‐Rna Paradigm. Wiley, sf: 4033-4042. doi: 10.1002/chem.202004397. | Arşiv Bağlantısı
- C. Anastasi, et al. (2007). Rna: Prebiotic Product, Or Biotic Invention?. Wiley, sf: 721-739. doi: 10.1002/cbdv.200790060. | Arşiv Bağlantısı
- A. Lazcano, et al. (2004). The Origin And Early Evolution Of Life: Prebiotic Chemistry, The Pre-Rna World, And Time. Elsevier BV, sf: 793-798. doi: 10.1016/s0092-8674(00)81263-5. | Arşiv Bağlantısı
- W. Hordijk, et al. (2017). Chasing The Tail: The Emergence Of Autocatalytic Networks. Biosystems, sf: 1-10. doi: 10.1016/j.biosystems.2016.12.002. | Arşiv Bağlantısı
- B. . SHENHAV, et al. (2011). Mesobiotic Emergence: Molecular And Ensemble Complexity In Early Evolution. Advances in Complex Systems, sf: 15-35. doi: 10.1142/S0219525903000785. | Arşiv Bağlantısı
- S. D. Fried, et al. (2022). Peptides Before And During The Nucleotide World: An Origins Story Emphasizing Cooperation Between Proteins And Nucleic Acids. Journal of the Royal Society Interface. doi: 10.1098/rsif.2021.0641. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Peng, et al. (2020). An Ecological Framework For The Analysis Of Prebiotic Chemical Reaction Networks. Journal of Theoretical Biology, sf: 110451. doi: 10.1016/j.jtbi.2020.110451. | Arşiv Bağlantısı
- P. Chvykov, et al. (2020). Low Rattling: A Predictive Principle For Self-Organization In Active Collectives. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 90-95. doi: 10.1126/science.abc6182. | Arşiv Bağlantısı
- A. Murugan, et al. (2015). Undesired Usage And The Robust Self-Assembly Of Heterogeneous Structures. Nature Communications, sf: 1-10. doi: 10.1038/ncomms7203. | Arşiv Bağlantısı
- K. Michaelian. (2011). Thermodynamic Dissipation Theory For The Origin Of Life. Earth System Dynamics, sf: 37-51. doi: 10.5194/esd-2-37-2011. | Arşiv Bağlantısı
- R. Marsland, et al. (2017). Limits Of Predictions In Thermodynamic Systems: A Review. Reports on Progress in Physics, sf: 016601. doi: 10.1088/1361-6633/aa9101. | Arşiv Bağlantısı
- K. Michaelian. (2017). Microscopic Dissipative Structuring And Proliferation At The Origin Of Life. Elsevier BV, sf: e00424. doi: 10.1016/j.heliyon.2017.e00424. | Arşiv Bağlantısı
- J. L. Rinn, et al. (2020). Long Noncoding Rnas: Molecular Modalities To Organismal Functions. Annual Reviews, sf: 283-308. doi: 10.1146/annurev-biochem-062917-012708. | Arşiv Bağlantısı
- I. G. Johnston, et al. (2011). Evolutionary Dynamics In A Simple Model Of Self-Assembly. Physical Review E, sf: 066105. doi: 10.1103/PhysRevE.83.066105. | Arşiv Bağlantısı
- C. Mariscal, et al. (2020). Life And Life Only: A Radical Alternative To Life Definitionism. Synthese, sf: 2975-2989. doi: 10.1007/s11229-018-1852-2. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2008). Hydrothermal Vents And The Origin Of Life. Nature Reviews Microbiology, sf: 805-814. doi: 10.1038/nrmicro1991. | Arşiv Bağlantısı
- C. E. Cleland, et al. (2002). Defining ‘Life’. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 387-393. doi: 10.1023/A:1020503324273. | Arşiv Bağlantısı
- I. Fry. (2011). The Role Of Natural Selection In The Origin Of Life. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 3-16. doi: 10.1007/s11084-010-9214-1. | Arşiv Bağlantısı
- C. E.. (2019). Moving Beyond Definitions In The Search For Extraterrestrial Life. Astrobiology, sf: 722-729. doi: 10.1089/ast.2018.1980. | Arşiv Bağlantısı
- S. Sarkar, et al. (2019). Design Of Conditions For Self-Replication. Physical Review E, sf: 022414. doi: 10.1103/PhysRevE.100.022414. | Arşiv Bağlantısı
- F. H. C. Crick. (1968). The Origin Of The Genetic Code. Journal of Molecular Biology, sf: 367-379. doi: 10.1016/0022-2836(68)90392-6. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 03/12/2024 01:11:28 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/37
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.