Yeni Bir Muhalefet Mümkün mü?
Sosyal Psikolojik Bir İnceleme
Bir sorunla karşılaşınca, ilk yapmanız gereken şey bir çözümün olduğunu varsaymaktır. Çözümün imkânsız olduğunu düşünürseniz, ilk fırsatta pes edersiniz. Çözümün ne olduğunu en baştan bilmeyebilirsiniz, o an için hiçbir fikriniz dahi olmayabilir. Ama orada bir yerlerde, siz ne olduğunu şimdilik bilmeseniz de, bir çözümün var olduğuna inanmazsanız, o sorunu çözemezsiniz.
Ülkeyi değiştirmek istiyorsanız, ülkenin değiştirilebilir olduğuna inanmanız gerekiyor. Türkiye’de muhalefet ve muhalefete akıl veren birçok insan ise buna inanmıyor. Ülkeyi olduğu gibi, değişmez bir öz olarak kabul eder ve o değişmez özelliklerle çelişmeyecek, onları rahatsız etmeyecek şekilde siyaset yapmaya çalışırsanız, hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Sistemi değiştiremediğiniz gibi, ideallerinizi satsanız dahi iktidara gelemezsiniz. “Toplumu anlayarak”, kendinize ait olmayan bir siyasi görüşü taklit ederek destek toplayamazsınız. Çünkü insanlar ideolojilerine göre karar vermiyorlar kime oy vereceklerine. Çünkü insanların ideolojileri yok.
Bu yazıda, sosyal psikoloji literatürüne dayanarak yeni bir muhalefetin mümkün olduğunu savunup, başarılı olunması için gerekli stratejileri üç madde halinde özetleyeceğim. İnsanların ideolojilerinin olmamasının ne demek olduğunu açıklayan ilk maddeden başlayalım. Size biraz şempanzelerden bahsedeceğim ama bunun konumuzla alakasını kısa süre içinde öğreneceksiniz, merak etmeyin.
- Önemli Olan Hangi Cephede Olduğun
“Alfa erkek” popüler kültüre mal olmuş, ancak çoğu zaman yeterince düşünülmeden kullanılan bir kavram. Evet, insanlar ve insanların yakın evrimsel akrabalarında bir alfa gruba liderlik eder. Ancak bu hiçbir zaman tek bir liderin, kimseye ihtiyaç duymadan her şeye tek başına hükmetmesi şeklinde yaşanmaz. Bunu en iyi bileceklerden biri, Foudouko isimli şempanzedir. Foudouko, Senegal’de bulunan bir şempanze kabilesinin lideriydi. Ancak sağ kolu olan Mamadou yaralanıp güçten düşünce, kendisi de alfalığı bir başka erkeğe kaptırıp gruptan ayrılmak zorunda kaldı. Foudouko uzun bir aradan sonra geri geldi ama eski dominant görüntüsünden eser kalmamıştı, gruptan dışlanıyordu. Bir gün diğer şempanzeler toplu şekilde saldırarak, lider olduğu zamanlarda zorbalığıyla bilinen Foudouko’yu öldürdü ve vücudunun bir kısmını yedi.
Bu olay, şempanzeler hakkında önemli bir gerçeği hatırlatmaktadır. Evet, bir lider vardır ama sistemi ayakta tutan şey tek başına lider değildir; zira lider doğaüstü güçleri olan bir süper kahraman değildir. Önemli olan liderin çevresindekilerle kurduğu “koalisyon”dur. Bu koalisyonu ayakta tutamadığı veya farklı bir koalisyon tarafından güçten düşürüldüğü zaman, alfanın da alfalığının sonu gelmiştir. Koalisyonların şempanze hayatındaki önemi, Frans de Waal’in “Chimpanzee Politics” isimli kitabında ayrıntılı anlatılmaktadır.
İnsanlarda da durum farklı değildir. Hiçbir lider, ne kadar karizmatik veya güçlü olursa olsun, tüm bir ülkeye tek başına hükmedemez. Kendi iktidarını destekleyen insanlarla bir çeşit koalisyon kurmak zorundadır. Ancak insanların farkı, kurdukları ittifakın yönetime hiçbir dahli olmayan insanları dahi kapsamasının gerekmesidir. Zira demokrasilerde, herkesten oy almanız gerekir. Dolayısıyla size oy verecek kişilerin de kendilerini bu koalisyonun içinde hissetmeleri gerekir.
Evrimsel psikolojiye göre, insanlar arasında kurulan ittifakları, koalisyonları fark etmek ve buna göre davranmak, insan zihninin en derinlerine işlemiştir. Kimin bizden, kimin onlardan olduğunu anlamak; beraber hareket eden grupları ayırt edebilmek hayatta kalabilmemiz için gerekli önemli becerilerdir. Daha da ötesi, güncel siyaseti anlamamız için gerekli en önemli faktörlerden birine işaret etmektedir.
Yakın zamanda paylaşılan bir makaleye göre, insanların siyasi görüşlerini sahip oldukları değerler değil, ait oldukları ittifaklar belirlemektedir. Her ne kadar siyasi değerlerin hiçbir öneminin olmadığını iddia etmek biraz ekstrem olsa da, argümanın büyük oranda doğru olduğuna katılmamak pek mümkün değil.
Geçmişte yapılan birçok çalışma, küçük bir azınlık dışında insanların siyasi bilinçlerinin olmadığını göstermektedir. Tabii ki sorulduğunda ideolojilerinin ne olduğunu veya hangi partiye oy vereceklerini söyleyebilirler. Ancak bu, kendi içinde tutarlı bir dünya görüşünü içselleştirdikleri anlamına gelmemektedir. Birçok insana henüz yaşanmamış, varsayımsal olaylar verdiğinizde, kendi desteklediği siyasi liderin bu olaylara nasıl tepki vereceğini çok yüksek bir doğruluk oranıyla tahmin edemez. Birebir aynı ideolojiye sahip olduğunu iddia eden insanlar, gündemde olmayan ve henüz liderleri tarafından bir yönlendirmeye maruz kalmadıkları konulara çok farklı tepkiler verebilir. Ancak ne zaman ki “alfa” resmi pozisyonu ilan eder, takipçileri de onun arkasında hizalanır ve insanların o olaya verdikleri tepkiler tektipleşir.
Örneğin, seçimden önce sorulsa; bir AK Parti veya MHP seçmeni, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın bir İngiliz vatandaşına verilmesini nasıl karşılardı? Muhtemelen bunu vatana ihanetle eş tutarlardı. Ancak çifte vatandaşlığı bulunan Mehmet Şimşek’in atanması ile tam olarak bu oldu ve hiçbir tepki gösterilmedi. Muhtemelen bir Cumhur ittifakı seçmenine mikrofon tutulsa ve bu durum sorulsa, “Erdoğan böyle karar verdiyse bir bildiği vardır.” benzeri bir cevap alırdık.
Peki ya seçim dönemine damgasını vuran LGBT konusu… AK Partili siyasetçiler LGBT’ye kesinlikle karşıdır, değil mi? Öyle biliyoruz. Peki, röportaj zamanı AK Parti Genel Başkan Yardımcısı olan, bugün ise Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı olan Mehmet Özhaseki’nin 2021 yılındaki şu açıklamasına ne diyeceğiz?
Evrim Ağacı'nın çalışmalarına Kreosus, Patreon veya YouTube üzerinden maddi destekte bulunarak hem Türkiye'de bilim anlatıcılığının gelişmesine katkı sağlayabilirsiniz, hem de site ve uygulamamızı reklamsız olarak deneyimleyebilirsiniz. Reklamsız deneyim, sitemizin/uygulamamızın çeşitli kısımlarda gösterilen Google reklamlarını ve destek çağrılarını görmediğiniz, %100 reklamsız ve çok daha temiz bir site deneyimi sunmaktadır.
KreosusKreosus'ta her 10₺'lik destek, 1 aylık reklamsız deneyime karşılık geliyor. Bu sayede, tek seferlik destekçilerimiz de, aylık destekçilerimiz de toplam destekleriyle doğru orantılı bir süre boyunca reklamsız deneyim elde edebiliyorlar.
Kreosus destekçilerimizin reklamsız deneyimi, destek olmaya başladıkları anda devreye girmektedir ve ek bir işleme gerek yoktur.
PatreonPatreon destekçilerimiz, destek miktarından bağımsız olarak, Evrim Ağacı'na destek oldukları süre boyunca reklamsız deneyime erişmeyi sürdürebiliyorlar.
Patreon destekçilerimizin Patreon ile ilişkili e-posta hesapları, Evrim Ağacı'ndaki üyelik e-postaları ile birebir aynı olmalıdır. Patreon destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi 24 saat alabilmektedir.
YouTubeYouTube destekçilerimizin hepsi otomatik olarak reklamsız deneyime şimdilik erişemiyorlar ve şu anda, YouTube üzerinden her destek seviyesine reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. YouTube Destek Sistemi üzerinde sunulan farklı seviyelerin açıklamalarını okuyarak, hangi ayrıcalıklara erişebileceğinizi öğrenebilirsiniz.
Eğer seçtiğiniz seviye reklamsız deneyim ayrıcalığı sunuyorsa, destek olduktan sonra YouTube tarafından gösterilecek olan bağlantıdaki formu doldurarak reklamsız deneyime erişebilirsiniz. YouTube destekçilerimizin reklamsız deneyiminin devreye girmesi, formu doldurduktan sonra 24-72 saat alabilmektedir.
Diğer PlatformlarBu 3 platform haricinde destek olan destekçilerimize ne yazık ki reklamsız deneyim ayrıcalığını sunamamaktayız. Destekleriniz sayesinde sistemlerimizi geliştirmeyi sürdürüyoruz ve umuyoruz bu ayrıcalıkları zamanla genişletebileceğiz.
Giriş yapmayı unutmayın!Reklamsız deneyim için, maddi desteğiniz ile ilişkilendirilmiş olan Evrim Ağacı hesabınıza üye girişi yapmanız gerekmektedir. Giriş yapmadığınız takdirde reklamları görmeye devam edeceksinizdir.
Mehmet Özhaseki’yi yeterince temsili bir AK Partili olarak görmüyorsunuz diyelim. Peki ya 2002 yılında “Eşcinsellerin de kendi hak ve özgürlükleri çerçevesinde yasal güvence altına alınması şart. Zaman zaman bazı televizyon ekranlarında onların da muhatap oldukları muameleleri insani bulmuyoruz." diyen Recep Tayyip Erdoğan hakkında ne diyeceksiniz?
Faiz arttırılmalı mı, azaltılmalı mı? Avrupa Birliği’ne girmeye çalışmalı mıyız, çalışmamalı mıyız? Devlet PKK ile görüşmeli mi? AK Parti’nin siyasi görüşüne göre bu soruların cevabı nedir? Duruma göre değişir. Zamana, bağlama, o dönem kurulan ittifaklara göre değişir.
Tavrın kurulan ittifaka göre değişmesinin en güncel örneklerinden biri, sığınmacı sorunu. Cumhur İttifakı’nın, muhalefete kıyasla, sığınmacılara çok daha pozitif bakıyor olmasının sebebi, genel bir göçmen dostu siyaset mi? Örneğin, ülkemize gelen milyonlarca Suriyelinin ezici çoğunluğu Hristiyan olsaydı veya vatandaş oldukları takdirde potansiyel CHP seçmeni olarak görülselerdi, iktidarın bu konudaki tavrı yine aynı mı olurdu?
Bu sadece bir AK Parti eleştirisi değil. Tam tersine, yukarıda bahsettiğim evrimsel psikolojik açıklamaya göre bu durum dünyadaki tüm siyasi hareketler için geçerli. Ülkemizde de, siyasetin farklı uçlarında kurulan ittifakların zamanla nasıl evrildiğini hep beraber gördük. Zamanda yolculuk yaparak 15 sene önceden gelen biri, 2023 seçimlerinde DSP’nin AK Parti, Saadet Partisi’nin ise CHP listesinden seçime girdiğini görse, herhalde bunu idrak etmekte epey zorlanırdı.
Bütün bunlar ve daha sayılabilecek binlerce farklı örnek, siyaseti idealler, prensipler ve değerler üzerinden okumayı imkânsız hale getiriyor. Tabii ki insanların çeşitli konular hakkında fikirleri var, ancak o fikirler değişmez, sabit şeyler değiller. Siyasi görüş, birçok insan için sabit ve zamana mekâna direnen, kendi içinde her daim tutarlı bir şey değil. Daha ziyade, ait hissettiği siyasi kampın liderleri tarafından farklı şekillere sokulabilen, yeri geldiğinde tamamen terk edilebilen bir şey. Önemli olan savaşta hangi cephede olduğunuz, gerisi ise neden bu savaşta sizin haklı tarafta olduğunuzu anlatan propagandadan ibaret. O propaganda da değişen şartlara göre uyum sağlıyor, bugün iyi dediğine yarın kötü diyebiliyor.
Bir savaşın ortasında, ne söylerseniz söyleyin düşmanın gönlünü kazanamazsınız. Dünyanın en mantıklı şeyini de söyleseniz, söyledikleriniz karşı tarafın kişisel çıkarlarına son derece uygun da olsa, karşınızdaki sizi dinlemeyecektir. Çünkü bu bir savaştır ve siz bu savaşta düşmansınızdır. Birçok insan için siyaset de böyledir. Sizi düşman gören birini siyasi vaatlerle kendinize çekemezsiniz. Çok daha radikal bir şey yapmalısınız: Savaşın cephelerini bozup, savaşan tarafların kimler olduğunu yeniden tanımlamalısınız. Öyle bir hamle yapmalısınız ki, “biz” ve “onlar”ın tanımı değişmeli, bu zamana kadar farklı bayraklar altında savaşmış insanlar bir anda kendilerini aynı siperde, yeni bir bayrak altında savaşırken bulmalılar.
***
2. Müesses Nizama Karşı Çık
Toplumun birbiriyle çatışan cephelere ayrılmış olmasının doğal sonuçlarından birini, kamuoyu anketlerinde görüyoruz. Çoğu insan, buna sosyal bilimcilerin büyük çoğunluğu da dahil, insanların anket sorularına verdikleri cevaplarda gerçekten inandıkları şeyleri yansıttığını düşünür. Ancak gerçeği bulmak veya gerçeği ifade etmekten çok daha temel bazı motivasyonlarımız var: Ait olduğumuz grubun, ittifakın, koalisyonun çıkarlarını kollamak. Bu sebeple, bazı sorulara grubumuzu yüceltecek şekilde cevap veririz, verdiğimiz cevaba gerçekten inanmasak bile. Buna “expressive responding” denir. Örneğin, aşağıdaki fotoğraflarda göreceğiniz üzere, Barack Obama’nın başkanlık yemin törenine katılan insan sayısı (sağdaki fotoğraf), Donald Trump’ınkine (soldaki fotoğraf) katılandan bariz şekilde daha fazla. Ancak yapılan bir çalışmada, Trump taraftarlarına bu iki fotoğraf gösterilip, “Hangi fotoğrafta daha çok insan var?” diye sorulduğunda, Trump’ın fotoğrafını seçmeye meyilli oldukları görülmüş. Peki, bu Trump seçmeninin saymayı bilmediği anlamına mı geliyor? Muhtemelen hayır. Daha makul açıklama, seçmenin nötr gerçeklik yerine kendi siyasi cephesini övmeyi tercih ettiği olacaktır.
Benzeri durumların, Türkiye gibi oldukça kutuplaşmış ve siyasi cepheler arası çatışmanın oldukça yoğun olduğu ülkelerde sıklıkla yaşandığını iddia etmek sanırım çok yanlış olmaz. İnsanların mevcut iktidara oy vermeleri, sokak röportajlarında sorulduğunda devlet kurumlarına toz kondurmamaları veya sığınmacılar meselesine dair yüksek sesle şikâyet etmemeleri, bu konulara dair bir rahatsızlıkları olmadığı anlamına gelmiyor. Evrimin süzgecinden geçmiş beynimiz, böyle durumlarda şunu düşünüyor: “Ne cevap verirsem ait olduğum grubun hangisi olduğunu sinyalleyebilirim ve grubumu övüp, diğer grupları eleştirebilirim?”. Dolayısıyla çoğu seçmen bir çeşit propaganda bakanı gibi çalışıyor aslında. Cevap verirken amaçları sorunun gerçek cevabını vermek değil, kendi siyasi cephelerinin haklılığını savunmak. Sokak röportajlarında bunun birçok örneğini görebilirsiniz.
Türkiye çok ciddi bir ekonomik krizden geçiyor. Tuzu kuru birkaç kişi dışında, kimsenin ekonomik şartlardan memnun olma ihtimali yok. Ancak insanların bir kısmı ekonomiden, hayat pahalılığından yeterince şikâyet etmiyor gibi gözüküyorsa, bunun sebebi bir şikâyetlerinin olmaması değil. Daha ziyade, zorluk çekiyor olsalar da gruplarına duydukları sadakatin çok daha önemli olduğunu düşünmeleri. “Bir kilo soğan mı, yoksa vatan mı?” söylemi bu eğilimin sloganlaşmış hali diyebiliriz.
Türkiye “hukukun üstünlüğü” alanında 140 ülke arasında 116. sırada. Her ne kadar her seçmen bunu oy verme davranışına yansıtmasa da, toplumun büyük çoğunluğu yargı sistemine güvenmiyor. KONDA’nın 2021 yılında 68 ilde yürüttüğü bir çalışmaya göre, toplumun %69’u adalet sistemine güvenmiyor. Bu oran geleneksel muhafazakârlarda %70, muhalefete en uzak kesim denebilecek dindar muhafazakârlarda ise %47 oranında.
Benzer şekilde, yolsuzlukla mücadele alanında da oldukça kötü durumdayız. Yolsuzlukla en iyi mücadele eden ülkeler sıralamasında, 180 ülke arasında 101. sıradayız. Belki birçok insan, ait olduğu siyasi cepheye sadakatinden ötürü bu durumu ön plana çıkarmıyor, ancak yolsuzluk seviyesinin farkında olmadıkları anlamına gelmiyor bu. Hangi partiye oy verirse versin herkes bu ülkede rüşvetin, torpilin ve adam kayırmacılığın yaygın olduğunu biliyor. Ancak kendi siyasi cephelerini kötü duruma düşürmemek için bunu açıktan dillendirmemeyi, gündemde tutmamayı tercih edebiliyorlar. Bugün iktidarda hangi parti olursa olsun, muhtemelen benzer örüntüleri gözlemleyecektik.
İşin özü, insanların mevcut sistemin devamına dair tercihte bulunuyor olmaları, onların mevcut sistemden tamamen memnun oldukları anlamına gelmemektedir. Ancak insanlar değerler ve fikirler üzerinden değil, siyasi ittifaklara aidiyet üzerinden düşündükleri için, yanlış bir biçimde her şeyden memnun oldukları düşünülebilmektedir.
Bu noktaya kadar iki önemli şeyden bahsettim:
(1) Siyasi cephelerin sınırları yeniden çizilmelidir.
(2) İnsanların mevcut durumdan rahatsız değilmiş gibi davranmaları, rahatsız olmadıkları anlamına gelmemektedir.
Bu iki noktayı birleştirerek, yeni bir muhalefetin mutlaka ama mutlaka “müesses nizam”a, yani kurulu düzene başkaldıran bir imaj çizmesi gerektiğini düşünüyorum. Eğer cepheleri dağıtıp, “biz” ve “onlar”ın tanımını yeniden çizecek bir siyasi hareket olacaksa, bu hareketin siyasi kamplara dair bildiğimiz her şeyi bozup baştan yapan bir doğasının olması gerekmektedir.
Tüm dünyada bunu başaran “anti-establishment” (müesses nizam karşıtı) popülist siyasi figürlerin yükselişini görüyoruz. Kendisini “siyasi elit”lerden farklı, standart siyasetçiyi yöneten “karanlık güçler”den bağımsız gösterenler hızla yükselebiliyor. Bunun dünya çapında en önemli örneği Donald Trump’tır herhalde. Ancak 2023 seçimlerinde Muharrem İnce’nin de buna benzer bir strateji izlediğini söyleyebiliriz. İnce CHP’yle özdeşlemiş bir isim olsa da, seküler hayat tarzıyla bilinse de, hatta içki içerken görüntüleri sosyal medyaya düşmüş olsa da, “kurulu düzen karşıtı” yeni bir cephe çizmeyi başardı. Örneğin, 1-3 Nisan 2023’te yapılan MetroPOLL anketine göre, İnce’ye oy vermeyi düşünen seçmen içinde en büyük grubu, 2018’deki genel seçimde AK Parti’ye oy verenler oluşturuyordu. Her ne kadar İnce veya Memleket Partisi, çeşitli sebeplerle seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir büyüklüğe erişememiş olsalar da, her kesimden oy alabilen yeni bir cephe oluşturmanın mümkün olduğuna dair küçük çaplı bir deneme oldular diyebiliriz. Eğer siyasi cephelerin var olan sınırlarını tanımaz ve bu sınırları baştan çizmeye kalkarsanız, AK Parti seçmenini içki içen bir adaya oy vermeye dahi ikna edebilirsiniz demek ki.
Anaakım muhalefet partilerindeki eğilim ise, benim gözlemlediğim kadarıyla, bunun tam tersi. Yani siyasi kampların çizdiği sınırları ve siperleri verili kabul etmek ve bunun üzerinden bir siyaset yapma eğilimi var. “Devlet ciddiyeti” veya “parti terbiyesi almış olmak” gibi ifadeler, sanki çok olumlu şeylermiş gibi kullanılıyor. Türkiye’de kimse halinden memnun değil. 2021 yılında yapılan bir araştırmaya göre, veri toplanan 44 ülke arasında geleceğinden umutsuz insan oranının en yüksek olduğu ülke Türkiye. Bu anlamda Afganistan’dan bile daha kötü durumdayız. Kurulu düzenin bizi getirdiği bu noktada, resmiyetten, ciddiyetten, kurum kültüründen, parti disiplininden bahsetmenin, değişim arayışı içindeki seçmen için ne kadar itici olduğu fark edilmiyor mu? Var olan siperleri daha derin kazmaktan başka bir işlevi yok bu söylemin. Sizin kurumsal kültürünüz, parti disiplininiz, tüzüğünüz, geleneğiniz bir işe yarasaydı, zaten bu kadar uzun süre muhalefette kalmazdınız. İnsanların ihtiyacı olan şey süregelen mekanizmaların istikrarlı şekilde devam ettirilmesi değil; tarihin akış çizgisinin dışına çıkılması, kartların yeniden dağıtılması, siyasi cephelerin yeni baştan kurgulanması.
Cem Uzan’ın Temmuz 2002’de kurduğu Genç Parti, birkaç ay sonra Kasım 2002’deki seçimde %7.25 oy aldı. Eğer bugünkü %7’lik seçim barajı o zaman geçerli olsaydı, birkaç aylık parti tek başına barajı geçip meclise girecekti. Cem Uzan’ın veya partisinin siyasi görüşünün ne olduğunu sorsak, herhalde ne o gün ne de bugün birçok insan cevap veremez. Ancak büyük bir krizin içinden geçen ülkede, klasik siyasetçiden farklı, bağımsız bir imaj çizmek bile birçok insana umut verdi. Cem Uzan o dönem kolları sıvanmış beyaz gömleğiyle akıllara kazınmıştı. Aynı imajı sonraları birçok muhalif siyasetçi taklit etti. Sadece gömlekle olmuyor elbette. Ancak ceketsiz, kravatsız, kolları sıvanmış bir gömleğin çizdiği imaj da belli. Bir “devlet memuru” böyle giyinmez. Bugüne kadar gelmiş kalıpları tanımayan, resmi siyasetin soğukluğunu taşımayan, “halktan” birinin giyinme tarzıdır bu.
Sözün özü, bir muhalefet lideri, partisinin takılıp kaldığı oy oranını arttırmak istiyorsa, bu zamana kadar hiç oy alamadığı kesimlerden de oy alması gerekir. Ancak bunu, sadece o kesimlerin hoşuna gidecek vaatlerde bulunarak veya belli “kırmızı çizgiler”e saygı göstererek başaramaz. Çünkü insanlar için önemli olan değerler ve fikirler değil, duygusal bağ kurdukları siyasi ittifaklardır. Bu döngüyü kırmak isteyen siyasetçi müesses nizama karşı çıkmalı, siyasi cepheleri yeniden tanımlamalı ve bu uğurda gemileri yakmayı göze almalıdır. Ancak siyasi cepheleri yeniden tasarlayan, “biz” ve “onlar” tanımını yeni baştan yapan bir siyasetçi bu döngünün dışına çıkabilir. Kendisine sunulan kalıpları kırıp atmak yerine, partinin disiplinine, geleneğine, normuna, tüzüğüne takılan “devlet memuru” zihniyetli siyasetçilerin ise bu dönüşümü başlatmaları imkânsızdır. Çünkü onlar cepheleri yeniden tasarlamaktan ziyade; hâlihazırda kazılı siperleri daha iyi, daha sağlam, daha da sağlam kazmakla meşgullerdir. Bunu yapan kişi “yeni” biri olarak algılanmaz, dolayısıyla yeni bir cephe de yaratamaz.
3. Kendini Gerçeklikle Sına
Burada sunduğum bakış açısının genel hatlarıyla doğru olduğunu düşünüyorum. Bunun somut olarak nasıl uygulamaya dökülebileceğiyle ilgili fikirlerim de var. Ancak bunların hiçbirinin, test edilmeden, gerçeklikle sınanmadan bir değerinin olduğunu düşünmüyorum. Bu da bizi son maddeye getiriyor: Sezgilerine güvenme, kendini gerçeklikle sına.
Siyaset hakkında herkesin bir fikri var. Ancak sezgilerimizin, “bize öyleymiş gibi gelen” bazı şeylerin aslında tam olarak öyle olmayabileceğini de biliyoruz. Buna dair bazı örneklerden bu yazı kapsamında da bahsettim. Yeni bir muhalefet tarzı oturtmaya çalışırken, işe yarayacağını düşündüğünüz stratejilerin gerçekten işe yarayıp yaramadığını düzenli olarak kontrol etmeniz gerekir. Sosyal psikoloji çalışmalarını birçok sosyal bilim disiplininden ayıran özelliklerden biri de budur: Sosyal psikoloji sadece var olanı betimlemeye çalışmaz, belli bir müdahalenin istenen sonucu doğurup doğurmadığını test eder. Bu testler bazen başarısızlıkla sonuçlanır, siz de başarıya ulaşana kadar uğraşırsınız.
Siyaset bir çeşit bireysel marifet gibi görüldüğünden, hiçbir siyasetçi kolay kolay yanıldığını kabul etmez. Ancak “entelektüel alçakgönüllülük”, yani yeni veri geldikçe veriyle uyumlu şekilde sahip olduğunuz fikirleri güncelleme, en çok ülkeyi yönetmeye talip siyasetçiler için gerekli. Kurulu düzeni değiştirirken, cephelerin sınırlarını yeniden çizerken yapılanların işe yarayıp yaramadığı sürekli olarak takip edilmelidir. İşe yaramadığı görüldüğünde ise, ona göre manevra yapılabilmelidir. Haklarını yemeyeyim, ülkemizdeki siyasetçiler de manevra konusunda oldukça kabiliyetli. Ancak bu manevraları cepheleri yeniden çizmek için değil, kendi cephelerinin lideri kalmak için yaparlar genelde.
Kendini gerçeklikle sınamak için gerekli en önemli şeylerden bir diğeri, siyasi karar alıcıların kendilerini farklı görüşlerden izole etmemeleridir. “Grup-düşünme” (groupthink), bir grup insanın kendisini dışarıdan izole ederek, farklı şeyler söylerlerse gruptan dışlanacakları korkusuyla fikir birliğine varmak istemelerine denir. Bu gruplarda aynı görüşten olmak çok önemlidir, fikir birliğini bozanlara iyi gözle bakılmaz, konuşulanlar grup içinde tutulur ve dışarıdan farklı görüşler alınmaz, genelde çatlak seslere hoş gözle bakmayan otoriter bir lider tarafından yönetilir. Bu gruplar fikir birliğine varmak konusunda çok iyidir ama fikirlerinin kalitesi hakkında aynı şey söylenemez. Literatürde bu konuya dair en ünlü örnek Domuz Körfezi Çıkarması’dır: 1961 yılında ABD’nin gizli bir operasyonuyla, Küba’dan ABD’ye kaçmış anti-komünist göçmenler silahlandırılmış ve ülkeyi işgal etmeleri için Küba’ya gönderilmiştir. Bu o kadar zayıf bir plandır ki, başarıya ulaşacağı düşünülen bu birlikler üç gün içinde Küba silahlı kuvvetleri tarafından tamamen yok edilmiştir. Bu planın çok gizli olması, konu hakkında yeterince geniş perspektiften değerlendirme yapılmasını engellemiş; ABD Başkanı’nın çevresindeki dar bir gruba çok mantıklı gelen planın aslında ne kadar mantıksız olduğunun zamanında fark edilmesini imkânsız hale getirmiştir.
Grup-düşünme, hayatımızın her alanına etki edebilir. Örneğin, arkadaş arasında konuşurken küçük, şirin bir kafe açmak çok mantıklı bir fikir gibi gözükebilir. Ancak sorun şu ki, bir karara varmadan önce küçük grubunuzun dışına çıkmalı ve ilgili sektörde deneyimi olan insanlardan da bilgi almalısınız. Fikir birliğine varmak için acele eder, konuyu yeterince ayrıntılı araştırmazsanız, sonunuz hüsran olabilir.
Siyasetçiler bu dertten oldukça mustariptir. Kapalı kapılar ardında sürekli bir şeyler konuşurlar ama biz bırakın aldıkları kararı, konunun ne olduğunu bile çoğu zaman bilemeyiz. Sezgilerine değil veriye güvenen, kendini gerçeklikle sınamaya gönüllü bir siyasetçi ise bunun tam tersini yapmalıdır: Mümkün olduğunca geniş bir çevreden olası tüm karşıt görüşleri toplamalı ve bunları açık görüşlü bir şekilde karar alma sürecine dahil etmelidir. Büyük bir dönüşüm vaat eden siyasetçinin buna çok dikkat etmesi, doğru rotada olup olmadığını kontrol etmesi gerekir. Aksi takdirde, birkaç kişinin dolduruşuna gelerek, farklı bir yola gireceğim diye gidip bir duvara çarpabilir.
***
Sonuç
Yazının en başına dönersek… Dünyayı değiştirmek için, onun değiştirilebilir olduğuna inanmanız gerekiyor. Size verilen kalıpların, kuralların dışına çıkıp, yeni bir anlam dünyası yaratmanız gerekiyor. Bunun nasıl yapılabileceğine dair naçizane fikirlerimi paylaştım. Eksiğimi, yanlışımı da farklı akademisyenler, uzmanlar, düşünürler tamamlayacaktır elbette.
İktidarın verilecek herhangi bir akla ihtiyacı varmış gibi gözükmüyor. Muhalefet için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Sık sık Albert Einstein’a atfedilen, aslında onun söylemediği ama yine de çok doğru ve konumuzla çok alakalı bir tespitle bitireyim:
“Delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.”
- 6
- 2
- 2
- 2
- 2
- 1
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?
Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:
kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci
Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 12/12/2024 10:36:26 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/14915
İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.