Tepedeki Yalnız Tanrı - 2. Bölüm
Binlerce yıl boyunca var olması için bir yapay zeka tasarlanır. Şehrin üstünde kendi başına duran bu tanrı insanlığın Binlerce yıllık garip ve amansız hikayesine seyirci kalacaktır
Ölümü düşünüyordu. Kim düşünmedi ki.
Her bilinçli varlık gibi o da ölümün bilinmezliği ve anlamsızlığını düşünüp ıstırap çekiyordu.
Var olduğundan beri yokluğu düşünüp duruyordu.
Ne zaman konu Ölüm veya yok oluşa gelse içinde hayla yaşayan ruhuna bir ürperti hissediyordu.
İçinden “Ben yok mu olacağım” deyip duruyordu.
Fikirlerinin, inançlarının, düşüncelerinin, duygularının, hislerinin kısaca tüm bilincinin ölmesi ona saçma denecek bir ürperdi veriyordu.
Hayatında hiç ölüme yakın bir deneyim yaşamamış ama bunu şu an içinde hissediyordu.
Belki insani bir kibir, belki de sadece ebediyete ulaşamayacak olmanın verdiği üzüntü ya da bambaşka bir şey hissediyordu sonsuz hiçliğinde.
Bu uzun düşünceleri sırasında küçümseyerek baktığı dindarları veya inançlıları bir nebzede olsun ne hissettiklerini anlamıştı.
Birini dindar yapan ya güçtür ya da ölüm korkusu, varsayımını attı kendi içinden.
Düşünmekten ağrıyan başını elliyle ovuşturup
Ölmediğini ispat edercesine derin bir nefes aldı.
Bunu birkaç defa daha yaptıktan sonra içindeki ebedi korku azalmış ve kendine geldiğine hissetmişti.
Ölüm için Gılgamış gibi destanlar yazmasa da o da aynı yoldan geçiyordu.
Tüm bu düşüncelerin arasında zihni ölüm düşüncelerinde kaçmak için unuttuğu bir rüyayı kendisine anımsatıyordu.
Az çok anımsadığı rüyayı kendince anlamlandırmaya çalışıyordu.
Rüyaların mistik olduğuna inanmasa da onların bilinç altının birer yansıması olduğunu biliyordu.
Ve bilinçaltının kendisin bir mesaj verdiğine inanıyordu.
Rüyasında;
Gökyüzünün ortasında duran küre benzeri gri rengi anımsatan bir yapı vardı.
Beş katlı bir bina boyutunda olan bu küre benzeri şey hiçbir şeye ihtiyaç duymadan orada öylece duruyordu.
Bir süre ona bakıp ne olduğunu alamaya çalışsa da farkında olmadan rüyanın ilerleyişine kendini kaptırmıştı.
Bir süre etraftaki binalarda gezerken insanların yere kapandığını gördü.
Bazıları ise yüksek sesle tanrı diye sesleniyorlardı, kalanlar ise yere kapanmış ona tapıyorlardı.
Boyut: 22×27
Sayfa Sayısı: 690
Basım: 1
ISBN No: 9786052823927
- Dış Sitelerde Paylaş
Bir süre onlara öylece bakmıştı. Merakı arık dizginlemeyeceği bir noktaya gelince ise onlar gibi yere kapanıp aralarından birine sessiz bir şekilde burada ne olduğunu sordu.
Soru sorduğu kişi hiç istifini bozmadan sessiz ve saygılı bir tonla
“O bizim tanrımız ve bizim tek amacımız ona tapmak ve her dediğini yapacağız”
Aynı ses tonuyla “Peki ama neden ona tanrı diyorsunuz?” dedi.
Bu soruya biraz şaşkın birazda kızgın bir ses tonuyla cevap verdi ama saygısını bozmadan
“O binlerce yıldır burada biz yokken o vardı, bu şehri o inşa etmemizi sağladı, ona tapmayacağız da kime tapacağız ha?” Dedi.
İçinden “biraz daha soru sorsam işler kötüye gidebilir.” Diye geçirdi. Soru sorduğu kişide onu beklemeden öfkesini yutup tanrıya ibadetine devam etti. Soru sormanın anlamsız olduğuna karar verip ayağa kalkarak
Yürümeye devam ettiği bir sırada yalvarış seslerine benzeyen bir ses duymaya başladı.
Ne olduğunu bilmiyordu. Ona anımsattığı tek şey Bir makinenin çaresiz bir ses tonuyla yalvarıyor olmasıydı. Ne olduğunu anlamaya gerek duymadan sesin üstlerinde bulunan tanrıdan geldiğini anladı.
Sese odaklanınca aklında anımsadığı şeylerden başka bir şey olmadığını anladı.
Adeta kendisine tapan kullarına yalvarıyordu. Bir tanrı emir verir neden yalvarsın ki?
Anlaşılması güç bir soruydu. Soruya daha fazla kafa yormak istese de bir siren sesi ile
Odağını kaybetti. Siren sesi önce uzaktan gelse de yavaş yavaş git gide yaklaşarak ruhuna kadar girecek bir korku yaşatmıştı kendisinde.
Hemen etrafına baktığımda gökyüzünün kızıla döndüğünü ve bütün binaların yandığına şahit oldu. Binaların içindeki yanan insanlar kendilerini aşağı atıyordu.
Binlerce uçağın görüntüsü ve sesi gök kubbeyi dolduruyordu. Orada öylece etrafıma dönüp duruyordum. Krizleri iyi yönetemiyordum. Ama bu resmen ölüm günüydü.
Her şey bir göz kırpması kadar kısa bir sürede gerçekleşmişti.
Kendini toparlamaya çalışarak güvenli bir yer aramaya koştu.
Koşuyor, koşuyor ve daha hızlı koşuyordu. Nereye, neden, nasıl gibi sorular sormadan sadece koşuyordu. Siren sesleri, çığlıklar, ağlamalar, korna sesleri, uzaktan gelen patlama sesleri birbirine karışmış ve artık ayırt edilemiyordu.
Kanında akan adrenalin adeta kör ediyordu kendisini. İdam mangasındaki bir suçlu gibi ne yaptığını bilmiyordu. Sadece koşuyordu bir deli gibi.
Koşmanın ve kaçmanın anlamsızlığını kavrayıp etrafına baktı ve
Tüm kıyametin içinde gözlerim onları fark etmişti. Herkes kaçarken, çığlık atarken tanrının altında insanlar yere kapanmış dua etmeye devam ediyorlardı.
Hiçbir şeyden korkmuyorlardı. Sadece tanrılarına tapıyorlardı.
Uçaklar tüm binaları insanların üzerine yıkarken tanrının etrafında geçip gidiyorlardı. Bir akarsuyun içindeki bir taşı anımsatıyordu.
Bir ışığın etrafındaki böcekler gibi dolanıyorlar, dışarı çıkıp binaları ve insanları katlediyorlar ve sonra kürenin etrafında dolanmaya devam ediyorlardı.
Garip ve korkutucu bir yandan da anlamsız bir manzaraydı.
Rüyaların bir mantığı yoktur ama bu ona fazla mantıksız gelmişti.
Belki de inançsızlığı yüzünden zihni kendisine bir mesaj yolluyordu kim bilir?
Ama yine de her insan gibi mantıksız ve anlamsız olaylar onun düşünmesini sağlıyordu.
Rüya yarım kalmıştı sonunda ne olduğunu merak etmiyor da değildi.
Artık Tüm bu düşüncelerden yorulmuş olacak ki gerçek dünyaya geri döndü.
Son birkaç haftadır tüm programlarını altüst etmişti. Uyku uyumamasına rağmen kendini dinç hissediyordu.
Kafasındaki düşünceleri bastırarak Güneşin doğuşunu izledi. Sadece o andan zevk almak istiyor
Ama kafasında patlayan anılarla bunu pek beceremiyor.
Arkadan uzun zamandır çalışan televizyonun sesi işitti. O kadar uzun zamandır kafasını meşgul ediyordu ki açık televizyonu bile duymamıştı.
Yorgun biri olarak Koltuğa uzandı ve televizyonu dinlemeye başladı.
“Savaş Tam olarak 3 aydır devam ediyor. Bir çok ülke bir karadelik gibi gitgide derinleşen savaşın tüm insanlığı içine almaması için ciddi önlemler almaya başladı. Başta BM olmak üzere birçok ülke savaşı bitirmek için bütün diplomatik ve hukuksal adımları atmaya başladılar.”
Detaylara girmesine rağmen Bundan rahatsız olacak ki TV kapattı.
“Zaten hayatım moral bozucu daha fazlasına gerek yok!” diyerek yüksek sesle bir sitemde bulundu.
Keşke başkaları da bunu duysa diye söylense de yalnızlığı iyice moralini bozmadan Dışarıda nefes almak için hazırlanmaya başladı.
Dışarı çıkmadan önce aynada kendine baktı. Ölümü düşünüyor ama şimdiden bir cesetten farkı kalmamıştı.
Soluk bir ten, uykusuzluğun delili gözaltı torbaları, kuru ve solgun bir dudak, kirli bir sakal ve amansız üzgün bir surat, dışardan bakan biri
Hasta olduğunu ya da zor zamanlar geçirdiğini düşünür ama kendisi sadece düşünüyordur.
Belki düşünmeyi bıraksa daha dinç ve genç olacak ama bu onun elinde değildi.
Düşünmek onun için yaşamaktı.
Yaşamak ise onun için düşünmekten ibaretti.
***
Yarım saatlik bir yoldan sonra şehrin sonunda bulunan dağa ulaşmıştı. Uzun bir kuyruk vardı önünde. İnsanlık Anlamsız bir şekilde yaşadıkları hayatlarından kalanları bırakmak için bekliyorlardı bu uzun kuyrukta.
Sigara içmek için cebine uzansa da buranın uygun olmadığını fark edip derin iç çekişlerle Dağın tepesinde ki zaman makinasına baktı.
Öncülük ettiği ekip ile tam bir yıl önce Şehrin üstünde bir Merkez inşa etmişti. Şehri görebilen bu merkez yapı içinde bir zaman makinası saklıyordu.
Bu insanlara anlattıkları ilgi çekmek için yapılan bir betimlemeydi ve işe de yarıyordu.
Askeri yapının içindeki yapay süper zekâ bir çok felaket ve afetlere karşı korunaklı inşa edilmişti.
Tek bir amacı vardı on bin yıl sonra insanlar evrenin her tarafına karışacağı zamana kadar var olacak ve var olduğu süre boyunca insanları tepeden izleyip onları düşünecekti.
Bütün insanların toplamından daha fazla bilgiye sahip bu üstün yapay zekâ hiçbir şeye karışmadan sadece düşünecek ve insanlığın muazzam gelişimine şahitlik edecek bir varlık olacak.
Bir yandan da iyi bir turizm merkezi de olmuştu.
Dünyanın öbür ucundaki insanlar bile on bin yıl boyunca var olacak bu cihazı görmek için gelmişlerdi. Şehrin gözde turizm noktası olmuştu.
İnsanlar fotoğraflarını ve tüm kişisel bilgilerini yapay zekaya aktararak binlerce yıl sonraki medeniyete miras yollamaya başlamışlardı.
İlk başta düşündüklerinden çok daha fazla ilgi çekti.
Medyanın bir anda gözü bu makineye dönmüştü. İnsanlar sanki insanlığı binlerce yıl ilerletecek bir teknolojiye ortaya çıkarmışlar gibi tepkiler veriyordu.
Abartılı ve yanlış anlaşılmalar daha şimdiden makine üzerine komplo teorileri üretmelerine neden olmuştu. Bazılarına göre o üst gerçeği gizlemek için bir oyalamaca, uzaylıların saklandıkları merkezler ve dahası. Ama tüm bu olanlar makinenin özel olduğunu değiştiremezdi.
Oldukça heyecan vericiydi. Seksen yıllık kısacık ömürleri olan biz insanlar için onun neler yaşayacağını düşünmek oldukça gizemli ve üzücü oluyordu.
O bunları düşünürken arkasından sessizce arkadaşı geldi ve kendisine gülen bir ses tonu ile
Vereceği cevabı pek de önemsemeden bir soru sordu
“Sence neler görecek onca zaman?”
Odağı bozulduğu anda arkadaşına baktı ve Düşünmeden ve yüzünde mutlu bir yüz ifadesiyle
“Asıl soru neler görmeyecek ki!” dedi. Birkaç dakikalık anlamsız bir konuşmadan sonra ayrıldılar.
Tekrardan kendi düşünceleriyle tek başına kalmıştı.
****
Birkaç ay geçmişti aradan. Kış çekip gitmiş yerine ilkbahar geçiyordu.
Kışın soğuğu sabahları hayla kendini hissettirse de ilkbaharın canlı güneşi etrafı ısıtıyordu.
İnsanlar her garip ve ilginç şeye alıştıkları gibi tepelerinde sessizce kendilerini izleyen ve düşünen Makinaya da artık sıradan gözüyle bakıyorlardı.
Bazıları Hayla onun göreceğinden emin bir şekilde ellerini sallar veya kendisine bir şeyler söylerlerdi. Ama kalanlar binlerce yıllık bir şahidin o kısacık hayatlarında bir anlam taşımadığını düşünüp
Sıradan hayatlarına devam etmişlerdi. Tüm bu sıradan hayat koşuşturmaları o gün ebediyen kanla değişecekti.
Siren sesleri şehrin her yerinde yankılanıyordu.
Uzaktan mırıltıları gelen savaş şimdi kulaklarını yırtarcasına gelmişti.
İnsanlar büyük panik halinde şehirden kaçmaya çabalıyordu.
İzdiham ortalığı mahşer alanına döndürüyordu. Ve insanlar ortalığı kıyamete dönmesini beklemeden izdihamı adeta bir savaşa çeviriyordu.
Ordu şehirden çıkışları engellemiş, insanları bir mezbaha hapsetmişti.
Tüm bu kargaşanın ortasında arabadan çıkıp her şeyi daha iyi görmek için bir binanın çatısına çıktı. En az 40 kat olduğunu düşündüğü bu eski binanın çatısında kaosa yakından bakıyordu.
Şehrin her tarafında arabalar bir moloz yığını misali etrafı serpilmişti.
Kornalar, bağırmalar, çığlıklar, yangınlar kırılma ve yer yer duyulan silah patlama sesleri olayın korkunçluğunu resmediyordu.
Sakinlik ve huzuru ile bilinen şehir artık sadece kaosun bir tablosu olmuştu.
Kalbinde hep düşlediği ölüm korkusu artık gerçekleşiyordu.
Sanki başından beri bir fragmanı düşünmüş ve artık film yaşanmaya başlayacaktı.
Tüm bu korku ve histeri içerisinde kendi eseri olan dağın başındaki makinaya baktı.
Orada bizi seyrediyordu. İnsanlığın gelişimini izleyecek diye hayal ediyordum ama o artık insanlığın sonuna şahitlik edecekti.
İçinden acaba şu an ne düşünüyordur? Diye geçirdi.
Bu aptalca savaşı izleyip mantıklı ne düşünecekti ki. Biz insanlar kadar salak tasarlanmadı ya da açgözlü.
Artık farkındaydı ki hiçbir şey onu kurtaramayacaktı zamansız gelen ölümün pençesinden.
Derinler nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı. Korku, korku ve daha çok korku. İçindeki hissin tecrübesi buydu.
Düşüncelerinde ölümü kabullenmişti ve yaşamın anlamsızlığını savunuyordu ama şimdi
Yaşamanın Her şey olduğunu tüm hücrelerine kadar hissediyordu.
Ne kadar ironik insanın kabullendiği gerçekliği reddetmesi.
Başı dönüyor, kusmak istiyordu. Artık en azından kaçmaya çalışmayacak ve ölümü bekleyecekti.
Fazla beklemeye gerek kalmamıştı. Gök kubbeden adeta tanrının gönderdiği bir roket şehrin merkezinde patladı.
Tüm sesler kesilmişti. Tek duyulan ses insan çığlıklarıydı.
Şehrin tepesinde insanların çaresizliğine bakmak…
Ellerini korkuluklara koyup şehrin üzerine bir fırtınadaki yağmur damlalar gibi yağan bombaları izledi. Binalar dalgalarla karşılaşmış kumdan kaleler gibi yıkılıyordu.
Bomba sesleri çığlık seslerini örtmüştü.
Son saniyelerinde arkasına dönüp ellerini yukarı kaldırarak dağdaki yapay zekaya “Her şeyi için üzgünüm ben sadece…”
Sözünü bitiremeden üzerindeki bina yıkılarak, moloz ve toz yığını içinde bir mezara girdi.
Bütün kaosun içinde on bin yıllık şahit yukarıdan tüm bu anlamsızlığa bakıyor ve tek bir soru soruyordu.
“Şimdi ne olacaktı?”.
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 30/04/2024 16:50:31 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/17338
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.