Paylaşım Yap
Tüm Reklamları Kapat

Temsili Demokrasiye Olan İnanç Üzerine Deneme

Temsili Demokrasiye Olan İnanç Üzerine Deneme Pexels
Robin Erino
31 dakika
16
  • Blog Yazısı
Blog Yazısı
Tüm Reklamları Kapat

Giriş

Demokrasi, halkın kendi kendini yönetmesi demektir. Fakat örneğin 1789 yılında Fransız ihtilalinden sonra Fransa’da kurulan cumhuriyet, Osmanlı’nın yıkılmasının ardından Anadolu’da kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti veya İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki Alman İmparatorluğu ve bundan yıllar sonra kurulan Federal Almanya Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri aynı demokrasi düzeyine sahiptir diyebilir miyiz ve hatta bunlar bir demokrasiye sahiptir diyebilir miyiz? Aynı demokrasiye sahip olmadığını söylemek zor olmasa gerek. Çünkü bu farklı tarihlerde yaşayan birbirinden farklı devletleri birbirinden ayıran deneyimler mevcut. Tam olarak burada, demokrasinin birbirinden farklı görünümleri olduğunu, hangi yönetim-seçim biçimlerinin adil olduğunu sorgulamaya başlıyoruz. Bizim amacımız, ideal olan demokrasiye en yakın olanını bulmak ise peki ideal demokrasi nedir?


Tüm Reklamları Kapat

Hans Kelsen, demokrasi kavramının özgürlük ve eşitlik kavramıyla birlikte kullanılmasının gerekliliğini savunur. Kelsen’in demokrasi kuramı, bireyin yalnızca kendi iradesine tabi olması anlamında özgürlük ve bu özgürlüğe herkesin sahip olması anlamında eşitlik kavramlarını merkeze alır.[1] Önce ortaya toplumsal yaşamın doğurduğu cebre karşı tepki, önünde eğilmek gereken yabancı iradeye, dışarıdan gelen baskının verdiği sıkıntıya itiraz çıkar. Birey, toplumsal yaşamla birlikte düzenin kendisine dayattıklarına karşı özgürlüğün anlamını fark eder. Kendine ait özgürlük alanı bulunan bireyler, diğer bireylerin bu alana müdahale etmesiyle çatışma alanında kalır. Sonra toplumda hakimiyetler ortaya çıkmasıyla beraber ise hâkim güç karşısında azınlıkta kalan bireyler, hakimiyete sahip olanların kendisiyle eşit olmasını talep eder. Bu haliyle birey, özgürlüğün idrakini eşitliği idrak ettiği ölçüde anlamlandırabilir.[2]


Buradan yola çıkarsak demokrasinin gerçekleşmesi için toplumdaki bireylerin eşit olduğu ve özgür karar verdiği varsayımını yapmamız gerekmektedir. Toplumdaki bireylerin özgürlüğü kısıtlayan, onların demokratik manada eşit olduğunu reddeden bir yönetim, demokratik bir yönetim olamaz. Bu sebeple çoğunluk sahibinin mutlak bir yönetim hakkına sahip olması ve bu güç ile keyfi bir yönetim sergileyerek bireysel özgürlükleri ve vatandaşların devlet karşısındaki eşitliğini zedeleyen fiillerde bulunması bir ülkenin demokratik niteliğini büyük ölçüde etkilemektedir.


Tüm Reklamları Kapat

Halk, demokrasiye katılım sürecini siyasi partiler vasıtasıyla gösterir. Siyasi partilerin birbirinden farklı amaçları, birliktelikleri vardır ve çeşitli sosyal grupları bir araya getirirler ve ayırırlar. Temsili demokrasilerde siyasi partiler, yalnız bir bireyin tek başına çıkaramayacağı sesi benzer seslerin toplaşarak çıkarmasına aracılık eden enstrümanlardır. Halkın siyasi partiler aracılığıyla iktidara katılması, farklı menfaatlerin bir araya gelerek iktidarı oluşturmakta bir uzlaşma sağlamasına neden olur. Yani genel irade, bu sayede bir orta yol bulur ve uzlaşma sağlanır. Bu sebeple siyasi partilerin kendi programlarında benimsedikleri sosyal adalet anlayışları üzerinden yarıştıklarını da söyleyebiliriz. Eğer bir siyasi anlayış mutlak adil olarak ve çoğunlukçu demokrasi bağlamında toplumun çoğunluğunun adaleti olarak görülürse; sınırsız ve mutlak bir iktidarın varlığında bu iktidarın toplumu kendi adalet anlayışlarıyla yönetmesinin ve “diğerlerinin adaletinin” sahipsiz kalmasının önüne geçilemez.[3]


Kelsen’in bu teorilerinden ayrılan, onunla aynı dönemlerde kendi teorisini yazan Carl Schmitt ise demokrasiyi “siyasal olan” kavramıyla birlikte inceleyerek “dost-düşman” tezini öne sürer.[4] Buna göre Carl Schmitt, ahlak kavramının içerdiği iyi-kötü, estetik kavramının içerdiği güzel-çirkin sıfatlarına bakarak siyasal olanın hangi zıtlığı içerdiğini aramış ve bunu dost-düşman olarak nitelendirmiştir. Schmitt’e göre toplumdaki çeşitli gruplar, kendilerini diğerlerinden ayıranın ne olduğuna dair karar vermeleriyle birlikte “öteki”ne karşı “biz”i inşa ederler. “Öteki”ne karşı oluşan “biz” inancı ne kadar güçlüyse; o topluluk o kadar Schmitt demokrasisinin temelinde bulunan homojen ve türdeş bir toplum haline gelir.[5]


Evrim Ağacı'ndan Mesaj

Kelsen ve Schmitt’in homojen toplum-heterojen toplum, görecelilik-türdeşlik gibi kavramlarla yarattıkları teoriler görünüşte birbirinden keskin bir şekilde ayrılmaktadır ve zıtlıklar doğurmaktadır. Bu farklılıklar, aşağıda inceleyeceğimiz egemenliğin kullanımı bakımından demokrasi çeşitleri ve özellikle de seçim sistemlerinin amaçladığı temsilde adalet ve yönetimde istikrar kavramlarında bize ışık tutacaktır.


Egemenliğin Kullanımı Bakımından Demokrasi Türleri

Egemenliğin kullanılması bakımından demokrasi çeşitlerini doğrudan, yarı-doğrudan ve temsili demokrasi olarak ayırmaktayız. Temsili demokrasiyi doğrudan kelimesinin karşıtı olarak dolaylı demokrasi şeklinde adlandırmamız kanaatimce mümkündür.


Doğrudan demokrasi, adından da anlaşılabileceği üzere halkın egemenliğini doğrudan ve bizzat kullanmasıyla ortaya çıkan demokrasi biçimidir. Halk yasaları kendi koyar, iradesini kendisi yansıtır. Doğrudan demokrasinin varlığında yurttaşlar devlet için gerekli yasama, yürütme, adalet vb. konulardaki bütün kararları aracısız ve temsilcisiz olarak kendileri alırlar.[6] Aslında “Antik Yunan Demokrasisi” diyebileceğimiz doğrudan demokrasilerde ne bir parlamento ne bir hükümet ne de bir yargı organı vardır. Yani halkın kendi kendisini yönetmesi anlamına gelen demokrasi, en yalın haliyle doğrudan demokrasi ile karşımıza çıkmış olur. Bu sebeple ideal demokrasiye en yakın demokrasi doğrudan demokrasidir diyebiliriz.

Tüm Reklamları Kapat


Yarı-doğrudan olarak adlandırdığımız demokrasilerde egemenliğin kullanımı, halk ve parlamento tarafından paylaşılmıştır. Temsili demokrasilerde halkın seçtiği temsilciler, egemenliğin kullanımına sahiptir. Yarı-doğrudan demokrasinin varlığı halinde de aslında parlamentodaki temsilciler vasıtasıyla halk egemenliğini kullanır. Fakat referandumlar, halk vetosu, halk teşebbüsü ve temsilcilerin azli vb. enstrümanlar sayesinde temsili demokrasi doğrudan demokrasiye yaklaşır ve bu durum yarı-doğrudan demokrasi olarak adlandırılır.[7]


Tüm Reklamları Kapat

Halkın, kendi kendini “temsilciler aracılığıyla” yönetmesine temsili demokrasi denmektedir. Halkın kendi içinden seçtiği “temsilciler”, egemenlik hakkını halk adına kullanırlar. Temsili demokrasilerde egemenliğin sahibi halk olmakla birlikte egemenliğin bir nevi kullanımı devredilmiştir. Bir başka deyişle egemenlik değil ama egemenliğin kullanımı, halk tarafından seçilen temsilciler aracılığıyla parlamentoya devredilmiştir. Buradan çıkarılacak sonuç ise egemenliği halkın bizzat kullanamayacağı, egemenliği kullanan temsilcilerin ise bu egemenliği milletin namına ve hesabına kullanacağıdır.[8] Bu sebeple de aslında buna dolaylı demokrasi sıfatını koymamız mümkündür ve aşağıda yeri geldiğinde temsili demokrasi kavramı yerine “dolaylı demokrasi” kavramını kullanacağız. Seçim sistemlerini değerlendirdikten sonra aşağıda temsili demokrasi kavramına tekrar geleceğiz.


Temsili Demokrasinin Anahtarı: Seçimler

Halk genel, eşit ve gizli oy kullanarak serbest ve dürüst seçimler aracılığıyla seçtiği temsilciler tarafından parlamentoda temsil edilir. Bu sebeple de oy ve seçimler, temsili demokrasilerde halkın parlamentoda nasıl temsil edileceğini belirleyen unsurlardır. Örneğin bir seçim bölgesinde 7 milletvekili varsa ve 10 bin oy kullanılmışsa; A partisi 5 bin, B partisi 2 bin, C partisi 3 bin oy almışsa 7 milletvekilinin bu partilere dağılımını nasıl belirleyeceğiz?

Tüm Reklamları Kapat

Agora Bilim Pazarı
Bilim Felsefesi Seti
Devamını Göster
₺125.00
Bilim Felsefesi Seti
  • Dış Sitelerde Paylaş


Seçim sistemlerinin temel amacı temsilde adalet ve yönetimde istikrar sağlayabilmektir. Türk Anayasasının 68. Maddesine göre de seçim kanunları, temsilde adalet ile yönetimde istikrar sağlamalıdır. Temsilde adalet ifadesinden toplumdaki farklı görüşlerin ayrışarak, benzer görüşlerin birleşerek parlamentoda kendine yer bulabileceği bir sistem anlaşılmalıdır. Yönetimde istikrar ifadesi ise seçimler sonucunda ortaya çıkan iktidarın istikrar içinde yönetebileceği bir sistemi vurgulamaktadır. Başka bir deyişle iktidarın parlamentoda elde edeceği çoğunlukla ülkeyi yönetebilmesi, ülkenin yönetilebilir olması gerekmektedir.


Seçim sistemlerini çoğunluk sistemi ve nispi temsil sistemi olarak ikiye ayrıldığını görmekteyiz. Bu iki temel sisteme 3. bir çıkış noktası ise diğer alternatif seçim sistemleridir. Çoğunluk sistemi, tahmin edileceği üzere yönetimde istikrar ilkesini daha çok kapsamaktayken nispi temsil sistemi ise temsilde adalet kavramına bizi daha çok yaklaştırmaktadır. Bahsettiğimiz bu çatışma, bize tekrar çoğulcu veya çoğunlukçu demokrasi kavramlarının birbirleriyle girdikleri çatışmayı hatırlatıyor. Nitekim bütün bu başlıkların birbirleriyle temasa girdiği ve ayrıştığı nokta; en son aşamada farklı fikirlerin temsilinin yüksek olduğu ve çok eksenli çoğulcu bir demokrasiye dayanan siyasal sistemin veya toplumsal temsilin daha az olduğu fakat iktidarın daha istikrarlı kalmasını sağlayan çoğunlukçu bir demokrasiye dayanan bir siyasal sistemin tercih edilecek olmasıdır. Alternatif seçim sistemleri ise “Borda Sayım”, “Condorcet Galipleri”, Onay Oylaması (Kardinal Oylama) vb. sistemlerdir.


Konudan uzaklaşmamak adına farklı ülkelerde farklı uygulamaları olan çoğunluk sistemi ve nispi temsil sistemini atlayarak alternatif seçim sistemlerinden örnek olarak “Borda Sayım” ve “Condorcet Galipleri” sistemlerine göz atalım.


“Borda Sayımı” olarak isimlendirilen, golf ve Eurovision gibi çeşitli yerlerde kullanılan bu yöntemde seçmenler seçmek istedikleri kişileri büyükten küçüğe doğru sıralarlar. Yapılan sıralamalarda en sona yazılan 1, alttan ikinci olan 2 puan alacak şeklinde sıralanan adayların aldığı toplam puanlar hesaplanır. En fazla puanı toplayan kişi, seçimin kazananı olur. Bunu aşağıda bir örnekle gösterelim.


A, B, C, D ve E partilerinin olduğu bir ülkede 5 kişi yaşıyor olsun. A partisinin 2, B partisinin 1, C partisinin 1, D partisinin 1 ve E partisinin 0 oy aldığı X ülkesinde bu teoriyi uygulamaya koyalım.

Tüm Reklamları Kapat


2 kişi A>E>C>D>B şeklinde,


1 kişi D>E>C>B>A şeklinde,

Tüm Reklamları Kapat


1 kişi C>E>B>D>A şeklinde,


1 kişi B>E>D>C>A şeklinde sıralama yapmış olsun.

Tüm Reklamları Kapat


Tabiri caizse her kişinin 1 oyunun olduğu normal seçim sistemlerimizde bu seçimin galibi A partisi oluyor. Çünkü A partisi 2 seçmenin oyunu aldı, diğer 3 parti 1’er oy aldı ve E partisi hiç oy alamadı. Bir de Borda sayımı ile bu seçimi hesaplayalım. Hesaplamayı kolay yapmamız açısından birinciye 5, sonuncuya 1 puan verecek şekilde puanlama yapalım. A partisi 13 puan, B partisi 12 puan, C partisi 16 puan, D partisi 14 puan ve E partisi 20 puan almış oluyor.


Sonuçların gerçekten çok ilginç olduğu görüyoruz. Az önce seçimlerden birinci parti olarak çıkan A partisi 13 puan ile 4. parti konumuna düşerken hiç oy almayarak sonuncu olan E partisi bu seçim yöntemiyle birlikte birinci parti haline geliyor. Çünkü E partisi hiçbir seçmenin gözünde ilk parti değil fakat herkesin ikinci tercihi. A partisi ise 2 sıkı seçmene sahip fakat diğer vatandaşlar tarafından en sevilmeyen parti. Bu sistemle aslında insanların yalnızca birinci tercihinin değil, diğer tercihlerinin de ne kadar önemli olduğunu görüyoruz. Eğer bu seçimi her kişinin 1 oyunun olduğu normal seçim sistemine göre ve “kimi sevmiyorsunuz” diye sorarak yapmış olsaydık A partisi en sevilmeyen parti çıkacaktı. Çünkü 3 kişinin en tercih etmediği parti A partisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu da seçmenlerin tercih sıralamasının ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor.

Tüm Reklamları Kapat


Borda sayımı yöntemi, diğer seçim yöntemlerine nazaran daha çoğulcu ve uzlaşmacıdır. Ayrıca temsilde adalet lehine terazisinin kaydığını söyleyebiliriz. Aslında bu sistemde seçmenlere birden fazla oy hakkı vererek tabiri caizse “temelden uzlaşmacı” bir sistem yaratılmış oluyor. Çünkü seçmenin kendi fikirlerine en yakın bulduğu çeşitli partilere oy vermesini mümkün kılıyoruz.


1785 yılında Jean-Marie Marquis de Condorcet, “Essai sur l’application de l’analyse à la probabilité des décisions rendues à la pluralité des voix” isimli ve Türkçe olarak “Çoğunluk Kararlarının Olasılığına Analiz Uygulaması Üzerine Deneme” şeklinde çevrilebilecek bir kitap yayınladı. Yayınladığı bu kitapla birlikte matematiği seçimler üzerinde denedi.[9]

Tüm Reklamları Kapat


Condorcet, basit bir anlatımla her bir savaşçının birbirleriyle ayrı ayrı yarıştığı bir oylama sistemi üzerinde durmaktadır. Çünkü bir turnuvanın galibi, turnuvanın diğer adaylarını yenebilen kişi olabilir. Bu karşılaştırmaların kazananı “Condorcet Galibi” olarak adlandırılmaktadır.


Kısaca bir örnek ile açıklayacak olursak A, B, C ve D partilerinin bulunduğu bir seçimde 7 seçmen olduğunu varsayalım. Seçmenlere ise bu partileri sıralamalarını söyleyelim. Sonuçlar ise şöyle olsun:

Tüm Reklamları Kapat


Tercihte Bulunan Seçmen Sayısı


Sıralamalar

Tüm Reklamları Kapat


3


A>B>C>D

Tüm Reklamları Kapat


1


D>B>A>C

Tüm Reklamları Kapat


1


D>C>A>B

Tüm Reklamları Kapat


1


C>D>B>A

Tüm Reklamları Kapat


1


B>D>C>A

Tüm Reklamları Kapat


Sonuçları incelediğimizde A’nın B’yi 4 kere yendiğini, B’nin A’yı 3 kere yendiğini, A’nın C’yi 4 kere yendiğini, C’nin ise A’yı 3 kere yendiğini, A’nın D’yi 3 kere yendiğini, D’nin ise A’yı 4 kere yendiğini görmekteyiz. A bir tek D’ye karşı kaybetmektedir.


Yine B’nin C’yi 5 kere yendiğini, C’nin B’yi iki kere yendiğini, B’nin D’yi 4 kere yendiğini fakat D’nin B’yi 3 kere yendiğini görmekteyiz. B bir tek A’ya karşı kaybetmektedir. Geri kalanlara da baktığımızda B ve A’nın iki kez kazanıp bir kez kaybettiğini, C ve D’nin ise birer kez kazandığını görmekteyiz. Bu ikili karşılaştırmaları yaptığımızda, burada örnek verdiğimiz seçimin bir Condorcet galibi bulunmadığını ve paradoks ortaya çıktığını görmekteyiz. Buna “Condorcet Paradoksu” denmektedir.

Tüm Reklamları Kapat


Nobel ödüllü ekonomist Kenneth Arrow, 1951 yılında “Sosyal Seçim ve Bireysel Değerler” (Social Choices and Individual Values)[10] isimli kitabında ortaya koyduğu ve 1950 yılında yayınladığı “A Difficulty in the Concept of Social Welfare”[11] isimli eserinde de bahsettiği adil bir seçim yapmanın mümkün olup olmadığı konusunu araştırdı. Arrow, bunun için ilk önce adil bir seçimin hangi kriterleri taşıması gerektiğini belirledi. Ardından bu belirlenen şartları sağlamak üzere bahsedilen makalelerde çeşitli deneyler yaptı ve hiçbir oylama-sıralama sisteminin sonucunun tam olarak adil olamayacağını hesapladı.


Örneğin 99 kişiye elma (A), armut (B) ve muz © arasında sıralama yaptıralım. Bunu da aşağıdaki gibi tercih edildiğini varsayalım.

Tüm Reklamları Kapat


A> B> C (1/3’ü A’yı B’ye ve yine 1/3’ü B’yi C’ye tercih eder) …33 oy


B> C> A (1/3’ü B’yi C’ye ve yine 1/3’ü C’yi A’ya tercih eder) …33 oy

Tüm Reklamları Kapat


C> A> B (1/3’ü C’yi A’ya ve yine 1/3’ü A’yı B’ye tercih eder) …33 oy


Bu sıralamaya baktığımızda 66 kişinin elmayı armuta, 66 kişinin armutu muza ve yine 66 kişinin muzu elmaya tercih ettiğini görmekteyiz. Bu da bize bir paradoksu işaret ediyor. Arrow, yaptığı değerlendirmelerle aslında hiçbir seçim sisteminin bizim bir seçim sisteminden ve sonucundan bekleyeceğimiz bütün kriterleri tam olarak karşılayamadığını bize göstermiştir.

Tüm Reklamları Kapat


Condorcet yöntemiyle yapılan normal bir seçimde ikili karşılaştırmaların bütününü kazanan bir galip çıkma ihtimali gördüğümüz üzere yüzde yüz değildir. Yine az önce Arrow’un İmkânsızlık Teoremi ile birlikte de gördük ki, hiçbir seçim sisteminde seçimlerin sonucunun seçmenin tercihlerini tamamen adil bir şekilde yansıtılabilmesi mümkün görünmemektedir.


Yine de Condorcet yöntemi, yapılan çoğu araştırmada kazananı en adil olan seçim yöntemlerinden birisidir. Nitekim Princeton Üniversitesinden Paul Cuff, Sanjeev Kulkarni, Mark Wang ve John Sturm isimlerinin yaptığı araştırmada[12] Condorcet yöntemi yapılan anketler ve araştırmalar sonucunda çoğunlukla bir galip vermektedir, diğer seçim sistemlerine kıyasla seçmenlerin birden fazla kişiyi karşılaştırma imkânı bulunduğu için taktiksel oylamalarını azaltmaktadır ve Borda Sayım “Condercet Galibi”ni bulmada en iyi yöntemlerden birisidir. Condorcet sisteminin bir diğer etkili yanı, seçime giren veya seçimden ayrılan adaylardan etkilenmeyen bir sistemdir. Örneğin herhangi bir seçimde normal sistemlerde 4. aday yarıştan çekildiğinde onun seçmenlerinin oyları muhtemel olarak diğerlerine rastgele yayılacaktır. Condorcet sisteminde ise seçmen bütün adayları bire bir yarıştırdığı için seçimden ayrılan bir kişinin seçmenlerinin oyunun dağılması gibi bir konu gündeme gelmeyecektir. Fakat en iyi seçim sistemini bulmak, demokrasiye olan inancı yine de pekiştirmeyecektir. Bunun sebebini aşağıdaki başlıkta ayrıntılı biçimde inceleyeceğiz.

Tüm Reklamları Kapat


Demokrasi ve Dolayısıyla Seçimlerde Temsil Paradoksu

Demokrasi, sıklıkla tekrarladığımız üzere halkın kendi kendini yönetme biçimidir. Fakat az önce de bahsettiğimiz gibi demokrasilerde halk, egemenlik hakkının kullanımını seçimler aracılığıyla kendi oylarıyla seçtiği temsilcilere devretmektedir. Başka bir deyişle egemenliğin kullanımı bizzat halka değil, temsilde çoğunluğu kazanan siyasal iktidar makamlarına aittir ve (saf temsili demokrasi varlığında) bir sonraki seçim dönemine kadar seçilenler halkı yönetir. Seçilenler, yani iktidar sahipleri, yönetimde anayasal vb. sınırlar içerisinde tam yetki sahibi olurlar. Peki seçilmiş kişilerin mutlak yetkileri varsa ne yapacağız? Bu yetkileri kullanarak topluma baskı yapan, kaynakları savurganca kullanan bir iktidar için demokratik bir iktidar diyebilmemiz mümkün müdür? Demokrasi, başta Kelsen ile örneklediğimiz üzere özgürlüklerin bir garantisidir diyebilir miyiz? Eğer ki egemenlik millete aitse ve millet bu egemenliği milletvekillerine temsil yoluyla devrediyorsa siyasi partiler aslında bizim kendi yerimize seçtiğimiz “siyaset memurları” mıdır?


Tüm Reklamları Kapat

Demokrasilerde halk, egemenlik hakkının kullanımını seçimler aracılığıyla kendi oylarıyla seçtiği temsilcilere devretmektedir. Başka bir deyişle egemenliğin kullanımı bizzat halka değil, temsilde çoğunluğu kazanan siyasal iktidar makamlarına aittir ve (saf temsili demokrasi varlığında) bir sonraki seçim dönemine kadar seçilenler halkı yönetir. Seçilenler, yani iktidar sahipleri, yönetimde anayasal vb. sınırlar içerisinde tam yetki sahibi olurlar.


Yukarıda bahsettiğimiz üzere eşitlik ve özgürlük kavramlarını demokrasinin varlığı açısından kaçınılmaz gören Kelsen, bu kavramlardan yola çıkarak iktidarı oluşturan çoğunluk olgusunun yanında azınlıkların da siyasi iradede söz sahibi olması gerektiğini, bu kimselerin iktidara kendi iradesini koyamaması halinde özgür ve eşit bir demokratik toplumun oluşmayacağını söyler. Bu nedenle de demokraside çoğunluk ilkesi gereği en çok talep edilen için seçim yapmak için en kullanışlı yöntem olsa da demokrasi özünde çoğulcudur. Çıkar farklılıklarının kaçınılmaz olduğu bir toplumda siyaset, karşıt çıkarların uzlaşması sonucunda siyasi iradenin şekillenmesi anlamına gelir ve ortak yarar da bu uzlaşının ifadesi olabilir.[13] Toplumdaki bütün bireylerin fikirleri farklı, sosyal adalet anlayışları çeşitlidir. Hans Kelsen, buna görecelilik demektedir ve bunu demokrasiyi diğer yönetim biçimlerinden ayran en hassas noktalarından birisi olarak görmektedir. Demokrasinin amacı, bu çatışan çıkarların yarışması ve ayrıca uzlaşması ile bir sonuca ulaşılabilme imkanını getirmesidir.


Tüm Reklamları Kapat

Peki biz kimi, ne yolla, nasıl ve ne şekilde seçiyoruz? Seçimler, milli egemenliğin temsil yoluyla milletvekillerine devredildiği demokrasi usulleridir. Bir başka deyişle demokrasiyi halkın kendi kendini yönetmesi olarak görüyorsak halkın kendini ne şekilde yönettiğine dair soruya vereceğimiz cevap seçimlerdir. Seçimlerin adil olmasını bu sebeplerle şekli bir zorunluluk olarak görmeliyiz. Adil rekabetin var olduğu bir seçim, toplumsal taleplerin ve sorunların birer sonuca ve çözüme kavuşmasının yegâne unsurudur. Bu sebeple parti içi demokrasilerin güçlenmesi de toplumlardaki güçlü akımları temsil eden siyasi partilerin kurumsallaşmasında ve toplumsal taleplerin daha özgür ifade edilmesine yardımcı olur.


Seçimleri demokrasinin usulü olarak tanımlarsak, birbirinden farklı “davaları” (sosyal adalet anlayışları) olan siyasi partilerin adil seçimler yoluyla delillerini yarıştırdığı, tarafların serbestçe fikirlerini belirtebildikleri bir demokrasi kurgusu ortaya çıkmaktadır. Böylece seçimler, demokrasi kurgusunda siyasi partilerin toplumsal adalet iddialarını yarıştırabilecekleri “halk mahkemeleri” olarak görülecektir.


Tüm Reklamları Kapat

Seçim sistemlerinin yöneldiği hedefi teorik olarak temsilde adalet ve yönetimde istikrar şeklindedir. Yönetimde istikrar ilkesinin yöneldiği hedef, yönetilebilir bir siyasal iktidar kurgusunu sağlayabilmektir. Nitekim yukarıda da söylediğimiz gibi genel anlamda çoğunlukçu sistem yönetimde istikrarı, nispi temsili sistemi ise temsilde adaleti daha çok kapsamaktadır. Demokrasinin doğası gereği farklı siyasi partilerin farklı dönemlerde birbirlerinden devraldıkları siyasi iktidar gücü sosyal ve ekonomik açıdan yönetilebilir olmalıdır. Ancak bir iktidar yönetilebilme kapasitesi, siyasal iktidarların sürdürülebilir bir istikrar sağlayabilmesi ile de ilişkilidir. Her hükümet, kendinden önce gelen hükümetlerden bir miras devralır, gelecek yönetimlere ise bu mirası devreder. Bu sebeple demokrasi ekosisteminin de yönetilebilir bir iktidar gücünü değil, sürdürülebilir bir istikrar garantilemesi gereklidir. Bu mirasın sosyal ve ekonomik boyutu, bir sonraki iktidar tarafından taşınabilir olmalıdır. Bu da bize, ancak sürdürülebilir bir istikrarın yönetilebilir bir siyasal iktidara neden olacağını gösterir.


Çoğunlukçu seçim sistemleri, yönetimde istikrarı sağlamak amacına daha fazla yönelmektedir. Başka bir deyişle çoğunlukçu seçim sistemlerinde çatışma halinde olduğu kavram olan temsilde adalet azalmaktadır denilebilir. Oy kullanan birey, kendi ajandasındaki sorunlarına ve taleplerine aradığı cevapları veren partiye yönelir. Demokrasi halkın kendi kendini yönetmesi ise ve halk kendini yönetme hakkını adil seçimler yoluyla temsilcilere devrediyorsa; demokrasilerde temsilin daralması, toplumsal taleplerin ve problemlerin özgürce tartışılmasını ve bunların siyasi arenada bir karşılık bulmasını engeller. Nitekim çoğunlukçu seçim sistemleri genelde iki partili bir sistemi öngörmektedir. Temsil kudretinin yalnızca iki ana siyasi akıma indirgenmesi temsil kabiliyetinin azalmasına neden olur. Temsil kabiliyeti düşük bir demokrasi, politik gündemi halk yerine ana siyasi akımların belirlemesine sebep olur. İki kutuplu bir sistemde uzlaşma imkânı da yoktur çünkü iki taraftan birisi kazanacaktır. Uzlaşma imkanının otomatik olarak ortadan kalkması, iki tarafın büyük rekabetine neden olur. Seçmen, arenada dövüşen iki gladyatörün taraftarları olmaktan öteye geçemez. Seçmenlerin taraftar haline gelmesi ve iki parti arasındaki rekabetin çok büyümesi demokrasinin dost ve düşman eksenine kaymasına neden olur.


Tüm Reklamları Kapat

Carl Schmitt, ahlak kavramının içerdiği iyi-kötü, estetik kavramının içerdiği güzel-çirkin sıfatlarına bakarak siyasal olanın hangi zıtlığı içerdiğini aramış ve bunu dost-düşman olarak nitelendirmiştir.[14] Dost-düşman ayrımı temeline oturtulan bir demokratik sistem, aslında tam olarak bu nedenlerle ayakta kalamaz. Çünkü bahsedilen siyasal düzen, birbiriyle keskin olarak ayrılmış ve zaman içinde birlik olma içgüdüsünü kaybetmiş bir toplum yaratmaktadır. Çoğunlukçu bir seçim sistemi, iyi bir denge ve denetleme mekanizması olmayan bir demokrasiyle birlikte toplumsal kırılganlıkları artırabilir, iç barışı bozabilir. Ayrıca dost-düşman çatışması, eninde sonunda toplumun fabrika ayarlarına dönerek “milliyetçileşmesine” ve uluslararası alanda da ayrışmaların artmasına sebep olarak dünya barışının da etkilenmesine neden olabilecektir. Kanaatimce yönetimde istikrar, bir tarafın yüzde 50 +1 oy alması ile değil, siyasal iktidarların birbirlerine sürdürülebilir bir sosyal ve ekonomik miras bırakmalarıyla sağlanabilir.


Alternatif seçim yöntemlerinin çoğu kendine uygulama alanı bulabilen yöntemler değillerdir. Bu sebeple de yapılan bütün yorumlar ve araştırmalar teorik ve varsayımsal kalmaktadır. Arrow’un İmkânsızlık Teorisi başlığı altında tamamen adil bir sonuç verecek seçim sistemi bulunmayabileceğini söylemiştik. Condercet Galibi, katılımcıların ikişerli yarıştığı bir turnuvayla ortaya çıkmaktadır. Borda sayım yönteminde ise seçmenlerin partileri/adayları sıralaması ve ardından verilen oyların sıralamalara göre puan tablosu haline getirilmesiyle kazanan belirlenir. Fakat alternatif seçim yöntemlerinin çoğu mevcut seçim sistemleriyle temsilde adaletin sağlanamayışı sebebiyle üretilmiştir. Aslında yukarıda bahsettiğimiz alternatif sistemlerin ortak bazı noktaları var. Örneğin bu üç sistemde de bir seçmenin “çoklu oy” hakkı olduğunu ve aslında oyunu bölüştürdüğünü görmekteyiz. İkinci olarak ise bu sistemlerde siyasi partilerin taraftar toplamak yerine tüm toplumda sempati uyandırmayı başarması gerekmektedir. Siyasi partiler bu sistemlerde kazanabilmek istiyorlarsa en sevilen değil, en az nefret edilen olmaya çalışmak zorundadır.


Tüm Reklamları Kapat

Seçmenlerin çoğu, oy verecekleri partinin görüşlerinin hepsiyle ilgilenmezler. Seçim kurgusundaki tek oy mantığı, seçmenlerin kazanabileceğini düşündüğü partiler arasından kendisine en yakın hissettiğine oy vermesine sebep olur. Fakat alternatif seçim yöntemlerinin bize sunduğu imkân, bu duruma çok büyük oranda çözüm bulmaktadır. Alternatif seçim sistemleri, seçmenin tek oyunu parçalara bölerek dağıtmasını sağlamaktadır. Bu da siyasi partilerin seçmenden puan toplamasının gerekliliğini getirmektedir. Böyle bir durumda siyasi partiler “herkesin” puanını almak isteyeceklerdir. Böylece alternatif sistemler hem siyasi partileri hem de birden fazla partiye oy vermeleri sebebiyle seçmenleri uzlaşma bölgesine daha yakın kılmaktadır. En az nefret edileni seçmek, aslında demokrasinin çoğunluk ilkesi gereği ulaşmaya çalıştığımız toplumu en çok kapsayan siyasi iradeyi oluşturmak için bize bir anahtar görevi görebilir. Fakat yine de alternatif seçim yöntemlerinin çoğu mevcut seçim sistemleriyle temsilde adaletin sağlanamayışı sebebiyle üretilmiştir. Çünkü temsilde adaleti sağlayabilmemiz için temsil edilen yani toplumdaki bireylerin taleplerinin iktidara veya diğer siyasi aktörlere taşınabilmesi gereklidir. Fakat herhangi bir dikey denetleme mekanizması olan seçim sistemi toplumsal talepleri yukarıya taşımaya yetmemektedir. Bunu demokrasiye olan inancın günümüzde gittikçe azalmasıyla ölçebiliriz.


Egemenliğin kullanımını devreden bir toplum, egemenliği kullanan vekil ve yöneticilere olan güvenini yitirdiğinde demokrasiye olan inancını kaybedecektir. Çünkü toplumda ortaya çıkan yeni istek ve taleplerin dikey olarak “yöneticilere” iletilmesini sağlayacak olan temsil sistemi, halkın demokrasiye olan güvenini sağlamaz. Bir oy kabinine giren birey, kullandığı oyun nasıl sayılacağından nasıl sonuçlanacağına kadar her aşamasını takip etse ve seçimlerin adil olarak yapıldığına inansa bile temsilcilerin ve parti içindeki grupların birbirleri ile olan ilişkilerine şahit olamaz. Bu konuda bir örneği, kuantum problemleriyle ilgili bir paradoks yaratan Schrödinger’in kedisi ile verebiliriz.[15] Bu çalışmada Schrödinger, bir kediyi zehirle dolu bir cam şişeyle birlikte bir saatte ışıma ihtimali olan radyoaktif bir kaynağın olduğu bir kutunun içine bırakılır. Eğer radyoaktif madde ışıma yaparsa zehir dökülecek ve kedi ölecektir. Peki biz kedinin ölüp ölmediğini nereden bilebiliriz? Başka bir örnek ile konuyu genişleterek kıyas yoluyla açacak olursak 50 kişinin yaşadığı bir apartmanda 5 kişilik bir yönetici grubu seçilecek olsun. Seçilecek yöneticiler ise apartmandaki bir odaya kilitlenecek ve 4 yıl boyunca yöneticilik görevini görecek olsun. Bu odaya “yönetici odası” ismi verecek olalım. Geriye kalan 45 kişilik grubun o 5 kişiye güvenme ihtimali, yalnızca yaptıkları icraatlar ve verdikleri vaatler üzerinden olacaktır. Fakat bu 5 kişiye olan güvensizlik sonsuz kalacaktır. Buna “temsil paradoksu” demek istiyorum. Bunun sebebi ise yönetici odasında ne yaptığına dair geriye kalan 45 kişinin hiçbir fikrinin olmamasıdır. Zaten odada ne olduğuna, ne yapıldığına ve ne yapılması gerektiğine dair bireylerin fikrinin olması da beklenemez. Bu örnekler, temsili demokrasinin birer yansımasıdır. Çünkü halkın kendini temsil etmesi için seçtiği kişilere olan güveni her zaman eksik kalacaktır. İçeride kedinin yaşayıp yaşamadığı veya yönetici odasının diğer 45 kişinin lehine çalışıp çalışmadığı bilinemeyecektir. Ayrıca yönetici odası, temsili demokrasinin gücüyle iktidarı elde edip elinde medya gücünü de tekeline alabiliyorsa 45 kişilik grup her zaman yönetilebilir halde kalabilmektedir. Bu sebeple de temsili demokrasi değil, “dolaylı demokrasi” tanımını kullanmamız gerektiğini düşünüyorum.


Tüm Reklamları Kapat

Doğrudan demokrasi yoluyla halkın kendi kendine yasama-yürütme-yargı erklerini bir arada yürütmesi günümüzde mümkün görülmemektedir. Bunun sebebi ise milyonlarca insanın dünyadaki değişim hızına uygun bir biçimde, düzgün bir katılım miktarında ve bilmedikleri konularda oy verebilme imkânın olmayışıdır. Gerçi dijital bir demokrasi, biçimsel olarak herkesin oy vermesini mümkün kılabilir olsa da, her birisi bambaşka hayatlara ve görüşlere sahip bireylerin bilip-bilmediği her konuda kanun yapmaya, yürütmeyi idare etmeye veya yargılamaya müdahil olmaya ehil olarak görmek veya onları buna zorlamak imkânsız ve gereksizdir. Doğrudan demokrasi, ulusal ve yerel çapta (köyler hariç) uygulanması imkânsız bir yönetim biçimidir ve uygulansa bile sağlıklı sonuç almak imkansızdır. Bu da bizlere aslında bir anahtar vermektedir; temsili demokrasinin bizzat kendisi, milletvekillerinin toplum adına vekaleten bir meslek icra ettiğini gösterir.


Halkın demokrasiye olan inancı, yukarıda verdiğimiz örneklerden hareketle kapalı bir kutu gibi görünen dolaylı demokrasi ile mümkün görünmemektedir. Fakat az önce söylediğimiz üzere doğrudan demokrasi de çalışması imkânsız bir kaos ortamı yaratmaktadır. Peki demokrasiye olan güvenimiz sıfırlanıyorsa, daha önce denenmiş aksi yönetimlere mi geçmeliyiz? Yıllar boyunca bir Napolyon veya Fatih Sultan Mehmet aramak pek akla yatkın görünmemektedir.


Tüm Reklamları Kapat

Temsili demokrasinin paradoksu da kanaatimce burada başlamaktadır. Örneğin halkın ızdırap içinde kalacağı bir kıtlık halinde, yüksek bir enflasyon halinde veya toplumun kutuplaştığı hallerde halkın demokrasiye olan güveni sarsılmaktadır. Bunun iktidarların kötü yönetimiyle de alakası olmayabilir. Yani yukarıda örnekte bahsettiğimiz yönetici odası kendi odasında canla başla enflasyon ve kıtlık ile mücadele etse bile, yönetimde uzlaşmacı ve çoğulcu bir anlayış görülse bile halkın demokrasiye olan güveni refahı azaldığı ölçüde azalacaktır. Bu sebeple meşruti bir monarşi veya cumhuriyet fark etmeksizin halklar kendi kendini yönettiği bu yönetim biçiminden vazgeçerek eskiye dönüş yolunda adım atacaktır. Araştırmalar da göstermektedir ki demokrasiye olan güven gün geçtikçe azalmaktadır. Çünkü vasat bir temsili demokrasi, güçlü bir monarşiden veya meşruti monarşiden güçlü olamayacaktır.


Bunun için alternatif bir yol olarak yarı-doğrudan demokrasi görülebilir. Fakat burada yarı doğrudan demokrasinin ne olduğuna bakmamız gerekiyor. Yukarıda bahsettiğimiz şekilde yarı doğrudan demokrasi, aslında belirli araçlarla halkın yönetime daha doğrudan katılımını sağlamaktadır. Fakat referandum gibi araçlar yöneticilerin halka “o ya da bu” tercihini sunmasından ibaret olduğu için halkın taleplerinin değil, yöneticilerin taleplerinin oylanmasına sebep olmaktadır. Çünkü teklif veya talep halktan değil bizzat temsilci veya yöneticilerden gelmektedir. Bu sebeple de referandum benzeri araçlar ile halkın iktidara olan katılımı, mevcut demokrasiyi doğrudan demokrasiye yaklaştırmaz ve dolaylı bir demokrasi olmaktan çıkaramaz.


Tüm Reklamları Kapat

Hatta aynı eleştiriyi monarşi, oligarşi gibi diğer yönetim şekillerine de getirmemiz mümkündür. Temelde aslında monarşiyi toplumların kabul etmeme sebebi, günümüzdeki demokrasiye olan inancın azalmasıyla aynı sebebe dayanmaktadır. “Yönetici odası hissi” aslında bütün yönetim biçimlerinde hissedilecektir. Odayı bir sultana veya bir oligarklar grubuna teslim ediyor olmak o odanın içinde ne olduğunu bize göstermiyorken kendi elimizle seçtiğimiz temsilcilerin de 5 yıl boyunca yönetici odasında ne yaptığını bilmemiz mümkün olmayacaktır. Bunu engelleyecek tek şey ise güven hissidir. Güven hissi ise günümüz toplumlarında büyük ölçüde ekonomi ile ölçülmektedir. Bir toplumun refahı yüksek oldukça o toplumun çok da bir yönetme gibi bir talebi olmayacaktır. Refah ise temelde adalete bağlıdır, adil bir devlet sonunda refahı bizlere getirecektir. Oysaki adalet, güvenin en büyük sebebi olmalıdır. Fakat günümüze kadar edindiğimiz tecrübeler bize göstermektedir ki yönetici kim ve nasıl olursa olsun halktaki güven kaybı çeşitli isyanlara, devrimlere veya maalesef katliamlara dönüşmektedir. 21. yüzyılda elinde her türlü şiddet aracı bulunan devletlere karşı devrim yapılması ise mümkün görünmemektedir.


“Dolaylı” bir demokraside demokrasiye olan güveni sağlamak mümkün görünmemektedir. Kanaatimce yönetici odasının kilidini açmanın demokrasilerde yalnızca bir yolu vardır. Bunu ise yukarıda verdiğimiz örnekle tekrar açıklayacak olursak yönetici odası 5 kişiden oluşan bir oda ise ve bu 5 kişi aslında demokrasilerde meclisi temsil ediyorsa, 5 kişiden birisinin sürekli değişkenlik halinde olması, kanaatimce demokrasiye karşı oluşan nefreti pasifize edebilecektir. Bunu şu şekilde açıklamak istiyorum. Örneğin 1000 kişilik bir parlamentoda 200 kişinin yılda bir değişecek şekilde vatandaş arasından başvuranların içinden kurayla seçilmesi yönetici odasındakilerin ne yaptığını vatandaşın izleyebilme, denetleyebilme, katılabilme şansını yaratacaktır. Ayrıca bu kişilerin siyasi parti üyeliklerinin olmaması da bir şart olmalıdır. Çünkü bu kişilerin amacı halk adına mecliste gözcülük yapmak olacaktır. Böylece toplumun kalıplaşmış olan “zaten bizi yönetiyorlar” veya “bizi dinlemezler” görüşü geçerliliğini kaybedebilecektir.


Tüm Reklamları Kapat

İnsanlığın monarşi ile olan problemlerine tekrar dönelim. Monarşilerin günümüzde ayakta kalamamasının sebeplerinden birisi halkın kendi kendini yönetme isteğidir. Halklara kendi kendini yönetme talebini doğuran büyük nedenlerden birisi ise kralın bütün taleplerinin halk üzerinde etkili olmasına rağmen halkın sürekli olarak bu güç karşısında ezilmesidir. Hatta eski bir halk manisi “Şalvarı şaltak Osmanlı, eğeri kaltak Osmanlı. Eken de yok biçen de yok, yemeye de ortak Osmanlı” demektedir. Aslında temelde bu sebeple demokrasi günümüzde hakim haldedir. Fakat demokrasinin kendi paradoksu, bundan çok farklı görünmemektedir. Çünkü seçilenlerin yukarıdaki örnekte olduğu gibi toplumun kendisinden, çiftçiden, köylüden, işçiden uzak olması ve taleplerine yetişememesi hali monarşide olduğu gibi hala mevcuttur.


Bütün bunlardan yola çıkarak yönetici odasındaki örneğin 5 kişiden 1’inin devinim halinde olması ve seçilmesi için alternatif bir seçim sistemi düşünebiliriz. Kura sistemi, bireylerin şans üzerinden bu yönetici odasına ziyaretler gerçekleştirmesine, orada olan bitene katılabilmesine ve orada kendi bireysel dertlerini paylaşabilmesine neden olacaktır. Kuranın galipleri, yönetici odasını denetleyebilecek, o odada seslerini duyurabilecektir. Ayrıca kura galiplerinin seçimlerden daha sık biçimde değişmesi, parlamentonun yalnızca küçük bir bölümünün (örneğin yüzde 10–20) bu sistemle seçilmesi ve seçilen kişilerin sürekli devinim halinde olması da sıradan vatandaşların siyasi partilerle sıkı ilişkilere girerek güdümlü hareket etmesine engel olabilecektir. Bir başka olumlu yönü ise bu işin jüri sistemine benzer olmasıdır. Bu sebeple “Kura Demokrasisi” veya “Jüri Demokrasisi” olarak adlandırabileceğimiz bu sistemde bizzat sivil toplumun kendisi mecliste hakem olarak siyasi partilerin kanun yapma aşamasına katılacak ve oy kullanabilecektir. Mahkeme gibi gerçekten profesyonel yetkinliğin gerektiği bir alanda bile birçok ülkede jüriye başvurulduğunu düşünecek olursak parlamento gibi halkın kendi kendini yönettiğinin ispatı olan bir kurumda jüriye başvurulması çok daha normal görülmelidir. Doğrudan demokrasiye dolaylı demokrasiyi yaklaştıran şey bu olacaktır. Bu sebeple “yarı doğrudan demokrasi” ismini “sıradan ve rastgele” bireylerin yasama organına dahil olduğu bir sistem için kullanmak daha isabetli olacaktır. Doğrudan demokrasinin her ne kadar uygulanması mümkünsüz görünse de, “jüri demokrasisi” sayesinde temsili demokrasi doğrudan demokrasiye yaklaşacaktır.


Tüm Reklamları Kapat

Kanaatimce bir diğer avantaj bireylerin kendi değerini bu sayede görebilmesi olacaktır. Bireyler, ziyaret etmedikleri bir meclisin gerçekten kanun yaptığına veya onların yararına çalıştığına inanamaz. Bunun sebebi demokrasinin ilgili ülkede gerçekten olup olmamasıyla da ilgili değil; bireylerin görmedikleri, tecrübe etmedikleri, ziyaret etmedikleri veya hissetmedikleri bir şeye inanmasıyla ilgilidir. Eğer biz demokrasiye olan inancı konuşuyorsak, demokrasinin varlığına inanmak, bireylerin etrafında demokrasiyi tecrübe etmiş kişilerin varlığı ile ilgilidir. Yönetici odası görece üst sınıf insanlardan oluştuğunda toplumun çoğunluğunun “biz yönetiyoruz” algısından çok “biz yönetiliyoruz” algısına sahip olması da tesadüfi değildir. Kendisinin kendisini yönettiğine inanmayan bir birey, daima bir şeylerin onu yönettiğine inanacaktır. Kendini yönetici değil daima yönetilen grup içinde hisseden bir birey de hiçbir şekilde demokrasinin gerçekten halkın kendi kendini yönettiği bir yönetim şekli olmadığına kanaat getirecektir.


Kura sistemiyle birey meclisi tanıma şansına sahip olacak, en kötü ihtimalle mahallesinde, bulunduğu ilde birileri bu imkânı kullanabilecek ve sonuç olarak gerçekten birilerinin mecliste toplum adına işler yaptığına şahitlik edecektir. Zaten demokrasinin bir problemi de meclisin varlığına şahit olan kişilerin görece üst sınıftan oluşmasıdır. Zaten pahalı bir girişim olan adaylık ve peşinden gelen reklam süreci, her bireyin altından kalkabileceği bir durum değildir. Bu da sadece “yönetilen” sınıfında kalan bireylerin yalnızca maddi olanakla siyaset yapılabileceğine olan inancını pekiştirmektedir.


Tüm Reklamları Kapat

Kura sisteminin işlerliği hakkında derin bir analiz yapılabilmesi için matematik biliminin de işin içine girmesi gerektiği kanaatindeyim. Örneğin mecliste yüzde 10–20 bandında kuradan gelenler bir “Anonim Parti” veya “Azınlık Halk Grubu” oluşturulabilir. Bu sayede yasama organının dikey denetlenme mekanizması sağlamlaşacaktır. Anonim parti üyeleri kural olarak yılda bir vb. şekillerde normal vekillerden daha sık değiştiğinde hem devinim artacak, hem de “kura vekillerinin” herhangi bir siyasi parti ile yakın ilişkilere girmesi önlenebilecektir. Ayrıca sivil toplum kuruluşlarının da etkin rol oynaması, demokrasiyi daha katılımcı bir hale getirecektir.


Tam bu noktada temsilde adalet ilkesine geri dönersek, aslında temsilde adalet kavramının seçim başlığı altında bir anlamı olduğu gibi, toplum ve birey başlığı altında yeni bir başlık ve anlam içinde değerlendirilmesi gerekir. Çünkü temsilde adalet, bireylerin verdiği oylarla siyasi partilerin matematiksel olarak mecliste adil bir şekilde temsil edilmesini gerektirdiği gibi; bireylerin bizzat kendilerinin de mecliste bir ses oluşturması ile yeni bir anlam kazanacaktır. Çünkü dolaylı bir demokraside temsilde adalet yalnızca seçimler üzerinden değerlendirilirken “jüri demokrasisi” olarak nitelendirdiğimiz ve aslında kanaatimce “gerçek yarı-doğrudan demokrasi” olarak da isimlendirebileceğimiz kura demokrasisinde halkın içinden bireylerin bizzat kendi katılımlarıyla kendilerini ve kendi sosyal adalet anlayışlarını temsil edebileceği başka bir ortamı yaratmaları mümkün hale gelecektir. Toplumdaki bireyler siyasi iktidara ve diğer siyasi gruplara olan sesini yalnızca toplantı ve gösteri yürüyüşü ile gösterebilirken, jüri demokrasisi bireylerin kendi tecrübelerini ve gördüğü eksiklikleri siyasete yansıtmalarına olanak sağlayabilir. Bu da siyasetin “elit” bir iş olarak görülmesinin önüne geçecektir.


Tüm Reklamları Kapat

Temsili demokrasinin temelde “Schrödinger’in Kedisi” veya “Yönetici odası” örneğinde olduğu gibi bir paradoks içinde bulunduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Bireylerin kendileri veya yakın çevresindeki “sıradan” insanların tecrübe edebileceği bir demokrasiye olan inancı “dolaylı bir demokrasiye” olan inancından çok daha fazla olabilecektir. Çünkü yönetici odası, dışarıdan bakan bir insan için sürekli olarak kapalı bir kutu gibi görünecek, içerideki insanların onları “güttükleri” inancı kolay kolay değişmeyecektir. Bu da toplumların yüzyıllar önce yapılmış olan “Fransız İhtilaline” yani “milliyetçi fabrika ayarlarına” dönmesine sebep olacaktır. Bu halde ise toplumlar yeniden az önce bahsettiğimiz “türdeş” bir hale girmek üzere çalışacak, insanların farklı sesler çıkarmasının önü gittikçe kapanacak ve “dost-düşman” teorisi üzerinden siyaset sürekli kısır bir savaş döngüsünde devam edecektir. Halbuki biz yalnızca toplumların yapısını değil bireylerin fikrini de önemsiyor ve bunlara ortak bir değer veriyorsak bireylerin fikirlerinin “göreceli” olduğunu kabul etmek, bizim ön kabulümüz olmak zorundadır. Çünkü dost-düşman fikrinin çıkış kapısı barıştadır. Eğer biz farklılıkları “dost-düşman” olarak görüp birbiriyle savaştırmak yerine onları kabul edip demokrasi yoluyla uzlaşmacı bir yöntem izlemek istiyorsak bunun yolu yalnızca barıştan ve daha güçlü bir demokrasiden geçebilir.


KAYNAKÇA


Tüm Reklamları Kapat

Özenç Berke, Demokrasi ve Anayasayı Korumak; Kelsen Schmitt’e Karşı, İletişim Yayınları, 2022


Arrow, Kenneth J. “A Difficulty in the Concept of Social Welfare.” Journal of Political Economy, vol. 58, no. 4, s. 328–46, 1950.


Tüm Reklamları Kapat

Ergun Özbudun, Anayasalcılık ve Demokrasi, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017


Arrow, Kenneth J. Social Choice and Individual Values. Yale University Press, 2012.


Tüm Reklamları Kapat

http://www.princeton.edu/~cuff/voting/theory.html


Kelsen Hans, Demokrasinin Doğası ve Değeri; Çeviren Yasin Uysal, Dost Yayınları, 2019


Tüm Reklamları Kapat

Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, cilt 1, Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2020.


Schrödinger, E., Die gegenwärtige Situation in der Quantenmechanik. Naturwissenschaften 23, 807–812, 1935.


Tüm Reklamları Kapat

Hans Kelsen, Adalet Nedir?, Türkiye Barolar Birliği Dergisi 2013/107, Çeviren: Ali Acar, 2013


Sanver, Remzi, Çoğunluk Yöntemi ve Condorcet Galipleri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi (55–3), s.133–144, 2000.


Tüm Reklamları Kapat

[1] Özenç Berke, Demokrasi ve Anayasayı Korumak; Kelsen Schmitt’e Karşı, İletişim Yayınları, 2022, s.49.


[2] Kelsen Hans, Demokrasi: Doğası ve Değeri; Çeviren Yasin Uysal, Dost Yayınları, 2019, s.11.


Tüm Reklamları Kapat

[3] Hans Kelsen, Adalet Nedir?, Türkiye Barolar Birliği Dergisi 2013/107, Çeviren: Ali Acar, s.21.


[4] Özenç Berke, a.g.e., s.164.


Tüm Reklamları Kapat

[5] Özenç Berke, a.g.e., s.71.


[6] Kemal Gözler, Anayasa Hukukunun Genel Teorisi, Ekin Basım Yayın Dağıtım, 2020, cilt 1, s.733.


Tüm Reklamları Kapat

[7] Kemal Gözler, a.g.e., s.760.


[8] Kemal Gözler, a.g.e., s.744.


Tüm Reklamları Kapat

[9] Sanver, Remzi, Çoğunluk Yöntemi ve Condorcet Galipleri, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi (55–3), 2000, s.133–144.


[10] Arrow, Kenneth J., Social Choice and Individual Values, Yale University Press, 2012.


Tüm Reklamları Kapat

[11] Arrow, Kenneth. J., A Difficulty in the Concept of Social Welfare. Journal of Political Economy, 58(4), 1950, 328–346.


[12] www.princeton.edu/~cuff/voting/theory.html


Tüm Reklamları Kapat

[13] Berke Özenç, a.g.e., s.71.


[14] Berke Özenç, a.g.e., s.164.


[15] Schrödinger, E., Die gegenwärtige Situation in der Quantenmechanik. Naturwissenschaften 23, 1935, 807–812.

Okundu Olarak İşaretle
6
0
  • Paylaş
  • Alıntıla
  • Alıntıları Göster
Paylaş
Sonra Oku
Notlarım
Yazdır / PDF Olarak Kaydet
Raporla
Mantık Hatası Bildir
Yukarı Zıpla
Bu İçerik Size Ne Hissettirdi?
  • Muhteşem! 0
  • Tebrikler! 0
  • Bilim Budur! 0
  • Mmm... Çok sapyoseksüel! 0
  • Güldürdü 0
  • İnanılmaz 0
  • Umut Verici! 0
  • Merak Uyandırıcı! 0
  • Üzücü! 0
  • Grrr... *@$# 0
  • İğrenç! 0
  • Korkutucu! 0
Tüm Reklamları Kapat

Evrim Ağacı'na her ay sadece 1 kahve ısmarlayarak destek olmak ister misiniz?

Şu iki siteden birini kullanarak şimdi destek olabilirsiniz:

kreosus.com/evrimagaci | patreon.com/evrimagaci

Çıktı Bilgisi: Bu sayfa, Evrim Ağacı yazdırma aracı kullanılarak 18/05/2024 20:29:41 tarihinde oluşturulmuştur. Evrim Ağacı'ndaki içeriklerin tamamı, birden fazla editör tarafından, durmaksızın elden geçirilmekte, güncellenmekte ve geliştirilmektedir. Dolayısıyla bu çıktının alındığı tarihten sonra yapılan güncellemeleri görmek ve bu içeriğin en güncel halini okumak için lütfen şu adrese gidiniz: https://evrimagaci.org/s/15543

İçerik Kullanım İzinleri: Evrim Ağacı'ndaki yazılı içerikler orijinallerine hiçbir şekilde dokunulmadığı müddetçe izin alınmaksızın paylaşılabilir, kopyalanabilir, yapıştırılabilir, çoğaltılabilir, basılabilir, dağıtılabilir, yayılabilir, alıntılanabilir. Ancak bu içeriklerin hiçbiri izin alınmaksızın değiştirilemez ve değiştirilmiş halleri Evrim Ağacı'na aitmiş gibi sunulamaz. Benzer şekilde, içeriklerin hiçbiri, söz konusu içeriğin açıkça belirtilmiş yazarlarından ve Evrim Ağacı'ndan başkasına aitmiş gibi sunulamaz. Bu sayfa izin alınmaksızın düzenlenemez, Evrim Ağacı logosu, yazar/editör bilgileri ve içeriğin diğer kısımları izin alınmaksızın değiştirilemez veya kaldırılamaz.

Keşfet
Akış
İçerikler
Gündem
Türleşme
Kurbağa
Acı
Hız
Organ
Endokrin Sistemi Hastalıkları
Doğa Yasaları
Fizyoloji
Factchecking
Geometri
Yayılım
Konuşma
Sağlık Bakanlığı
Lazer
Yapay
Kalp
Goril
Diş Sorunları
Dalga Boyu
Sanat
Nörobiyoloji
Yeni Koronavirüs
Dinozor
Hekim
Malzeme
Aklımdan Geçen
Komünite Seç
Aklımdan Geçen
Fark Ettim ki...
Bugün Öğrendim ki...
İşe Yarar İpucu
Bilim Haberleri
Hikaye Fikri
Video Konu Önerisi
Başlık
Gündem
Bugün Türkiye'de bilime ve bilim okuryazarlığına neler katacaksın?
Bağlantı
Kurallar
Komünite Kuralları
Bu komünite, aklınızdan geçen düşünceleri Evrim Ağacı ailesiyle paylaşabilmeniz içindir. Yapacağınız paylaşımlar Evrim Ağacı'nın kurallarına tabidir. Ayrıca bu komünitenin ek kurallarına da uymanız gerekmektedir.
1
Bilim kimliğinizi önceleyin.
Evrim Ağacı bir bilim platformudur. Dolayısıyla aklınızdan geçen her şeyden ziyade, bilim veya yaşamla ilgili olabilecek düşüncelerinizle ilgileniyoruz.
2
Propaganda ve baskı amaçlı kullanmayın.
Herkesin aklından her şey geçebilir; fakat bu platformun amacı, insanların belli ideolojiler için propaganda yapmaları veya başkaları üzerinde baskı kurma amacıyla geliştirilmemiştir. Paylaştığınız fikirlerin değer kattığından emin olun.
3
Gerilim yaratmayın.
Gerilim, tersleme, tahrik, taciz, alay, dedikodu, trollük, vurdumduymazlık, duyarsızlık, ırkçılık, bağnazlık, nefret söylemi, azınlıklara saldırı, fanatizm, holiganlık, sloganlar yasaktır.
4
Değer katın; hassas konulardan ve öznel yoruma açık alanlardan uzak durun.
Bu komünitenin amacı okurlara hayatla ilgili keyifli farkındalıklar yaşatabilmektir. Din, politika, spor, aktüel konular gibi anlık tepkilere neden olabilecek konulardaki tespitlerden kaçının. Ayrıca aklınızdan geçenlerin Türkiye’deki bilim komünitesine değer katması beklenmektedir.
5
Cevap hakkı doğurmayın.
Bu platformda cevap veya yorum sistemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla aklınızdan geçenlerin, tespit edilebilir kişilere cevap hakkı doğurmadığından emin olun.
Ekle
Soru Sor
Sosyal
Yeniler
Daha Fazla İçerik Göster
Popüler Yazılar
30 gün
90 gün
1 yıl
Evrim Ağacı'na Destek Ol

Evrim Ağacı'nın %100 okur destekli bir bilim platformu olduğunu biliyor muydunuz? Evrim Ağacı'nın maddi destekçileri arasına katılarak Türkiye'de bilimin yayılmasına güç katın.

Evrim Ağacı'nı Takip Et!
Yazı Geçmişi
Okuma Geçmişi
Notlarım
İlerleme Durumunu Güncelle
Okudum
Sonra Oku
Not Ekle
Kaldığım Yeri İşaretle
Göz Attım

Evrim Ağacı tarafından otomatik olarak takip edilen işlemleri istediğin zaman durdurabilirsin.
[Site ayalarına git...]

Filtrele
Listele
Bu yazıdaki hareketlerin
Devamını Göster
Filtrele
Listele
Tüm Okuma Geçmişin
Devamını Göster
0/10000
ve seni takip ediyor

Göster

Şifremi unuttum Üyelik Aktivasyonu

Göster

Şifrenizi mi unuttunuz? Lütfen e-posta adresinizi giriniz. E-posta adresinize şifrenizi sıfırlamak için bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Eğer aktivasyon kodunu almadıysanız lütfen e-posta adresinizi giriniz. Üyeliğinizi aktive etmek için e-posta adresinize bir bağlantı gönderilecektir.

Geri dön

Close