Proteinin Oluşma Hesapları: Proteinler Kendi Kendilerine Nasıl Oluştular?
Günümüzde birçok bilim dışı kaynakta, proteinlerin veya aminoasitlerin kendiliğinden oluşamayacağına, çünkü bunun matematiksel olarak "olanaksız" olduğuna yönelik iddialar bulabilirsiniz. İşin komik tarafı, tüm bu "imkansızlık hesaplarına" rağmen, son 60 yıl içerisinde, sayısız laboratuvarda canlı benzeri yapılar üretilmiş, tamamen sentetik olarak üretilen canlılar hayatta tutulabilmiş, canlılığın temeli olan koaservatlar yeniden yaratılabilmiş, cansız maddelerin yapısına katılan inorganik moleküllerden kolaylıkla karmaşık yapılı organik moleküller sentezlenebilmiş, hücre içerisindeki işlevleri sürdüren biyokimyasal "motorlar" olarak bilinen moleküler mekanizmalar kendi kendine oluşacak şekilde yeniden oluşturulabilmiş ve daha nice abiyogenez deneyi başarıyla gerçekleştirilmiştir.
Elbette, bilim karşıtlarını ikna edecek tek şey, cansız maddelerden bir at, inek, eşek oluşturmak ve benzeri bilim-kurgu deneyleridir. Ancak birkaç yüz yıldır geliştirmekte olduğumuz bilim ile, yaklaşık 600 milyon yıl sürmüş bir süreci yeniden tasarlamak, oturduğu yerden bilime hiçbir katkı sağlamadan, bilgisizce geliştirilen eleştiri sahiplerine çok basit geliyor olsa da, oldukça zorlu bir iştir. Bunun en temel sebebi, doğru molekülleri bir araya getirebilecek olsanız da, çoğu zaman deneyi karmaşıklaştırmak için gereken tek şeyin uzun zaman dilimleri olmasıdır. Dolayısıyla laboratuvarda kısa süre zarflarında her türlü cansız-canlı geçişini yaratabiliriz, Craig Venter gibi uzmanların yaptığı gibi bir hücrenin DNA'sını olduğu gibi alıp, tamamen sentetik (yapay) yollarla ürettiğimiz yapay DNA'yı yerine koyarak canlılığın "özel" olduğu iddiasında olanlarla adeta "alay edecek" deneyler yapabiliriz. İnorganik molekülleri kullanarak, tamamen doğal şartlar altında, canlılığın yapısına katılacak olan tüm organik maddeleri, tamamen doğal kimyasal tepkimelerle elde edebiliriz. Hatta bu molekülleri "kendi kendine organizasyon" ilkesi dahilinde, hiçbir şekilde yönlendirmeden, kendi başlarına daha karmaşık moleküller ve hatta belli işlevler gören (protein sentezi gibi) mekanizmalar üretmesini sağlayabiliriz. Tüm bunları yapabilmek, canlılığın cansızlıktan doğal şartlar altında evrimleştiğini göstermek için yeterdir. Fakat eğer ki beklenti, bu basit adımlardan başlayarak, tam donanımlı bir bakterinin sıfırdan yaratılması ise, bunu yapamıyor oluşumuzun tek nedeni canlılığa dair halen bilinmeyen noktaların olmasından çok, bunun için gerekli zamanın belki de asla laboratuvar koşullarında sağlanamayacak oluşudur. Cansız moleküllerden canlılığın bir bütün olarak, doğal süreçlerle ve kimyasal evrim ile kendi kendine organizasyon dahilinde sentezlenmesi doğada 600 milyon yıl sürmüştür ve laboratuvar ortamında bunun birkaç gün, yıl hatta asırda olacağını iddia etmek için herhangi bir sebebimiz bulunmamaktadır.
Yani laboratuvar ortamında canlılığın sıfırdan yaratılamamış olması, bunun yapılamıyor olması anlamına gelmemektedir. Doğada bazı süreçlerin var olabilmiş olmasının tek nedeni, bu süreçlerin gerçekleşebilmesi için gerekli zamanın evrende bulunmuş olmasıdır. Dolayısıyla bu olayları tekrar edebilmek için, yine çok uzun zaman dilimleri boyunca beklemek ve gözlemek gerekebilir. Dolayısıyla, doğada 600 milyon yılda gerçekleşmiş bir olayın laboratuvar koşullarında birkaç saat, gün ya da yılda tekrar edilebileceğini varsaymak büyük bir hatadır. Kaldı ki, yapılan deneyler bile tek başına bu süreçlerin doğada mümkün olduğunu anlamamız için fazlasıyla yeterlidir. Buna rağmen bu alanda araştırmalar sürdürülerek, bilimsel boşlukların doldurulması hedeflenmekte ve gerçeğe en fazla yaklaşabilmemiz sağlanmaya çalışılmaktadır.
Bilimsellikten ve modern bilimsel analizden son derece uzak şekilde geliştirilmiş bilim karşıtı iddialar ise, bilimsel gerçeklerin halka ulaşmasını engellemekte ve bilgi kirliliğine neden olmaktadır. Özellikle çok basit seviyede ve gerçekçi olmayan matematiksel hesaplamalar kullanarak, doğadaki en karmaşık fiziksel, kimyasal ve biyolojik süreçleri modelleyebileceğini sananlar, ilkokul ve lise matematiğinden fazlasını görmemiş insanların akıllarına kolayca girebilmekte ve yaptıkları sükseli gibi gözüken hesaplarla bilimi çarpıtmakta, günümüzde özellikle İtalya, Hollanda, ABD ve Danimarka'da yürütülen ve hakkında sayısız makale yayımlanan canlılığın cansızlıktan evrimine yönelik abiyogenez deneylerine ve araştırmacılara hakaret etmektedirler. Bu yazımızda, söz konusu hesapların neden hatalı olduğunu izah edeceğiz.
Bilimsel Temel Bulunmadan Yapılan Protein Hesabının Özeti
Konumuzu bir alıntı üzerinden sürdüreceğiz. Bu alıntıda, genel hesabın mantığı güzel bir biçimde ortaya konmaktadır ve hataları oldukça nettir. Şöyle:
-Alıntı Başı-
"Olasılık hesapları, tasarım ile tesadüf şıklarından hangisinin daha tutarlı olduğunu anlamamız için bize objektif matematiksel veri sunmaktadır. Proteinlerin yapısı, olasılık hesaplarının kolayca uygulanmasına olanak tanımaktadır. Her canlı hücre proteinlerden oluşur. Proteinler gerek enzim olarak gerek diğer vazifelerle hücrelerdeki faaliyetleri gerçekleştiren temel birimlerdir. Hücre ile fabrika arasında kurulan analojide, proteinler makineye karşılık gelmektedir. Proteinler amino asitlerin arka arkaya gelmesiyle oluşurlar. Canlı bünyesinde 20 tane amino asit kullanılarak protein oluşur. Bu 20 amino asidin belirli bir sırada olması proteinin oluşması için mutlak şarttır. Amino asitlerin arka arkaya rastgele gelmesiyle oluşan proteinoitler ile hücrede belirli bir vazifesi olan proteinler arasındaki fark çok büyüktür. Amino asitler sol-elli ve sağ-elli amino asitler olarak ikiye ayrılır. Amino asitlerin rastgele bileşimi olan proteinoitler, her iki tür amino asitten oluşuyorken, proteinler sadece sol-elli amino asitleri ihtiva ederler. Bundan daha önemlisi proteinler belirli vazifeyi yapmak için belirli bir dizilimde olmalıdır. Ortama belli bir enerjinin verilmesiyle amino asitlerin proteine dönüşme olasılığı, dinamitle patlatılan tuğlaların üst üste düşerek bir ev oluşturması kadar düşüktür.
Canlılarda 55 amino asidin arka arkaya gelmesiyle oluşan Ferrodexin (Clostridium pasteurianum’da bulunur) proteini gibi kısa sayılan proteinlerin yanı sıra 6049 amino asidin arka arkaya gelmesiyle oluşan Twitchin (Caenorhabditis elegans’da bulunur) proteini gibi uzun proteinler de vardır [Yazarın hatalı yazdığı tür ismi Evrim Ağacı tarafından düzeltilmiştir.]
Olasılık hesaplarına örnek olması için insan vücudunda bulunan, 584 amino asitli orta büyüklükteki Serum Albumin proteinini ele alalım. Bu proteindeki amino asitleri sırf sol-elli olmasının olasılığı şöyle hesaplanır:
Bir amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½
İki amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ x ½
Aslında maddi destek istememizin nedeni çok basit: Çünkü Evrim Ağacı, bizim tek mesleğimiz, tek gelir kaynağımız. Birçoklarının aksine bizler, sosyal medyada gördüğünüz makale ve videolarımızı hobi olarak, mesleğimizden arta kalan zamanlarda yapmıyoruz. Dolayısıyla bu işi sürdürebilmek için gelir elde etmemiz gerekiyor.
Bunda elbette ki hiçbir sakınca yok; kimin, ne şartlar altında yayın yapmayı seçtiği büyük oranda bir tercih meselesi. Ne var ki biz, eğer ana mesleklerimizi icra edecek olursak (yani kendi mesleğimiz doğrultusunda bir iş sahibi olursak) Evrim Ağacı'na zaman ayıramayacağımızı, ayakta tutamayacağımızı biliyoruz. Çünkü az sonra detaylarını vereceğimiz üzere, Evrim Ağacı sosyal medyada denk geldiğiniz makale ve videolardan çok daha büyük, kapsamlı ve aşırı zaman alan bir bilim platformu projesi. Bu nedenle bizler, meslek olarak Evrim Ağacı'nı seçtik.
Eğer hem Evrim Ağacı'ndan hayatımızı idame ettirecek, mesleklerimizi bırakmayı en azından kısmen meşrulaştıracak ve mantıklı kılacak kadar bir gelir kaynağı elde edemezsek, mecburen Evrim Ağacı'nı bırakıp, kendi mesleklerimize döneceğiz. Ama bunu istemiyoruz ve bu nedenle didiniyoruz.
Üç amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ x ½ x ½
584 amino asidin sol-elli olma olasılığı: (½)^584
Ayrıca tüm amino asitler, protein zincirindeki diğer amino asitlerle birleşmek için peptid bağı denilen kimyasal bir bağ kurmak zorundadırlar. Oysa doğada, amino asitler arasında kurulabilecek başka kimyasal bağ türleri de vardır; peptid bağlar ve diğer bağlar kabaca eşit ihtimalle kurulur. 584 amino asitli Serum Albumin proteini için 583 tane peptid bağı gereklidir. Bunun olasılığı şöyle gösterilebilir:
İki amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½
Üç amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ x ½
Dört amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ x ½ x ½
584 amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: (½)^583
Bu tek proteinin amino asitlerinin, sırf sol-elli olması ve de peptid bağı yapmasının olasılığı ise şöyledir:
(½)584 x (½)583 = (½)1167 (Yaklaşık) (1/10)^351
Bu olasılığın tesadüfen gerçekleşmesinin matematiksel olarak imkânsız olduğunu şöyle düşünerek anlayabiliriz: Evrendeki 10^80 proton ve nötronu, fotonlarla ve elektronlarla toplarsak 10^90’dan küçük bir sayı elde ederiz. Evrenin yaşı olan 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dakika x 60 saniye = 473.040.000.000.000.000 saniye; evrenin başından şu ana kadar geçen zamanı ifade eder. Bu sayıya yuvarlak olarak 10^18 saniye diyebiliriz. Bu iki sayıyı çarparsak 10^90 x 10^18 = 10^108 eder. Bu sayı, evrendeki her proton, nötron, elektron ve foton, evrenin her saniyesi bir deneme yapmış olsalar, oluşacak deneme sayısıdır. Saniyede yapılan denemeleri en yüksek kimyasal hız olan 10^12 (bir trilyon) olarak alırsak; 10^108 x 10^12 = 10^120 eder, oysa 584 amino asitli bir proteinin sırf sol-elli amino asitlerden kurulu olması ve peptid bağı oluşturması gibi basit iki aşamanın oluşma olasılığı 10^351’de 1’dir. Bu, bütün uzayın elektron, proton, nötron ve fotonlarının her biri canlılardaki 20 amino asitten birine dönüşselerdi ve evrenin oluşumundan itibaren her biri saniyede 10^12 deneme yapsalardı bile; tek bir 584 amino asitli proteinin amino asitlerini, sol-elli olarak oluşturmaya ve peptid bağı yapmaya imkân bulamayacaklarını gösterir. Bu sonuç gerçekten çok ilginçtir. Kopernik devrimi ile dünya, evrendeki merkezi yerini kaybetmiştir ama dünyamızda ancak mikroskopla görülebilen bir canlıda bile binlercesi olan proteinlerin tek bir tanesinin en sıradan özelliklerinin tesadüfen ortaya çıkması için tüm evrenin tüm maddesini seferber etmemiz bile bu proteinin nasıl oluştuğunu açıklamaya yetmemektedir. Biyolog Steven Rose, daha basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve bu proteinin amino asit uzunluğunda 10^300 olası form olabileceğini, bu olası formlar gerçekten var olsalardı ağırlıklarının 10^280 gram olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 10^55 gram olduğunu söyler. Bu da belirli bir proteinin tesadüfen elde edilmesinin ne kadar imkânsız olduğunu gösterir.
Proteinlerin amino asitlerinin doğru sırada olması protein açısından hayati öneme sahiptir. Serum Albumin proteini için bunun olasılık hesabı şöyledir:
Bir amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20
İki amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 x 1/20
Üç amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 x 1/20 x 1/20
584 amino asidin doğru yerde olma olasılığı (1/20)^584 (yaklaşık) (1/10)^759
Proteinlerin amino asit dizilimlerinde belli bir bölgenin aktif taraf olduğu, bu yüzden bu bölgenin dışındaki amino asit değişimlerinin önemsenmemesi gerektiği söylenebilir. Bu yüzden elde ettiğimiz olasılık yükselebilir. Fakat son protein çalışmaları, aktif olmayan bölgedeki birkaç değişikliğin de proteinin fonksiyonunu kaybetmesine sebep olduğunu göstermiştir. Diğer yandan proteinin hücrede gerekli yerde, gerekli sayıda olması gibi ele almadığımız hayati özellikler olasılığa dâhil edilirse; o zaman ise olasılık daha da düşer.
Amino asitlerin doğru sırada olmasının olasılığını daha önceden elde edilen 10^351’de 1 sayısıyla çarparsak, belirli bir proteinin hem sol-elli amino asitlerden oluşmasının, hem peptid bağı kurmasının, hem de amino asit dizilimini doğru oluşturmasının olasılığını elde ederiz. Bu da 10^351 x 10^759 = 10^1110’da 1 gibi, olasılık olarak imkânsız kabul edilen bir sayıya denk gelmektedir; matematikte genelde 10^50’de 1’den küçük olasılıklar bile imkânsız olarak kabul edilir."
-Alıntı Sonu-
Yazarın, bu noktadan sonra Prof. Dr. Richard Dawkins'in kitaplarında detaylıca anlattığı "hurdalıktaki Boeing 747", "rastgele basılan daktilo tuşlarından Hamlet'in yazılması", "rastgele çizilen Mona Lisa tablosu" gibi benzetmelere girerek, biraz Dawkins'e hak veriyormuş gibi yaparak seyirciye oynadığı, sonrasında ise Doğal Seçilim'in cansızlık öncesi yapılara uygulanamayacağı argümanını ileri sürerek Dawkins'in hayal alemine daldığını iddia ettiği görülmektedir. Evrim ile ilgili yapılan benzetmelerle ilgili açıklamalarımızı buraya tıklayarak okuyabilirsiniz. Yazarın Doğal Seçilim ile ilgili argümanına ve bunun hatalarına en son değineceğiz.
Şimdi yazarın bu hesaplara daha yakından bakalım ve gerçeklerin anlatılandan nasıl farklı olduğunu anlayalım:
Yazarın Genel, Yaklaşımsal Hataları
İlk olarak yazarın genel yanlışı nedir buna değinmek istiyoruz. Evrim Karşıtı kimliğiyle bilinen insanlar, her zaman şu argümanın arkasına sığınmaktadırlar: "Evrim, her şeyin tesadüfen var olduğunu iddia eder." Ne bilim, ne de Evrim Kuramı herhangi bir şeyin "tesadüf eseri" olduğunu iddia etmektedir. Bunu anlatmanın en kolay yolu şudur: bir top serbest bırakıldığında yere düşmesinin sebebi ne kadar "tesadüfi" ise, evrimsel süreç de o kadar "tesadüfi"dir. Doğal gerçekleri tesadüfi olarak adlandırmak bile, baştan bir yanılgı yaratmaktadır. Bu mantığa göre herhangi bir doğal yasa "tesadüf" olarak görülebilir ve aşağılanabilir. Halbuki doğa yasalarının sonuçlarına "tesadüf" yaklaşımını getirmek hatadır. Doğa yasaları, evrenin dokusu değişmediği sürece aynı kuralları dikte eden fiziksel, kimyasal ve biyolojik olgular bütünüdür. Dolayısıyla sonuçları, hiçbir şekilde doğa üst kuvvetlerce yönlendirilmiyor olsa da, düzenli yapıların ve şablonların oluşmasına neden olabilir. Dediğimiz gibi, aynı mantıkla "Her seferinde bırakılan top yere düşüyor, bu tesadüf olamaz." demek aynıdır. Ancak bu durumda, argümanın saçmalığı kolayca göze çarpmaktayken, söz konusu halk tarafından daha az anlaşılan "evrim" olduğunda, bu "tesadüf" iddiasının saçmalığı aynı kolaylıkla görülememektedir. Elbette ki, tıpkı topun yere düşüşünü kontrol eden bir bilinç olmaması gibi, evrimleşen canlıları ve varlıklarını da kontrol eden bir bilinç yoktur. İki durumda da var olan tek şey, sürekli aynı şekilde etki eden doğa yasaları ve bunlara bağlı olarak oluşan süreçlerdir.
Evren'in kendi içerisinde zaten evrimden bağımsız olarak tesadüfler vardır. Tam zarı atıp da 6-6 geldiğini gördüğünüz anda kapınızın çalınıp komşunun gelmesi bir tesadüftür. Arada hiçbir nedensel ilişki yoktur; ancak hayatta ve evrende böyle şeyler olur. Doğada sürekli bu tip tesadüflere rastlanır. Bir kuş bir yerde yavrularını beslerken düşürdüğü çalı parçası o gün o ağacın altında piknik yapan insanların reçel sürdükleri ekmeğin üzerine düşebilir. Bu bir tesadüftür. Hesaba dökecek olursanız böyle bir durumun gerçekleşme ihtimali belki katrilyonda 1'dir. Ancak düşmüştür, böyle tesadüfler her birimizin başına gelir. Bir diğer örnek, akıl almaz trafik kazalarından burnu bile kanamadan kurtulabilen insanlardır. Eğer ortamı modelleyecek olursanız, o kişinin öylesi bir kazadan kurtulması belki matematiksel olarak sıfırdır; ancak kurtulabilmiştir. Zira olasılık hesapları mutlak değildir ve bir olasılık hesabının sonucu sadece çıkan sayıların büyüklüğü/küçüklüğü ile analiz edilemez.
Buradaki kritik sözcük modelleme sözcüğüdür. Yukarıdaki alıntıda yazarın yaptığı bir modellemedir. Ancak mühendislerin ve bilim insanlarının bildiği gibi, sanal modellemeler ile fiziki hayat nadiren ve çok basit sistemlerde birebir uyumludur. Sistem karmaşıklaştıkça, modellemek için kullandığımız matematiksel dil zayıf kalmaya başlar ve aradaki uyumsuzluklar artar. Buna bilimde Gerçeklik Boşluğu (The Reality Gap) adı verilir. Canlılık gibi karmaşık sistemlerde, lise matematiği gibi 1/2'leri birbiriyle rastgele çarpmak ve elde edilen sayıları da birbiriyle çarparak inanılmaz küçük sayılar elde etmek ve bunu gerçek olgularla kıyaslamak, sadece bilimden uzak insanların düşeceği bir hatadır. Zira basit yapıların karmaşık sistemleri, kendi kendilerine doğal süreçler dahilinde, hiçbir yönlendirme olmaksızın oluşturabileceklerini ispatlayan buradaki araştırmadan da okuyabileceğiniz gibi, elimizdeki karmaşık matematiksel modeller bile canlılığın cansızlıktan evrimi gibi uzun soluklu ve son derece karmaşık bir sistemi yeterince iyi izah etmek için yeterli olmaktan çok uzaktır. Kaldı ki bu sistemlerin ilkokul matematiğiyle yapılmış bir analizini ciddiye almak bile fazla olacaktır. Ne var ki bilim karşıtlarının en tipik matematiksel hesaplarından birini güzel bir şekilde derlediği için, bu yazı üzerinden giderek hataları göstereceğiz.
Düşülen bir diğer temel yanılgı, analojiden gelmektedir. Belki ufak bir detay gibi gelebilir, halbuki bir bireyin konuya hakimiyeti yaptığı teşbihlerden (benzetmelerden) anlaşılabilir. Bunun güzel bir örneği işte "hurdalıktaki Boeing" benzetmelerini yapmaktır. Yazar, hücre ile fabrika arasındaki analojiyi kurarken proteinlere "makine" demektir. Benzer bir şekilde aminoasitlerin birbirleriyle olan etkileşimlerini, bir patlama sırasında tuğlaların birbirleriyle olan etkileşimlerine benzetmektedir. Bunların her biri, okurun hayalgücüne hitap ederek gerçeği çarpıtma çabalarıdır. Çünkü canlı yapıların oluşturdukları karmaşık sistemler ile cansız yapıların oluşturdukları (veya oluşturamadıkları) karmaşık sistemler arasında hiçbir analoji kurulamaz. Çünkü bu yönde kurulmaya çalışacak her analoji, "dinamitle patlatılan tuğlaların ev oluşturması" gibi çocuksu hayallere dönüşecek ve okurun "Ne saçma!" demesini sağlayacaktır. Ancak cansız yapıları oluşturan yapıtaşlarının arasındaki etkileşimler ile canlı yapıları oluşturan yapıtaşları arasındaki etkileşimler birbirinden tamamen farklıdır. Zaten bu yüzden ve bu sayede cansızlıktan canlılık evrimleşebilmiştir ve biz bugün varlıkları "canlı" ve "cansız" olarak ikiye ayırabilmekteyiz. Bu yüzden gerçek bilim insanları, bu tür hatalı analojilerden uzak dururlar. Basit bir kontrol yöntemi olarak, güvenilir bir kaynağın yaptığı benzetmelere bakınız. Eğer ki canlılar ile cansızlar arasında doğrudan bağlantılar kurarak, bir olgunun "saçmalığını" ya da "olağandışılığını" ileri sürüyorsa, muhtemelen güvenilmez ve bilimden anlamayan bir kaynak okuyorsunuz demektir.
Son olarak ve hepsinden önemli olarak, yazarın en büyük hatası, başından sonuna kadar konuyu bilim dışı bir boyuttan değerlendirme çabasıdır. "Akıllı Tasarım" görüşü dahilinde ele alınan mevzu, kısmen üstü kapalı, kısmense açık olarak bu süreçlerin çok karmaşık olmasından ötürü doğaüstü bir süpergüç tarafından yönlendiriliyor olması gerektiği iddiasına dayanmaktadır. Doğada, bu tür bir yapıya veya izlerine hiçbir şekilde rastlamadığımız gibi, bu tür bir iddianın doğrudan hiçbir ispatı bulunmamaktadır. Halbuki bilim bize, olağanüstü iddiaların, olağanüstü ispatlarla delillendirilmesi gerektiğini söylemektedir. Bu şekilde basit matematik hesaplarıyla bilimsel bir çıkarım yapar gibi gözüküp, bunu eleştirilen "olasılıksızlıktan" bile daha imkansız gözüken bir diğer açıklamaya bağlamak, yazarın bilimsel algısını ortaya koymaktadır.
Bilimde şahsi düşünce ve görüşlere yer yoktur ve bir sistemin çok karmaşık veya çok olasılıksız olmasına rağmen gerçekleşebilmesinin açıklaması, ne olduğunu hiç bilmediğimiz ve varlığına dair hiçbir bilimsel delilin bulunmadığı bir diğer açıklama olamaz. Elbette bilim özgürdür; her türlü iddiada bulunabilir, bu iddianızı ispatlamaya çalışabilirsiniz. Eğer haklı çıkabilirseniz, ne ala. Ancak burada gördüğümüz gibi hatalı ve temeli çürük argümanlarla, bu kadar olağanüstü bir iddianın ispatlanmaya veya desteklenmeye çalışılması, en yalın tabiriyle bilime hakarettir. Dolayısıyla bilimde "yaratılışçılık" veya onun üstü örtülmüş ve bilimle barıştırılmaya çalışılmış (ve başarısız olmuş) versiyonu olan "akıllı tasarım" gibi sahtebilim unsurlarına yer yoktur. Bu şekilde yapılan açıklamaların hiçbir bilimsel temeli olmadığı gibi, asla bilim camiasında ciddiye alınmazlar. Bunun sebebi ise, bu argümanların temel çıkış noktalarını ispatlamaktan yoksun olması ve bu iddiaların yanlışlanabilir veya test edilebilir olmaması, dolayısıyla bilimle alakası olmamasıdır. Kişiler şahsi inanç ve düşüncelerini kendi içlerinde yaşamalıdırlar ve bilim gibi objektivite üzerine kurulu sistemlere alet etmemelidirler.
Yazarın Matematiksel Hataları
Yukarıdaki anlatımda ciddi matematik hataları bulunmaktadır, çünkü hesap çok basit ve gerçekçi olmayan bir olasılık hesabına dayanmaktadır. Proteinlerin oluşmalarıyla ilgili hesaplar, yukarıdaki gibi yapılamaz. Hesabı dikkatli inceleyecek olursanız, sürekli çarpım yöntemi kullanılmış ve seyreltme yapılmamıştır. Seyreltmeden kastımız, bir basamağın, kendisinden sonraki basamağı biyolojik olarak etkilemesidir. Yapılan hesaplar, bir proteinin son aşamaya bir seferde gelecek şekilde oluşması üzerine kurulmaktadır. Dolayısıyla evdeki hesabın çarşıya uymaması zaten öngörülebilir bir durumdur. Evrim, "kademeli değişim" anlamına gelmektedir. Ve bu değişim, hiçbir şekilde bir seferde, tek bir sıçrayışla meydana gelmemektedir. Aynı durum, canlılığın cansızlıktan evrimini mümkün kılan kimyasal evrim için de aynen geçerlidir. Dolayısıyla hesapları da yazarın bahsettiği gibi yapılamaz.
Yazarın da belirttiği gibi, günümüzde 20 temel aminoasit tanımaktayız. Bu 20 aminoasit, farklı sıralar ve sayılarda bir araya gelerek ufak proteinlerden devasa proteinlere kadar binlerce proteini oluşturabilmektedirler. Ancak bu proteinlern istisnasız hiçbiri bir seferde var olmamıştır, bunu önceki yazılarımızda ele almıştık. Kademeli bir değişim sürecinden geçerek oluşmuşlardır. Üstelik, tek bir noktada bulunan yapıların deneme-yanılmaları sonucu değil, Dünya'nın çok farklı noktalarında ve çok farklı koşullarında meydana gelen aşırı fazla sayıdaki denemenin ürünü olarak oluşmuşlardır. Tek bir deneme grubunun, sürecin sonuna kadar gitmesini takip edecek olsaydık bir ihtimal yazarın yaptığına benzer, tekil bir hesap yapabilirdik. Ancak o zaman bile yazarın hesabı içeriğinden ötürü hatalı olurdu.
Aşağıda, proteinojenik aminoasitlerden en yaygın olarak bilinen 20 tanesi görülmektedir:
Hesap Hatası
Şimdi, hesap hatasına gelelim. İlk olarak basit bir şekilde yazarın tüm hesabının isabetsizliğini gösterelim: ilk etapta, aminoasitlerin sağ-elli ve sol-elli olması konusunda bir hesap yapılmış ve (½)584 sayısı elde edilmiştir. Bu bile böyle hesaplanamaz, geleceğiz; ancak diyelim ki bu hesap doğru. Peki ya ikinci çarpım nedir? "Peptit bağı yapma ihtimali" de ne demektir? Aminoasitler doğada ezici bir çoğunluk ile peptit bağları ile bağlanırlar. Başka ne tür bağlar peptitleri yapısal olarak birbirine bağlamaktadır, bilemiyoruz ve hiçbir biyokimya kitabı ve makalesinde buna rastlamadık. Eğer yazar dipol kuvvetlerinden doğan ikincil bağlar gibi yapılardan bahsediyorsa, bu tamamen hatalıdır, zira hesap bununla ilgili bile değildir. Üstelik aminoasitlerin birbirine bağlanması söz konusuysa, peptit bağı gibi güçlü bir bağ tipinin karşısında herhangi bir diğer opsiyon bulunmamaktadır. Dolayısıyla çarpımın ikinci kısmı olan (½)583 tamamen iptal edilmelidir. Bu durumda, olasılık bir anda (½)584 olarak kalmaktadır ki bu, (1/10)175 sayısına denk gelmektedir. Sanıyoruz bu yazara pek ufak bir olasılık gelmemiş olacak ki, ek bir çarpana ihtiyaç duyarak "peptit bağı olasılığı" diye olasılık yaratıp hesaba katma ihtiyacı duydu. Ancak aşağıda da izah edeceğimiz gibi, aslında bu şekilde bir çürütmeye ihtiyaç bile yoktur; zira aminoasitlerden protein sentezi lise matematiği ile modellenemez. Ancak bu temel garipliği göstererek bu basit matematiğin bile hatasını göstermek istedik. Şimdi hesabın özüne dönelim:
Yazarın en ciddi hatası, bu sistemin ara ürünlerine hiçbir önem vermemesidir. Gerçekten de, tüm diğer parametreler göz ardı edilecek olursa, iki aminoasidin birleşme ihtimali yazarın söylediği gibi 1/2, yani %50 olarak düşünülebilir. Dolayısıyla, Dünya'nın ilkin koşullarında var olan trilyonlarca aminoasitten milyarlarcası farklı kombinasyonlarla, ikili aminoasitlerden oluşan dipeptitlerin oluşabilmesi işten bile değildir, yazarın da bunu kabul edeceğini tahmin ediyoruz. Bunların bir kısmı o anda bulunulan sistem içerisinde daha stabil ve dengelidir, diğerleri ise daha kolay parçalanabilmektedir. Örneğin karmaşık yapılar içerisinde kimi zaman, bazı yapıların kolay parçalanabilmesi de süreçlerin devam edebilmesi açısından avantaj olabilmektedir. Ancak diyelim ki ilkin dünya koşullarında sadece zor parçalanan, sabit kalabilen, yani kimyada "dengeli" dediğimiz sistemler avantajlı olsun. Bu durumda oluşan trilyonlarca ikili aminoasitten sadece stabil olanlar varlıklarını koruyacak ve spontane olarak oluşmuş yağ zırhları içerisinde kalacaklardır. Geri kalanları ise yeniden döngüye karışacak ve parçalanarak aminoasitlere dönüşeceklerdir. Böylece diğer aminoasitler ve dipeptitlerle bağ kurma denemelerini sürdüren aminoasit sayısı hep yüksek olacaktır.
Dahası, bu dirençli ikililere bağlanabilecek kimyasalların sayısı sınırsız değildir. Örneğin normalde 20 tane temel aminoasit varsa, oluşan bir ikili sistem sadece 8 tanesiyle yeniden tepkimeye giriyor olabilir. Bir diğer ikili kombinasyon ise 12 farklı tekil aminoasitle birleşebilecek yapıda olabilir. Bunun sebebi, kimyasal yapılarından ötürü kimyasal katalizörler ve yönlendirici proteinler olmadan aminoasitlerin bağlanabilecekleri kimyasalların sayısının sınırlı olmasıdır. Sonuç olarak bu şekilde, 4-5 aminoasitten birkaç on tane aminoasitten oluşan proteinlere/proteinoidlere kadar ilkin protein aileleri oluşmuş olabilir. Daha sonra bu ailelerin birbiriyle etkileşimi sonucu giderek daha üst düzey karmaşıklıktaki proteinlere ulaşılabilir. Her bir basamak, daha önceki basamaklara bağımlıdır. Bu da, yazarın 1/20'ler üzerinden yaptığı hesaplamaları tamamen hatalı kılmakta, olasılığı katlayarak düşürmekte, dolayısıyla sonuç değerini de aşırı küçültmektedir.
Hem de, bu eksilen sayıda bağ kurma yatkınlığı, eksponansiyel olarak (giderek ivmesi değişen biçimde) azalacaktır. Dolayısıyla, ribozom içerisindeki yönlendirilmiş sentez gibi durumlar haricinde, spontane tepkimelerden bahsederken her koşul birbirinin eşi olarak kabul edilemez.
Bu anlattıklarımıza, yazarın hesapları dahilinde bakacak olursak, 10 aminoasitli bir protein yaklaşık 1/1024 (yaklaşık %0.1) ihtimalle oluşacaktır. Var olan aminoasitlerin aşırı sayısı yanında bu çok sıradan bir olasılıktır ve neredeyse her an, sayısız defa meydana gelebilir. Örneğin yazar, hesabında "orta büyüklükte" bir protein olan insan serum albumin proteinini kullanmıştır. Halbuki başlangıçta oluşan yapıların "orta büyüklükte" olması gerekli değildir; zira evrimsel süreç içerisinde, kademeli değişimlerle oluşan organellerin enerji sarfiyatı sayesinde daha düzenli yapılara ulaşması ve proteinleri bu şekilde sentezledikleri bilinmektedir. Doğada ilk oluşan proteinler elbette büyük yapılı değildirler. Örneğin bildiğimiz en küçük protein olan TRP-Cage proteini sadece 20 aminoasitten oluşmaktadır. Bunun gibi çok sayıda protein bulunmakta ve canlılığın temel yapıtaşlarına katılmaktadır. Evrimsel süreçte, ribozomların evrimi sonucu daha büyük moleküllerin genetik materyal aracılığıyla sentezlenmesi oldukça anlaşılırdır. Bunlar, tesadüfi olan olaylar değil, birikimli kimyasal seçilimin sebep olduğu canlılık gerçekleridir.
Dahası, büyük proteinler bile kademeli birikim ile oluşmak zorunda değildir, genetik rekombinasyon hataları ve çiftlenmeler, daha küçük bir proteini kodlayan bir dizinin kendisini tekrar etmesi sonucu daha büyük proteinleri oluşturabilir. Yazarın kullandığı serum albumin proteini örneğinde, her biri ortalama 190 aminoasit büyüklüğünde olan 3 adet tekrar dizisi olduğu görülmektedir. Yani yazarın protein seçimi ironik bir şekilde talihsizdir. Kendi kendine oluşumu çürütmek için kullandığı örnek, çok daha basit yapılı bir proteinin 3 kere üst üste binmesiyle oluşmuş daha karmaşık bir proteindir. Dolayısıyla doğada bu tip hatalar, büyük yapılı proteinleri üretebilir.
Bunu şöyle de izah edebiliriz: Önünüze 100 tane madeni para alın. Bunları yan yana dizin. Otomatik bir makine, bunların her birini, sürekli olarak yazı tura attırsın. Yan yana uygun kombinasyonlarda olanların birbirleriyle bağ kurduklarını düşünelim. Bu durumda, kısa bir süre sonra elimizde birçok ikili madeni para göreceğiz. Ancak çevresel streslerin ve koşulların etkisi altında bunların sadece bazıları uyumlu olabilsin, diğerleri dağılarak tekil hale dönsünler ve makinemiz, bunları tekrar tekrar yazı-tura atmayı sürdürsün. Bu süreçte, ikili sisteme bağlanabilecek bir kombinasyonun oluşması, beklenmedik atılımlara ve moleküler adaptasyonlara neden olabilir. İkili sistemimiz önce üçlü, sonra beşli bir hale dönüşerek büyüyebilir. Bunun gibi farklı birçok sistem oluşabilir. Bunlardan sadece bazıları ortama uygun olabilir ve varlıklarını/formlarını koruyabilirler. Diğerleri elenir ve döngü böyle devam eder. Üstelik aminoasit durumunda elimizde sadece 100 adet değil, milyarlarca ve trilyonlarca adet örnek bulunmaktadır ve yazarın dediği gibi bunlar sürekli olarak birbirleriyle etkileşime girmektedirler. Tek sorun, bu etkileşimin matematiksel analizinin yazarın yaptığı gibi olmayışıdır. Bu durumda, yazarın matematiksel yaklaşımının neden hatalı olduğu görülecektir: tekdüze yaklaşım.
Yukarıda izah ettiğimiz gibi, sayısız miktarda 10'lu, 15'li protein oluştuktan sonra, yine dayanıklı (stabil) olma durumuna göre seçilim sebebiyle daha ileri kombinasyonlar da oluşabilir. İşte yukarıda da değindiğimiz gibi, yazarın bu gerçeği fark etmesinden sonra muhtemelen korkarak kendini garantiye yöntemi, Doğal Seçilim'in bahsettiğimiz etkisini yazısı içerisinde reddetmeye çabalamak şeklinde olmuştur. Seçilim, aralarındaki mikroetkileşimler (yani fiziksel ve kimyasal çekim-itim kuvvetleri) olan bütün yapıların basitten karmaşığa giden organizasyonlar üretmeleri sırasında işlemesi muhtemel olan bir doğa yasasıdır. Bu, fizik kurallarınca dikte edilen bir durumdur.
Eğer yazının devamını okuyacak olursanız, moleküler düzeyde seçilimin var olamayacağını iddia ettiği görülmektedir. Halbuki bu tamamen yanlıştır ve modern biyokimya bilgilerimizle çelişmektedir. Günümüzde, moleküler düzeyde bir seçilimin de mümkün olduğu ve bunun sonucunda kimyasal evrimin oluştuğu bilinmektedir.
Bu konuda söyleyeceğimiz son nokta ise şudur: günümüzde, aminoasitlerin tepkimeye sokulması sonucu çok kısa sürede yapay proteinleri üretmemizi sağlayan yöntemler bulunmaktadır. Örneğin, katı faz peptit sentezi olarak bilinen ve Robert Bruce Merrifield tarafından geliştirilen yöntem buna bir örnektir. Eğer ki doğal süreçlerle aminoasitlerin proteinleri sentezlemesi olanaksızsa, nasıl olur da laboratuvarlarımızda bu tepkimeleri tekrarlayabilmekteyiz? Üstelik bu tepkimelerde, ribozom bulunmamaktadır, tamamen sentetik ve kimyasal bir süreç izlenmektedir. Bunun haricinde, örneğin 2008 yılında yapılan Miller-Urey Deneyi benzeri bir deneyde, aminoasitlerin istisnasız tamamı ile birçok organik molekül (ki bunların içerisinde proteinoidler de bulunmaktadır) birkaç günde, tamamen doğal yollarla sentezlenmiştir. Buradan okuyabileceğiniz bir deneyde ise bırakın basit yapılı proteinlerin oluşmasını, işlevlerini yerine getirebilen protein mekanizmaları bile kendi kendine, laboratuvar ortamında oluşabilmiştir. Eğer bu doğal oluşum imkansız ise, bu deneylerde nasıl bunlar oluşmuşlardır? Üstelik yaşamın başladığını bildiğimiz volkanik bacaların etrafında bulunan karbonil sülfat etkisi altında bu aminoasitlerin kendiliğinden peptit bağlarını seri bir biçimde kurarak proteinler inşa ettiği gözlenmiştir. Bu ne demektir? Doğa, bu sözde imkansız olasılıklara rağmen her türlü ortamda bu yapıların inşasının mümkün olduğunu bize ispatlamaktadır. Yani 1/10354 gibi uydurma olasılıklar, bilimsel testler karşısında başarısız olmakta ve kendi kendilerinin geçersizliklerini göstermektedir. Çünkü böyle bir olasılık hesabı yoktur!
"Biyofizikokimyasal" (ya da kısaca "Biyolojik") Bağımlılık ve Matematiksel Bağımlılık
Esasında, bizim yaptığımız hesap bile tam olarak doğru değildir. Doğada, hiçbir aminoasit düz hesap %50 olarak bir diğer aminoaside bağlanmaz. Doğada, bir kimyasal bağın kurulabilmesini etkileyen çok sayıda farklı parametre olabilir. Bu parametrelerin herhangi bir bölgedeki değerlerine göre aminoasitten aminoaside, bağ sayısından bağ sayısına, protein büyüklüğünden protein büyüklüğüne bağlanma olasılığı %0 ile %100 arasında değişen değerler alır. Yani kimyasal şartlar, sıcaklık, basınç, entropi, vb. milyarlarca değerlerin etkisi altında aynı iki aminoasit bir bölgede %87 olasılıkla bağ kurarken, bir diğer bölgede %12 olasılıkla bağ kurabilirler. Zaten bu sebeple canlılık Dünya'nın her bir tarafında değil, muhtemelen okyanus diplerindeki sıcak volkan bacalarında başlamıştır. Bu bölgedeki parametreler, proteinlerin oluşmasına ve moleküler evrim açısından gelişmesine daha fazla imkan vermektedir. İşte bu açıdan baktığımızda, aminoasitlerin birbirlerine bağlanma olasılıkları, o andaki biyolojik, kimyasal ve fiziksel etmenlerden etkilenir. Bu sebeple önceki olaylar, sonraki olayları bağlar. Fakat yazı içinde de dediğimiz gibi, bu kadar karmaşık sistemleri gerçekçi olarak modelleyecek bilgisayar işlemcilerinden de, programlardan da, matematiksel verilerden de yoksunuz. Belki gelecekte bu olaylar çok daha net açıklanacaktır.
Öte yandan yazarın verdiği hatalı hesaplama ile bizim burada verdiğimiz bilimsel izahı, matematiksel bağımlılığın değerlendirilmesiyle ilgilidir. Son kez tekrar edecek olursak,yazar bütün olayları birbirine bağlayıp karıştırarak, çarpabildiği kadar 2'yi birbiriyle çarpmış, devasa sayılara ulaşmıştır. Halbuki bir "t" anındaki aminoasit bağlanma durumu, "ya bağlanır, ya bağlanmaz" şeklinde, 1/2'dir (bir de sol el hesabı işin içine katılırsa 1/4'tür). Ancak öyle her şeyi birbirine karıştırıp da, her şey bir anda olacakmış gibi hesap yapılması, bu tip sorunlu sonuçlar çıkaracak ve bilim düşmanlarının işine gelecektir.
Peki Ya Sol-Elli Aminoasitler?
Yazarın çarşıyı evdeki hesabına uydurmak adına "yarattığı" olasılıklardan biri de kiralite (chirality) adını verdiğimiz aminoasit simetrisidir. "Kiral" aminoasitlerin moleküler dizilimi, sağ ve sol el gibi birbirinin ayna görüntüsüne sahip olabilmektedir. "Akiral" aminoasitler ise, "kabak" kelimesinin tersinin de "kabak" olması gibi, ayna görüntüsü, orjinal görüntüsünün aynı moleküler dizilime sahip aminoasitlerdir. Kısaca akiral aminoasitler simetrik, kiral aminoasitler ise asimetriktir. Kiralitenin en sık kullanılan kategorizasyonu D- ve L- dizilimleri olarak isimlendirilen bir yöntemdir. Aslında tam olarak doğru bir anlatım olmasa da, D-aminoasitlerinden oluşan proteinlere sağ elli, L-aminoasitlerinden oluşan proteinlere ise sol elli denir. Aşağıda bu olay basitçe gösterilmektedir:
Yukarıda da görüldüğü üzere aynı aminoasidin, birbirinin ayna görüntüsü olan iki formu bulunabilir. Bu ikili asimetriktir, yani üst üste getirildiklerinde aynı görüntüye sahip olamazlar. Ancak kimi aminoasit, akiraldir, ayna görüntüsüyle orjinali tıpatıp aynıdır. Aşağıda bu ikisi karşılaştırılmaktadır:
Doğada canlıların yapısına katılan proteinlerin çoğu, tam olarak bilinmeyen bir sebeple sol elli aminoasitlerden oluşur. Genelde Evrim Karşıtı olan bilim düşmanları, kendilerinin de herhangi bir açıklaması olmamasıdan ötürü bu simetri konusundan yola çıkarak Evrimsel Biyoloji'ye eleştiri getirdiklerini sanmaktadırlar. Bu eleştirilerinin temelinde de Miller-Urey Deneyleri'nde kendiliğinden oluşan proteinlerin çoğunlukla sağ elli olması gelmektedir.
Tabii günümüzden birkaç on ila birkaç yüz yıl gerisinde kalmış bilgilere sahip bu insanların modern çalışmalardan bihaber oldukları aşikardır. Bugün biliyoruz ki, bir ortamdaki su, ısı ve radyasyon miktarı oluşan aminoasitlerin kiralitesini belirlemektedir. Örneğin canlıların yapısına oldukça az katılan ve milyarlarca yıl boyunca kiralitesini koruyabilecek kadar istikrarlı yapıda olan izovalin üzerinde yapılan araştırmalar, bir aminoasidin bulunduğu ortamda neden sol elli veya sağ elli olabileceği hakkında bilgiler vermektedir.
NASA tarafından yapılan bir araştırmada, kuyrukluyıldızların toz halindeki kuyruklarında, çok yüksek oranlarda sol elli aminoasitler bulunmuştur. Üstelik, su miktarı arttıkça sol-elli aminoasitlerin oranının da arttığı gösterilmiştir. Bunun haricinde, meteor çarpmaları sırasında oluşan basıncın, sağ-sol el simetrisini tersine çevirebildiği bilinmektedir. Bu da, yazarın matematiksel hatasına bir diğer açıdan ışık tutmaktadır: hesaba katılmayan ve beklenmedik olaylar, büyük çapta değişimler yaratabilir. Örneğin kiralite üzerinden gidilen matematik hesabında meteorların ve kuyrukluyıldızların etkisi hesaba hiç katılmaz. Ancak yapılan araştırmalar, meteor çarpmaları ile kuyrukluyıldızların su yüklü kuyruklarından Dünya'ya taşınan sol elli aminoasitlerin yaşamın başlangıcına ciddi anlamda katkı sağladığını göstermektedir. Matematiksel olarak hesapladığımızda anlamsız derecede sonuçlar veren olasılık hesapları, gerçek dünyada tutmamaktadır. Hem de, yine yapılan son çalışmalarda, sağ-elli aminoasitler üzerine kurulacak bir yaşamın da varlığını gayet başarıyla sürdürebileceği ortaya çıkarılmaktadır. Elbette bu bilgi neden canlıların baskın olarak sol-elli aminoasit kullandığına ışık tutmaz; ancak belki de, aminoasit simetrisi yaşam için sandığımız kadar kritik önemde olmayabilir. Yani galaksimizin ve Dünya'nın oluşumunda ve sonrasında bulunan yüksek sol-elli aminoasit derişimi, ister istemez günümüz canlılarının sol-elli aminoasitler üzerine kurulu bir atanın torunları olmalarına neden olmuş olabilir.
Bunun haricinde zaten yazarın matematik konusundaki yetersizliği "sol elli olma ihtimali" ile ilgili yaptığı hesaptan kolaylıkla anlaşılabilir. İlkokul matematiğinden hatırlanabileceği gibi, birbirine bağlı olan olasılıkların sonuç olasılığını hesaplamak için her bir olasılık birbiriyle çarpılır. Tek bir soru soracağız: Bir proteinin içerisindeki aminoasitlerin sol elli olma olasılıkları, birbirleriyle bağlı olan olaylar mıdır? Neden 584 aminoasitlik bir proteinin içeriğinin sol elli olma ihtimali inatla 1/2'ler birbiriyle çarpılarak yapılmaktadır? Zaten yukarıda da izah ettiğimiz gibi, bu aminoasitler bir anda bir araya gelerek sol elli olmamışlardır. Çeşitli nedenlerle sol elli olarak oluşan veya sol elli hale dönüşen aminoasitler bir araya gelerek proteinleri oluşturmuşlardır. Tüm bunlar hesaba katılacak olursa, kiralite hesaplarının ve benzerlerinin ilkokul matematiği ile 1/2'leri birbiriyle çarparak yapılamayacağı anlaşılmaktadır.
Esasında bu hataların hepsi evrimsel süreçlerin yönlendirilmiş olması gerektiği düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Bu ekolden olan insanlar, farklı kombinasyonlar arasından sürekli yapılacak olan bir seçilim sonucu canlılığın oluşamayacağı iddiasındadırlar. Bu sebeple, hedefi olan bir ürün üretmek penceresinden doğayı ve biyolojiyi değerlendirirler. İşte bu yüzden, son ürünlerin hep o son görevlerini yapmak amacıyla var olduklarını sanarlar. Bu ciddi bir yanılgıdır. Çünkü günümüzde biyokimya ve biyoloji dahilinde baktığımız neredeyse hiçbir unsur esasında o işi yapmak için var değildir ve kendisinden önceki basamaklar tespit edilebilir. Genellikle bu basamaklarda, bu kimyasallar ve yapılar farklı görevler görürler. Benzer şekilde, var olan yapıların kısmen ya da tamamen değişimi sonucu yepyeni görevler edinebilen kimyasallar ve yapılar bulunmaktadır. Hatta sırf bu yöntemler kullanılarak çeşitli hastalıklarla mücadele bile edilmektedir. Dolayısıyla teleolojik, yani amaca dayalı bir hayat görüşü, bilimsel temellere oturtulamaz.
Ama Doğru Dizilim Kendiliğinden Nasıl Olur?
Bunu daha önceki yazılarımızda da ele almıştık. Çok kısa bir şekilde tekrar edelim: Aminoasitler, "doğru" bir dizilime girerek proteinleri oluşturmazlar. Fiziksel ve kimyasal yapılarının müsaade ettiği her bağı kurabilirler. Bu, peptit bağıdır. Ancak bu bağın hangi iki aminoasit arasında kurulacağına, aminoasitlerin kimyasal ve fiziksel yapısı karar verir.
Bizim için "doğru dizilim", biz bugün dönüp baktığımızda canlılığın içerisinde gördüğümüz dizilimdir. Bir başka dizilimle canlılık var olsaydı, bu defa "doğru dizilim" diye bu dizilimi gösterecektik. Eğer ki elmaslar düşünebiliyor olsalardı, onlar için "doğru dizilim" kömürdeki atom dizilimi olacaktı. Yani doğada, bir şeyin "doğru" olup olmadığına çevre şartları ve zaman karar verir. Dolayısıyla eğer ki bir dizilim çevreye yeterince uygunsa ve dirençliyse, "doğru"dur. Bu sebeple, aminoasitlerin "doğru" bir dizilimi "bilmesi" gerekmiyordu. Zaten bilmiyorlardı da, Evren'de hiçbir varlık çevresinden bağımsız veya üstün bir öz bilince sahip değildir. Aminoasitler, çevrenin baskısı altında katrilyonlarca farklı şekilde birleştiler. Bunlardan sadece çevreye en uygun olanları kaldı, diğerleri bozundu veya canlılığın yapısına katılamadı. Sonrasında "insan" denen tür evrimleşti, geçmişine baktı ve "Bu dizilim doğru dizilimdir." dedi. Halbuki böyle bir "ön-doğru" (a priori) dizilim söz konusu değildir.
Sunduğumuz hesaplama biçiminde bu şekilde her seferinde "doğru" bir adım bulunmuyor. Bir örnekle anlatalım:
Diyelim ki canlılığa ulaşmamızı sağlayacak kimyasal dizilim, ("doğru dizilim") şöyle olsun: ABCDEFG. Ortamda ise 100 tane A, 100 tane B, 100 tane C, 100 tane D ve 100 tane G olsun (hatta Z'ye kadar daha birçok farklı çeşit kimyasal da olsun -ki Dünya'daki kimyasalların çeşidi bundan milyonlarca kat fazladır). Her biri birbiriyle bağ kurabiliyor olsun; ancak doğru dizilimin daha dengeli bir yapıda olmasından ötürü, örneğin AB oluştuğunda C'nin bağlanabilme ihtimali, diğerlerine göre yüksek olsun (ki yazımızda bahsettiğimiz ve aslında gerçek hesapların çok daha karmaşık ama çok daha muhtemel sonuçlar vereceğini söylememiz bundandır).
Şimdi, belli bir süre geçtikten sonra bu kimyasallar arasında birçok çeşit bağ kurulmuş olacak. AB, CG, AD, DG, GG, CD, BG ve daha nicesi. Hatta daha büyük yapılı moleküller de oluşarak: ABG, CFG, DFG, BBB, BCC ve daha nicesi...
İşte yukarıda verdiğimiz alıntıdaki hesaba göre, bu bağlanma bir seferde gerçekleşecek ve ABCDGEF oluşuverecektir. Eğer oluşamıyorsa da (ki bir anda oluşma olasılığı gerçekten de düşüktür), "canlılık doğal süreçlerle var olamaz" sonucuna varılacaktır. Ancak aklı başında olan ve evrimsel biyolojiye dair en azından temel düzeyde bilgilere sahip herkes doğada olanın bu olmadığını bilecektir. İzah edelim:
Oluşan karmakarışık, bir öncekinden biraz daha büyük, ancak gelecekte olacaktan daha basit yapılı bu kimyasallar, zaman geçtikçe farklı şekillerde birbirlerine bağlanacaklardır: ABGDF, ADFGB, BBDGF, EFDGHEDHDGF ve hatta belki de çok daha uzun, çok daha karmaşık şekillerde: AADGFDCGDGDAABBEFEFDGCDD şeklinde. Ancak, bunların hepsi aynı kararlılıkta, ortama aynı uygunlukta, kimyasal olarak aynı dengelilikte değildir. Dolayısıyla dengesiz yapılar bozunacak ve ortamdaki kimyasalların çeşidini yeniden arttıracaklardır. Örneğin belki basitten karmaşığa giderken, yukarıdaki uzun sıralamada var olan AABBEFEF zincirinin oluşması fizikokimyasal uyumsuzluktan ötürü mümkün olmamaktaydı, ancak uzun zincirin öz yapısından ötürü zincir içerisinde var olabildi ve sonra dengesizlikten ötürü bozununca tek başına kaldı. Bu zincirin varlığı, belki de normalde kendi başına var olamayacak olan (yine fizikokimyasal durumundan ötürü) ABCDG molekülünün oluşma ihtimalini arttırdı. Bu durumda canlılığın en önemli adımı, tamamen rastgele birleşen kimyasalların sayısız deneme yanılma, oluşma bozunma durumları sayesinde atılabilmiş oldu. ABCDG oluştuktan sonra, daha önceden ortamda yine kendiliğinden oluşmuş olan EF grubu bunlara uygun olan noktadan bağlandı ve canlılığın en ilkin versiyonu doğmuş oldu: ABCDEFG.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta, kısa bir süre içerisinde, seçme ve eleme mekanizmasından ötürü, çok farklı çeşitte kimyasalların oluşabilmesidir. Doğada sadece halihazırda bulunan aminoasitler, yazarın iddia ettiği gibi bir araya gelerek proteinleri oluşturmak zorunda değildir. Süreç içerisinde birçok farklı yapı oluşup, bozunabilir. Zaten "canlılık" dediğimiz şey, halen sayısız "cansız" tepkimenin bir arada bulunduğu yapılardan ibaret. Dolayısıyla eğer bir insan bu gerçekleri anlamak istiyorsa, anlamaması için hiçbir sebep yok. Ancak art niyetliyse... İşte o zaman yapacak çok da bir şey kalmıyor.
Elbette hesaplar bir proteinin bir anda, son haliyle var olmasına yönelik yapılacak olursa, yani "yaratılmasına" yönelik yapılacak olursa, "imkansız" sonucu çıkacaktır. Bu çıkarımı yapmak için matematiğe dahi gerek yoktur. Her bilim dalı, herhangi bir şeyin "bir anda var edilmesi" konusunda bu sonucu verecektir. Ancak eğer ki kademeli bir karmaşıklaşma hesaplanacak olursa, oranlar o ihtimaller o kadar yüksek çıkmaktadır ki, bu karmaşık proteinlerin doğa yasaları altında oluşmamaları imkansız olurdu.
İçeriklerimizin bilimsel gerçekleri doğru bir şekilde yansıtması için en üst düzey çabayı gösteriyoruz. Gözünüze doğru gelmeyen bir şey varsa, mümkünse güvenilir kaynaklarınızla birlikte bize ulaşın!
Bu içeriğimizle ilgili bir sorunuz mu var? Buraya tıklayarak sorabilirsiniz.
İçerikle İlgili Sorular
Soru & Cevap Platformuna Git- 20
- 14
- 5
- 4
- 3
- 3
- 1
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- A.V. Emeline. (2003). Abiogenesis And Photostimulated Heterogeneous Reactions In The Interstellar Medium And On Primitive Earth: Relevance To The Genesis Of Life. Journal of Photochemistry and Photobiology C: Photochemistry Reviews, sf: 203–224. | Arşiv Bağlantısı
- E. A. Kuzicheva, et al. (1999). The Possibility Of Nucleotide Abiogenic Synthesis In Conditions Of “Kosmos-2044” Satellite Space Flight. Advances in Space Research, sf: 393-396. doi: 10.1016/S0273-1177(99)00063-0. | Arşiv Bağlantısı
- M. D. Nussinov, et al. (1997). The Emergence Of The Non-Cellular Phase Of Life On The Fine-Grained Clayish Particles Of The Early Earth's Regolith. Biosystems, sf: 111-118. doi: 10.1016/S0303-2647(96)01699-1. | Arşiv Bağlantısı
- P. R. Bahn, et al. (1981). Models For Protocellular Photophosphorylation. Biosystems, sf: 3-14. doi: 10.1016/0303-2647(81)90017-4. | Arşiv Bağlantısı
- R. V. Solé. (2009). Evolution And Self-Assembly Of Protocells. The International Journal of Biochemistry & Cell Biology, sf: 274-284. doi: 10.1016/j.biocel.2008.10.004. | Arşiv Bağlantısı
- W. Ma, et al. (2010). The Emergence Of Ribozymes Synthesizing Membrane Components In Rna-Based Protocells. Biosystems, sf: 201-209. doi: 10.1016/j.biosystems.2009.11.003. | Arşiv Bağlantısı
- H. Schwegler, et al. (1986). The “Protocell”: A Mathematical Model Of Self-Maintenance. Biosystems, sf: 307-315. doi: 10.1016/0303-2647(86)90008-0. | Arşiv Bağlantısı
- J. Macía, et al. (2006). Protocell Self-Reproduction In A Spatially Extended Metabolism–Vesicle System. Elsevier BV, sf: 400-410. doi: 10.1016/j.jtbi.2006.10.021. | Arşiv Bağlantısı
- K. Tarumi, et al. (1987). A Nonlinear Treatment Of The Protocell Model By A Boundary Layer Approximation. Bulletin of Mathematical Biology, sf: 307-320. doi: 10.1007/BF02460122. | Arşiv Bağlantısı
- W. D. Snyder, et al. (1975). A Model For The Origin Of Stable Protocells In A Primitive Alkaline Ocean. Biosystems, sf: 222-229. doi: 10.1016/0303-2647(75)90029-5. | Arşiv Bağlantısı
- W. Stillwell. (1976). Facilitated Diffusion Of Amino Acids Across Bimolecular Lipid Membranes As A Model For Selective Accumulation Of Amino Acids In A Primordial Protocell. Biosystems, sf: 111-117. doi: 10.1016/0303-2647(76)90014-9. | Arşiv Bağlantısı
- S. W. Fox. (1980). The Origins Of Behavior In Macromolecules And Protocells. Comparative Biochemistry and Physiology Part B: Comparative Biochemistry, sf: 423-436. doi: 10.1016/0305-0491(80)90330-2. | Arşiv Bağlantısı
- E. Meléndez-Hevia, et al. (2007). From Prebiotic Chemistry To Cellular Metabolism—The Chemical Evolution Of Metabolism Before Darwinian Natural Selection. Elsevier BV, sf: 505-519. doi: 10.1016/j.jtbi.2007.11.012. | Arşiv Bağlantısı
- C. Fernando, et al. (2007). Natural Selection In Chemical Evolution. Journal of Theoretical Biology, sf: 152–167. | Arşiv Bağlantısı
- F. Kaneko, et al. (2005). Chemical Evolution Of Amino Acid Induced By Soft X-Ray With Synchrotron Radiation. Journal of Electron Spectroscopy and Related Phenomena, sf: 291–294. | Arşiv Bağlantısı
- K. Nakagawa, et al. (2009). Radiation-Induced Chemical Evolution Of Biomolecules. Radiation Physics and Chemistry, sf: 1198-1201. doi: 10.1016/j.radphyschem.2009.07.010. | Arşiv Bağlantısı
- A. Jäschke, et al. (2000). Evolution Of Dna And Rna As Catalysts For Chemical Reactions. Current Opinion in Chemical Biology, sf: 257-262. doi: 10.1016/S1367-5931(00)00086-7. | Arşiv Bağlantısı
- C. Giussani, et al. (2011). Anatomical Correlates For Category-Specific Naming Of Living And Non-Living Things. NeuroImage, sf: 323-329. doi: 10.1016/j.neuroimage.2011.01.080. | Arşiv Bağlantısı
- L. Witting. (2003). Major Life-History Transitions By Deterministic Directional Natural Selection. Journal of Theoretical Biology, sf: 389-406. doi: 10.1016/S0022-5193(03)00274-1. | Arşiv Bağlantısı
- M. Vaneechoutte, et al. (2009). From The Primordial Soup To The Latest Universal Common Ancestor. Research in Microbiology, sf: 437-440. doi: 10.1016/j.resmic.2009.09.002. | Arşiv Bağlantısı
- N. Lane. (2009). How Life Evolved: Forget The Primordial Soup. New Scientist, sf: 38-42. doi: 10.1016/S0262-4079(09)62756-1. | Arşiv Bağlantısı
- M. R. Edwards. (2002). From A Soup Or A Seed? Pyritic Metabolic Complexes In The Origin Of Life. Elsevier BV, sf: 178-181. doi: 10.1016/S0169-5347(97)01317-7. | Arşiv Bağlantısı
- D. L. Abel, et al. (2006). Self-Organization Vs. Self-Ordering Events In Life-Origin Models. Physics of Life Reviews, sf: 211-228. doi: 10.1016/j.plrev.2006.07.003. | Arşiv Bağlantısı
- S. Chooniedass-Kothari, et al. (2004). The Steroid Receptor Rna Activator Is The First Functional Rna Encoding A Protein. Wiley, sf: 43-47. doi: 10.1016/j.febslet.2004.03.104. | Arşiv Bağlantısı
- T. A. Steitz, et al. (2003). Rna, The First Macromolecular Catalyst: The Ribosome Is A Ribozyme. Elsevier BV, sf: 411-418. doi: 10.1016/S0968-0004(03)00169-5. | Arşiv Bağlantısı
- O. Lupi, et al. (2007). Did The First Virus Self-Assemble From Self-Replicating Prion Proteins And Rna?. Medical Hypotheses, sf: 724-730. doi: 10.1016/j.mehy.2007.03.031. | Arşiv Bağlantısı
- B. Ma, et al. (2008). Characters Of Very Ancient Proteins. Biochemical and Biophysical Research Communications, sf: 607-611. doi: 10.1016/j.bbrc.2007.12.014. | Arşiv Bağlantısı
- A. Vanerek, et al. (2006). Coacervate Complex Formation Between Cationic Polyacrylamide And Anionic Sulfonated Kraft Lignin. Colloids and Surfaces A: Physicochemical and Engineering Aspects, sf: 55–62. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Stewart, et al. (2011). Complex Coacervates As A Foundation For Synthetic Underwater Adhesives. Advances in Colloid and Interface Science, sf: 85-93. doi: 10.1016/j.cis.2010.10.009. | Arşiv Bağlantısı
- C. Sagan. (1975). Biogenesis, Abiogenesis, Biopoesis And All That. Origins of life, sf: 577-577. doi: 10.1007/BF00928906. | Arşiv Bağlantısı
- T. E. Pavlovskaya, et al. (1989). Conversion Of Light Energy Into Chemical One In Abiogenesis As A Precondition Of The Origin Of Life. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 227-228. doi: 10.1007/BF02388822. | Arşiv Bağlantısı
- N. Ono. (2005). Computational Studies On Conditions Of The Emergence Of Autopoietic Protocells. Biosystems, sf: 223-233. doi: 10.1016/j.biosystems.2005.04.005. | Arşiv Bağlantısı
- H. Zhang, et al. (2009). Bifurcation For A Free Boundary Problem Modeling A Protocell. Nonlinear Analysis: Theory, Methods & Applications, sf: 2779-2795. doi: 10.1016/j.na.2008.04.003. | Arşiv Bağlantısı
- S. W. Fox. (1983). Self-Organization Of The Protocell Was A Forward Process. Journal of Theoretical Biology, sf: 321-323. | Arşiv Bağlantısı
- R. Saladino, et al. (2012). Formamide In Non-Life/Life Transition. Physics of Life Reviews, sf: 121-123. doi: 10.1016/j.plrev.2012.01.006. | Arşiv Bağlantısı
- Y. N. Zhuravlev, et al. (2008). Modelling The Early Events Of Primordial Life. Ecological Modelling, sf: 536-544. doi: 10.1016/j.ecolmodel.2007.11.004. | Arşiv Bağlantısı
- B. Ma, et al. (2008). Characters Of Very Ancient Proteins. Biochemical and Biophysical Research Communications, sf: 607-611. doi: 10.1016/j.bbrc.2007.12.014. | Arşiv Bağlantısı
- H. Ohno, et al. (1991). Simple Coacervate Of Pullulan Formed By The Addition Of Poly(Ethylene Oxide) In An Aqueous Solution. Polymer, sf: 3062-3066. doi: 10.1016/0032-3861(91)90210-A. | Arşiv Bağlantısı
- H. Miyazaki, et al. (1996). Preparation Of Polyacrylamide Derivatives Showing Thermo-Reversible Coacervate Formation And Their Potential Application To Two-Phase Separation Processes. Polymer, sf: 681-685. doi: 10.1016/0032-3861(96)83156-9. | Arşiv Bağlantısı
- S. Tirard. (2014). Abiogenesis. Springer, Berlin, Heidelberg, sf: 1-1. doi: 10.1007/978-3-642-27833-4_2-4. | Arşiv Bağlantısı
- S. I. Walker, et al. (2017). Re-Conceptualizing The Origins Of Life. Philosophical Transactions of the Royal Society A: Mathematical, Physical and Engineering Sciences, sf: 20160337. doi: 10.1098/rsta.2016.0337. | Arşiv Bağlantısı
- G. Witzany. (2015). Crucial Steps To Life: From Chemical Reactions To Code Using Agents. Elsevier BV, sf: 49-57. doi: 10.1016/j.biosystems.2015.12.007. | Arşiv Bağlantısı
- E. N. . Trifonov. (2012). Vocabulary Of Definitions Of Life Suggests A Definition. Journal of Biomolecular Structure and Dynamics, sf: 259-266. doi: 10.1080/073911011010524992. | Arşiv Bağlantısı
- ScharfCaleb, et al. (2015). A Strategy For Origins Of Life Research. Astrobiology, sf: 1031-1042. doi: 10.1089/ast.2015.1113. | Arşiv Bağlantısı
- G. Horneck, et al. (2010). Space Microbiology. American Society for Microbiology, sf: 121-156. doi: 10.1128/MMBR.00016-09. | Arşiv Bağlantısı
- D. M. Balme. (1962). Development Of Biology In Aristotle And Theophrastus: Theory Of Spontaneous Generation. Phronesis, sf: 91-104. doi: 10.1163/156852862X00052. | Arşiv Bağlantısı
- C. Wickramasinghe. (2011). Bacterial Morphologies Supporting Cometary Panspermia: A Reappraisal. International Journal of Astrobiology, sf: 25-30. doi: 10.1017/S1473550410000157. | Arşiv Bağlantısı
- M. C. Weiss, et al. (2016). The Physiology And Habitat Of The Last Universal Common Ancestor. Nature Microbiology, sf: 1-8. doi: 10.1038/nmicrobiol.2016.116. | Arşiv Bağlantısı
- D. W. A. B. Weiss. (2005). Did Life Come From Another World?. Springer Science and Business Media LLC, sf: 64-71. doi: 10.1038/scientificamerican1105-64. | Arşiv Bağlantısı
- B. K. D. Pearce, et al. (2017). Origin Of The Rna World: The Fate Of Nucleobases In Warm Little Ponds. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 11327-11332. doi: 10.1073/pnas.1710339114. | Arşiv Bağlantısı
- E. T. Parker, et al. (2011). Primordial Synthesis Of Amines And Amino Acids In A 1958 Miller H 2 S-Rich Spark Discharge Experiment. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 5526-5531. doi: 10.1073/pnas.1019191108. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2003). On The Origins Of Cells: A Hypothesis For The Evolutionary Transitions From Abiotic Geochemistry To Chemoautotrophic Prokaryotes, And From Prokaryotes To Nucleated Cells. Philosophical Transactions of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 59-85. doi: 10.1098/rstb.2002.1183. | Arşiv Bağlantısı
- H. J. Cleaves, et al. (2008). A Reassessment Of Prebiotic Organic Synthesis In Neutral Planetary Atmospheres. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 105-115. doi: 10.1007/s11084-007-9120-3. | Arşiv Bağlantısı
- J. D. Bernal. (1949). The Physical Basis Of Life. Proceedings of the Physical Society. Section A, sf: 537. doi: 10.1088/0370-1298/62/9/301. | Arşiv Bağlantısı
- K. Bahadur. (1975). Photochemical Formation Of Self-Sustaining Coacervates. Zentralblatt für Bakteriologie, Parasitenkunde, Infektionskrankheiten und Hygiene. Zweite Naturwissenschaftliche Abteilung: Allgemeine, Landwirtschaftliche und Technische Mikrobiologie, sf: 211-218. doi: 10.1016/S0044-4057(75)80076-1. | Arşiv Bağlantısı
- S. A. Wilde, et al. (2001). Evidence From Detrital Zircons For The Existence Of Continental Crust And Oceans On The Earth 4.4 Gyr Ago. Nature, sf: 175-178. doi: 10.1038/35051550. | Arşiv Bağlantısı
- J. L. Bada, et al. (2003). Prebiotic Soup--Revisiting The Miller Experiment. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 745-746. doi: 10.1126/science.1085145. | Arşiv Bağlantısı
- J. F. Kasting. (2006). Earth's Early Atmosphere. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 920-926. doi: 10.1126/science.11536547. | Arşiv Bağlantısı
- H. Follmann, et al. (2009). Darwin’s Warm Little Pond Revisited: From Molecules To The Origin Of Life. Naturwissenschaften, sf: 1265-1292. doi: 10.1007/s00114-009-0602-1. | Arşiv Bağlantısı
- R. Gomes, et al. (2005). Origin Of The Cataclysmic Late Heavy Bombardment Period Of The Terrestrial Planets. Nature, sf: 466-469. doi: 10.1038/nature03676. | Arşiv Bağlantısı
- T. Hassenkam, et al. (2017). Elements Of Eoarchean Life Trapped In Mineral Inclusions. Nature, sf: 78-81. doi: 10.1038/nature23261. | Arşiv Bağlantısı
- C. F. Chyba. (2005). Rethinking Earth's Early Atmosphere. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 962-963. doi: 10.1126/science.1113157. | Arşiv Bağlantısı
- K. A. Maher, et al. (1988). Impact Frustration Of The Origin Of Life. Nature, sf: 612-614. doi: 10.1038/331612a0. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Schopf, et al. (2017). Sims Analyses Of The Oldest Known Assemblage Of Microfossils Document Their Taxon-Correlated Carbon Isotope Compositions. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 53-58. doi: 10.1073/pnas.1718063115. | Arşiv Bağlantısı
- A. Mann. (2018). Bashing Holes In The Tale Of Earth’s Troubled Youth. Springer Science and Business Media LLC, sf: 393-395. doi: 10.1038/d41586-018-01074-6. | Arşiv Bağlantısı
- S. L. Miller. (2006). A Production Of Amino Acids Under Possible Primitive Earth Conditions. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 528-529. doi: 10.1126/science.117.3046.528. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Furukawa, et al. (2009). Biomolecule Formation By Oceanic Impacts On Early Earth. Nature Geoscience, sf: 62-66. doi: 10.1038/ngeo383. | Arşiv Bağlantısı
- P. Marigo, et al. (2020). Carbon Star Formation As Seen Through The Non-Monotonic Initial–Final Mass Relation. Nature Astronomy, sf: 1102-1110. doi: 10.1038/s41550-020-1132-1. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Schopf, et al. (2007). Evidence Of Archean Life: Stromatolites And Microfossils. Precambrian Research, sf: 141-155. doi: 10.1016/j.precamres.2007.04.009. | Arşiv Bağlantısı
- T. Djokic, et al. (2017). Earliest Signs Of Life On Land Preserved In Ca. 3.5 Ga Hot Spring Deposits. Nature Communications, sf: 1-9. doi: 10.1038/ncomms15263. | Arşiv Bağlantısı
- J. O'Donaghue. (2011). Oldest Fossils Show Early Life Was A Beach. New Scientist, sf: 13. doi: 10.1016/S0262-4079(11)62064-2. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Schopf. (2006). Fossil Evidence Of Archaean Life. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences, sf: 869-885. doi: 10.1098/rstb.2006.1834. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Ohtomo, et al. (2014). Evidence For Biogenic Graphite In Early Archaean Isua Metasedimentary Rocks. Nature Geoscience, sf: 25-28. doi: 10.1038/ngeo2025. | Arşiv Bağlantısı
- M. T. Rosing, et al. (2006). The Rise Of Continents—An Essay On The Geologic Consequences Of Photosynthesis. Palaeogeography, Palaeoclimatology, Palaeoecology, sf: 99-113. doi: 10.1016/j.palaeo.2006.01.007. | Arşiv Bağlantısı
- M. S. Dodd, et al. (2017). Evidence For Early Life In Earth’s Oldest Hydrothermal Vent Precipitates. Nature, sf: 60-64. doi: 10.1038/nature21377. | Arşiv Bağlantısı
- J. W. Morse, et al. (1998). Hadean Ocean Carbonate Geochemistry. Aquatic Geochemistry, sf: 301-319. doi: 10.1023/A:1009632230875. | Arşiv Bağlantısı
- C. Chyba, et al. (1992). Endogenous Production, Exogenous Delivery And Impact-Shock Synthesis Of Organic Molecules: An Inventory For The Origins Of Life. Nature, sf: 125-132. doi: 10.1038/355125a0. | Arşiv Bağlantısı
- NoffkeNora, et al. (2013). Microbially Induced Sedimentary Structures Recording An Ancient Ecosystem In The Ca. 3.48 Billion-Year-Old Dresser Formation, Pilbara, Western Australia. Astrobiology, sf: 1103-1124. doi: 10.1089/ast.2013.1030. | Arşiv Bağlantısı
- N. H. Sleep, et al. (2003). Annihilation Of Ecosystems By Large Asteroid Impacts On The Early Earth. Springer Science and Business Media LLC, sf: 139-142. doi: 10.1038/342139a0. | Arşiv Bağlantısı
- D. Wacey, et al. (2011). Microfossils Of Sulphur-Metabolizing Cells In 3.4-Billion-Year-Old Rocks Of Western Australia. Nature Geoscience, sf: 698-702. doi: 10.1038/ngeo1238. | Arşiv Bağlantısı
- R. J. Baumgartner, et al. (2019). Nano−Porous Pyrite And Organic Matter In 3.5-Billion-Year-Old Stromatolites Record Primordial Life. Geology, sf: 1039-1043. doi: 10.1130/G46365.1. | Arşiv Bağlantısı
- E. A. Bell, et al. (2015). Potentially Biogenic Carbon Preserved In A 4.1 Billion-Year-Old Zircon. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 14518-14521. doi: 10.1073/pnas.1517557112. | Arşiv Bağlantısı
- T. R. Geballe, et al. (2011). Infrared Diffuse Interstellar Bands In The Galactic Centre Region. Nature, sf: 200-202. doi: 10.1038/nature10527. | Arşiv Bağlantısı
- N. Goldman, et al. (2013). Prebiotic Chemistry Within A Simple Impacting Icy Mixture. American Chemical Society (ACS), sf: 5124-5131. doi: 10.1021/jp402976n. | Arşiv Bağlantısı
- D. M. Hudgins, et al. (2005). Variations In The Peak Position Of The 6.2 Μm Interstellar Emission Feature: A Tracer Of N In The Interstellar Polycyclic Aromatic Hydrocarbon Population. The Astrophysical Journal, sf: 316. doi: 10.1086/432495. | Arşiv Bağlantısı
- W. R. Thompson, et al. (2008). Coloration And Darkening Of Methane Clathrate And Other Ices By Charged Particle Irradiation: Applications To The Outer Solar System. American Geophysical Union (AGU), sf: 14933-14947. doi: 10.1029/JA092iA13p14933. | Arşiv Bağlantısı
- D. A. García-Hernández, et al. (2010). Formation Of Fullerenes In H-Containing Planetary Nebulae. The Astrophysical Journal Letters, sf: L39. doi: 10.1088/2041-8205/724/1/L39. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Oba, et al. (2022). Identifying The Wide Diversity Of Extraterrestrial Purine And Pyrimidine Nucleobases In Carbonaceous Meteorites. Nature Communications, sf: 1-10. doi: 10.1038/s41467-022-29612-x. | Arşiv Bağlantısı
- P. Ehrenfreund, et al. (2010). Cosmic Carbon Chemistry: From The Interstellar Medium To The Early Earth. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a002097. doi: 10.1101/cshperspect.a002097. | Arşiv Bağlantısı
- V. V. Goncharuk, et al. (2015). Water And Carbon Dioxide As The Main Precursors Of Organic Matter On Earth And In Space. Journal of Water Chemistry and Technology, sf: 2-3. doi: 10.3103/S1063455X15010026. | Arşiv Bağlantısı
- M. S. Gudipati, et al. (2012). In-Situ Probing Of Radiation-Induced Processing Of Organics In Astrophysical Ice Analogs—Novel Laser Desorption Laser Ionization Time-Of-Flight Mass Spectroscopic Studies. The Astrophysical Journal Letters, sf: L24. doi: 10.1088/2041-8205/756/1/L24. | Arşiv Bağlantısı
- M. D’Ischia, et al. (2019). Astrochemistry And Astrobiology: Materials Science In Wonderland?. International Journal of Molecular Sciences, sf: 4079. doi: 10.3390/ijms20174079. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Martins, et al. (2008). Extraterrestrial Nucleobases In The Murchison Meteorite. Earth and Planetary Science Letters, sf: 130-136. doi: 10.1016/j.epsl.2008.03.026. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Martins. (2011). Organic Chemistry Of Carbonaceous Meteorites. Elements, sf: 35-40. doi: 10.2113/gselements.7.1.35. | Arşiv Bağlantısı
- E. Gallori. (2011). Astrochemistry And The Origin Of Genetic Material. Rendiconti Lincei, sf: 113-118. doi: 10.1007/s12210-011-0118-4. | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Callahan, et al. (2011). Carbonaceous Meteorites Contain A Wide Range Of Extraterrestrial Nucleobases. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 13995-13998. doi: 10.1073/pnas.1106493108. | Arşiv Bağlantısı
- S. Kwok, et al. (2011). Mixed Aromatic–Aliphatic Organic Nanoparticles As Carriers Of Unidentified Infrared Emission Features. Nature, sf: 80-83. doi: 10.1038/nature10542. | Arşiv Bağlantısı
- J. K. Jørgensen, et al. (2012). Detection Of The Simplest Sugar, Glycolaldehyde, In A Solar-Type Protostar With Alma. The Astrophysical Journal Letters, sf: L4. doi: 10.1088/2041-8205/757/1/L4. | Arşiv Bağlantısı
- H. J. C. II. (2010). The Origin Of The Biologically Coded Amino Acids. Journal of Theoretical Biology, sf: 490-498. doi: 10.1016/j.jtbi.2009.12.014. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Furukawa, et al. (2019). Extraterrestrial Ribose And Other Sugars In Primitive Meteorites. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 24440-24445. doi: 10.1073/pnas.1907169116. | Arşiv Bağlantısı
- I. A. Chen. (2006). The Emergence Of Cells During The Origin Of Life. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1558-1559. doi: 10.1126/science.1137541. | Arşiv Bağlantısı
- C. Menor-Salván, et al. (2009). Synthesis Of Pyrimidines And Triazines In Ice: Implications For The Prebiotic Chemistry Of Nucleobases. Wiley, sf: 4411-4418. doi: 10.1002/chem.200802656. | Arşiv Bağlantısı
- J. ORÓ. (1961). Mechanism Of Synthesis Of Adenine From Hydrogen Cyanide Under Possible Primitive Earth Conditions. Nature, sf: 1193-1194. doi: 10.1038/1911193a0. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2004). Prebiotic Adenine Revisited: Eutectics And Photochemistry. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 361-369. doi: 10.1023/B:ORIG.0000029882.52156.c2. | Arşiv Bağlantısı
- I. A. Chen, et al. (2010). From Self-Assembled Vesicles To Protocells. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a002170. doi: 10.1101/cshperspect.a002170. | Arşiv Bağlantısı
- M. Eigen, et al. (1978). The Hypercycle. The Science of Nature, sf: 341-369. doi: 10.1007/BF00439699. | Arşiv Bağlantısı
- M. Ferus, et al. (2014). High-Energy Chemistry Of Formamide: A Unified Mechanism Of Nucleobase Formation. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 657-662. doi: 10.1073/pnas.1412072111. | Arşiv Bağlantısı
- J. Oró, et al. (1962). Synthesis Of Purines Under Possible Primitive Earth Conditions: Ii. Purine Intermediates From Hydrogen Cyanide. Archives of Biochemistry and Biophysics, sf: 293-313. doi: 10.1016/0003-9861(62)90412-5. | Arşiv Bağlantısı
- M. Eigen, et al. (1978). The Hypercycle. Naturwissenschaften, sf: 7-41. doi: 10.1007/BF00420631. | Arşiv Bağlantısı
- D. Roy, et al. (2007). Chemical Evolution: The Mechanism Of The Formation Of Adenine Under Prebiotic Conditions. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 17272-17277. doi: 10.1073/pnas.0708434104. | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Robertson, et al. (1995). An Efficient Prebiotic Synthesis Of Cytosine And Uracil. Nature, sf: 772-774. doi: 10.1038/375772a0. | Arşiv Bağlantısı
- D. Segré, et al. (2001). The Lipid World. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 119-145. doi: 10.1023/A:1006746807104. | Arşiv Bağlantısı
- M. Levy, et al. (2000). Prebiotic Synthesis Of Adenine And Amino Acids Under Europa-Like Conditions. Icarus, sf: 609-613. doi: 10.1006/icar.2000.6365. | Arşiv Bağlantısı
- B. Basile, et al. (1984). Prebiotic Syntheses Of Purines And Pyrimidines. Advances in Space Research, sf: 125-131. doi: 10.1016/0273-1177(84)90554-4. | Arşiv Bağlantısı
- M. Tessera. (2011). Origin Of Evolution Versus Origin Of Life: A Shift Of Paradigm. International Journal of Molecular Sciences, sf: 3445-3458. doi: 10.3390/ijms12063445. | Arşiv Bağlantısı
- M. Eigen, et al. (1977). A Principle Of Natural Self-Organization. Naturwissenschaften, sf: 541-565. doi: 10.1007/BF00450633. | Arşiv Bağlantısı
- R. Saladino, et al. (2012). From The One-Carbon Amide Formamide To Rna All The Steps Are Prebiotically Possible. Biochimie, sf: 1451-1456. doi: 10.1016/j.biochi.2012.02.018. | Arşiv Bağlantısı
- R. Saladino, et al. (2012). Formamide And The Origin Of Life. Physics of Life Reviews, sf: 84-104. doi: 10.1016/j.plrev.2011.12.002. | Arşiv Bağlantısı
- R. Breslow. (1959). On The Mechanism Of The Formose Reaction. Tetrahedron Letters, sf: 22-26. doi: 10.1016/S0040-4039(01)99487-0. | Arşiv Bağlantısı
- R. Shapiro. (2007). A Simpler Origin For Life. Springer Science and Business Media LLC, sf: 46-53. doi: 10.1038/scientificamerican0607-46. | Arşiv Bağlantısı
- O. Markovitch, et al. (2012). Excess Mutual Catalysis Is Required For Effective Evolvability. Artificial Life, sf: 243-266. doi: 10.1162/ARTL_a_00064. | Arşiv Bağlantısı
- S. A. Benner, et al. (2019). When Did Life Likely Emerge On Earth In An Rna‐First Process?. Wiley. doi: 10.1002/syst.201900035. | Arşiv Bağlantısı
- W. Junge, et al. (2015). Atp Synthase. Annual Reviews, sf: 631-657. doi: 10.1146/annurev-biochem-060614-034124. | Arşiv Bağlantısı
- T. R. Cech. (2012). The Rna Worlds In Context. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a006742. doi: 10.1101/cshperspect.a006742. | Arşiv Bağlantısı
- M. P. Robertson, et al. (2012). The Origins Of The Rna World. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003608. doi: 10.1101/cshperspect.a003608. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2003). Some Consequences Of The Rna World Hypothesis. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 211-218. doi: 10.1023/A:1024616317965. | Arşiv Bağlantısı
- A. W. J. Muller, et al. (2006). Thermal Energy And The Origin Of Life. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 177-189. doi: 10.1007/s11084-005-9003-4. | Arşiv Bağlantısı
- M. Yarus. (2011). Getting Past The Rna World: The Initial Darwinian Ancestor. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003590. doi: 10.1101/cshperspect.a003590. | Arşiv Bağlantısı
- A. W. J. Muller. (1995). Were The First Organisms Heat Engines? A New Model For Biogenesis And The Early Evolution Of Biological Energy Conversion. Progress in Biophysics and Molecular Biology, sf: 193-231. doi: 10.1016/0079-6107(95)00004-7. | Arşiv Bağlantısı
- S. D. Copley, et al. (2007). The Origin Of The Rna World: Co-Evolution Of Genes And Metabolism. Elsevier BV, sf: 430-443. doi: 10.1016/j.bioorg.2007.08.001. | Arşiv Bağlantısı
- T. A. Lincoln, et al. (2009). Self-Sustained Replication Of An Rna Enzyme. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1229-1232. doi: 10.1126/science.1167856. | Arşiv Bağlantısı
- W. Gilbert. (1986). Origin Of Life: The Rna World. Nature, sf: 618-618. doi: 10.1038/319618a0. | Arşiv Bağlantısı
- G. F. Joyce. (2009). Evolution In An Rna World. Cold Spring Harbor Symposia on Quantitative Biology, sf: 17-23. doi: 10.1101/sqb.2009.74.004. | Arşiv Bağlantısı
- G. E. Fox. (2010). Origin And Evolution Of The Ribosome. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003483. doi: 10.1101/cshperspect.a003483. | Arşiv Bağlantısı
- M. Neveu, et al. (2013). The “Strong” Rna World Hypothesis: Fifty Years Old. Mary Ann Liebert Inc, sf: 391-403. doi: 10.1089/ast.2012.0868. | Arşiv Bağlantısı
- A. V. Vlassov, et al. (2005). The Rna World On Ice: A New Scenario For The Emergence Of Rna Information. Journal of Molecular Evolution, sf: 264-273. doi: 10.1007/s00239-004-0362-7. | Arşiv Bağlantısı
- E. V. Koonin. (2007). The Cosmological Model Of Eternal Inflation And The Transition From Chance To Biological Evolution In The History Of Life. Biology Direct, sf: 1-21. doi: 10.1186/1745-6150-2-15. | Arşiv Bağlantısı
- G. W. Hoffmann. (2003). The Stochastic Theory Of The Origin Of The Genetic Code. Annual Reviews, sf: 123-144. doi: 10.1146/annurev.pc.26.100175.001011. | Arşiv Bağlantısı
- H. Bernstein, et al. (2015). The Darwinian Dynamic. The Quarterly Review of Biology, sf: 185-207. doi: 10.1086/413216. | Arşiv Bağlantısı
- M. D. Nussinov, et al. (1997). The Emergence Of The Non-Cellular Phase Of Life On The Fine-Grained Clayish Particles Of The Early Earth's Regolith. Biosystems, sf: 111-118. doi: 10.1016/S0303-2647(96)01699-1. | Arşiv Bağlantısı
- C. R. Woese, et al. (2006). Phylogenetic Structure Of The Prokaryotic Domain: The Primary Kingdoms. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 5088-5090. doi: 10.1073/pnas.74.11.5088. | Arşiv Bağlantısı
- A. Kühnlein, et al. (2021). Trna Sequences Can Assemble Into A Replicator. eLife Sciences Publications, Ltd. doi: 10.7554/eLife.63431. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2003). On The Origins Of Cells: A Hypothesis For The Evolutionary Transitions From Abiotic Geochemistry To Chemoautotrophic Prokaryotes, And From Prokaryotes To Nucleated Cells. Philosophical Transactions of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 59-85. doi: 10.1098/rstb.2002.1183. | Arşiv Bağlantısı
- A. Roldan, et al. (2015). Bio-Inspired Co2 Conversion By Iron Sulfide Catalysts Under Sustainable Conditions. Chemical Communications, sf: 7501-7504. doi: 10.1039/C5CC02078F. | Arşiv Bağlantısı
- J. A. Baross, et al. (1985). Submarine Hydrothermal Vents And Associated Gradient Environments As Sites For The Origin And Evolution Of Life. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 327-345. doi: 10.1007/BF01808177. | Arşiv Bağlantısı
- H. F. Noller. (2012). Evolution Of Protein Synthesis From An Rna World. Cold Spring Harbor Perspectives in Biology, sf: a003681. doi: 10.1101/cshperspect.a003681. | Arşiv Bağlantısı
- G. W. Hoffmann. (1974). On The Origin Of The Genetic Code And The Stability Of The Translation Apparatus. Journal of Molecular Biology, sf: 349-362. doi: 10.1016/0022-2836(74)90024-2. | Arşiv Bağlantısı
- E. L. Shock, et al. (2015). Principles Of Geobiochemistry. Elements, sf: 395-401. doi: 10.2113/gselements.11.6.395. | Arşiv Bağlantısı
- J. P. Amend, et al. (2013). The Energetics Of Organic Synthesis Inside And Outside The Cell. Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences, sf: 20120255. doi: 10.1098/rstb.2012.0255. | Arşiv Bağlantısı
- M. J. RUSSELL, et al. (1997). The Emergence Of Life From Iron Monosulphide Bubbles At A Submarine Hydrothermal Redox And Ph Front. Journal of the Geological Society, sf: 377-402. doi: 10.1144/gsjgs.154.3.0377. | Arşiv Bağlantısı
- Nature. (2016). Early Life Liked It Hot. Nature, sf: 468-468. doi: 10.1038/535468b. | Arşiv Bağlantısı
- T. Cavalier-Smith. (2006). Rooting The Tree Of Life By Transition Analyses. Biology Direct, sf: 1-83. doi: 10.1186/1745-6150-1-19. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2006). The Maintenance Of The Accuracy Of Protein Synthesis And Its Relevance To Ageing. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 517-521. doi: 10.1073/pnas.49.4.517. | Arşiv Bağlantısı
- R. E. Valas, et al. (2011). The Origin Of A Derived Superkingdom: How A Gram-Positive Bacterium Crossed The Desert To Become An Archaeon. Biology Direct, sf: 1-33. doi: 10.1186/1745-6150-6-16. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (1994). The Origin Of Life On The Earth. Springer Science and Business Media LLC, sf: 76-83. doi: 10.1038/scientificamerican1094-76. | Arşiv Bağlantısı
- M. Colín-García. (2017). Hydrothermal Vents And Prebiotic Chemistry: A Review. Sociedad Geologica Mexicana, sf: 599-620. doi: 10.18268/BSGM2016v68n3a13. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2006). On The Origin Of Biochemistry At An Alkaline Hydrothermal Vent. The Royal Society, sf: 1887-1926. doi: 10.1098/rstb.2006.1881. | Arşiv Bağlantısı
- J. G. Forsythe, et al. (2015). Ester‐Mediated Amide Bond Formation Driven By Wet–Dry Cycles: A Possible Path To Polypeptides On The Prebiotic Earth. Wiley, sf: 9871-9875. doi: 10.1002/anie.201503792. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian, et al. (2012). Origin Of First Cells At Terrestrial, Anoxic Geothermal Fields. Proceedings of the National Academy of Sciences. doi: 10.1073/pnas.1117774109. | Arşiv Bağlantısı
- W. Huang, et al. (2006). One-Step, Regioselective Synthesis Of Up To 50-Mers Of Rna Oligomers By Montmorillonite Catalysis. American Chemical Society (ACS), sf: 8914-8919. doi: 10.1021/ja061782k. | Arşiv Bağlantısı
- A. B. Subramaniam, et al. (2011). Semi-Permeable Vesicles Composed Of Natural Clay. Soft Matter, sf: 2600-2612. doi: 10.1039/C0SM01354D. | Arşiv Bağlantısı
- K. R. POPPER. (1990). Pyrite And The Origin Of Life. Nature, sf: 387-387. doi: 10.1038/344387a0. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Vallee, et al. (2017). At The Very Beginning Of Life On Earth: The Thiol-Rich Peptide (Trp) World Hypothesis. International Journal of Developmental Biology, sf: 471-478. doi: 10.1387/ijdb.170028yv. | Arşiv Bağlantısı
- K. Adamala, et al. (2013). Nonenzymatic Template-Directed Rna Synthesis Inside Model Protocells. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1098-1100. doi: 10.1126/science.1241888. | Arşiv Bağlantısı
- B. Damer, et al. (2020). The Hot Spring Hypothesis For An Origin Of Life. Astrobiology, sf: 429-452. doi: 10.1089/ast.2019.2045. | Arşiv Bağlantısı
- H. Hartman. (1998). Photosynthesis And The Origin Of Life. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 515-521. doi: 10.1023/A:1006548904157. | Arşiv Bağlantısı
- J. L. England. (2013). Statistical Physics Of Self-Replication. AIP Publishing, sf: 121923. doi: 10.1063/1.4818538. | Arşiv Bağlantısı
- K. Chandru, et al. (2016). The Abiotic Chemistry Of Thiolated Acetate Derivatives And The Origin Of Life. Scientific Reports, sf: 1-11. doi: 10.1038/srep29883. | Arşiv Bağlantısı
- M. A. Keller, et al. (2014). Non‐Enzymatic Glycolysis And Pentose Phosphate Pathway‐Like Reactions In A Plausiblearchean Ocean. EMBO, sf: 725. doi: 10.1002/msb.20145228. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian. (2009). On The Origin Of Life In The Zinc World: 1. Photosynthesizing, Porous Edifices Built Of Hydrothermally Precipitated Zinc Sulfide As Cradles Of Life On Earth. Biology Direct, sf: 1-39. doi: 10.1186/1745-6150-4-26. | Arşiv Bağlantısı
- G. Wächtershäuser. (2020). Before Enzymes And Templates: Theory Of Surface Metabolism.. American Society for Microbiology, sf: 452-484. doi: 10.1128/MMBR.52.4.452-484.1988. | Arşiv Bağlantısı
- L. E. Orgel. (2002). Self-Organizing Biochemical Cycles. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 12503-12507. doi: 10.1073/pnas.220406697. | Arşiv Bağlantısı
- K. Chandru, et al. (2018). Simple Prebiotic Synthesis Of High Diversity Dynamic Combinatorial Polyester Libraries. Communications Chemistry, sf: 1-8. doi: 10.1038/s42004-018-0031-1. | Arşiv Bağlantısı
- A. B. Macallum. (1926). The Paleochemistry Of The Body Fluids And Tissues. Physiological Reviews, sf: 316-357. doi: 10.1152/physrev.1926.6.2.316. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian, et al. (2009). On The Origin Of Life In The Zinc World. 2. Validation Of The Hypothesis On The Photosynthesizing Zinc Sulfide Edifices As Cradles Of Life On Earth. Biology Direct, sf: 1-37. doi: 10.1186/1745-6150-4-27. | Arşiv Bağlantısı
- R. F. Fox. (2009). Review Of Stuart Kauffman, The Origins Of Order: Self-Organization And Selection In Evolution. Elsevier BV, sf: 2698-2699. doi: 10.1016/s0006-3495(93)81321-3. | Arşiv Bağlantısı
- C. Huber, et al. (2002). Peptides By Activation Of Amino Acids With Co On (Ni,Fe)S Surfaces: Implications For The Origin Of Life. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 670-672. doi: 10.1126/science.281.5377.670. | Arşiv Bağlantısı
- R. Plasson, et al. (2007). Emergence Of Homochirality In Far-From-Equilibrium Systems: Mechanisms And Role In Prebiotic Chemistry. Wiley, sf: 589-600. doi: 10.1002/chir.20440. | Arşiv Bağlantısı
- A. Y. Mulkidjanian, et al. (2012). Origin Of First Cells At Terrestrial, Anoxic Geothermal Fields. Proceedings of the National Academy of Sciences. doi: 10.1073/pnas.1117774109. | Arşiv Bağlantısı
- F. Jafarpour, et al. (2015). Noise-Induced Mechanism For Biological Homochirality Of Early Life Self-Replicators. Physical Review Letters, sf: 158101. doi: 10.1103/PhysRevLett.115.158101. | Arşiv Bağlantısı
- F. Jafarpour, et al. (2017). Noise-Induced Symmetry Breaking Far From Equilibrium And The Emergence Of Biological Homochirality. Physical Review E, sf: 032407. doi: 10.1103/PhysRevE.95.032407. | Arşiv Bağlantısı
- C. Davidovich, et al. (2009). The Evolving Ribosome: From Non-Coded Peptide Bond Formation To Sophisticated Translation Machinery. Research in Microbiology, sf: 487-492. doi: 10.1016/j.resmic.2009.07.004. | Arşiv Bağlantısı
- K. Soai, et al. (2002). Asymmetric Autocatalysis And The Origin Of Chiral Homogeneity In Organic Compounds. Wiley, sf: 321-332. doi: 10.1002/tcr.1017. | Arşiv Bağlantısı
- F. C. Frank. (1953). On Spontaneous Asymmetric Synthesis. Biochimica et Biophysica Acta, sf: 459-463. doi: 10.1016/0006-3002(53)90082-1. | Arşiv Bağlantısı
- T. Shibata, et al. (2002). Highly Enantioselective Catalytic Asymmetric Automultiplication Of Chiral Pyrimidyl Alcohol. American Chemical Society (ACS), sf: 471-472. doi: 10.1021/ja953066g. | Arşiv Bağlantısı
- S. Clark. (2003). Polarized Starlight And The Handedness Of Life. Sigma Xi, sf: 336. doi: 10.1511/1999.4.336. | Arşiv Bağlantısı
- J. F. Atkins, et al. (2002). The 22Nd Amino Acid. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 1409-1410. doi: 10.1126/science.1073339. | Arşiv Bağlantısı
- Y. Zhou, et al. (2021). A Widespread Pathway For Substitution Of Adenine By Diaminopurine In Phage Genomes. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 512-516. doi: 10.1126/science.abe4882. | Arşiv Bağlantısı
- D. Sleiman, et al. (2021). A Third Purine Biosynthetic Pathway Encoded By Aminoadenine-Based Viral Dna Genomes. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 516-520. doi: 10.1126/science.abe6494. | Arşiv Bağlantısı
- M. W. Grome, et al. (2021). Ztcg: Viruses Expand The Genetic Alphabet. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 460-461. doi: 10.1126/science.abh3571. | Arşiv Bağlantısı
- V. Pezo, et al. (2021). Noncanonical Dna Polymerization By Aminoadenine-Based Siphoviruses. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 520-524. doi: 10.1126/science.abe6542. | Arşiv Bağlantısı
- C. Alff-Steinberger. (2006). The Genetic Code And Error Transmission. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 584-591. doi: 10.1073/pnas.64.2.584. | Arşiv Bağlantısı
- C. Mayer-Bacon, et al. (2021). Evolution As A Guide To Designing Xeno Amino Acid Alphabets. International Journal of Molecular Sciences, sf: 2787. doi: 10.3390/ijms22062787. | Arşiv Bağlantısı
- A. Eschenmoser. (2002). Chemical Etiology Of Nucleic Acid Structure. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 2118-2124. doi: 10.1126/science.284.5423.2118. | Arşiv Bağlantısı
- S. Hoshika, et al. (2019). Hachimoji Dna And Rna: A Genetic System With Eight Building Blocks. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 884-887. doi: 10.1126/science.aat0971. | Arşiv Bağlantısı
- F. CRICK. (1970). Central Dogma Of Molecular Biology. Nature, sf: 561-563. doi: 10.1038/227561a0. | Arşiv Bağlantısı
- I. Nikić‐Spiegel. (2020). Expanding The Genetic Code For Neuronal Studies. Wiley, sf: 3169-3179. doi: 10.1002/cbic.202000300. | Arşiv Bağlantısı
- A. Dumas, et al. (2014). Designing Logical Codon Reassignment – Expanding The Chemistry In Biology. Chemical Science, sf: 50-69. doi: 10.1039/C4SC01534G. | Arşiv Bağlantısı
- C. C. Liu, et al. (2010). Adding New Chemistries To The Genetic Code. Annual Reviews, sf: 413-444. doi: 10.1146/annurev.biochem.052308.105824. | Arşiv Bağlantısı
- A. Ambrogelly, et al. (2007). Natural Expansion Of The Genetic Code. Nature Chemical Biology, sf: 29-35. doi: 10.1038/nchembio847. | Arşiv Bağlantısı
- A. X. Zhou, et al. (2019). Progress Toward Eukaryotic Semisynthetic Organisms: Translation Of Unnatural Codons. American Chemical Society (ACS), sf: 20166-20170. doi: 10.1021/jacs.9b09080. | Arşiv Bağlantısı
- Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences. (1991). Four Letters In The Genetic Alphabet: A Frozen Evolutionary Optimum?. Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 91-99. doi: 10.1098/rspb.1991.0093. | Arşiv Bağlantısı
- A. L. Weber, et al. (1981). Reasons For The Occurrence Of The Twenty Coded Protein Amino Acids. Journal of Molecular Evolution, sf: 273-284. doi: 10.1007/BF01795749. | Arşiv Bağlantısı
- E. N. Trifonov. (2000). Consensus Temporal Order Of Amino Acids And Evolution Of The Triplet Code. Gene, sf: 139-151. doi: 10.1016/S0378-1119(00)00476-5. | Arşiv Bağlantısı
- R. Geyer, et al. (2018). On The Efficiency Of The Genetic Code After Frameshift Mutations. PeerJ, sf: e4825. doi: 10.7717/peerj.4825. | Arşiv Bağlantısı
- P. P. Gardner, et al. (2003). Optimal Alphabets For An Rna World. Proceedings of the Royal Society of London. Series B: Biological Sciences, sf: 1177-1182. doi: 10.1098/rspb.2003.2355. | Arşiv Bağlantısı
- A. R. Nödling, et al. (2019). Using Genetically Incorporated Unnatural Amino Acids To Control Protein Functions In Mammalian Cells. Essays in Biochemistry, sf: 237-266. doi: 10.1042/EBC20180042. | Arşiv Bağlantısı
- P. G. Higgs, et al. (2009). A Thermodynamic Basis For Prebiotic Amino Acid Synthesis And The Nature Of The First Genetic Code. Mary Ann Liebert Inc, sf: 483-490. doi: 10.1089/ast.2008.0280. | Arşiv Bağlantısı
- S. J. Freeland, et al. (2002). Do Proteins Predate Dna?. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 690-692. doi: 10.1126/science.286.5440.690. | Arşiv Bağlantısı
- G. P. Fournier, et al. (2015). Ancestral Reconstruction Of A Pre-Luca Aminoacyl-Trna Synthetase Ancestor Supports The Late Addition Of Trp To The Genetic Code. Journal of Molecular Evolution, sf: 171-185. doi: 10.1007/s00239-015-9672-1. | Arşiv Bağlantısı
- H. Štorchová. (1994). Gesteland, R.f., Atkins, J.f. (Ed.): The Rna World. Biologia plantarum, sf: 358-358. doi: 10.1007/BF02920931. | Arşiv Bağlantısı
- V. Tretyachenko, et al. (2021). Unevolved Proteins From Modern And Prebiotic Amino Acids Manifest Distinct Structural Profiles. bioRxiv, sf: 2021.08.29.458031. doi: 10.1101/2021.08.29.458031. | Arşiv Bağlantısı
- G. F. Joyce. (2002). The Antiquity Of Rna-Based Evolution. Nature, sf: 214-221. doi: 10.1038/418214a. | Arşiv Bağlantısı
- J. C. Xavier, et al. (2020). Autocatalytic Chemical Networks At The Origin Of Metabolism. Proceedings of the Royal Society B, sf: 20192377. doi: 10.1098/rspb.2019.2377. | Arşiv Bağlantısı
- I. Prigogine, et al. (2008). Thermodynamics Of Evolution. AIP Publishing, sf: 23-28. doi: 10.1063/1.3071090. | Arşiv Bağlantısı
- R. Krishnamurthy. (2018). Life's Biological Chemistry: A Destiny Or Destination Starting From Prebiotic Chemistry?. Wiley, sf: 16708-16715. doi: 10.1002/chem.201801847. | Arşiv Bağlantısı
- J. M. Horowitz, et al. (2017). Spontaneous Fine-Tuning To Environment In Many-Species Chemical Reaction Networks. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 7565-7570. doi: 10.1073/pnas.1700617114. | Arşiv Bağlantısı
- N. V. Hud. (2018). Searching For Lost Nucleotides Of The Pre-Rna World With A Self-Refining Model Of Early Earth. Nature Communications, sf: 1-4. doi: 10.1038/s41467-018-07389-2. | Arşiv Bağlantısı
- V. Vasas, et al. (2010). Lack Of Evolvability In Self-Sustaining Autocatalytic Networks Constraints Metabolism-First Scenarios For The Origin Of Life. Proceedings of the National Academy of Sciences, sf: 1470-1475. doi: 10.1073/pnas.0912628107. | Arşiv Bağlantısı
- B. A. Anderson, et al. (2020). The Unexpected Base‐Pairing Behavior Of Cyanuric Acid In Rna And Ribose Versus Cyanuric Acid Induced Helicene Assembly Of Nucleic Acids: Implications For The Pre‐Rna Paradigm. Wiley, sf: 4033-4042. doi: 10.1002/chem.202004397. | Arşiv Bağlantısı
- C. Anastasi, et al. (2007). Rna: Prebiotic Product, Or Biotic Invention?. Wiley, sf: 721-739. doi: 10.1002/cbdv.200790060. | Arşiv Bağlantısı
- A. Lazcano, et al. (2004). The Origin And Early Evolution Of Life: Prebiotic Chemistry, The Pre-Rna World, And Time. Elsevier BV, sf: 793-798. doi: 10.1016/s0092-8674(00)81263-5. | Arşiv Bağlantısı
- W. Hordijk, et al. (2017). Chasing The Tail: The Emergence Of Autocatalytic Networks. Biosystems, sf: 1-10. doi: 10.1016/j.biosystems.2016.12.002. | Arşiv Bağlantısı
- B. . SHENHAV, et al. (2011). Mesobiotic Emergence: Molecular And Ensemble Complexity In Early Evolution. Advances in Complex Systems, sf: 15-35. doi: 10.1142/S0219525903000785. | Arşiv Bağlantısı
- S. D. Fried, et al. (2022). Peptides Before And During The Nucleotide World: An Origins Story Emphasizing Cooperation Between Proteins And Nucleic Acids. Journal of the Royal Society Interface. doi: 10.1098/rsif.2021.0641. | Arşiv Bağlantısı
- Z. Peng, et al. (2020). An Ecological Framework For The Analysis Of Prebiotic Chemical Reaction Networks. Journal of Theoretical Biology, sf: 110451. doi: 10.1016/j.jtbi.2020.110451. | Arşiv Bağlantısı
- P. Chvykov, et al. (2020). Low Rattling: A Predictive Principle For Self-Organization In Active Collectives. American Association for the Advancement of Science (AAAS), sf: 90-95. doi: 10.1126/science.abc6182. | Arşiv Bağlantısı
- A. Murugan, et al. (2015). Undesired Usage And The Robust Self-Assembly Of Heterogeneous Structures. Nature Communications, sf: 1-10. doi: 10.1038/ncomms7203. | Arşiv Bağlantısı
- K. Michaelian. (2011). Thermodynamic Dissipation Theory For The Origin Of Life. Earth System Dynamics, sf: 37-51. doi: 10.5194/esd-2-37-2011. | Arşiv Bağlantısı
- R. Marsland, et al. (2017). Limits Of Predictions In Thermodynamic Systems: A Review. Reports on Progress in Physics, sf: 016601. doi: 10.1088/1361-6633/aa9101. | Arşiv Bağlantısı
- K. Michaelian. (2017). Microscopic Dissipative Structuring And Proliferation At The Origin Of Life. Elsevier BV, sf: e00424. doi: 10.1016/j.heliyon.2017.e00424. | Arşiv Bağlantısı
- J. L. Rinn, et al. (2020). Long Noncoding Rnas: Molecular Modalities To Organismal Functions. Annual Reviews, sf: 283-308. doi: 10.1146/annurev-biochem-062917-012708. | Arşiv Bağlantısı
- I. G. Johnston, et al. (2011). Evolutionary Dynamics In A Simple Model Of Self-Assembly. Physical Review E, sf: 066105. doi: 10.1103/PhysRevE.83.066105. | Arşiv Bağlantısı
- C. Mariscal, et al. (2020). Life And Life Only: A Radical Alternative To Life Definitionism. Synthese, sf: 2975-2989. doi: 10.1007/s11229-018-1852-2. | Arşiv Bağlantısı
- W. Martin, et al. (2008). Hydrothermal Vents And The Origin Of Life. Nature Reviews Microbiology, sf: 805-814. doi: 10.1038/nrmicro1991. | Arşiv Bağlantısı
- C. E. Cleland, et al. (2002). Defining ‘Life’. Origins of life and evolution of the biosphere, sf: 387-393. doi: 10.1023/A:1020503324273. | Arşiv Bağlantısı
- I. Fry. (2011). The Role Of Natural Selection In The Origin Of Life. Origins of Life and Evolution of Biospheres, sf: 3-16. doi: 10.1007/s11084-010-9214-1. | Arşiv Bağlantısı
- C. E.. (2019). Moving Beyond Definitions In The Search For Extraterrestrial Life. Astrobiology, sf: 722-729. doi: 10.1089/ast.2018.1980. | Arşiv Bağlantısı
- S. Sarkar, et al. (2019). Design Of Conditions For Self-Replication. Physical Review E, sf: 022414. doi: 10.1103/PhysRevE.100.022414. | Arşiv Bağlantısı
- F. H. C. Crick. (1968). The Origin Of The Genetic Code. Journal of Molecular Biology, sf: 367-379. doi: 10.1016/0022-2836(68)90392-6. | Arşiv Bağlantısı
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 21/11/2024 11:33:30 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/323
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.